22 Nisan 1870’te Orta Volga’da Simbirsk’te doğdu. Babası fizik öğretmeniydi; 1869’da Simbirsk eyalet ilkokullarına müfettiş, daha sonra da aynı eyalette İlköğretim Müdürü oldu, 1886’da öldü. Annesi öğretmendi ve Ekim Devrimi’nin bir yıl öncesine kadar yaşadı. Anne ve baba aydın kişilerdi. Altı çocukları oldu, bunlardan beşi yaşadı ve hepsi de devrimci oldular. Vladimir’in ağabeyi Aleksandr, o yıllarda Rusya’da etkili olan Narodnaya Volya (Halkın İradesi Partisi) örgütünün aktif üyesiydi ve 1887’de Çar III. Aleksandr’a karşı düzenlenen bir suikastte yer almıştı. 19 yaşındayken idam edildi. Çok sevdiği Aleksandr’ın idam edilmesi, Ulyanov’u derinden etkiledi. Ne var ki, Ulyanov, daha o yaşlarda, Narodniklerin izlediği terörist yöntemleri doğru bulmuyordu ve ağabeyinin idam edildiğini duyduğunda, “Hayır, gitmemiz gereken yol o değil” dediği söylenir.

Lenin Simbirsk Lisesi’nde okurken, baş öğretmeni, 1917 Ekim Devrimi’nin devirdiği hükümetin Başbakanı olan Aleksandr Kerenski’nin babasıydı. Baba Kerenski, Lenin’i, “okulun gururu” olarak tanımlıyor ve “olağanüstü dikkati ve çalışkanlığını”, “sistematik düşüncesini”, “bilincini, izah tarzının açıklık ve netliğini” övüyordu. Lenin, Ağustos 1887’de, Kazan’daki yerel üniversitenin Hukuk Fakültesi’ne kabul edildi. Ancak dört ay sonra, bir öğrenci eyleminin ardından sürüldü.

St. Petersburg Üniversitesi hukuk sınavına girmesine ancak üç yıl sonra, 1891’de izin verildi ve Lenin, bu sınavlardan en yüksek notu alarak, diploma almaya hak kazandı. Ocak 1892’de, liberal bir avukatın yanında yardımcı olarak göreve başladı.

Lenin, daha genç yaşlarda devrimci olmaya karar vermişti ve ağabeyinin ölümünden bir yıl sonra, Marx’ın “Kapital”ini okuyordu. Kazan’da, yasadışı Marksist bir tartışma çevresine katıldı. Sınavlarına hazırlanırken, hukuk konularının yanı sıra, ekonomi politik ve istatistik de çalışıyordu.

Ailesi 1893’de Moskova’ya taşındı, Lenin de St. Petersburg’a gitti. Burada, fabrika işçileriyle ilişki kurmuş Marksist bir aydın grubuna katıldı. 1894 yılında, Narodnikleri eleştiren Halkın Dostları Kimlerdir’i yayınladı. İşçilerle daha sıkı bağlar kurmak için, fabrika işçilerine yönelik broşürler kaleme aldı.

1895 yılında yurt dışına gitti. Amacı, Plehanov ve diğer Rus göçmenlerinden yayınlar sağlamak, Rusya’da bir parti kurma olanaklarını tartışmaktı. Dönüşüyle birlikte, St. Petersburg’da, “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği” kuruldu. Rusya’nın diğer sanayi merkezlerinde de benzer birlikler kuruluyordu. Yasadışı bir gazete çıkarmak için hazırlıklar yapıldı. Tam da birinci sayının baskısı için her şeyin hazır olduğu bir sırada, Aralık 1895’de, Lenin ve St. Petersburg Birliği’nin birçok öncüsü tutuklandı.

Lenin, bir yıldan fazla hapiste tutuldu. Bu süre boyunca, görünmez yazıyla yazılmış broşürler ve bildiriler çıkarmaya devam etti. Mahkeme onu, Sibirya’da, Yenisey eyaletinde Minusinsk yakınlarındaki Şusenskoye’de üç yıl sürgüne mahkum etti. Lenin, burada, “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserini tamamladı. Sibirya’da sürgünken, daha St. Petersburg’dayken tanıdığı aktif bir öğretmen olan Nadejda Konstantinova Krupskaya ile evlendi.

