Ardında 34 ölü bırakan Roboski Katliamı'nın yıldönümü bugün. 28 Aralık 2011'de TSK'nin savaş uçaklarıyla vurduğu 19'u çocuk 34 Kürt köylüsünün katledilmesinin üzerinden tam 10 yıl geçti.


Roboski Katliamı’nın üzerinden 11 yıl geçti. Katliamın yıldönümüne yaklaşırken, Roboski’de çok sayıda evladını yitiren Encü ailesinden, HDP İstanbul İl Başkanı Ferhat Encü’nün suratına atılan polis tokadı 11 yıldır kapanmayan yaranın bu iktidar sürdükçe kanamaya devam edeceğinin simgesiydi.

Katliamda yaşamını yitirenlerin anısına, Yeni Yaşam’dan Reyhan Hacıoğlu’nun geçtiğimiz yıl katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarıyla görüşerek hazırladığı özel haberini tekrar okurun ilgisine sunuyoruz:

“Kirvem hallarımı aynen böyle yaz.” Çocuktular, çoktular, “kaçakçı”ydılar ve Kürt’tü onlar… Bir gece karanlığında yola çıktılar, evlerine dönemediler. Ardında 34 ölü, milyonlarca yaralı bırakan Roboski Katliamı’nın yıldönümü bugün. 28 Aralık 2011’de TSK’nin savaş uçaklarıyla vurduğu 19’u çocuk 34 Kürt köylüsünün katledilmesinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Roboski öncesi ve sonrası diyen ayrılan hayatlardan geriye öfke ve yas kalırken, adalet ise bırakın yerini bulmayı, gitgide daha karanlık dehlizlerde çoktan kaybolup gitti.

Şırnak’tan kalan…

Sadece gezmek isteniz bile, her günü bir anmaya dönüşen bu topraklara insanın yolu ancak ve ancak katliamlarla düşüyor. Benim için de öyle oldu. Şırnak’a girer girmez ilk göze çarpan, yüzde 80’i 2015’te yok edilen kentin yıkıntılarının üzerine yapılan “yeni” binalar oluyor. Okullar ise şehir dışına taşınmış, öğrenciler bu coğrafyada yaşananları bilip de dâhil olmasın diye ve Dicle’nin her 500 metresine bir baraj konmuş. Elbette gür olduğu için değil, asi olduğu için ama ne mümkün akan bir nehri durdurmak…

Devlet her yerde!

Şırnak’a kadar dinlediğim direniş hikâyeleri ve gösterilen direniş alanlarıyla bir hayli duygu yüklü olarak Roboski yolundayız. Beni köye bırakacak arkadaşın açtığı Halepçe şarkısındaki, “Fermana me Kurdan e, ferman e, ferman e… Dîsa hatin qelandin zarok û zêç tev dayik û bavan e. Ax hawar… li me ferman e… li min ay… ax birîndarê we me, li min oy…”* sözleriyle birlikte Cudi’nun doruklarına akşamın güneş vuruyor. Burada devletsiz yol almanız mümkün değil. Arkanızda, önünüzde, sağınızda ve solunuzdadır devlet. Cudi’nin doruklarından çıban gibi yükselen kuleler bir yandan, bir yandan ise her tarafta beton bariyerler, ay yıldızlı yazılamalar, yollara sık sık kurulan kontrol noktaları ve illa ki yolda denk geldiğiniz askeri araçlar adeta “Kürdistan’a hoşgeldiniz” diyor.

Roboski’de sabah oluyor

Arkadaşın “Heval em hatın” (Geldik yoldaş) sesi ile Halepçe şarkısı kapanırken, geriye; “Hûnê kaxiz û pênûsekê bibînin binivsînin. Dinya alemê pê bihesînin…”** sözleri kalıyor. Böylece buzlu ve soğuk bir yolculuktan sonra Roboski’ye varmış oluyoruz. Kürdistan’ın ender coğrafyalarından biri burası. Dağların arasında ilerlerken yamaçlardaki evler ve nehirlerin sesleriyle sizi kara kışa rağmen güzel bir coğrafya karşılar Roboski’de.

HDP İstanbul Eşbaşkanı Ferhat Encu ve katliamda yaşamını yitiren Serhat Encu’nun ailesi karşılıyor bizi. Sohbetlerle geçen yorgun bir gecenin ardından sabah güneşi dağların ardından belirdiğinde uzun bir günün de habercisi oluyor benim için. Kapısını çaldığımız her kapıda hüzne boğan yas ne kadar yoruyorsa, bu insanların katliam ve ölümlere karşı dik duruşları ve direnişleri de bir o kadar güç veriyor insana.

