Hep eleştiri odağında olan Kılıçdaroğlu’nun sağa yaranma çabası bu sözlerle de ikrar oldu. Biz sağ siyasetin evvelinden ahirine kadar bize yaptıklarından nefes alamamışken, oy almak için sağ kesime mesaj verme, sağa yaslanma çabasına anlam veremiyorum. Kılıçdaroğlu unutuyor ama ağzıyla kuş tutsa, sabah camide akşam tekkede kalsa sağ zihniyetin faşizmi ona oy vermez. En azından ibreyi değiştirmez...
DAHA ÜLKÜCÜ DAHA MİLLİYETÇİ MUHALEFET
Mesleki deformasyon da olabilir kişisel ilgi alanı da. Haftanın 3 günü tüm partilerin TBMM Grup toplantılarını canlı olarak izlerim. Son dönemde izlediklerim yaşama sevincimi biraz daha tırpanlayan, biraz daha umutsuzluğa sevk eden ve itiraf etmem gerekirse korktuğum anlara da neden olmakta.
Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen grup toplantıları hâlâ tartışılıyor. Unutması zor olanlardan biri de “sürtük”lü toplantıydı. İlk defa hakarete uğramıyor yurttaşlar. İlk defa tehdit edilmiyor, korkutulmuyor, düşmanlaştırılmıyor. Mesele artık kişiliğimize olan saldırının bizim özsaygımızı da yitirmemize neden olacağı. Küfredene ses etmemek, etmekten korkmak bir süre sonra yediğimiz lafın kursağımızda bizi nefessiz bırakacağı gerçeğidir. Hakarete uğramak zamanla kişilik zedelenmesine, patolojik davranışlara, amaçsız saldırılara neden olur. Kendine olan saygı yok olur ve bireyden topluma doğru yükselen bir nefrete, en nihayetinde de aşağılamaya varır.
Herkes korkabilir, korkmak da varoluşsal bir durumdur. Bunu inkâr etmek anlamsız olacaktır. Ama her şeyin bir sınırı var diye düşünüyorum. Nasıl ki sabır taşının çatladığı, öfkenin insanı ele geçirdiği anlar varsa hakarete uğramanın da bir hududu vardır, olmalıdır.
Peki, küfredilen bir yurttaş olarak hem de uzun bir süredir sistematik bir aşağılanmaya uğrayan yurttaşlar olarak sizin zihninizdeki sınırın bir sıfır noktası var mı? Ne zaman taş çatlayacak mesela sizde? Seçim sandıklarını “patlatacağınız” zaman mı? İşinizi, aşınızı bir gecede kaybettiğiniz an mı? Kendi tarafımdan bakınca cevabım net: Hiçbir zaman! Evet. Hiçbir zaman. Karamsar, sinik, pasif bir çıkarım olabilir bu. Ama yıllardır takip ettiğim sosyo-politik gündem bende böyle bir izlenim yaratıyor.
Hele bir seçim gelsin…
Tek umudumuz seçim, tek gücümüz sandık. Hayatın her alanında direniş göstermeye çalışan bireyler ve örgütler var, bunları görmezden gelemem. Lakin sıradan bir eylemlilik, grev, gösteri, basın açıklamasının şu dönemde etki alanının ne olduğu ortada. Bu iktidarı, bu son sürat zulüm erkini hafife alıyoruz. Sadece sandığa sığınarak iktidarın planlarını pekiştiriyor, onların tezgâhında et dövüyoruz.
Haftalardır anlattığım gibi Erdoğan son viteste seçime gidiyor. Elinden gelenin fazlasını, kendi zalimliğini bile şaşırtabilecek seviyede faaliyetlerde bulunuyor. Hakaretler, hapisler, yasaklar, toplumsal çatışmayı körükleyecek yasalar, muhalefeti alt üst edecek kavgalar ve daha neler neler. Doz artacak ve muhalefet ve biz ve sokaktaki yurttaş grup toplantılarının, yarın bir gün mitinglerin, aradan kaytarıp düzenlenebilen konserlerin sahte umuduyla sandığa gideceğiz.