Şubat 1900’de serbest bırakıldı. Hemen mücadelenin içine girdi. 1895’te kesintiye uğrayan ilişkileri toparladıktan sonra, illegal bir gazetenin basımını ve dağıtımını örgütlemek üzere yurtdışına çıktı. Lenin’in fikir babası olduğu ve yayın kurulunda yer aldığı Iskra (Kıvılcım)’nın ilk sayısı, Aralık 1900’de yayınlandı. Lenin, bu yıllarda, örgütlenme üzerine çalışmalarına ağırlık verdi; “Ne Yapmalı?” ve “Bir Adım İleri, İki Adım Geri” adlı eserlerini 1902 ve 1904 yıllarında yazdı. Temmuz-Ağustos 1903’de, daha Lenin sürgündeyken, 1898 yılında kurulan, ancak kuruluşunun hemen ardından bütün kurucuları tutuklanıp sürgüne gönderilen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ikinci Kongresi yapıldı. Kongre’de parti üyeliği üzerine çıkan görüş ayrılığı, partinin Bolşevik ve Menşevik olarak iki kanada ayrılmasına yol açtı. 1912 yılına kadar, esasa ilişkin görüş ayrılıklarına rağmen, iki kanat aynı parti içinde bir arada kalmaya devam etti.

Lenin, 1905 Devrimi döneminde, St. Petersburg’a döndü. Orada devrimin örgütlenmesine katıldı. Devrimin yenilgisiyle birlikte, Finlandiya’ya çekildi, Aralık 1907’de Rusya’yı terk etti. 1905 Devrimi’nin yenilgisinin ardından yaşanan gericilik yıllarında, saflarda buhran ve parçalanma eğilimleri uç vermişti ve bazı sosyalistler, kendilerini, dine yönelik çalışmalara vermişlerdi. Bu dönemde bu eğilimlerle mücadeleye girişen Lenin, 1909 baharında “Materyalizm ve Ampriokritisizm” adlı eserini yayınladı.

1910’lu yıllarda işçi hareketindeki kabarmayı gözleyen Lenin, Çarlık Duması’nda çalışma ve günlük bir işçi basınının örgütlenmesi görevini öne çıkardı. 1912 yılında Pravda (Gerçek) gazetesi çıkarıldı ve yasaklanmalara karşı isim değiştirerek, 1914’de Rusya Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girene kadar, yayınına devam etti. Emperyalist savaş yıllarında Lenin, “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” ve “Sosyalizm ve Savaş” broşürlerini kaleme aldı.

Lenin, 1917 Şubat Devrimi’nin yarattığı demokratik ortamın ardından, Nisan ortalarında Rusya’ya döndü ve faaliyetlerini açık olarak sürdürdü. Bolşevik Parti’nin Nisan Kongresi’nde, ünlü “Nisan Tezleri”ni sundu. Bu tezler, Şubat Devrimi’nden sonra ortaya çıkan değişiklikleri irdeliyor ve Şubat Devrimi’nin otokrasiyi devirerek demokratik devrim görevlerini yerine getirdiğini, sosyalist devrimin, Rusya’nın gündemine girdiğini belirliyordu. Yine buna bağlı olarak, Parti’nin taktik çizgisini de yeniliyordu. Lenin’in Nisan Tezleri’nin Ekim Devrimi’nin yolunu açtığını söylemek, bir gerçeğin ifadesi olur. Lenin, 1917 Temmuz’unda Bolşeviklere karşı girişilen karşı devrimci saldırılarla birlikte yeraltına çekildi, daha sonra Finlandiya’ya geçti. Bu dönemde, kaçakken, büyük eseri “Devlet ve İhtilal”i yazdı.

Kornilovcu karşı devrimin ezilmesiyle birlikte, bir sosyal devrim için koşullar giderek olgunlaştı. Lenin ve Parti, artık kendini, devrimin öznel koşullarını hazırlama ve “olgunlaşan meyvenin” çürümeden koparılması işine adadı. Fiilen devrimci görevlerinin başında olamadığı bu koşullarda, Lenin’in en  büyük yardımcısı, Stalin’di. Büyük Ekim Devrimi’nin (6-7 Kasım 1917) başarısı üzerine, Lenin, kurulan Sovyet Hükümeti’nin Başkanı oldu. Sovyet Hükümetinin ilk yaptığı iş, “Barış” ve “Toprak” kararnamelerini yayınlamaktı.