‘Bütün battaniyeleri kaldırdım’

İlk kapısını çaldığım 20 yaşında katledilen Hüseyin Encu’nun ailesi oluyor. Fatma ana, “Katilleri istiyoruz, adalet istiyoruz” diyerek başlıyor söze. Hüseyin’in cenazesini görmemiş Fatma ana, göstermemişler. Eşi görebilmiş sadece. O yüzden hâlâ ve inatla “İnanmıyorum öldüğüne” diyor. “Bütün battaniyeleri tek tek kaldırdım Hüseyin’i görmek için. Ama bulamadım. Bir battaniye götürdük ilk duyduğumuzda cenazesi için. Baktım yerde o battaniye, dedim altındadır ama baktım o değil. Başka cenazeyi sarmışlar… Aradım aradım bulamadım onu” diyor. Parça parça olan cenazelerden kalanları götürdükleri ilçede baba görebilmiş ancak Hüseyin’den kalanları… “Görseydim belki içim soğur, inanırdım öldüğüne.”

‘Sanki gelip yemek isteyecek’

Ne değişti 10 yılda diyorum cevabını bilerek; “Yas yas yas oldu tüm günler” diyor Fatma ana. Ne düğün ne dernek kalmış. Gözleri doluyor anlatırken; “Bazen sesini duyuyorum, sanki gelip sobanın arkasında ısınacak. Yemek isteyecek.” Hüseyin askere gidecekmiş yakın tarihte ve aslında yol parası için gitmiş kaçağa o gece. Fatma ana her şeye rağmen ve her şeye inat ayakta kalanlardan ve “Adalet istiyoruz. Katiller ortada, emir verenler belli. Bugün katiller yerine bize ceza veriyorlar ama illa ki adalet gelecek” diyor.

‘İnsan inanmıyor biliyorsun’

Sercan, Hüseyin’in kardeşi. Katliam olduğunda 17 yaşındaymış. O gece askerlerin yol tuttuğunu duyduklarında nasılsa bırakırlar demiş. Rutin olarak yapılan bir işlem sanmışlar. “Ne bilirdik kafalarına koymuşlar öldürmeyi” diyor. O geceden aklında paramparça olmuş cenazeler kalmış… O da kardeşinin cenazesini görmemiş ve dalıyor; “İnsan inanamıyor biliyorsun” diyor. Bilirim… O zaman çocuk olduğu için soruyorum; “Sercan hayatınız nasıl oldu katliamdan sonra?” “Mezarlıklar, eylemler, anmalar, yas elbiseleri ve bir daha eskisi gibi olmayan günlerimiz oldu” diyor. Aklında Hüseyin’e dair kalan ise; “Hep takılırdım ne zaman istemeye gideceğiz. O da nasip olmadı” diyor ve başka da bir şey diyemiyor zaten…

‘Müslümanlık mı bu?’

Cemal Encu, 17 yaşında lise son öğrencisi. Üniversite sınav parası için kaçağa giden ve evine dönemeyenlerden. Hazal ana anlatıyor gözbebeğini: “Ne benim ne babasının sözünden çıkardı. 12 sene okula gidip geldi hep. Gitme dedim o gün de ama sınav ücreti için gideyim dedi. Güzel bir çocuktu benim oğlum.” Hazal anayı en çok kahreden ise Cemal’in 3 saat yaralı kalması ve askerlerin yardıma gidişlerine izin vermemesi olmuş… “Bu Müslümanlık mı?” diye soruyor haliyle. “Adalet gelmedi Roboski’ye” diyerek anlatıyor; “AKP emri verdi. Cemaatle birlikte yapıp cemaat yaptı diyor şimdi. O zaman cezalandır. O da yok. Şu an tutuklu olan dönemin sorumluları şimdi FETÖ’den tutuklu Roboski’den değil. Biz kardeşlik, özgürlük istedik. Ne asker ne gerilla ölsün dedik. Onlar ise Kürtlerin kökü kurusun istiyorlar, savaş istiyorlar” diyerek öfkesini dile getiriyor.

