Yasal boşluklar ve denetimsizlik yüzünden İstanbul, hepsi de yasal izinle çalışan ve ayda ortalama üç ton morfin-eroin ve benzeri afyon türevlerini üretebilecek kapasiteye sahip tesislerle kısa sürede “eroinin başkenti” haline geldi...
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in Youtube’da yayınladığı videolarla devletin içindeki bir irin bir kez daha ortaya saçılmış oldu.
Eski Emniyet Genel Müdürü, eski milletvekili, İçişleri ve Adalet bakanlıkları yapmış olan Mehmet Ağar’ın uyuşturucu işinde olduğunu söyleyen iddiaları izledik.
Aynı irini Susurluk’taki bir trafik kazası sonrasında da görmüştük.
Farklı “tesadüfler” ile devletin görevlilerinin uyuşturucu ticaretinin içinde olmasını, mafya-uyuşturucu ticaretinin aslında devletin ne kadar derinlerinde olduğunu tekrar tekrar görüyoruz.
İddialar üzerine gazetecilere konuşan Mehmet Ağar, her adımının devlet tarafından bilindiğini vurgulayıp “Devlet benimle ilgili istediği araştırmayı istediği zaman yapar” dedi. Yalıkavak Marina’ya tehditle el koyduğu iddiasına da manidar bir yanıt veriyor Mehmet Ağar: “Bizi buradan uzaklaştırınca yapılacak olan da belli: Buraya mafya çökecek. Bugün eğer mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır.”
Mehmet Ağar’a bu sözleri söyleten, Mehmet Ağarları üreten bu sistemin kaynağını ben Hasan Saka’ya kadar götürebildim.
Belki de kökleri daha derinlerdedir…
Belki önce Osmanlı’nın sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası anlaşmalara imza koymamasındadır…
Belki 1925-1933 yılları arasında dünyadaki yasaklara rağmen, uluslararası baskılara rağmen Türkiye’de afyon üretimi ve ticaretinin devam etmesindedir…
Belki İstanbul’da kurulan üç adet eroin fabrikası ve bu fabrikaların yöneticilerinin hükümetlerin ve bürokrasi içindeki lobi gücündedir…
Peki, kimdir Hasan Saka?
Hasan Saka 1921-1954 yılları arasında Trabzon Milletvekilliği yaptı. Maliye Bakanlığı, İktisat Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı yaptıktan sonra 1926 yılında Meclis Başkanvekili oldu. Lozan’daki Türk heyetinde yer alan Hasan Saka, İş Bankası’nın da hissedarları arasındaydı ve kuruluşundan itibaren bankaya danışmanlık yaptı. Hasan Saka, Lozan Barış Görüşmeleri’ne İsmet İnönü’nün yardımcısı olarak dönemin Sağlık Bakanı Rıza Nur ile birlikte katılmıştı. Ayrıca üç yıl Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü, 10 Eylül 1947’de Türkiye’nin 7. Başbakanı oldu. 1954’te siyasetten çekildi. 29 Temmuz 1960 tarihinde ise öldü.
Bu kısa Wikipedia bilgisi Hasan Saka’yı “ülkesine hizmet etmiş bir vatansever” olarak gösterir. Oysa gerçekte Hasan Saka’nın 1933 yılına kadar devletin korumasında eroin ticareti yaptığı, TBMM başkanvekili iken İstanbul’daki en büyük eroin fabrikasının yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapan bir şahsiyet olduğu pek bilinmez.
Ben size başka bir Hasan Saka öyküsünü Türkiye’deki afyon ve eroin manzarası eşliğinde anlatmak istiyorum.