Yenilmiş, ama bütünüyle ortadan kaldırılmamış gericiliğin son çırpınışı olan iç savaş ve dış müdahale, büyük tahribatlara yol açtı ve 1922 yılında Sovyet iktidarının başarısı ile son buldu. Bu yıllarda Lenin, sosyalizmin ekonomik alanda inşa faaliyetine girişti. 1921 yılında “Yeni Ekonomik Politika” (NEP)’yı ve “Kooperatif Planı”nı gündeme getirdi. NEP, sosyalist iktidar koşullarında kapitalizme kısmi tavizler anlamına geliyordu, geçiciydi ve sosyalist büyük sanayiin kuruluşu için temel yaratmayı amaçlıyordu. Aralık 1922’de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kuruldu.

Ocak 1918’de Lenin, “sosyalist devrimci” bir saldırganın suikastine maruz kaldı. 1922 Kasım’ında ağır bir hastalığa tutuldu ve bu tarihten sonra aktif çalışmanın uzağında kaldı. 21 Ocak 1924 tarihinde arkasında büyük bir teorik ve tarihsel miras bırakarak yaşama gözlerini yumdu.

LENİN’İN TEORİK MİRASI

Lenin, Marksizmin teorik hazinesine büyük katkılar sağlamış bir devrimcidir. Marx ve Engels’in ardından gelen birtakım kişiler, Marksizmi, ya donmuş, değişmez kurallar bütünü olarak ele almışlar ve Marksizm savunuculuğunu kuru bir tekrara dönüştürmüşler ya da değişen koşulları gerekçe göstererek, Marksizmin tahrifatı yoluna gitmişlerdir. Bunun sonucunda da, bir dönem Marksizmin teorisyenleri olarak el üstünde tutulan Kautsky, Bernstein, Plehanov gibileri, revizyonistlere dönüşmüşlerdir.

Bütün bunlardan farklı olarak, Lenin, teoriyi, her şeyden önce, devrimci mücadelenin sorunlarına yol gösteren bir eylem kılavuzu olarak ele almış ve değişen koşulları, diyalektik materyalizmin yol göstericiliğinde çözümleyerek, karmaşık süreçlerin içinden çıkmayı başarmıştır.

Lenin’de büyük sorunları masa başında çözen bir entelektüelin tavrını göremezsiniz. O, mücadele içinde ve kendini devrime adamış bir eylem adamının tutumu içinde olmuştur her zaman. Daha 1894’lerde, ilk teorik eseri “Halkın Dostları Kimlerdir”i yazarken, nasıl, devrimci hareketin önünü açmak için, o günlerde Rusya’da etkin olan Narodnizmin cephaneliğini topa tutmanın zorunluluğunu kavramışsa, sonraki yıllarda da, devrimin önünde engel olan yaklaşımlarla mücadele etmeyi, devrimin temel sorunlarına çözüm getirmeyi bir amaç olarak benimsemiştir.

1903 yılındaki RSDİP kongresinde örgüt sorununu öne çıkarışı da, Birinci Paylaşım Savaşı döneminde emperyalizmin teorik temellerini ortaya çıkarışı da, 1917 Temmuz’unda devlet ve devrim sorununu ele alışı da, devrim sonrasında ‘sol’ komünistlerin tutumunu yerden yere vuruşu da, tek ülkede sosyalizmin inşasına ilişkin yaklaşımı da, onun teoriyi nasıl ele aldığının somut örneğidir.

EMPERYALİZM TANIMI

Bu tutumuyla Lenin, Marksizmi, kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü 20.yüzyılın başlarında daha da geliştirmiş, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, onu ve proleter devrimin temel sorunlarını çözümlemiştir. Bütün bunlardan yola çıkarak, Leninizm’i kapsamayan bir Marksizm’in eksik olduğunu, bir başka deyişle, Leninizm’in emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Marksizm’i olduğunu söylemek, tam da gerçeğin ifadesidir. Bugün kurduğu sosyalist devlet yıkılmış olsa da, bırakmış olduğu teorik miras, devrim ve yeni bir dünya kurma mücadelesi veren işçi sınıfı ve ezilen halkların önünde bir eylem kılavuzu olmaya devam ediyor.

