Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) son genel başkanı ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Yusuf Küpeli, uzun süredir yaşadığı İsveç’te hayatını kaybetti. Yusuf Küpeli, 68 kuşağının önde gelen isimlerinden olmanın ötesinde, belki de bizim kuşağın en tartışmalı isimlerindendir. Önce onun hakkında sıcağı sıcağına yazmak istemedim. Fakat Facebook’ta bazı arkadaşlar ısrarla benim Yusuf Küpeli hakkında bir değerlendirme yazısı yazmamı isteyince ve yine Facebook’ta bu konuda bazı tartışmaları görünce yazmaya karar verdim.
Biyografik çalışmalarda, özellikle böyle tartışmalı şahsiyetler söz konusu olduğunda, toptancı değil, tefrikçi olmaya, olumlu ile olumsuzu birbirinden titizlikle ayırt etmeye büyük özen göstermek gerekir. Bu yazıda buna çok dikkat edeceğimi baştan belirteyim.
1960’larda Tanıdığım Yusuf Küpeli
Yusuf Küpeli’yi ilk, 1965 yılı yazındaki “Dönüşüm Olayları”ndan ve 1966 yılının Nisan ayında, Kızılay’daki Dean Rusk’ı protesto olaylarından hatırlıyorum. O zamanlar AP “gençlik kolları”ndan haydut çeteleri Kızılay’da ellerine geçirdikleri solcu gençleri arabaya koyup kaçırır ve dövdükten sonra Eskişehir yolunda arabadan atarlardı. En azından bu yönde söylentiler dolaşırdı biz TİP taraftarı gençler arasında. Dean Rusk’ın protesto edildiği gösteriler sırasında, Kızılay’da bunu doğrulayan bir manzarayla karşılaşmıştım.
“Gençlik”le alakası olmayan, bizden epey yaşlı gösteren, mafya tipli dört beş kişi, kırmızı kazak giydi diye bir genci yakalamış, bir arabaya tıkmaya çalışıyorlardı. Genç, binmemek için direniyordu. Gence yardıma koşanların arasında ben ve Yusuf Küpeli de vardı. Arabanın kapısının kapanmaması için bütün gücümüzle asılıyorduk. Ne yazık ki genci sonunda arabaya tıktılar ve araba gazladı (Yarılma, s. 202).
Yusuf Küpeli’yi bundan sonra birkaç sokak hareketinde daha gördüm. Örneğin, 1968 yılında, ABD aleyhtarı gösterilerin zirvesinde olduğu bir aşamada, Kızılay’ın köşesindeki Amerikan Haberler Merkezi’nin ilan camlarına, arkasında sıraya girmiş arkadaşlarıyla birlikte kum torbaları atıp kaçtıklarını görmüştüm. Keza, 1969 işgalleri sırasında sağcılar DTCF’yi bastığında aralarında Mahir Çayan ve Oral Çalışlar’ın da bulunduğu SBF’liler yardımımıza koşmuş, sağcılar, Yusuf Küpeli’nin fırlattığı Filistin bombalarıyla dağılıp çil yavrusu gibi kaçmışlardı (Yarılma, s. 361).
1969 yılı başında yapılan FKF Kongresi’nin sonunda Yusuf Küpeli MDD’ci gençlerin adayı olarak FKF Genel Başkanı oldu. Kişilik olarak biraz sinirli biriydi. Başkan olduktan sonra sinirli ve gergin havası daha da artmış gibi gelmişti bana. Öte yandan, bu sinirliliğini teşvik eden başka bazı amiller de vardı. Bu amillerin başında Doğu Perinçek geliyordu. Yusuf Küpeli, MDD’ciler yönetime kendi sayesinde gelmiş gibi bir havada olan Doğu Perinçek’le yıldızının barışmayacağını daha Genel Başkan olur olmaz belli etmişti (Yarılma, s. 327).
Keza, Doğu Perinçek’ten ve biz diğer MDD’ci gençlerin çoğundan farklı bir tutumla, TİP yanlısı gençlerin tecrit edilmesine karşı çıkmış, hatta bunlardan bazılarını (örneğin Çağatay Anadol) koyu MDD’cilerin inadına yönetime de almıştı. Bence kesinlikle doğru ve birleştirici bir tutumdu bu. 1969 Mayıs’ında Mihri Belli’nin annesinin evinde yapılan, o dönemin önde gelen MDD’ci gençlik önderlerini bir araya getiren meşhur toplantıda da bu konuda (Yarılma, s. 351-352) Doğu ile Yusuf şiddetle çatıştılar. Zaten Yusuf, Mahir Çayan’la yakın arkadaştı ve Dev-Genç’in daha sonraki yöneliminde bu arkadaşlık belirleyici olmuştur.
1970’lerde Yusuf Küpeli
1970’lerin başlarında silahlı eylemler yoğunlaştı ve 1970 yılının Kasım’ında THKP-C kuruldu. Bu örgüt, Dev-Genç’in yaygınlığına paralel olarak, başlangıçta, işçi, köylü, entelijansiya ve Anadolu gençliği içinde kolları olan sağlam bir örgüt görüntüsü veriyordu. Fakat kısa sürede, THKO ile rekabetin de etkisiyle “şehir gerillası” yoluna saptı ve başlangıçta var olan kitle bağlarından koptu: “THKP-C bir örgüt değil, bir hareketti bana göre. Adını örgüt koyduğumuz zaman da bitti.