Önce eroin hakkında az bilinenler
Zaten binlerce yıldır keyif veren bir madde olarak kullanılan afyon bitkisi ile hekimler özel olarak hep ilgilendiler. Alman eczacı Friedrich Sertürner 1804 yılında bir bileşim elde etti ve buna mitolojideki uyku tanrısı Morpheus’tan esinlenerek morphium (morfin) adını verdi. Morfin kısa süre içinde hekimlikte yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Ama bağımlılık en önemli dezavantajı idi. Laboratuvarlarda morfinin yerini tutacak, etkili ancak alışkanlık yapmayacak bir ilaç aranmaya başlandı. 1874’te İngiliz Charles Romley Alder Wright’ın buluşu, Almanya’da Bayer firması laboratuvarlarında 1898 yılında piyasada satılan bir ürün haline getirildi. Felix Hoffmann Bayer laboratuvarlarında önce Aspirin’i sonra da diasetil morfini geliştirdi. İnsan üzerinde yapılan deneylerde diasetil morfini kullananlar kendilerini kahraman gibi (Heroisch) hissettiklerini anlattılar. Bayer patentini aldığı bu ilaca böylece “Heroin” ismini verdi. Türkçede eroin dediğimiz Heroin bir marka olarak 1898 Haziran ayında Bayer tarafından piyasaya sürüldü.
Eroin çok sayıda tıp adamı tarafından da desteklendi, klinik deneylerle morfin bağımlılığını kestiği açıklandı. Aradan iki yıl geçtiğinde Bayer’in pastil, tablet, suda çözülen tablet, öksürük şurubu gibi çeşitli formlarıyla her yerde sattığı eroinin üretimi ayda bir tona ulaşmıştı.
Bir ilaç olarak eczanelerde, hatta marketlerde kolayca bulunuyor ve aşırı miktarlarda tüketiliyordu.
Afyon ve türevlerine karşı ilk uluslararası önlemler
Başta ABD olmak üzere birçok ülkede afyon ve morfin üzerine önlemler konuşulmaya başlandı. Afyon konusunda ilk uluslararası toplantı 1909 yılında Çin’in Şanghay kentinde yapıldı. Konferansta tıbbi ihtiyaçlar dışında üretim, kullanım ve ticaretinin yasaklanması tezi tartışıldı.
Osmanlı İmparatorluğu Şanghay Konferansı’na davet edildiği halde katılmadı. Konferansta alınabilen tek önemli karar daha kapsamlı bir uluslararası konferansın toplanması oldu. Böylece 1 Aralık 1911’de Lahey’de belli başlı afyon üreticileri ve işleyicisi olan 12 devlet bir araya geldi. Ancak bu toplantıda da yine anlaşma sağlanamadı.
Hollanda hükümetinin çağrısı üzerine 1913 yılında yapılan ikinci Lahey Konferansı’na 24 ülke katıldı. Bu konferansta ABD’nin etkisiyle ülkelerin iç yasalarını da önemli ölçüde etkileyen bir yasal altyapı oluşturuldu.
Osmanlı İmparatorluğu bu konferansa katılmış, ancak ekonomik kayba uğrayacağı gerekçesiyle sözleşmeyi imzalamamıştı. Yaşanan krizin sonunda Lahey sözleşmesinin Osmanlı İmparatorluğu ve Sırbistan dışında diğer ülkeler tarafından uygulanmasına karar verildi.
1924 yılında Cenevre’de düzenlenen Uluslararası Afyon Konferansı’na ABD’nin ve Milletler Cemiyeti’nin ısrarlı girişimleri ve baskısı sonunda Türkiye iki kişilik bir heyetle katıldı.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan bu yana devam eden direncini sürdürdü ve konferansın sonunda 19 Şubat 1925’te imzalanan Cenevre Afyon Sözleşmesi’ni imzalamayacağını açıkladı.
İstanbul’da eroin fabrikaları
1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti dışında birçok ülkenin imzaladığı Cenevre Sözleşmesi ile dünyada haşhaş üretimi sınırlandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamaması ekonomik nedenlerle açıklanıyordu. Sanayiinin cılız olduğu, ticaretin yoğun ithalata dayandığı ve henüz savaşın etkisini atlatamadığı bu dönemde tarım ürünleri ihracatı dış ticarette önemli bir seçenekti. Afyon ise dönüm başına en çok gelir sağlayan tarım ürünüydü. Ayrıca Türk afyonunun aranan bir ürün olması hemen her dönemde güçlü bir dış talep sağlıyordu. Anadolu’da Romalılardan beri bilinen ve tarımı yapılan haşhaş, Osmanlı İmparatorluğu’nda da yaygın olarak ekiliyordu. Mavi haşhaş olarak bilinen Anadolu afyonu yüzde 15-17 gibi yüksek morfin oranıyla bütün dünyada ilaç fabrikaları tarafından her zaman aranan kârlı bir tarım ürünüydü. Genellikle İzmir, Aydın, Manisa, Karahisar, Kütahya, Eskişehir, Konya, Malatya, Kırklareli, Edirne ve Tekirdağ gibi illerde üretiliyordu.