Lenin’in Marksizmin hazinesine kattığı başlıca unsurlar şöyledir:

Marx, Kapital’inde kapitalizmin tahlilini yapmıştı. Buna göre, kapitalizm varlığını canlı emek üzerinden sürdürdüğü artı-değer sömürüsü üzerine kurmuştu. Kapitalizmin egemen sınıfı olan burjuvazi, artı-değer sağlamadan ve bunu kâra dönüştürmeden yaşayamazdı. Marx’ın tahlilini yaptığı kapitalizm, daha 1870’lerden itibaren tekelci bir sürece evrildi ve 20. yüzyılın başlarında emperyalizme dönüştü.

Kuşkusuz bu, Marksizmin öngörmediği bir dönüşüm değildi. Marx, sermayenin eğiliminin yoğunlaşma ve tekelleşme olduğunu ortaya koymuştu. Engels son eserlerinde, iktisadi hayata egemen olan tekellerin gelişimine dikkat çekiyordu.

Ancak, kapitalizm, Marx ve Engels’in yaşadıkları dönemde tam olarak emperyalizme dönüşmemişti. Bu evrim, 20. yüzyılın başlarında tamamlandı, dolayısıyla emperyalizmin tahlilini yapmak görevi, Lenin’e düştü. Sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesine, burjuva ekonomistler de işaret etmişti. Fakat  bunlardan hiçbiri, Lenin’in ulaştığı sonuçlara ulaşmayı başaramadı.


Lenin, emperyalizm tanımını şu şekilde yapmaktadır:

-Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının, ekonomik yaşamda belirleyici rolü oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış olması

-Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçip kaynaşması ve bu “mali sermaye” temelinde bir mali oligarşinin oluşması

-Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının özellikle büyük bir önem kazanması

-Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması

-Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması

-Emperyalizmle birlikte dünyanın bütün ülkelerinde devrimin koşullarının olgunlaştığını savunan Lenin’e göre, sorun, devrimin hangi ülke ya da ülkelerde patlak vereceği sorunuydu. Lenin ‘zayıf halka’ tanımı ile emperyalist zincirin en zayıf olduğu halkada kırılacağını söyledi.

Lenin’e göre çağ, aynı zamanda, proleter devrimleri çağıdır. 19. yüzyılda kapitalizme bağlanan demokratik devrimler, artık sosyalizme bağlanmıştır. Geri ülkelerin burjuva sınıfları tekelci sermayenin uzantıları haline dönüştüğünden, devrimci barutunu tüketmiş ve bu ülkelerdeki demokratik devrimleri başarma görevi, işçi sınıfının üzerine düşmüştür. Bu ülkelerin devrimleri, artık yalnızca demokratik görevlerini yerine getiren devrimler olmaktan çıkmış, proleter devrimin bir parçası haline gelmiştir. Ayrıca bu ülkelerde gelişecek demokratik devrimler, ülke gericiliğinin yanı sıra emperyalizmi de hedefe koymak zorundadır. Yani bu ülkelerde gelişen demokratik devrimler, kesintisiz olarak sosyalizme geçişi sağlayacaktır.

"EMPERYALİST SAVAŞLAR"

Lenin’in emperyalizme ilişkin söyledikleri, bunlarla sınırlı değildir. Emperyalizmin doğasında savaş vardır. Çünkü, emperyalizm aşırı kâr demektir. Aşırı kârı elde etmenin yolu ise, yeni pazarlar ele geçirmektir. Dünyanın bütün pazarları paylaşıldığına göre, yeni pazarlar elde etmenin yolu, diğer emperyalistlerin elinde olan pazarları ele geçirmek için kıyasıya bir mücadeleye girişmektir. Bu mücadelenin doğal sonucu savaştır. Emperyalizm koşullarında savaşlar kaçınılmazdır. Bunun böyle olduğunu 20. yüzyılda yaşanan iki büyük paylaşım savaşı ve onlarca kez yapılan bölgesel savaşlar doğrulamaktadır. Günümüzün hegemon emperyalist devleti olan ABD’nin çıkardığı birçok savaş, Afganistan ve Irak’ı işgali, emperyalizmin niteliğinin değiştiğine ilişkin ileri sürülen iddiaları yalanlayan son örneklerdir.

