BOŞUNA UĞRAŞMAYIN, ARTI GERÇEK'TEN VE RAGIP ZARAKOLU'NDAN DARBE MALZEMESİ ÇIKARAMAZSINIZ!
Artı Gerçek, bünyesinde hiçbir zaman darbeci, darbe heveslisi insanları barındırmamıştır, bundan sonra da barındırmayacaktır.
Artı Gerçek yazarı Ragıp Zarakolu’nun bugün sitemizde ve eş zamanlı olarak Evrensel gazetesinde yayınlanan “Makus Kaderden Kaçış Yok” başlıklı yazısı, iktidarı çok fazla rahatsız etti.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, İletişim Başkanı Altun, AKP Sözcüsü Çelik’in açıklamasıyla birlikte troller geniş çaplı bir saldırıya başladı. Zarakolu darbecilikle suçlandı.
Ragıp Zarakolu bu konuda bir açıklama yaptı ve suçlamayı kesin bir dille reddetti.
Artı Gerçek olarak biz de konuyu 4 noktada değerlendiriyoruz:
- Artı Gerçek, barış ve demokrasi karşıtı olmayan tüm yazarlara, aydınlara, fikir insanlarına açık bir platformdur. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü koşulsuz savunuyor ve uyguluyoruz. Bu açıdan Zarakolu’nun yazısında bizim yayın ilkelerimize aykırı en küçük bir ima ya da sözcük yoktur.
- Ragıp Zarakolu, 1960’lardan bu yana barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini kararlı ve tutarlı bir şekilde sürdüren Türkiyeli bir aydın, gazeteci, yazardır. Kendisinin Artı Gerçek’in yazar kadrosunda bulunmasından gurur ve onur duyuyoruz.
- Yazının başlığı ile Erdoğan ve Menderes’in fotoğraflarının yanyana gelmesinin darbe çağrışımı yaptığı yolundaki tespit, Genel Yayın Yönetmenimiz Celal Başlangıç’ın bugünkü “Mağduriyet yarat ki zulmün mazur görülsün’’ başlıklı yazısında geçen “öküzün altında darbe arama” kampanyası bağlamında değerlendirilmeli. Yazarımız Ragıp Zarakolu da, açıklamasında “Hayatım darbelere karşı mücadele ile geçti” dedi. Artı Gerçek, bünyesinde hiçbir zaman darbeci, darbe heveslisi insanları barındırmamıştır, bundan sonra da barındırmayacaktır.
Artı Gerçek, hiçbir siyasi, ideolojik, ekonomik kutbun desteğine dayanmaksızın 3 yıldır bağımsız habercilik yapıyor. Devlet yetkililerinin ya da trol kalabalığının temelsiz suçlamaları karşısında boyun eğecek bir gazeteci grubu değiliz biz. Hata yaparsak da, hatamızı kabullenip düzeltecek bir olgunluk düzeyindeyiz. ’’Makus talih…’’ yazısında yazarın ya da Artı Gerçek’in bir hatası sözkonusu değildir.
Bir tek “Tam da iktidar darbe malzemesi toplamak için fırsat kollarken bu fotoğraflar ve bu başlıkla bir kompozisyon oluşturmak içinde bulunduğumuz konjonktüre uygun değil“ eleştirisi yapılabilir. Ama belirtmek gerekir ki bir gazetecinin en önde gelen tercihi; barışı ve demokrasiyi savunmak, doğruları söylemek, mesleğinin hakkını vermek, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmaktır. Konjonktüre göre gazetecilik egemen ideolojiye teslim olmak ve nabza göre şerbet vermektir.
Boş yere uğraşmayın, Artı Gerçek’ten ve Ragıp Zarakolu’ndan darbe malzemesi çıkaramazsınız. Siz, ilk seçimde batacak gemiyi bir an önce terk edebilirseniz hayrınıza olur... (ARTI GERÇEK)
ZORUNLU AÇIKLAMA
Yassıada’da zulüm altında olan mebusların çocuklarının okulda ‘düşükler’ diye aşağılandığına tanık oldum. Onlarla dayanışma içinde oldum.