Dünyanın en kaliteli afyonu Türkiye’de yetişiyor ve pazarlarda serbestçe satılıyordu. Ayrıca kârlı eroin üretimi için hiçbir yasal kısıtlama yoktu. Bu, batıdaki büyük kaçakçılık organizasyonları için cazip bir fırsat yarattı. Türkiye’de üretim yapmak için girişimlerde bulundular. İstanbul’da üç adet eroin fabrikası kurulduğunu ve yıllarca üretim yaptığını çok kimse bilmez.
Birinci eroin fabrikasını Japonlar Taksim’de kurdular. Hükümete tekliflerini kabul ettiren Japonlar 1926 yılında Oriental Products Company adını taşıyan bir şirket kurdular ve Taksim’de hayli harap olan Mecidiye kışlasının (Bugünkü Taksim Gezisi’nın Divan Oteli, Taşkışla yönündeki bölümü) bir bölümünde üretime başladılar. Oriental Products’un iki ortağı bulunuyordu: Japon uyruklu Hite Sagan ve Türk vatandaşı Hosep Galenyan. Ama bu fabrikanın arkasında Japon mafyası Yakuza’nın olduğu iddia edilmiştir.
İkinci eroin fabrikası Mayıs 1929’da kurulan Eczayi Tıbbiye ve Kimyeviye (ETKİM) oldu. ETKİM, eskiden beri afyon ticaretiyle uğraşan bir Musevi ailenin, Taranto ailesinin girişimiydi. Bu fabrika Eyüp’ün Bahariye semtinde, Haliç’e hayli yakın bir mevkide faaliyete başladı.
Üçüncü eroin fabrikası ise 12 Aralık 1929 tarihli hükümet kararnamesiyle kuruldu. Kuzguncuk’taki Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi’nin (TETKAŞ) yönetiminde Türk vatandaşı İsmail Hakkı, Kirkor Çürükçüyan, Kevork Çürükçüyan, Hasan Bey (Saka) dışında Belçika vatandaşı olan Paul Michelaere ve Meksika vatandaşı Maurice Lapine ve Adrien Biliotti yer alıyordu. Üçü içinde en büyük kapasiteye de bu fabrika sahipti. Yazımızın da başlığını işgal eden Hasan Saka bu şirketin yönetim kurulu başkanıdır. Aynı zamanda TBMM Başkan Vekilliği görevindedir. Aynı Hasan Saka bir eroin fabrikasının yönetim kurulu başkanı iken afyon ve eroinle ilgili uluslararası konferanslara TC’yi temsilen katılması uyuşturucu lobisinin gücünü göstermektedir.
İstanbul’da kurulan her üç fabrikanın da ortak özelliği uluslararası uyuşturucu tüccarlarının fabrikaların ortağı olmasıydı.
Yasal boşluklar ve denetimsizlik yüzünden İstanbul, hepsi de yasal izinle çalışan ve ayda ortalama üç ton morfin-eroin ve benzeri afyon türevlerini üretebilecek kapasiteye sahip tesislerle kısa sürede “eroinin başkenti” haline geldi.
1929 yılı itibarıyla Türkiye’de bulunan 27 sanayii şirketinin toplam sermayeleri 10 milyon liraydı ve bu sermayeyle yaklaşık 2 milyon lira kâr elde ediyorlardı. Bu rakamlarla karşılaştırıldığında eroin fabrikalarının ciro ve kârı müthiş boyutlara ulaşıyordu. 4 milyon lirayı biraz geçen yıllık bütçesi karşısında fabrikaların elde ettiği kâr her türlü kontrolü aşabilecek bir güce dönüşmüştü. Fabrikaları denetlemesi gereken Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nin etkisiz olduğu açıktı.