Savaş ve devrimin koşulları, emperyalizmin kendi çelişkilerinin sonucu olgunlaşıyordu. Buna yol açan da, kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişim yasasıydı. Eşitsiz ve sıçramalı gelişme sonucu, dünün nispeten zayıf ve geri durumundaki gücü, diğerini yakalıyor ve önde olanın avantajlarına ortak olmak istiyordu. Önde olan pazar alanlarındaki egemenliğinden vazgeçmek istemeyeceğinden, sorunu çözmenin savaştan başka yolu kalmıyordu. Aynı şekilde devrimin koşullarının yeterince gelişmediği ülkelerde, eşitsiz ve sıçramalı gelişim sonucu, devrimci durumlar ortaya çıkıyor ve devrimin öznel koşullarının da olgunlaştığı ülkelerde, bu devrimci durumlar, devrime dönüşüyordu.

“Emperyalist savaşa karşı tutum ne olmalıdır?” bu soru İkinci Enternasyonal’in temel tartışmasını oluşturdu. Bu tartışmada kimileri, savaşları, saldırı ve savunma savaşları olarak ayırarak, kendi ülkelerinin gerici sınıflarını destekleyip, savaş bütçelerine oy verip sosyal şovenlere dönüşürlerken; Lenin, emperyalist savaşın gerici özünü ortaya koyuyor ve savaş bütçelerine oy verilmemesini öneriyordu. Savaşın engellenemediği durumda ise, emekçilere, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme çağrısı yapıyordu. Bunu, yalnızca bir çağrı olarak bırakmıyor, kendi ülkesinde savaş yanlısı gerici iktidarı yıkmak için, emekçileri aydınlatma ve örgütleme faaliyetinden bir an bile geri durmuyor, adım adım Ekim Devrimi’nin yolunu açıyordu. Bunu yaparken de, emperyalistler ve gericiler arasındaki çelişkilerden yararlanmayı ihmal etmiyordu.

"TEK ÜLKEDE SOSYALİZM TARTIŞMASI"

19. yüzyılda Marksistler kıta devrimini öngörüyorlar ve devrimin tek ülkede olanaksız olduğunu savunuyorlardı. Lenin, kapitalist emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası nedeniyle, tek tek ülkelerde devrimin olanaklı olduğunu ve sosyalizmin tek bir ülkede de inşa edilebileceğini ortaya koydu.

“İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, sosyalizmin zaferi başlangıçta birkaç kapitalist ülkede ya da tek başına alınmış bir ülkede bile olanaklıdır. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi ülkesinde sosyalist üretimin örgütlenmesinden sonra, kendini diğer, kapitalist dünyanın karşısına koyacak ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekecek, onlarda kapitalistlere karşı isyanlar körükleyecek ve gerektiğinde sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı hatta silah zoruna bile başvuracaktır.”

Lenin, bu tespiti 1915 yılında yapmıştı. Birtakım teorisyenler, Batı Avrupa’da beklenilen devrimlerin başarısızlığa uğramasıyla Sovyet Devrimi’nin yalnız kalmasının sonucu olarak, Lenin ve Stalin’in mevcut durumu teori düzeyine yükselterek tek ülkede sosyalizmin inşasının olanaklı olduğunu savunduklarını iddia etti. Kuşkusuz Lenin ve Stalin, Batı Avrupa ülkelerinde de devrimlerin gerçekleşeceği beklentisi içindeydi. Ancak Sovyet Devrimi’nin başarısını, Batı Avrupa devrimlerinin başarısına bağlamamışlardı. Ancak Lenin’e göre durum netti. Sosyalizmin tek bir ülkede inşa edilmesiyle, sosyalizmin nihai zaferi ayrı şeylerdir. Kapitalist kuşatma koşullarında, tek ülkede sosyalizm kesin güvence altında değildir, her an geriye dönüş risklerini içinde taşır. Sosyalizmin nihai zaferi için, devrimin birden çok ülkede başarıya ulaşması ve kapitalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bırakması şarttır. Ancak bunun böyle olması, sosyalizmin tek ülkede kurulamayacağı anlamına gelmez, kuşkusuz bunun zorlukları vardır, ama devrim de zor iştir.