Darbe karşıtı bir yazının bu kadar ters yorumlanması, anlaşılır bir şey değil. Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin yazıyı yeterince okumadıkları anlaşılıyor. Hayatım darbelere, darbeci eğilimlere karşı mücadele ile geçti.
1960-61 yılını Mebus Evleri diye anılan İsrail Evlerinde geçirdim. Siyasi tutsak aileleri ile ilk kez orada karşılaştım. Yassıada’da zulüm altında olan mebusların çocuklarının okulda ‘düşükler’ diye aşağılandığına tanık oldum. Onlarla dayanışma içinde oldum. Yassıada’da yapılan aşağılama ve işkencenin ilk tanıklıklarını dinledim. Daha sonra faillerinin askeriye içinde nasıl yükseldiklerine, 90’lı yıllarda nasıl kirli bir savaş yürüttüklerine tanık oldum.
İnsan haklarına duyarlı olmamın, üniversite yıllarında bir darbeden medet ummamamım nedeni belki de bu.
12 Mart Darbesini hapiste geçirdim, 20 yıl pasaport alamadım. Doktoram yarım kaldı. 12 Eylül darbesini tehdit altında yaşadım.
28 Şubat günlerinde, 12 Eylül idamlarını anlatan bir kitabı ve 12 Eylül darbesini sembolik olarak yargılayan Hannover Tribünali’nin belgelerini yayınladığım için mahkemeye verildim. Başkanım Akın Birdal suikasta uğradı. Eşim Ayşe Nur hakkında ölüm döşeğinde davalar açılmaya devam etti.
2006 yılında şu anda iktidarın payandası olan bir çevre tarafından Hrant Dink ile birlikte hedef gösterildim.
2007 yılında kaos planı gerçekleşmedi ise bunun nedeni Hrant Dink’in iğrenç katline gösterilen ve toplumun her kesimini kucaklayan vicdan patlaması idi.
Darbe heveslileri Hrant’ı katletmekle kendi ayaklarına ateş ettiler.
2011 yılında saçma gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklandım. Beni tutuklayan, ulusal ve uluslararası tepki üzerine daha mahkeme başlamadan beni serbest bırakmak zorunda kalan ekip, polisi, savcısı, hâkimi ile hapiste şu an.
2016 darbe girişimi / karşı darbesi de bana dokunmadan geçemedi ne yazık ki.
Kıssadan hisse: İnsan hakları ve adalete bir gün herkes muhtaç olabilir ve olacaktır. (RAGIP ZARAKOLU - ARTI GERÇEK)
RAGIP ZARAKOLU |
MAKUS KADERDEN KAÇIŞ YOK
DP’nin tamamlayamadığı, Demirel’in kısmen başarılı olduğu otoriterleşmeyi yapısal ve İslam-Türk sentezine dayanan bir temel üzerine oturtmaya girişti.
Türkiye’de solun görece özgür olduğu yılların 1919-25 ve 1930-1945 yılları arası olduğu söylenebilir. Bu dönemler aynı zamanda çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler arasındaki ilişkilerin iyi olduğu dönemlerdir. Ama bir yandan da tek parti rejimi soldan sürekli transfer çabası içindedir, cumhuriyet kurumlarını oturtmak için.
Elbette, yine birkaç yılda bir tekrarlanan komünistlere yönelik davalar söz konusudur. Ama verilen cezalar daha sonraki DP dönemine oranla daha düşüktür. Üstelik arada bir çıkan af kanunları ile cezaların bütünü tamamlanmadan çıkılabilmektedir.
DP’nin 1951 yılında yaptığı değişiklik ile iki örgüt yönetme halinde idam cezası verilebilir hale geldi.