Türkiye’ye yönelik boykot
1930’larda gelindiğinde Amerikan gazeteleri “Türkiye problemimiz” başlığıyla haberler vermeye başladı ve Türkiye’yi yasadışı uyuşturucu üretiminin ve ticaretinin merkezine yerleştirdi. Haberlerde, Türkiye’nin Lahey ve Cenevre konvansiyonlarını imzalamamış olması da “uygar dünyanın dışında kalan bir davranış” olarak özellikle vurgulanıyordu. Ve Türkiye’ye yönelik önce ABD sonra Avrupa’da bir boykot başladı.
Türk mallarını önemli ölçüde etkileyen dünya çapında ciddi bir boykota dönüşürken zaten büyük dünya buhranının ortasında Türkiye ekonomisi bu durumdan önemli ölçüde etkilendi. Hem Amerika’da hem de Avrupa’da Türkiye’den gelen bütün mallar gümrüklerde çok sıkı bir biçimde denetleniyor, bazen günler süren bürokratik işlemlere tabi tutuluyordu. Bir yandan da Avrupa ve Amerikan gazetelerinde uyuşturucu konusunda Türkiye’yi yasal düzenlemeleri geciktirmek ve üretime göz yummakla suçlayan haber ve yazılar giderek artıyordu.
Bu durum, Milletler Cemiyeti’nin Afyon ve Diğer Tehlikeli Uyuşturucu Maddeler Üzerine Danışma Komisyonu’nun 9 Ocak 1931’de Cenevre’de başlayan 14. bileşiminde de etkisini gösterdi. Türkiye’nin uyuşturucu üretiminde ve trafiğindeki yeri tartışmaların merkezini oluşturdu. Komisyon raporunda Türkiye’yi suçlayan ifadeler yer aldı.
Tüm bunlar olurken Cenevre’deki Türk heyetine, Kuzguncuk’taki eroin fabrikasının yönetim kurulu başkanı olan Hasan Saka başkanlık ediyordu.
Eroin fabrikaları kapatılıyor
1925 yılında dünyada birçok ülkede afyon üretimi ve eroin kısıtlanırken Türkiye yıllarca dünya uyuşturucu pazarı için eroinin serbest bölgesi olmuştur. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerindeki uluslararası baskılar bir süre sonuç vermeye başladı.
20 Mayıs 1931 tarihli bir kararnameyle eroin fabrikalarının işleyişi yeniden düzenlendi. 12 maddeden oluşan kararname fabrikaların üretim, ihracat ve satışlarına ciddi bir denetim ve kısıtlama getirdi. En önemlisi de daha önce fabrika sahiplerinin yapacağı kaçakçılık ve benzeri kural dışı uygulamaları Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nin denetimine alan muğlâk düzenleme değiştiriliyor, herhangi bir kural dışı hareketin doğrudan Ceza Yasası’nın 403. maddesiyle mahkemeler tarafından cezalandırılması öngörülüyordu. 21 Mayıs tarihinde bir başka hükümet kararnamesiyle Eyüp’teki eroin fabrikası ETKİM kapatıldı.
1931 yılı başında İstanbul’daki fabrikaların geçici olarak kapatılması uyuşturucu patronlarını tedirgin etti. Uyuşturucu işinin en önemli kısmı hammaddenin yani afyonun yakınında bulunmak ve üretim için uyuşturucu karşıtı kanunların bulunmadığı ya da uygulanmadığı bir ülke seçmekti. Belçikalı sermayedarlar ve Türk ortaklarının ufukta görünen yeni yasalardan sonra yeni üs olarak Bulgaristan’ı seçmeleri uzun sürmedi. Üretim Bulgaristan’a taşındı. Birkaç ay içinde en önemlisi Sofya yakınlarında bulunan dört fabrika faaliyete geçti.
Eski bir asker olan ABD büyükelçisi ile Gazi Mustafa Kemal sık görüşüyorlardı. Büyükelçi Türkiye’nin dünya uyuşturucu ticaretindeki rolü konusunda detaylı bir raporu Mustafa Kemal ile paylaştı. Mustafa Kemal, büyükelçiyi dinledikten sonra hemen ertesi gün, 23 Aralık 1932 akşamı kabineyi bizzat başkanlık ederek topladı. Konu afyon kaçakçılığının takibi ve bazı “sıhhi, iktisadi ve zirai meseleler” idi. Kabine toplantısı saatlerce sürdü. 1912 Lahey, 1925 ve 1931 Cenevre anlaşmalarının kabulü, kapatılan eroin fabrikalarının tekrar açılmamasının önlemlerini de içeren 7 maddelik bir program açıklandı. Program 25 Aralık’ta Anadolu Ajansı tarafından bütün dünyaya duyuruldu. Hükümet toplantısından çıkan 7 maddelik listenin CHP Grubu’nda görüşüldükten sonra Meclis’in onayına sunularak yasalaşması gerekiyordu.