Belki de ilk kez Erdoğan’ın umudu sandıkta değil. Belki de ilk kez seçim için bu kadar özgüvensiz. Ama Erdoğan sandığa güvenmiyorsa onu kendi ayağına getirecek, isterse dağıtacak, iptal edecek, “milletini” sokağa çıkaracak, siz ve biz darbeci, dış mihrak maşası, hain, çürük ve sürtükler olarak saldırıya uğrayacak ve belki de haklı bir korkuyla köşemize çekileceğiz. Bu yorumlarım bazılarınızı öfkelendirebilir, bazılarınız halkın gücünü çok hafifsediğimi düşünebilir ama dönem o dönem değil. Dönem Gezi hissiyatının çok gerisinde, dönem sokakta 10 dakika bile oturma eylemi yapacak dirayetin çok gerisinde. Umarım haksız çıkarım tabiî onu da söylemek isterim. Ama neden umudum yok bir de şu taraftan anlatayım.
Sağcı Kılıçdaroğlu
Salı günü Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında konuşurken MHP lideri Bahçeli’nin kendisine hapis yolu gösteren “çok seviyorsan Demirtaş’ı Kavala’yı, yanlarında ranzanı hazırla”’ cümlesine yanıt verdi. Ama ne yanıt! Kılıçdaroğlu, MHP ve Bahçeli’ye muhalefet etmek isterken onun milliyetçiliğinden ülkücülüğünden şikâyet etti. Kendince yetersiz buldu herhalde ülkücü faşizmi. Gerçek ülkücülük bu değildir minvalinde şunları söyledi:
“Ey Bahçeli! Sen vakıflar aracılığıyla tüyü bitmemiş yetimin, vatandaşın vergilerinden çalınan paraların, 5’li çetelere peşkeş çekilen vatan topraklarının altına imza atarken utanmıyor musun? Bu mudur senin milliyetçiliğin bu mudur senin ülkücülüğün? Asıl milliyetçi asıl ülkücü benim!”
Hep eleştiri odağında olan Kılıçdaroğlu’nun sağa yaranma çabası bu sözlerle de ikrar oldu. Biz sağ siyasetin evvelinden ahirine kadar bize yaptıklarından nefes alamamışken, oy almak için sağ kesime mesaj verme, sağa yaslanma çabasına anlam veremiyorum. Kılıçdaroğlu unutuyor ama ağzıyla kuş tutsa, sabah camide akşam tekkede kalsa sağ zihniyetin faşizmi ona oy vermez. En azından ibreyi değiştirmez. Bunu da Bekir Ağırdır’ın yöneticiliğinden kısa süre önce ayrıldığı KONDA’nın araştırmasından öğreniyoruz. Bunun bir anlamı olmayacak! Bilimsel olarak da ortada.
Biz lafımızı, küfrümüzü yer otururuz. Korkarız belki bazı zamanlarda ama namerdin suyuna da tamah etmeyiz. Mademki liyakat, adalet, eşit yurttaşlık temelinde bir ülke kurma vaadi var muhalefette, o zaman yolu çizecek, 84 milyona, hak ve adalet budur siz de bu yoldan yürüyeceksiniz diyecek. Pembe gözlüklü demokrasi rüyasıyla hepimiz biriz birlikteyiz dümenine gerek yok! Hukuk ve adalet olacaksa bu herkes için işlesin. Kimseyle kardeş, kimseyle sevgi yumağında buluşmak gibi bir gayemiz olmamalı.
Şimdi sakin bir güç olarak sabırla dişlerimizi sıkıp bekliyor olabiliriz. Bu bekleyişin sonunda bizi kurtaracak şey sağ tabana şirin görünmek değil, olmamalı. Olur da devran dönerse net bir eşitlik zemininde birlikte yaşamaya kimse hayır demez. Ama eşit hesap vereceksek… (METİN YAKUP - SENDİKA.ORG)