İçişleri Bakanlıkları (bazen adları değişik olabilir) iktidarları ayakta tutan en önemli temel kolonlardan biridir.
Tarihe baktığımızda, iktidarların en başta içişleri bakanlığını organize ettiklerini, en önemli ve acımasız adamlarını bu bakanlığın başına getirdiklerini görürüz.
Tarihten birkaç örnek verecek olursam, Ekim Devrimi’nden sonra Lenin’in yaptığı ilk işin, Bolşevik iktidarın İçişleri Bakanlığı sayılabilecek ÇEKA’yı örgütlemek ve başına da Bolşeviklerin en acımasız adamlarından biri olan Dzerjinski’yi getirmek olduğunu görürüz. Çeka’nın infazlara girişmesi üzerine, o sırada iktidarın ortağı olan Sol Sosyalist Devrimciler, alelacele Adalet Komiserliği’ni alıp Çeka’nın basın özgürlüğünü ihlalini ve yerinde infazlarını önlemeye çalışmışlardı ama boşuna. İçişleri kimin elindeyse bu konularda onun borusu öter.
Keza 2. Dünya savaşından sonra Doğu Avrupa ülkelerinde kurulan “Halk Demokrasisi” rejimleri, başlangıçta komünist partilerle sosyal demokratların koalisyonuna dayanıyordu. Komünist partiler, neredeyse diğer bütün bakanlıkları sosyal demokratlara bırakmış, sadece içişleri ve savunma bakanlıklarına talip olmuşlardı. Sosyal demokratlar, esasen Sovyetler Birliği’nin baskısıyla içişleri bakanlıklarını Komünist Partilerine bıraktıktan kısa süre sonra kendilerini Çeka ya da NKVD benzeri iç bakanlığın iç hapishanelerinde bulmuşlardı.
İçişleri bakanlıkları esasen polis gücünü temsil ederler ve polis, aslında iktidarın en kişiliksiz gücüdür. Yani polis ya da içişleri, iktidarın hangi gücün elinde olduğuna bakmadan iktidara hizmet eder. Nitekim, Naziler Fransa’yı işgal ettiğinde ülkenin içişleri bakanlığı ve polis, trafik polislerine varıncaya kadar derhal Nazilerin hizmetine girmiş ve baskı gücü fonksiyonunu bu kez işgalci Naziler adını yerine getirmeye başlamıştır. Naziler ülkeden çekip gittikten sonra da hiçbir şey olmamış gibi, yeni Fransız iktidarının emrinde çalışmaya devam etmiştir.
Gençliğimde emniyet müdürlüğüne düşüp sorgulandığımda, polisler gayet “masum” bir yüz ifadesi takınıp şöyle derlerdi: “Biz emir kuluyuz. Siz iktidara gelin, sizin için çalışalım.” O zaman gülüp geçmiştim. Meğer ne kadar doğru söylüyorlarmış. Kazara iktidara geçecek falan olsak, gerçekten de “bizim” emrimize girer, yeni kurbanların peşinde koşarlardı. Aynı, Çarlık rejiminin ünlü Okhrana polis örgütünün elemanlarının yeni rejimin infazcıları olması gibi.
İktidara gözünü dikenlerin, iktidarın özü olan içişleri bakanlıklarına son derece bilinçli bir şekilde talip olduklarının Türkiye’den de örnekleri vardır. Örnek verecek olursam, o zamanki Erbakan’ın partisinin koalisyon iktidarlarına ortak olur olmaz hemen içişleri bakanlığına talip olması ve geçenlerde ölen Oğuzhan Asiltürk’ün her MSP koalisyon hükümetinde içişleri bakanı olması hiç de tesadüf değildir. Tarikatlar bu kanal aracılığıyla içişleri bakanlığına yerleşmiş ve bu vasıtayla güç biriktirmişlerdir. Bundan 15 yıl önceki Ergenekon davaları da bu güç birikimiyle yürürlüğe konmuştur.
İçişleri bakanlıkları, görevleri gereği, ülkede uyuşturucu trafiği ve organize fuhuş vb. gibi ne kadar kirli iş varsa onunla uğraşırlar ve tahmin etmesi hiç de zor değildir ki, kısa sürede bu tür işlere bulaşırlar. Uyuşturucuyla vb. “mücadele”, sonunda kısa sürede büyük servetler birikmesini sağlayan uyuşturucu trafiğinin patronluğunu getirir kaçınılmaz olarak.
Özellikle 1990’larda bunun birçok örneğine tanık olduk. Susurluk kazasının altından, arananlara sahte kimlik ve silah sağlayan o zamanki içişleri bakanı çıktı. Keza “Kürt işadamları” infazlarının altından da. Çok sayıda tutuklunun öldürülmesiyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” operasyonunun ardındaki itici güç de içişleri bakanlığıydı.
İçişleri bakanlıklarının emrinde, konjonktüre göre geri planda tuttukları ya da aktif hale getirdikleri binlerce işkence görevlisi bulunur.
Belediye başkanları on binlerce, milyonlarca seçmenin oyu ile iş başına gelirler. Türkiye’de ise, içişleri bakanları ve iç idare amirleri atama yoluyla. Dolayısıyla bakanların ve iç idare amirlerinin halkın tepkisini çekmekten çekinmeleri için bir neden yoktur. Onlar sadece kendilerini atayanlardan çekinirler. Bu yüzden de halka, seçimle gelmiş görevlilere, belediye başkalarına fütursuzca saldırırlar, onlara yönelik sorumsuzca suçlamalarda bulunmaktan bir an bile çekinmezler. Tam tersine, böyle yaptıkça koltuklarını sağlamlaştırdıklarını düşünürler.
Sonuç olarak, “iç huzuru” sağlamakla görevli olduğu farz edilen içişleri bakanlığı, aslında içteki huzursuzluk ve gerilimin esas kaynağıdır. Keza terörün de. Yine de “kulaklarından tutulup” “içeri atılmalarını” salık veremem. Onların da hukuken kendilerini savunma hakları olmalıdır.
(Gün Zileli - 9 Ocak 2021 - www.gunzileli.net - gunzileli@hotmail.com)