İKTİDAR BLOKU VE HEGEMONYA

İçinden geçtiğimiz süreçte ilginç bir siyasal belirsizlik söz konusudur ve bu belirsizlik özellikle de birçok devrimci ve demokratik çevreyi ya hareketsiz tutmakta ya da tek seçenekli siyasi çalışmalara çivilemektedir. Bir yanda olumlu olan bu durum öte yandan da bazı olumsuzluklar barındırmaktadır.

Türkiye devrimci ve demokratik hareketinin tarihinde, 1960’lı yıllar bir kenara konulursa, siyasi olarak bu kadar birbirlerine yaklaştıkları ve birlikte ortak siyasal projeler hazırladıkları bir dönem yoktur. Bu dönüşümde Kürt Özgürlük Hareketi’nin gerçekleştirmiş olduğu ideolojik ve politik paradigmanın ve bunun Türkiye’deki devrimci ve demokratik çevrelere sirayet eden etkisinin önemli bir katkısı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. HDK ve HDP’de somutlaşan bu kısmi ortaklık önemli bir tarihsel kazanım olarak değerlendirilmelidir. Aynı anlayış yasadışı alanda da (örneğin HBDH gibi) gerçekleştirilmek istenmiş ama pek başarılı olamamıştır. Ama ortak çalışma anlayışının ortaya çıkması ve bu yolda adımlar atılması dahi önemli politik kazanımlar olarak görülmelidir.

Hem yasal alanda hem de yasadışı alanda atılan ortak adımların belirli bir politik perspektifi söz konusuydu. Bu perspektif devrimci ve demokratik hareketin, hem barışçıl araçları sonuna kadar kullanarak geniş kitleler içinde politik mevziler elde etmek hem de bu araçların faşist rejim tarafından ortadan kaldırılmaları durumunda, yasadışı alanı kullanarak bu mevzileri korumaya dair olan perspektifti. Kısacası siyasi alanda hiçbir boşluğun bırakılmadığı ya da bırakılmayacağı bir stratejik perspektif söz konusuydu. Her ne kadar bu stratejik perspektifin genel çerçevesi çizilmişse de içeriği doğru bir şekilde doldurulamamıştır ama bu durum bunun içeriğinin gelecekte doğru bir şekilde doldurulamayacağı anlamına gelmez. Sadece yapılması gereken, geçmişte olduğu gibi devrimci ve demokratik hareketin, birbirlerini reformistlik ya da sekterlikle suçlayarak, tarihsel bir ayrılığın ortaya çıkmasına engel olmaktır. Akıldan çıkartılmaması gereken durum, hem kapsamlı yasal çalışmanın hem de kapsamlı yasadışı çalışmanın birbirleriyle çatışan değil, birbirlerini tamamlayan unsurlar olduğunu anlamak ve hangi tarihsel koşullarda ve hangi biçimlerde birbirlerine bağlandığını ya da bağlanabileceklerini bilince çıkarabilmektir.

Peki bütün bunları niçin yazdık ve konumuzla bağlantısı nedir?

Son dönemlerde özellikle Millet İttifakı odaklı bir yanılsama, nüfusun geniş kesimlerini etkisi altına almış durumdadır. Millet İttifakı’nın gelecek seçimleri kazanarak iktidara gelecekleri algısını yaymasının büyük bir hayal kırıklığıyla bitmesi, büyük bir olasılık değil hemen hemen kesindir. Millet İttifakı seçimleri kazanabilir ama iktidara gelmesi bu koşullarda mümkün değildir. Seçimleri kazanmak ile iktidar olmak ayrı şeylerdir!

Cumhur İttifakı seçimleri (eğer olursa!) kaybetse dahi, kitle tabanı bakımından ve devletin kurumlarını tamamen ele geçirmiş olmasından dolayı hala daha da güçlüdür ve elinde Millet İttifakı’nın canını yakacak ve ülkeyi içsavaş ortamına sürükleyeceği araçlar mevcuttur. Kaldı ki Millet İttifakı’nın Türkiye’nin çok önemli sorunu olan Kürt sorununu çözmesi ise İyi Parti’den dolayı mümkün değildir. Seçimlerin Millet İttifakı tarafından kazanılması durumunda iç siyasetin tamamen kilitlenmesi olasıdır ve bu kilitlenmenin bir siyasal krize dönüşerek darbe mekaniğinin devreye girmesi hemen hemen kaçınılmazdır.