Adı konmadan oluştuğu dönemde bence daha önemliydi. Adına hareket de desek, oluşum halinde bir örgüt de desek, ‘70’in ekim, kasım ayında, “bunun adı şu olsun, sonradan tüzüğümüzü çıkartırız” düşünceleri hiç yokken, ama biz fiilen hayatın değişik alanlarında iş yapan insanlarken daha iyiydik. Oluşum halindeki o yapı, daha sonra adı konan ‘öncü savaş’ gibi politik bir haleyle tam donatılmamıştı. O başa o tıraş gitmedi, öyle söyleyeyim.” (Bingöl Erdumlu, “6. Suit”, Express, sayı: 154, Temmuz-Ağustos 2017, www.gunzileli.net).
THKP-C’nin silahlı eylem çizgisinin zirvesi ve kırılma noktası, İsrail Büyükelçisi Efraim Elrom’un kaçırılıp öldürülmesidir. THKP-C kurucularından Bingöl Erdumlu’nun dediği gibi (Agy), THKP-C, Türkiye’nin sol aydın potansiyelini içeri almak için bilinçli olarak “provoke edilmiş” bir hareket midir, bunu söylemek zor ama bence Elrom olayının objektif sonucu ne yazık ki bu olmuş, bu kaçırma ve öldürme olayı Türkiye’nin gidişatını tamamen karanlık bir döneme doğru çevirmiştir.
Kaçırma kararı ve ölüme karar verilmesinde Yusuf Küpeli, hapishaneden yeni kaçmış Münir Aktolga’yla birlikte Ankara’dadır. İstanbul’dakiler Ankara’nın tavrının da sorulduğunu söylüyorlar. Yusuf Küpeli ölüme onay verdiği iddiasını reddediyor. Bunları bilemeyiz ama bu olaydan sonra THKP-C içinde silahlı mücadeleye devam edip etmeme konusunda derin bir ayrılık meydana gelmiştir. Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga, izlenen çizginin yanlış olduğunu düşünmekte ve bu çizginin terk edilmesini savunmaktadır. Mahir Çayan ve onu destekleyenler ise, tersine silahlı mücadele çizgisinin devamından yanadırlar.
Bu ayrılıkta kim haklıdır? Bence Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga haklıdır. Onlarla yaklaşık aynı tavra sahip olan Bingöl Erdumlu da. Hatta muhalefet ettiği iddia edilen (eğer gerçekten etmişse) Ziya Yılmaz da. Bir kere bunu net bir şekilde saptayalım. Yusuf Küpeli’nin, Münir Aktolga’nın ve Ertuğrul Kürkçü’nün, yakalandıktan sonra sıkıyönetim mahkemelerinde teslimiyetçi bir çizgi izlemiş olmaları bu gerçeği ortadan kaldırmaz (Havariler, s. 42-44). Biz o zamanki Aydınlıkçıların, “teslimiyetçiliği karşı mücadele” adına, İstanbul hapishanelerindeki Mahir Çayan taraftarlarının, “Yusufçulara” şiddet içeren saldırılar düzenlemelerini onaylamamız ise tek kelimeyle fırsatçılıktır.
Yusuf Küpeli, bundan sonra, hapisteyken, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Moskovacı eski Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) eğilim gösterdi ve bu partinin siyasi çizgisinin takipçisi oldu. Ne şu ne de bu, “geriye basma” denebilecek şey esas TKP çizgisine girmekti.
Daha Sonraki Yusuf Küpeli
Yusuf Küpeli içerden çıktıktan sonra siyasi göçmen olup sanırım 1970’lerin sonlarından ölümüne kadar İsveç’te yaşadı. 1980’li yılların çoğunda TKP’liliği sürmekle birlikte bu partide de fazla tutunamadığı anlaşılıyor. 1980’lerin sonlarına doğru TBKP’ye dönüşerek sönümlenen TKP ile Yusuf Küpeli’nin bağları da böylece kopmuş oldu.
Yusuf Küpeli, anladığım kadarıyla ülke dışındayken bazı kitaplar yazmış. Birkaç kere baktığım kişisel sitesinde anılarını ve geçmişe ilişkin değerlendirmelerini yazdığını biliyorum.
Bu sitede birkaç yazısını okudum. Karakterine uygun, son derece sinirli, saldırgan yazılardı bunlar. Birkaç yazısında ben de nasibimi almışım ama hakkımda yazdıkları konusunda hiçbir kırgınlığım yok, zaten genelde yazılanları da bir değerlendirmede çok önemli bir veri olarak almamak gerektiği kanısındayım. Ülke dışında tecrit hayatı yaşayan bir siyasi göçmenin ruh halini anlayabiliyorum. Öte yandan, ben doğrudan okumadım ama Mahir Çayan’a ve başkalarına eğer gerçekten “ajan” demişse bu elbette son derece saçmadır ve meselenin basit ve kolaycı izahlarına kaçan komplocu bir düşünce tarzının ürünüdür.
Başlangıçta kendisinin de teşvik ettiği, devrimci ve sol hareket açısından korkunç sonuçlara yol açan silahlı mücadele çizgisinin ortaya çıkışını ve yol açtığı yıkımı “ajan” falan gibi basit nedenlere bağlamak yerine bunun sosyolojik ve ideolojik nedenleri üzerinde durmanın çok daha doğru olacağını düşünüyorum. Ben yine de “ajanlık” gibi suçlamalar karşısında daha toleranslı davranmak ve bu tür kolay nitelemeleri geçmişte yaşadığı travmalara yormaktan yanayım. Bir devrimciye mesnetsiz bir şekilde “ajan” demek ne kadar yanlışsa, devrimciler nezdinde saygın birilerine “ajan” dedi diye bir devrimciyi uçurumun dibine atmak da o kadar yanlış olacaktır. Sonuç olarak, fikir özgürlüğü çerçevesinde isteyen istediğini yazar.
Yusuf Küpeli, doğruları ve yanlışlarıyla devrimciler pantheonundaki yerini almıştır. (GÜN ZİLELİ - www.gunzileli.net - gunzileli@hotmail.com)