Bundaki amaç herhalde 1936 sonrası dünya genelinde KP’ler öncülüğünde kurulan Halk Cephelerinin önüne geçmektir. Bu tek partili rejimin, sözde çok partili rejime geçerken en büyük korkusu olmuştu.
Ama 50’ler dönemin en ağır antikomünist ve makkartici uygulamalarını yapan DP’nin, 1945 yılında sosyalistler tarafından kurulacak demokratik cephenin potansiyel müttefiki olarak görüldüğü unutulmamalıdır.
DP eliti içinde 40’lı yılların sol eğilimli gençlerinden birçok kişinin olduğu da bilinmeli. Bunlar elbette soldan kopuş yaşadılar, antikomünizmin boğucu ikliminde.
1950 seçimlerinde birçok solcu da “artık yeter” sloganının cazibesine kapılıp DP’ye oy vermişti. Bu belki biraz “yetmez ama evet” tavrına benzetilebilir.
1946 yılında, savaş bittiği halde hâlâ devam eden sıkıyönetim tarafından sendikaları ve partileri kapatılan işçi sınıfı da çoğunlukla DP’ye oy verdi. Türk-İş de bu dönemde oluştu.
CHP yönetimi, 1945 yılında sol aydınlardan kopuş yaşamış, milliyetçi muhafazakâr kişilerle blok kurmuştu.
Türkiye’de cumhuriyet sonrası ordu içinde ilk cunta, 1950 seçimleri öncesi Cevdet Sunay tarafından kurulmuştu. Amaç Milli Şefin iktidarı terk etmemesi durumunda darbe yapmaktı.
1946 yılında İnönü’nün oğlu bile babasına muhalifti ve ev hapsine alınacaktı.
DP aslında tek parti rejiminin B takımı idi ve kontrol, Celal Bayar’ın elindeydi.
1914’ten 1955’e bütün etnik temizliklerde rol oynamış olan Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Celal Bayar, İnönü’den beter çıktı ve iktidarı seçim yoluyla terk etmeyi reddetti.
1949 yılının bütün anti-CHP eğilimli kişileri 1954 sonrası otoriterleşme eğilimi gösteren DP karşısında CHP’nin yanındaydı.
İnönü’ye karşı başlayan cunta yapılanmaları 1960 yılında otoriterleşmeye kalkan, bunu da eline yüzüne bulaştıran DP hükümeti karşısındaydı.
1950 yılında yapılamayan darbe, 1960 yılında gerçekleşti.
RTE, 2010 yılında, 1 Mayıs’ın 1980 sonrasında en kitlesel şekilde kutlanmasına izin verdi. Çünkü hâlâ liberalliğe oynamaktaydı.
1960 yılında Menderes’in 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı ilk kutlayan Başbakan olması gibi.
Ya da Batının desteği kesilince, Sovyetlere yönelmeye kalkması gibi. Ama bütün bunlar için çok geçti artık.
Meclis’te CHP’yi kapatmayı hedef alan Tahkikat Komisyonunun kaldırılması da. Saatin tik takları işlemeye başlamıştı bir kere.
1961 yılında asılan Menderes olacaktı, Celal Bayar değil. Affını ise ezeli rakibi İnönü sağlayacaktı!
Ve İslam-Türk sentezini savunan muhafazakâr eğilimlerin, DP’den çok daha güçlü yer aldığı AP’nin önü açılacaktı. AP, DP oylarına oynayacaktı, ama en büyük korkusu DP’nin legalleşmesi idi.
RTE, tarihi kendince okuyup yorumluyor ve taktiklerini belirliyor.
Bunun için de 2007 yılında darbe karşıtlarının liberal desteğini aldı, 2013 yılında Gezi direnişinin kendi 27-28 Nisanı olmasının önüne geçti ve 2015 yılında ise kendine yönelebilecek darbe potansiyelinin erken patlamasını provoke etti.