Eğer böyle bir seçenek yani iktidar blokunun bir darbesi (ister seçimler öncesi isterse de seçimler sonrası) ortaya çıkarsa, Millet İttifakı nasıl bir siyasal tepki verecektir ya da bir siyasal tepki verebilecek midir?

Millet İttifakı tek seçenekli bir politik yönelimle hareket etmektedir ve bir darbe durumunda buna karşı geliştireceği bir direniş anlayışı söz konusu değildir. Kaldı ki böyle bir durumda Millet İttifakı’nın bileşenleri ortak siyasi refleks oluşturma kapasitesinden de yoksundur. Tek yaptıkları böyle bir darbenin olmamasını umut etmektir. Bu politik tutumun ortaya çıkan tarihsel koşulları karşılamaktan oldukça uzak olduğunu anlamak için, birkaç yıl geriye bakmak yeterlidir. AKP-MHP faşizmi karşısında tek seçenekli bir politik tutum yani sadece yasal muhalefet üzerine oturan bir politik yaklaşım, politik intiharla eş anlamlıdır.

Yasal muhalefetin aksine (Millet İttifakı kastedilmektedir), AKP-MHP faşizmi tek seçenekle değil iki seçenekle hareket etmektedir. Amaçları öncelikle anti-demokratik şekilde bütün devlet imkanlarını kullanarak seçimleri kazanarak toplumsal meşruiyet elde etmektir. Eğer bunu elde edemezlerse de darbe mekaniğini devreye sokarak iktidarlarının devamını sağlamaktır. Bu ikinci seçenek AKP-MHP faşizmi için riskli olmasına karşın, iktidarın kaybedilmesine yeğlenecektir.

O halde şu soruya doğru bir cevap bulmaya çalışmak önemlidir: Mevcut politik durum yakın gelecekte nereye doğru evrilebilir ve bunun siyasal çerçevesi ile dinamikleri nelerdir?

Yakın gelecekte iktidarın, Millet İttifakı’nın ellerine geçmesinden ziyade, iktidar bloku içerisindeki güç ilişkilerinin tersine dönmesiyle yani faşist Türk milliyetçilerinin eline geçmesiyle sonuçlanması muhtemeldir. Bu geçiş ise bir seçimden ziyade, büyük bir olasılıkla darbe ile gerçekleşecektir. AKP kendi döneminin pisliklerinin üzerinin kapatılması karşılığında, bu faşist-Türkçü iktidara destek vermek zorunda kalacaktır.

Şimdi de kısaca bunun nedenlerini açmaya çalışalım.

Toplumda birçok kesim MHP lideri Devlet Bahçeli’nin AKP ile kurmuş olduğu politik ilişkiye bir anlam verememektedir. Ama o gerçekten ne yaptığını çok iyi bilmektedir ve eğer işler onun istediği gibi giderse (bu büyük bir ihtimaldir), yakın gelecekte Devlet Bahçeli ve MHP’yi farklı bir faşist iktidar bloku içerisinde merkezi bir konumda görebiliriz. Böyle bir iktidar, Türkiye’de şu an varolan demokratik kırıntının da yokolduğu ve açık bir diktatörlüğün ortaya çıktığı bir dönem olacaktır.

Peki böyle bir süreç nasıl ortaya çıkabilir?

Bugünkü Türkiye siyasetinde hiçbir yasal parti MHP’nin imkanlarına ve hareket tarzına sahip değildir. MHP’nin görünen ve görünmeyen bağlantıları, onu ve müttefiklerini adım adım iktidarın merkezine taşıyabilir. Çünkü MHP emperyalist siyasete ve paylaşım savaşına, ABD ve müttefikleri yanında açıkça katılma taraftarıdır ve başka birkaç makalede de belirttiğimiz gibi (“Erdoğan, Joe Biden ve Manevra” ile “AKP ve MHP” makalelerine bakınız), AKP ile işbirliğine de bu temelde girmiştir. Bu durum AKP’nin zayıflaması (aslında Erdoğan’ın zayıflaması çünkü Erdoğan’sız AKP bir hiçtir) durumunda, MHP’yi ABD ve müttefikleri nezdinde tek muhataba çevirebilir ve bu durum bütün devlet bürokrasisinin tamamen ona açıldığı bir duruma yol açabilir.

