Sedat Peker…
Halil Falyalı, Vikipedi’ye göre “Türk iş insanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin son başbakanının oğlu” Erkam Yıldırım, Binali Yıldırım…
Mehmet Ağar, Sedat Bucak, Fatih Bucak…
Halil Falyalı, Haluk Kırcı…
Sedat Bucak, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı…
Halil Falyalı, Yavuz Bingöl, Oktay Kaynarca, Saffet Sancaklı…
Mehmet Ağar, Korkut Eken…
Burhan Kuzu, Fatma Mavi…
Ahmet Kurtuluş, Taner Ay…
Kutlu Adalı… KKTC, Korkut Eken, Mehmet Ağar, Halil Falyalı…
Bu isim isim ilişki listesinden, yan yana “çekinmeden çekinilmiş” fotolardan bir tek Kutlu Adalı’yı ayırın.
Çünkü o, “KKTC’deki karanlık”ın üstüne gitmek isterken öldürülen, öldürtülen bir gazeteci.
Yargının, siyasetçilerin üzerine gidemediği o cinayet ancak “onu öldürmemizi istediler, ama biz yapmadık” diyen Sedat Peker’in iddialarıyla yeniden gündeme geldi…
Ve Adalı’nın öldürülmesinden 26 yıl sonra, yine Sedat Peker’in “Önemli isimlerle birlikte uyuşturucu işinde” diye sık sık iddialarına konu ettiği Falyalı da yine KKTC’de öldürüldü.
Bu meseleleri elektrik faturanızdan ayırmayın. Lütfen.
Çünkü sistemin bir yüzünde sizin evdeki cereyan, diğer yüzünde yeraltı ve yerüstünün kimi kanallarından, kanalizasyonlarından akıp duran cerahat var.
Çünkü şöyle bir şey de var:
Dünkü büyük pastada sorun var…
O zaman, kimileri “meşru” denen yollardan halkın ekmeğine, hatta kırıntılarına göz dikiyor…
Elektrik, döviz vesaire derken; büyümenin küçülmesi ve enflasyonun büyümesi sonucu sarsılan iştahlarını, doymayan gözlerini halkın sofrasından, hayatından tırtıklayıp doyurmaya çalışıyor.
Çünkü orada da “balans” sorunları var.
Çünkü herkes herkesi tanıyor!
Kimileri de “gayri meşru” denmesine bile gerek olmayan yollardaki gerilimlerini birbirinin üzerine boşaltıyor.
Şantaj, tehdit, temizlik, yeniden paylaşım savaşları işte!
Çünkü herkes herkesi biliyor!
Bantlar var, kasetler var, ortak çekilmiş filmler var, mevzu bahisler var, kara akçe aklamalar var, denge var, hassasiyetinin bozulması var.
Toplumlar, onların siyasi temsilcileri, yargı…
Normalde, “demokratik bir hukuk devleti”nde bu kirleri pasları, yasal görünümlü araçlar ve haraçlar da dahil, tüm pislikleri çözmek için harekete geçmesi gereken unsurlar.
Ama hepsi birden rehinelik sisteminin parçasıysa, bazen biraz köpük alınsa da, hiçbir ülkede bu nevi temizlikler köklü olmuyor.
Türkiye’nin ve devletin en karanlık, en kanlı, en kirli sayfalarından biri olan “Susurluk dönemi”ni bir noktaya kadar didikleyen gazetecilik ile siyaset ve Meclis komisyonu bugün mumla aranıyordur belki!
Mesele devletin göbeğine yaklaşınca, hemen hepsi geri vitese takmış olsa bile.
Şöyle hesaplayın. Bugün 25 yaşında olan bir genç, hatta yetişkin o gün doğmamıştı bile!
Oysa o günün nice aktörü bugün yine faal…
Bugün yine baş tacı…
Bugün yine otodan otoya, fotodan fotoya, oyundan oyuna, koyundan koyuna dolanıyor.
O gün bir ara parlayan Meclis iradesi, yargı süreci, gazetecilik ısrarı sürebilmiş olsaydı, belki bugün bunları bu kadar konuşmayacaktık.
O yüzden yarının da garantisi yok.
Çünkü devlette birileri, siyasette birileri, iş dünyasında birileri; ihtiras, arsızlık ve gözü dönmüşlük kültürüyle -ki Sayın Nebati’nin “kültürel sebepler” dediği belki de böyle şeylerdir- yer üstünden yeraltına doğru müttefik ararken, yer altındakiler de yerüstüne fışkırıyor.
Bu “ortam”ın en büyük becerisi ise hep şu oluyor:
Bugün elektrik faturasını cama asan esnafı, motoruyla hakkını arayan genci, çocuğuna sadece ekmek götürebilen memuru, inşaatlardan ölüme düşen işçiyi genellikle dinle, milliyetçilikle, başka inanç veya başka milletlere, milliyetlere, etnik gruplara, hatta kendisi gibi olanlara bile nefretle doldurmak.
Kimimiz böyle manevi hislerle dolarken…
Kiminin de bu dünyadaki maddi hissesi kabarıyor.
Ayrı dünyalarda değiliz; yan gözle izlediğimiz, aslında kendi filmimiz.
Faturamıza her baktığımızda…
Gerçekten neyin faturasının çıktığını ve neden halka ödetmek istediklerini de düşünüyoruzdur, eminim!
Okullarını bırakmak zorunda kalan, çaresizliklere teslim olan on binlerce çocuğun hayatı da eriyor düşüncesizliklerimizde, düşünmezliklerimizde. (UMUR TALU - GAZETE DUVAR)