Lenin’in en önemli katkılarından biri, örgüt sorununa yaptığı katkıydı. İkinci Enternasyonal’in partileri, reformist partilerdi. Parti üyeliğinin sınırı belli değildi. Lenin, her üyenin bir parti görevi üstlendiği ve bir parti organına bağlandığı bir parti üyesi tanımı yaparak, Leninist partinin çerçevesini çizdi. Demokratik merkeziyetçi bir işleyişin egemen olduğu, kararların demokratik bir şekilde alındığı, bir kere karar alındıktan sonra, bütün üyelerin bu kararlara uyduğu bir parti. Sosyalizm adına yola çıkan bir parti başka türlü olamazdı ve Lenin’in inşa ettiği Bolşevik Parti, dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan Rusya’da, bu büyük devrimci görevini yerine getirerek, sosyalist inşa faaliyetine girişti. Lenin, legal ve illegal çalışma arasında diyalektik bir bağ kurdu ve tasfiyeciliğin her biçimine karşı amansız bir mücadele verdi. Lenin’in partisinde hizipçiliğe, parti içi gruplaşmalara yer yoktu.

Marx ve Engels, daha Komünist Manifesto’da devletin tanımını yapmışlar ve devrimin sorunlarını ortaya koymuşlardı. Bu konudaki düşüncelerini, sonraki yapıtlarında daha da geliştirerek, burjuva devletin yerine ne konulacağı sorununu çözmüşlerdi. Burjuva devletin yıkılması sorununu, sınıfsız topluma geçiş sürecinin zorunlu bir aşaması olarak, proletarya diktatörlüğüne bağlamışlardı. Lenin, Marx ve Engels’in devlet ve devrim konularındaki görüşlerini daha da geliştirerek, bir sistematiğe kavuşturdu. Devrimin arefesinde kaleme aldığı “Devlet ve İhtilal”, bu konudaki görüşlerin yer aldığı en önemli eserlerinden biri oldu.  

Lenin, ulusal sorunun çözümüne ilişkin Marx ve Engels’in yaklaşımlarını daha ilerilere taşıdı. Ulusların kendi kaderlerini, ayrılma hakkı da dahil, özgürce tayin etmesi ilkesini getirdi. Ulusların bir arada yaşamasının koşulu gönüllü birlikti, ve bu birlikte, bütün uluslar için eşitlik esastı. Lenin’in bu yaklaşımı, Stalin’in de katkılarıyla, bir halklar hapishanesi olan Rusya’da hayat buldu. Birçok ulusun yaşadığı Rusya, ulusların kardeşçe, bir arada yaşadığı, bütün ulusal hakların anayasal güvenceye kavuştuğu, yok olmaya yüz tutmuş ulusal azınlıkların ve dillerin bile kendini geliştirme olanağına kavuştuğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne dönüştü. Lenin, sosyalist inşanın ekonomik temellerine ilişkin de önemli belirlemelerde bulunmuştur. Sosyalist ekonominin temeli, büyük sanayi ve kolektif çiftçilikti. Ancak, savaştan tahrip olmuş bir ekonomiyle çıkan, ayrıca zaten geri bir ekonomik temele sahip olan Rusya’da, bunu hemen başarmak olanaksızdı. Bu koşullarda, Lenin, sosyalist kuruluşun temellerini oluşturmak için, önce NEP politikasını ve kooperatifçilik planını ortaya koydu. Sonra bütün ülkenin elektriklendirilmesi planını sundu. Erken ölümü nedeniyle bunun sonuçlarını göremedi kuşkusuz. Ancak Stalin önderliğindeki SBKP(B) ve Sovyet işçi ve emekçileri, sosyalist inşayı çok ilerilere götürdüler. 1950’lerde Sovyetler Birliği, sanayi ve tarımda dünyanın en önde gelen iki ülkesinden biri olma başarısını göstermişti.

STRATEJİ VE TAKTİK USTASI LENİN

Lenin, üzerinde faaliyet sürdürdüğü zemini, yani Rusya toprağını çok iyi tanıyordu. Daha işin başında, sürgünde iken yazdığı “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserinde, Rusya’nın koşullarını derinliğine tahlil etmişti. Lenin, bir konuda bir şey söyledi mi, sonuna kadar körü körüne onu takip etmez, şayet söylediğini yaşam doğrulamıyorsa, eksiğini düzeltirdi. Ya da dün söylendiğinde doğru olan, bugün doğru olmaktan çıkmışsa, değişiklikleri anlamaya çalışır ve doğruyu bulana kadar bıkıp usanmadan araştırırdı.