‘Yemek yedirdik, hazırladık…’

“Yengem oğlunun acısından öldü. O görüntüler gitmiyor gözlerimizden. Kürtler bunu hep yaşıyor. Suruç’ta, Cizre’de. Şimdi bile operasyonlardalar” diyor Cahide. Kardeşi ile birlikte geçmiş çocuklukları, aralarında 3 yaş var ve haliyle her yere birlikte gitmişler. O günü de unutmuyor: “Saat 11’de geldi. Okulda dersleri boşmuş. Erken kalkıyordu okul için. Yattı o yüzden biraz, saat 1’de kalktı. ‘Anne ben kaçağa gidicem’ dedi. Annem yok dedi, o da sınav parası için dedi. Sonra kalktık hazırladık. İki çift eldiven giydirdik. Bere verdik. Kardeşim zayıftı, çocuktu. Bu ikinci gidişi idi. Yemeğini verdik… Kapıdan çıkarken Serhat ordaydı, annem ona emanet etti. Serhat ‘Yenge gözüm gibi bakarım’ dedi. Bir daha dönmediler” diyor gözlerinde yaş, sesinde isyan ve öfke…

‘Biz olmasak silah koyacaklardı’

İnanmamışlar ilk duyduklarında, önleri kesilmiş ama bırakılır diye düşünmüşler; ta ki yaralılardan biri arayıp; “Üzerimize bomba yağdırıyorlar” diyene kadar. “Amaçları neydi biliyorsun?” diye bana dönerek sorup, “Amaçları, buradan yolu kapatıp onları öldürmek sonra yanlarına silah bırakıp hepsi PKK’liydi demek. Ama aileler buna izin vermedi.”

“Kardeşim 3 saat yaralı kaldı. Amcamın oğlu 80 kiloydu 5 kilo geldi” diyor ağlayarak. İşte bu öfke adalet gelmese ne olur ki dedirtiyor insana. Bu aileler, bu halk bu yaşatılanları unutmaz’ın somutu oluyor Cahide’nin “Ne etseler de davamızdan vazgeçmeyeceğiz” sözleri…

Yarım kalmış notlar…

Halime Encu, katledilmeseydi 2 ay sonra 17’sine girecek olan Serhat Encu’nun annesi. Serhat üniversitede olan abileri Veli ve Ferhat’a ve eve katkı sunmak için kaçağa gitmiş ve bir daha dönmemiş o da. Serhat’tan geriye hesapları tuttuğu defteri, tişörtü, gözlüğü, yüzüğü, kemeri ve kolyesi kalmış. Halime anne güçlü duruşu ile; “Ne fabrika var ne bakkal bizim buralarda, mecburduk kaçağa” diyor. O gece yaşananları anlatıyor ve sesinin titremesine rağmen “Paramparça ettiler oğlumu” diyor ve ekliyor; “Katiller yerine bizleri, oğlum Veli’yi tutukladılar. Herkesi tutuklamayı biliyorlar bir Roboski katillerini bulamadılar.”

‘Vatan sağ olsa ne olur!’

O gece ilk bomba atıldığında bazıları kaçmayı başarmış. Sığındıkları kayalıklara da bombalar atılınca 7 kişi orada hayatını kaybetmiş. “Kayaların altından çıkardık cenazelerimizi. Bu mu insanlık” diyor. “Müslüman olsalar bunu mu yaparlardı?” diye sorup cevaplıyor, “Biz çocuklarımızı elbiselerinden tanıdık, o kadar parça parça etmişlerdi. Biz çok acı çektik Kürtler olarak ama Roboski’nin acısı çok ağır.” Halime anne kendilerine yaşatılanlara rağmen çağrı yapıyor ve özellikle annelere: “Ne asker ne gerilla ölsün. Biz Kürt anneleri gelin barış olsun diyoruz. Acılarımız birdir ama biz barış diyoruz; asker anneleri ‘vatan sağ olsun’ diyorlar. Bir düşünseler aslında, çocuklarının olmadığı, neşelerinin kalmadığı, canlarının yandığı bir vatan sağ olsa ne olur.”

Roboski; Kürdün kaderi ve ‘kederi’

Roboski’de yaşam çok zor, bir gecede onlarca insanın katledilmesi, hepsinin köyün gençleri, çocukları olması geride kalanlar için hüznün başlangıcı olmuş. Cahide’nin (Cemal’in ablası) “Biz 2011’de kaldık, bir daha yılbaşına giremedik” dediği yer Roboski… Roboski’de Kürdün kaderi var, ağıt var, yas var ve her şeye rağmen bitmeyen bir direniş var. Böyle yazacak tarih onları ve değil 10 yıl 100 yıl geçse de UNUTULMAYACAK belli ki…

