Faşist saldırganlığa karşı direniş ancak sosyalistler tarafından örgütlenebilir ve diğer antifaşist kesimlerin birliği de ancak sosyalistler tarafından sağlanabilir. Ciddi boyutta teşhir olmuş, iç çatışmalarla malûl suç imparatorluğuna son vermeye dönük bir program sosyalistlerin bugün önlerinde duran en acil görevdir...
"Eğer hiçbirimiz özgürlük uğruna ölmeye hazır değilsek, o halde hepimiz bir diktatörlük altında öleceğiz demektir." (Timothy Snyder/Tiranlık Üzerine)
Devlet neydi? Kutsaldı. Ebed-müddetti. Babaydı. Ya devlet başa ya kuzgun leşe idi… daha birçok şeydi ama çete değildi, mafya değildi. Devletin kutsallığı ve vazgeçilmezliği üzerine teori çoktur. Devlet olmazsa toplumlarda sağlık, huzur olmazdı, güven olmazdı. Adalet olmazdı, hak olmazdı. Haramilik hâkim olurdu. Türk Devleti de bu meziyetlerin en yükseğine sahipti; uğruna ölmeliydik ve öldürmeliydik ki kutsallığı artsın, kutsallığından şüphe duyanlar korksun…
***
Ama bugünlerde bir şeyler oluyor devlete. Toplum o kutsal mabedin içinde neler döndüğünü, devlet adına kurşun atanlardan biri olan bir mafyacının itiraflarından dinliyor. Bakanlar, devletli gazeteciler ve diğer devlet yöneticileri verdikleri cevaplarla mafyacının itiraflarına eşlik ediyorlar, toplum nezdinde tutarlılık kazandırıyorlar.[1] Erdoğan, Soylu’ya sahip çıkarak kavgayı sonlandırmaya çalışsa da arka planda kavga sürüyor, zira kavganın başlama nedenleri ortada duruyor: paylaşılamayan yasadışı büyük para kaynakları ve iktidarın sağladığı büyük olanaklar!
Ortalığa şimdi saçılanlar, 17-25 Aralık’ta saçılanlar, değişik zamanlarda saçılanlar birbiriyle bağlantılı iki şeye işaret ediyor: iktidarın bir suç imparatorluğuna dönüştüğünü ve bir suç imparatorluğunun demokratik seçimler sonucu iktidarı terk etmeyeceğini!
Sömürge tipi faşizmin değişik icra tekniklerine hem dünya hem de ülkemiz daha önce de tanık oldu. Bunların analizi devrimci bir siyaset açısından temel bir öneme sahiptir. Faşizmin AKP haline ilk kez tanık olduğumuzu söyleyebiliriz. Şöyle ki emperyalist ve faşist devletler, kontrgerilla veya derin devlet yapıları oluştururlar ama kontrgerilla ile resmi devlet arasındaki mesafe devletin meşruiyetini sarsmamak adına korunur. Kontrgerilla eliyle emperyalist ve faşist amaçlarla yasadışı iç veya dış operasyonlar yaparlar ve çeşitli mafya-çete yapılarını kullanırlar. Ancak mafya veya çetelerin kontrgerillaya veya derin devlete egemen olmasına izin vermezler. Ancak bugünkü fotoğraf bu ilişkilerin tersyüz olduğu bir durumu ortaya koymaktadır: Çeteler ve mafya resmi devlette pozisyon edinmeyi başarmış. Bunu sağlayan şey iktidarı kullananların siyaset aracılığıyla zenginleşmenin, yolsuzluklar başta olmak üzere her türlü yollarını kullanmalarıdır. Böylesine bir iktidar yapısının iç çatışmalardan kendisini kurtarması mümkün değildir. Kanlı tasfiyeler ve meşruiyet sarsıldıkça kanlı iktidar oyunları devreye sokulur.
***
Suç imparatorluğu, çok sayıda suç organizasyonunun koalisyonudur. Doğrudan alınan rüşvetlerden adrese teslim kamu ihalelerine, bakanların şirketlerinin devlet ihalelerini almasından akrabalarının hızla zenginleşmesine, IŞİD’le birlikte Suriye-Irak petrolleri kaçakçılığından devlet yöneticilerinin çocuklarının yabancı şirketlerle kurdukları ilişkilere, cihatçı örgütlere silah temininden oy hırsızlığına, iktidar mensuplarının ve çetelerinin tecavüz ve cinayetlerinden bunları aklayan yargı mensuplarına, uyuşturucu baronlarıyla işbirliğinden bunları cezadan kurtaran politikacılara, mafyacılar aracılığıyla halka korku salmaktan mafyacılardan on binlerce dolar maaş milletvekillerine, ayakkabı kutularından Zarrab’ın ödediği 8,5 milyar dolar rüşvete, Soma’da, Ermenek’te her yerde iş cinayetlerine kurban giden işçilerden sorumluları kurtaran siyaset-yargı ilişkilerine, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp hapse atılmasından yerine atanan kayyumların aleni yolsuzluklarına, dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerinden gazetecilere saldıran çetelere… bir suç imparatorluğu ile karşı karşıyayız.