Lenin, Rusya’nın yarı feodal, yarı kapitalist bir ülke ve demokratik devrim sürecinde olduğunu savunuyordu. Ancak 1917 Şubat Devrimi gerçekleştikten sonra, aksini iddia eden birçokları olmasına rağmen, demokratik devrim görevlerinin yerine getirildiğini, artık söz konusu olanın sosyalist devrim görevlerini yerine getirmek olduğunu tereddütsüz ileri sürdü ve Parti’ye benimsetti. Bu, büyük bir stratejik dönüşümdü ve Lenin, yine bir kez daha, yaşamın canlı pratiğinin içinden bunu çıkardı, doğrultusunu belirleyerek, sonuna kadar gitti.

Taktik konularda da, Lenin, ne kitlelerin kuyruğuna takılarak temel hedefi gözden kaçırdı, ne de kitlelerin durumunu görmezden gelerek sekter bir çizgi izledi. Yalnızca 1917’nin Şubat’ıyla Ekim’i arasında izlediği taktik çizgi bile, onun ne kadar büyük bir taktik dehası olduğunu göstermeye yeter. Şubat Devrimi’nin Çarlığı yıkmasının ardından ikili iktidar durumu ortaya çıktığında, Lenin, Nisan Tezleri’nde çizgisini ortaya koyuyordu: “Geçici Hükümete Destek Yok, Bütün İktidar Sovyetlere!” Temmuz olaylarının ardından, Sovyetler Geçiçi Hükümetin yedeği haline dönüştüğünde, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını geri çekiyor ve Kornilov ayaklanmasının bastırılmasının ardından, Sovyetler yeniden sömürülen kitleler için çekim merkezi haline geldiğinde, aynı sloganı, yeniden, ancak bu sefer eylem sloganı olarak, ileri sürüyordu.

Şubat Devrimi’ni izleyen demokratik ortamda Bolşevik Parti bütünüyle açık çalışmaya girerken, Temmuz gericiliğinin ardından yeraltına çekiliyor, bunu izleyen günlerde açık çalışmayla yeraltı çalışmasını birleştiriyordu. Bütün bunları, ancak Lenin gibi büyük bir önder, bir strateji ve taktik ustası yerine getirebilirdi.

ÖZEL YAŞAMI VE KİŞİLERE KARŞI TUTUMU

Lenin, yaşamını devrime adamış, her şeyi devrimin çıkarlarına göre planlayan büyük bir Marksistti. Kendisi için, sıradan bir işçinin sahip olduğundan daha fazlasını istemedi. Giydiği elbisesi, bir işçininkinden farksızdı. Devrim sonrası, sevgilerinden dolayı köylülerin ona getirdiği erzakın hepsini, ihtiyacı olan kişilere ve yurtta kalan öğrencilere gönderirdi. Bir keresinde, kendisine sormadan maaşını yükselten devlet görevlisini sertçe azarlayıp, maaşının önceki seviyeye inmesini sağlamıştı. Lenin’e göre, yöneticilerin aldığı ücret, ortalama işçi ücretinden yüksek olmamalıydı. Kaldığı bütün evlerde lükse kaçan hiçbir eşyası olmazdı. Mütevazı ve alçak gönüllüydü.

Dostlarına ve birlikte çalıştığı kişilere karşı dostça davranır, onlara yol gösterirdi. Yanlış yapanlara karşı acımasız davranır, ancak kimseyi kırmamaya özen gösterirdi. Tutumları devrime karşı olanlara karşı sertti. Bu kişiler, daha önce birçok şeyi paylaştığı, hatta belli bir yere kadar ortak iş yaptığı kişiler de olsa, durum değişmezdi. Gerek devrim öncesi, gerekse devrim sonrası, devrime katkı sağlayabileceğini düşündüğü herkesi kazanmaya çalıştı, daha önce devlet kademelerinde görev almış kişilere bile, yeteneğini sunduğunda, devrime yararlı olabileceğine inandığında, görev vermekten kaçınmadı, gerektiğinde bu kişileri sonuna kadar savundu. 

(Bu yazı Özgürlük Dünyası'nda yayımlanan "Ölümünün 85. yılında Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin" başlıklı yazıdan alınmıştır.)

Daha yeni Daha eski