Ve DP’nin tamamlayamadığı, Demirel’in kısmen başarılı olduğu otoriterleşmeyi yapısal ve İslam-Türk sentezine dayanan bir temel üzerine oturtmaya girişti. Zaten bunun temelleri 1980 yılında Kenan Evren Cuntası tarafından atılmıştı.
Türkiye dünya demokratik ülkeleri listesinden, otoriter ülkeler listesine düşüş yaptığı için kendini başarılı sayabilir!
RTE’de bir Menderes travması vardı. Demirel gibi kısmen. Menderes olmamak için Demirel’in atmadığı takla, kurmadığı ittifak kalmamıştı. Ecevit ile bile uzlaştı, onu başbakan yaptı ve ona kanlısı Bahçeli ile hükümet bile kurdurdu.
Korona günleri, bırakın Türkiye’yi tüm dünyayı bir sorgulamaya yöneltmekte. Bundan RTE’nin ve tayfasının kaçması mümkün değil. (RAGIP ZARAKOLU - ARTI GERÇEK)
İLETİŞİM BAŞKANI ALTUN'DAN "MAKUS KADERDEN KAÇIŞ YOK" BAŞLIKLI YAZIYA SUÇ DUYURUSU
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 'Makus kaderden kaçış yok' başlıklı yazıyla ilgili suç duyurusunda bulundu.
Altun tarafından, 'Makus kaderden kaçış yok' başlıklı yazıya ilişkin Ragıp Zarakolu ve Arti Media hakkında suç duyurusunda bulundu.
Altun'un avukatı Sezgin Tunç tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verilen suç duyurusu dilekçesinde, müvekkili Altun'un, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olduğu vurgulanarak, suç duyurusunun vatandaş olarak ülkesine, milletine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı sorumluluğu dolayısıyla yapıldığı belirtildi.
'Artı Gerçek' isimli internet sitesinde Ragıp Zarakolu tarafından kaleme alınan 'Makus kaderden kaçış yok' başlıklı bir yazının yayımlandığı aktarılan dilekçede, yayıncı tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın fotoğrafının karşısında darbeciler tarafından idam edilen eski Başbakan Adnan Menderes'in fotoğrafının yerleştirildiği vurgulandı.
Ragıp Zarakolu'nun yazısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkça darbe ve idamla tehdit edildiği belirtilen suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:
"Şüpheliler tarafından Adnan Menderes'in 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında darbeciler tarafından 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilmesi olayı üzerinden halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a karşı açıkça darbe ve idam tehdidi yapılmıştır. Bu yayın ve tehditler aynı zamanda içinden geçmekte olduğumuz küresel salgın sürecinde ülkemizin devleti ve milletiyle birlikte yürüttüğü mücadeleyi de hedef alarak başta yürütülen bu başarılı mücadeleye önderlik eden Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm milletimizin moral ve motivasyonunu düşürmeyi, halk arasında korku ve tartışma yaratarak kamu barışını bozmayı amaçlamaktadır. Bu çabalarında başarılı olamayacak olsalar da sistematik bir şekilde yürütüldüğü anlaşılan bu tehdit ve korkutma içeren yayınları yapan kişi ve yayın kuruluşları hakkında soruşturma yürütülmesi, haklarında kamu davası açılması ve bu suçlardan zarar gören kamu adına ceza verilmesi gerekmektedir."
Dilekçede, açıklanan nedenlerle yazıyı kaleme alan Ragıp Zarakolu, söz konusu internet sitesinin sahibi Arti Media GmbH ve şüpheli vasfına uygun tespit edilecek tüm kişi ve kuruluşların, Türkiye Cumhuriyetinin anasayal düzenine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı alenen işlemiş oldukları fiiller nedeniyle ve resen tespit edilecek diğer suçlar nedeniyle cezalandırılması için kamu davası açılması istendi.
(GAZETE DEMOKRAT'IN NOTU: METNİN BAŞINDAKİ FOTOĞRAF ARTI GERÇEK'İN KULLANDIĞI FOTORAFTIR)