Bu suç imparatorluğunun demokratik seçimlere saygı duyup dağılacağı düşünülemez. Peki bu suç imparatorluğu açık faşizme geçerek yani parlamentoyu, belediyeleri, seçimleri feshedip, partileri, sendikaları ve kitle örgütlerini kapatarak kendisini güvenceye alabilir mi? Bu imkânsız olmamakla birlikte oldukça düşük bir olasılıktır. Türkiye’de daha önce 1971’de ve 1980’de açık faşizme geçilmişti. Özellikle 1980 açık faşizmi egemen sınıfların ve devlet kurumlarının mutabakatı, siyasal partilerin itiraz etmemesi ve ordunun darbesiyle mümkün olmuş, böylece halkın geniş kesimlerinin de onayı alınabilmişti. AKP-MHP koalisyonunun etrafında ne böyle bir mutabakat söz konusu ne de halkın geniş kesimlerinin onayının alınabilmesi mümkün. O durumda AKP faşizminin önünde iki aşamalı tek yöntem kalıyor. Tek yöntem faşist saldırganlığın tırmandırılması. Bugüne kadar Suriye ve Libya savaşı üzerinden, SADAT gibi paramiliter organizasyonlarla, eski kontrgerilla unsurlarıyla, mafyatik örgütlerle, tarikatlarla ve cihatçı örgütlerle kurduğu ilişkiler ile tek adam yönetiminin sahip olduğu devlet olanaklarının birleşimi gerekli ve yeterli imkanları sağlayacak düzeydedir. (Bunların ölümcül kusuru aynı zamanda iç çatışma halinde olmalarıdır.) Faşist saldırganlığın ilk adımı seçimde etkili olacaklar (CHP, İyi Parti) başta olmak üzere muhalif partilere daha önce HDP’ye yaptığı muameleleri yapmak olacak. Yani seçim çalışmaları yaptırmamak, seçim bürolarına, parti binalarına, seçim araçlarına saldırmak, yaralama hatta öldürme eylemleriyle sandığa sahip çıkılmasını engellemek… Her şeye rağmen (İstanbul seçimlerinde olduğu gibi) seçim kaybedildiğinde ise 2015 Haziran-Kasım arası benzeri terör saldırıları, sokaklarda faşist saldırılar ve siyasetçilere, aydınlara, gazetecilere (MHP’nin 1980 öncesinde uzman olduğu yöntemler), üniversitelere, Alevilere, Kürtlere dönük saldırılarla yeni hükümeti işlemez hale getirerek erken seçime zorlamak. Böylece suç imparatorluğunun yargılanmasının önüne geçmek.
Bu tabloda sermayenin tercihini, sermaye birikimini hangi iktidar kombinasyonunun daha iyi sağlayabileceğine göre belirleyeceği açıktır. Böyle bir iktidar ise yoksullaşmanın bu düzeyinde otoritesi güçlü bir iktidardan başkası değildir. Emperyalizmle ilişkileri iyi tutacak (savaş politikalarına uyum), doğa yağmasının sürmesini garanti edecek, işçi ücretlerini düşük tutabilmek için işçi hareketlerini baskılayabilecek, siyasi istikrarı sağlayabilecek bir iktidar.
Sınırlı ölçülerde de olsa kendi çıkarlarının bilincinde olan her durumda faşist saldırganlığın hedefindeki halk kesimleri için de direnmekten başka seçenek olmadığı açık olmakla birlikte bu kesimler örgütsüz ve önderlikten yoksundur. Faşist saldırganlığa karşı direniş ancak sosyalistler tarafından örgütlenebilir ve diğer antifaşist kesimlerin birliği de ancak sosyalistler tarafından sağlanabilir.
Ciddi boyutta teşhir olmuş, iç çatışmalarla malûl suç imparatorluğuna son vermeye dönük bir program sosyalistlerin bugün önlerinde duran en acil görevdir. Her geç kalınan zaman faşizme karşı direnişin yükünü daha da arttıracaktır.
Sosyalistlerin, işçilerin, kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, aydınların, bilim insanlarının, sanatçıların önlerinde iki yol var: ya bu suç imparatorluğunun kurbanı olacağız ya da bu suç imparatorluğuna son vereceğiz. (SAMUT KARABULUT - SENDİKA.ORG)
Dipnot:
[1] Bizler bunları ve daha fazlasını biliyoruz ve anlatıyorduk/anlatıyoruz. Ama bu kadar etkili olamıyorduk, doğru ama bu bir suç değil, bir sorun. Suç ortakları arasındaki kavgayı deşifre eden itirafçılık her zaman etkili olur.