CHP parti grubunda onaylanan hükümet kararları bir türlü yasalaşmadı. TBMM Başkan Vekili Hasan Saka, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Cumhuriyet Gazetesi sahibi Yunus Nadi[1] gibi isimlerden oluşan uyuşturucu ve kaçakçılık lobisi, afyon ve uyuşturucuyla ilgili yasaların önünü tıkadılar.
Hasan Saka, Şükrü Kaya ve Yunus Nadi’den oluşan lobinin bir yıllık engellemeleri sonrası 14 Ocak 1933’te nihayet yasa çıktı. Lahey ve Cenevre anlaşmalarının kabulüne ilişkin kanundan sonra narkotik maddelerin üretimini ve denetimini düzenleyen yasalar birbiri ardına kabul edildi.
Ancak uluslararası baskılarla birlikte hükümet 1933 yılından itibaren haşhaş ekimini ciddi biçimde sınırlamaya başladı. 1936 yılına gelindiğinde haşhaş ekilen il sayısı 62’den 17’ye, afyon üretimi yılda 200 bin tondan 80 bin tona kadar geriledi.
31 Mayıs günü de İktisat Vekâleti bünyesinde Uyuşturucu Maddeler İnhisarı kuruldu. Bu Lahey ve Cenevre konvansiyonlarında öngörülen devlet tekeliydi. Devlet ham afyon, tıbbi afyon, morfin ve her çeşit türevinin imalatını, ihracatını ve ithalatını tekel altına alıyordu. Ancak ham afyonun yurtiçindeki ticareti serbest kalacaktı. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı, ABD’den Hindiçini’ne kadar dünyanın dört bir yanına afyon sattı. Ayrıca bir dönem “koka yaprağı” ithal ederek kokain üretimine de girişti. 10 Ağustos 1933’te ilk kez bir Bakanlar Kurulu kararı ile haşhaş ekilecek alanlar belirlendi. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı’nın ömrü beş yıl sürdü. Ardından 1938 yılında 3491 sayılı kanunla Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kuruldu. TMO’nun, Uyuşturucu Maddeler İnhisarı ile ilgili söylentiler ve yolsuzluklar nedeniyle kurulduğu da öne sürülmektedir. Devlet tekelinde üretim sürerken kaçakçılık ve dünya uyuşturucu pazarını besleyen bir ülke görünümü hep korundu.
İkinci Dünya Savaşı boyunca yasadışı afyonun kaynağı Türkiye, İran ve Çin oldu. Bu dönemde Türkiye’de yasal üretimden yeraltı piyasasına satılan afyon Suriye’ye kaçırılıyor, buradan Fransa, İtalya, Portekiz ve İspanya’nın Akdeniz’deki limanları üzerinden Avrupa’ya ve Atlantik ötesinde Amerika’nın doğu kıyısına uzanan bir rota izliyordu. Ayrıca 1941-1945 yılları arasında Türkiye’den yine Suriye ve Filistin yoluyla Mısır’a uzanan bir kaçakçılık rotasından da söz ediliyordu. Marsilya bu dönemde belirgin biçimde Balkanlar, İran ve Türkiye kaynaklı afyonun toplandığı asıl liman oldu.
1945-1951 yılları arasında bütün dünyada yakalanan 17 yasadışı laboratuvardan 7’si Türkiye’deydi. Bu laboratuvarlar İstanbul Şişli ve Ayaspaşa, Darıca, Silivri ve Konya’da polis baskınları ile ortaya çıkarılmıştı.
İran’da 30 Ekim 1955 tarihinde haşhaş ekiminin bütünüyle yasaklanması Türkiye’deki afyon kaçakçılığının gelişmesinde önemli bir kilometre taşı oldu. İran, dünyada morfin ve ilaç endüstrisinde işlenen afyonun üçte birini karşılıyordu. Yasaktan önce 700 ile 1200 ton arasında yıllık üretime sahipti.
