Hemen belirtelim,
bu fazla uzun olmayacak yazının 4 sorusu olacaktır.
Başlayalım mı?
*
1994 İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimlerinde;
ANAP adayı İlhan Kesici ½22,14,
DYP adayı Bedrettin Dalan %15,46,
SHP adayı Zülfü Livaneli %20,3,
DSP adayı Necdet Özkan %15,46 oranında oy aldılar.
ANAP+DYP toplamı bu sonuçlara göre %37,6'yı
SHP+DSP toplamı %32,68'i buluyordu.
RP adayı Recep Tayyip Erdoğan,
ilk bakışta tuhaf, anlamsız ve bir o kadar da gereksizmiş gibi görünen bu bölünmüşlük arasında
%25,19'la seçimi kazandı
ve Erdoğan etrafında
(bugün bakıldığında)
sistemli ve planlı olarak yaratıldığı artık açık olan "efsane" de böylece başlamış oldu.
O zaman ilk sorumuzu soralım:
Bedrettin Dalan ile Necdet Özkan,
kazanamayacakları başından beri ortada ve belliyken,
1994 İBB seçimlerinde neden aday gösterildiler?
(Dipnot 1: 20 Ekim 1996 tarihli Aydınlık dergisinin kapağını hatırlayın)
(Dipnot 2: 1994 yerel seçimlerinde DYP'nin genel başkanı Tansu Çiller, DSP'nin genel başkanı da Bülent Ecevit'ti ve biz bu iki ismin de aslında kendi partilerinin İBB başkan adaylarını belirlemede herhangi bir etkilerinin olduğunu sanmıyoruz)
*
2001 Ağustos ayının başında,
yani tarihler 5 Ağustos 2001'i gösterdiğinde,
CNN Türk'te Taha Akyol'un sorularını yanıtlayan Rahmi Koç;
"Bu iş para meselesi.
Tayyip Erdoğan'da çok para olduğunu radyolardan dinledik,
1 milyar dolar para biriktirmiş, nasıl biriktirdiyse.
Dolayısıyla onun mali derdi olacağını zannetmiyorum" demişti.
Rahmi Koç'un söylediği aslında çok önemliydi
ve biz kendisinin böyle bir bilgiyi radyodan öğrendiğini hiç sanmıyoruz.
O zaman ikinci sorumuzu soralım:
Böyle bir para
Rahmi koç'un da dediği gibi
biriktirmeyle oluşturulamayacağına göre,
o dönem,
her bulduğu fırsatta sürekli alyansını gösterip;
"Bundan başka hiç bir şeyim yok" diyen Erdoğan
1 milyar doları nereden bulmuş ya da nasıl elde etmiştir?
(Dipnot 3: Kendisi, Rahmi koç'un söylediklerini bugüne kadar yalanlamadı)
*
İktidarın çok övündüğü köprü, hava limanı, otoyol ve hastaneleri hepiniz biliyorsunuz.
Bildiğiniz ve bildiğimiz bir başka şey de,
bunların hepsini kapsayan yolcu ve hasta garantileri.
O garantilerin parasal olarak
başka hiç bir şeyi değil,
sadece ve sadece devletin kasasını ilgilendirdiğini de biliyoruz.
O zaman üçüncü sorumuzu da soralım:
Bir iktidar, "garanti" adı altında devleti ve ülkeyi
uzun zaman dilimlerini bulacak
devasa zararlara uğratacağı aşikar olan anlaşmalara, sözleşmelere neden imza atar?
*
Cem Uzan 23 Aralık 2020 günü Cumhuriyet'te yayınlanan söyleşisinin bir yerinde;
"İktidar kısaca hırsız.
Çaldı, soydu ama artık ne çalacak ne satacak mal kaldı.
Bakın Türkiye iflas etti. Damat şimdi nerede?
İnsanların cebinden çaldıkları 130 milyar nerede?
Ben onların soteledikleri paraların nerede olduğunu da biliyorum" dedi.
Bu söyleşinin yayınlandığı günden çok kısa bir süre önce de;
"Katar'dan alındığı açıklanan para Katar'ın parası değil, AKP'nin parası" demişti.
O zaman dördüncü ve son sorumuzu da sorup yazımızı noktalayalım:
Eğer Cem Uzan doğru söylüyorsa,
iktidardaki bu ekip bunca parayı nereden, nasıl ve hangi yollarla...
Neyse, anladınız siz.
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın! (HAYRİ GÜNEL)