Bugün MHP’nin uyguladığı siyaset, bundan yirmi beş yıl önce Erdoğan ve ekibinin uyguladığı siyasetin bir benzeridir. Nasıl Erdoğan, Gülen Cemaati üzerinden ABD ile anlaşıp, ABD desteğiyle iktidara gelmişse, aynı şekilde Devlet Bahçeli ve MHP de, ABD ile anlaşıp iktidara gelmek istemektedir. ABD geçmişte AKP’ye desteği, Türkiye’yi AB’ye üye yapması ve bu temelde Batı ile stratejik ilişkileri yeni bir temele oturtması temelinde veriyordu. AKP bunu gerçekleştirmediği gibi, kısmi olarak Batı karşıtı bir konuma dahi kaydı. Bugün ABD dış siyasetinin yönü Trump’ın başkanlığından sonra büyük bir değişim yaşamış ve Türkiye’de herhangi bir siyasi harekete ve kliğe destek, AB’ye üye olma üzerinden değil ama Rusya ve Çin’e karşı gerçekleşecek emperyalist savaşa en iyi motive olabileceklere olacaktır. Bu noktada Devlet Bahçeli bu siyasete en iyi adapte olabilecek siyasal figür olarak öne çıkmaktadır.

ABD emperyalist siyasetinin dış politikası özellikle Trump ile birlikte yeni bir sürece girmiştir ve Demokrat Parti’nin bu siyasetin yönünü değiştirme gücü artık bulunmamaktadır. Çünkü ABD’de Cumhuriyetçi Parti artık “merkez sağ”ın değil, ABD faşistlerinin partisi durumuna gelmiş ve iç siyasette Demokrat Parti’yi sıkıştırmaktadır. Trump ABD’nin dış politikasını, Rusya ve Çin’i çevrelemek siyasetinden, onlar ile sıcak savaşa geçişe göre değiştirmiştir. Bunun anlamı ABD hegemonyasının korunmasının artık sıcak savaştan geçmek zorunda olduğudur. ABD artık Çin’i ve Rusya’yı sıcak savaş aracılığıyla durdurma siyasetine geçmiş ve bunun için de sağlam ittifaklar kurma politikasını diplomasisinin temel parametrelerinden birisi haline getirmiştir. Bundan dolayı ABD stratejisine en iyi adapte olabilecek siyasi hareketlerin desteklenerek, ülke yönetimlerini ele geçirmelerinin sağlanmasına çalışılacaktır. Üstelik sıcak savaş uzadıkça, ABD ile müttefiklerinin aleyhine olacağı için, savaşın en kısa sürede çıkması için çalışılacaktır. Mevcut durumun uzaması özellikle Çin’e yaramaktadır ve barışçıl ortam sürekli olarak Çin’in ekonomik olarak güçlenmesine neden olduğu için, savaşın en kısa zamanda devreye girmesi, ABD ile müttefikleri için artık arzulanan bir politika olmaya başlamıştır. Son dönemlerde Rusya ve Çin’e karşı ABD ile müttefiklerinin provokasyonları ve ciddi savaş hazırlıklarının bu perspektiften beslenmesi büyük olasılıktır.

İşte ABD dış politikasındaki bu evrim, Türkiye’de MHP’yi farklı bir yere koymaktadır ve onun önemini ABD stratejisinde arttırmaktadır. ABD Türkiye’de çok dikkatli bir politika izleyerek, Erdoğan ve AKP’nin zayıflatılmasına ama faşist Türk milliyetçilerinin güçlenmesine yarayan ve mevcut iktidar bloku içerisindeki güç dengesinin tersine dönmesine dönük bir politika izleyecektir. Yakın gelecekte iktidarın, faşist Türk milliyetçilerinin bugünkü AKP’nin yerine geçtiği ve AKP’nin ise bugünkü MHP gibi faşist Türk milliyetçilerine yamandığı bir duruma dönüşmesi, ABD’nin Türkiye’de istediği asıl iktidar tipidir. Böyle bir iktidar, ABD ile müttefiklerinin yanında emperyalist savaşa girme karşılığında Batı’dan önemli destekler elde edecek, ki bunların başında ekonomi için gerekli olan devasa miktardaki borç paranın elde edilmesidir.