Haşhaş, Demokrat Parti yıllarında dış politikadaki önemini koruyordu. 1958 yılında Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın ABD’ye yaptıkları resmi gezide afyon konusu masaya geldi. Türkiye ve ABD arasında ikili anlaşmalar görüşülürken Menderes iki ülkenin ortak bir afyon sanayii kurmasını teklif etti. Ancak bu öneri Amerikalılar tarafından reddedildi.
1971 askeri darbesi sonrası Başbakan Nihat Erim hükümeti ABD’nin haşhaş üretimi ile ilgili baskısı sonucu 30 Haziran 1971 tarihli kararname ile yasak kararını duyurdu.
1973 yılında kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti programında haşhaş yasağının kaldırılacağını da vaat ediyordu. Nitekim 1 Temmuz 1974’te yayımlanan yeni afyon kararnamesi ile 6 ilde ve yaklaşık 20 bin hektarlık bir alanda haşhaş ekimine yeniden izin verildi.
Turgut Özal’ın 1983 yılı sonunda, Başbakan olarak İsviçre’de dünyanın ünlü mafya babalarıyla toplantı yaptığı, onlardan yardım istediği iddiası da söz konusu.
Özal’ın Başbakanlığı döneminde, Amerikan ve İngiliz gazeteleri Türkiye’yi “Kara Para Aklama Cenneti” olarak ilan ettiler. Devletin kara para aklayarak ekonomi çarkını çevirmeye çalıştığı aşikâr.
AKP hükümetleri de birçok krizi teğet geçirirken devlet desteğiyle kara para aklama geleneğini sürdürmedi mi?
Uyuşturucu ticaretinin kara para aklama yöntemlerinden birisi olan altın kaçakçılığında AKP hükümetinin en üst düzeyleri kadraja girmişti. Reza Zarrab’ın AKP’li bakanlar ile kurduğu ilişki herkesin malumu. Bugün de Sedat Peker’in videoları üzerinden en üst düzey kişi ve kurumların da içinde olduğu bu karmaşık ve kirli ilişkilerin nasıl ortaya saçıldığını görmeye devam ediyoruz. (ÖNDER ÖZDEMİR - SENDİKA.ORG)
Dipnot:
[1] Yunus Nadi ismi pek tesadüf sayılmazdı. Yenigün, Cumhuriyet ve Fransızca yayınlanan Republic gazetelerinin sahibi olan Yunus Nadi, siyasi nüfuzunu kullanarak elde ettiği ticari girişimleri ve faaliyetleriyle biliniyor ve eleştiriliyordu. Nadi, 1922 yılında aralarında Kılıç Ali, Şükrü Kaya, Tunalı Hilmi gibi isimlerin de bulunduğu dönemin önde gelen 54 milletvekili ve 37 tüccarının birlikte kurduğu Türkiye Milli İthalat ve İhracat Anonim Şirketi’nin ortakları arasındaydı. Ayrıca bir de Linyit İşletmesi de bulunan Yunus Nadi 1924 yılından başlayarak Almanlarla ilişki kurmuş, kayınbiraderi Sabur Sami’nin Almanya’ya halı ihraç etmesi için devreye girmiş ve Alman hükümetinden yaklaşık 100 bin lira değerinde yıllık 10 ton tutarında ithalat imtiyazı almıştı. Nadi bu imtiyazlar karşılığında Alman politikaları paralelinde haber ve yazılar yayınladı. Nazizm’i eleştirenlerle günlerce süren kalem kavgalarına girişti. Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği yarışmada Türkiye Güzeli seçilen Keriman Halis’in Belçika’daki yarışmada Kâinat Güzeli olmasında Yunus Nadi’nin Belçikalı Uyuşturucu tüccarları ile olan sıkı ilişkisinden kaynaklandığı iddia edilir.
Kaynaklar:
F. Cengiz Erdinç, Overdose Türkiye, İletişim Yayınları, 2004.
https://tdpkrizleri.org/index.php/1972-1973-hashas-krizi
https://seyler.eksisozluk.com/tarihimizin-en-ilginc-olaylarindan-biri-istanbulda-kurulan-3-eroin-fabrikasi