ABD’nin yeni dış politikası, hiçbir şekilde CHP eksenli bir hükümete olanak tanımamaktadır. ABD böyle bir hükümeti baltalamak için elinden gelen herşeyi yapacak ve bunun için gerekirse bir darbeye yeşil ışık yakarak bu darbecileri destekleyecektir. Zaten bir darbe Millet İttifakı’nı büyük bir anlaşmazlığa sürükleyerek bu ittifakın dağılmasıyla ve CHP’nin tamamen tecrit edilmesiyle sonuçlanacaktır. Darbenin yaratacağı kaos ortamı, İyi Parti’nin yeni iktidar blokunun yanına geçmesinin de koşullarını yaratacaktır. Böyle bir faşist iktidar, Türkiye’yi hem korkunç bir diktatörlüğe hem de bugünkü yıkımdan bin kat daha büyük bir yıkıma sürükleyecektir.

Bu yukarıda yazdıklarımız okura bir fantezi ve abartılı bir analiz gibi gelebilir. Bu analizimize yol gösteren çok basit bir ilke söz konusudur. Hem ülke içinde hem de ülke dışında büyük bir militarist yapı ortaya çıkarken, CHP’nin sadece “yumuşak güçler” ile zafer kazanacağını iddia etmesi sadece bir hayalden ibarettir. Mevcut koşullarda en kapsamlı demokratik mücadeleyi vermek doğru olmasına karşın, bu demokratik mücadelenin “sert güçler” ile desteklenmemesi ise büyük bir handikaptır. CHP’nin hasımlarının ellerinde işte onda olmayan bu “sert güçler” mevcuttur ve yeri geldiğinde, sahne başında duvarda asılı bulunan silahın patlaması gibi, bu sert güçler devreye girecek ve tayin edici rolü oynayacaktır.

Büyük bir felaket ülkenin üzerine gelmektedir. Milyonlarca insanın ölümüyle, bir o kadarının sakatlanması ve büyük bir toplumsal yıkımın ortaya çıkmasıyla sonuçlanacak bir döneme doğru gidiyoruz. Kısacası “Türkiye’nin Suriyelileşmesi”ne doğru gidiyoruz. Ülkenin başına gelen felaket ya da AKP-MHP belası öyle basit bir bela değil, bütün ülkeyi ve bölgeyi felakete sürükleyecek bir beladır ve bu belaya karşı çare de tek yasal bir mücadele olamaz. Zaten çok kısa bir zaman sonra bütün ulus olarak bunu görmüş olacağız.

Peki böyle bir politik manzara karşısında, Türkiye devrimci ve demokratik hareketinin alması gereken tutum ne olmalıdır?

Bu yazının başında “yasal ve yasadışı araçların birlikteliğinden oluşan bir stratejik perspektif”in kurulması gerektiğinden, işte Türkiye’nin bu olası politik evrimini göz önünde bulundurarak bahsettik. Gelecek sürecin politik ihtiyaçları ancak “iki ayaklı” bir politik strateji kurulabilirse karşılanabilir. Politik süreci tek bir yasal ayağa indirgemek tek kelimeyle intihar olacaktır.

Türkiye devrimci hareketi büyük bir harekettir. Onun büyüklüğü idealleri uğruna büyük kurbanlar vermesiyle ortaya çıkmıştır. Hatta PKK dahi, Türkiye devrimci hareketinden ayrılma bir harekettir ve PKK’nin önderleri de bunu açıkça belirtirler. Bunun anlamı Türkiye devrimci hareketinin, gelecek sürecin ihtiyaçlarını karşılayabilecek ideolojik, politik ve askeri imkanlarının potansiyel olarak varolduğu ve sadece bu potansiyeli doğru bir şekilde işlemesi ve de doğru oranları tutturması gerektiği anlamına gelir. Türkiye devrimci ve demokratik hareketi, ortaya çıkacak olan korkunç diktatörlüğe ancak üç düzeyde yani ideolojik, politik ve askeri düzeyde doğru karşılık verebilirse, sürecin ihtiyaçlarını karşılayabilir. Bu üç düzeyin nasıl bir yapıya sahip olması gerektiğini de başka makalelerde kısaca işlemeye çalışacağız.

Ama bu makaleyi çok önemli bir noktayı belirterek bitirelim, o da Türkiye’de hiçbir devrimci ve demokratik kesimin tek başına kapsamlı bir mücadele geliştiremeyeceği ve böyle bir mücadelenin ise sadece ulusal düzeyde genel bir ittifak politikasının ürünü olabileceğidir. Programatik, stratejik ve taktik analizler ise sadece bu temelde yapılmalıdır. (KEMAL ERDEM - SENDİKA.ORG)

Daha yeni Daha eski