***

Bir ‘Adalet’sizlik hikayesi

Katliamın ardından “Taksirle ölüme sebebiyet vermek” gerekçesiyle başlatılan ve gizlilik kararı alınan soruşturmada, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 11 Haziran 2013’te “görevsizlik” kararı vererek, dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderdi. Avukatların karara itirazının reddedilmesi üzerine soruşturma dosyası Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Genelkurmay Askeri Savcılığı, soruşturma dosyasına ilişkin 7 Ocak 2014’te “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kusuru yok” iddiasıyla “takipsizlik” kararı verdi. AYM’nin başvuruyu reddetmesi ile iç hukuk yolları tükendiği için 34 kişinin yakınlarından oluşan 281 kişi, 23 Ağustos 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yaptı, ancak başvuru 17 Mayıs 2018’de “belge eksikliği” gerekçesiyle reddedildi.

‘Hani biz kardeştik?’

Cemal’in babası Süleyman Amca ise 27 yıllık korucuymuş ve katliamdan sonra bırakmış silahı.“Bizi sadece Roboski’de değil. Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de de öldürdüler sonrasında” diyor. Cahide de Cemal’in ablası. Roboski’nin direnişçi kadınlarından. Hakkında açılan 3 dava var. Pankarttaşımak, slogan atmak, adaletistemek…Anlatmaya başladığı anda gözyaşları da başlıyor, “Katillerin yakalanmasını istiyoruz. Üzerimizdeki bu baskıların bitmesini istiyoruz. Kürt kardeşlerimiz diyorlar ama hep katliama uğrayan biziz, kendi dilimizde eğitim bile göremiyoruz. Nereden kardeş oluyoruz! 10 yıldır benim kardeşim hani?Kürt olduğu için öldürüldü, başka ne için. Komutan’ın, Kaymakam’ın, Vali’nin, hepsinin haberi vardı. Erdoğan diyordu ‘Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’ diye hani ne oldu. 10 yıldır bir kişi bile yargılanmadı. Ama aileler yargılanıyor” diyor öfkeyle.

Sadece susarsın uzun uzun…

Pakize Kaplan. Osman Kaplan’ın eşi. Katliamda 5 çocuğu ile kalakalmış o vakitler henüz 27 yaşında olan gencecik bir kadın. Herkesin acısı olmuştur ama bazıları öyle ki, o kadar çok o kadar çok anlatacak şey vardır ki, sadece susarsınız… Pakize de öyle. Ogeceyi anlatıyor: “5 çocuğumuz var, yoksulduk onları okutmak için gitti o gece de” diyor. Susuyor uzun uzun ve benim 10 yıl nasıl ayakta kaldın dememe, “Eş dostla” diyor. Yardım eden elbette olmuş ama henüz çocuk yaşta evlendiği, her şeye göğüs gerdiği ve güzel bir günü paylaşamadığı eşinin ölümü bir hayli yormuş geçen zamanda… “Adalet” istiyor o da ama inanmıyor artık: “Hepsi biliyorlardı, hepsi emri verenler. Kim kimi yargılayacak ki.” Mahmut giriyor içeri 5 kardeşin en küçüğü ve babası katledildiğinde 6 yaşındaymış. Uzun süre babası için gelecek demişler, hatta Şırnak’ta çalıştığını bile söylemişler. Büyüdükçe anlamış, sormuş, öğrenmiş. Mahmut, Roboski’nin babasız çocuklarından, neler yaşadın sorusuna kısa ve öz cevap veriyor “Üzüldüm, çok üzüldüm…” Mezarlık evlerinin hemen arkasında. Ağır bir yaşam olsa gerek ama onlar da yaşamayı ve direnmeyi bilmiş.

****

Katliamda hayatını kaybedenler hala Roboski’nin sokaklarında ve biz “Burdayız” diyor iktidarın tüm adaletsizliklerine karşı;

*Karker Encü: 16 yaşındaydı. Maddi durumu kötü olduğu için okulu bırakmak zorunda kaldı ve sınırın öte yanına gidip, gelmeye başladı.

*Seyithan Encü: 21 yaşındaydı. Ailesinin maddi durumu kötü olduğu için okulu bıraktı. Sınıra ilk gidişiydi.

*Nadir Alma: 26 yaşındaydı. Ailesine bakmak için sınıra gidiyordu.

*Mehmet Ali Tosun: 24 yaşındaydı. Arkadaşlarından 25 lira karşılığında kiraladığı katırla sınıra gitmişti.

*Şervan Encü: 19 yaşındaydı. Lise 2’deyken okulu bırakmak zorunda kaldı.

*Nevzat Encü: 19 yaşındaydı. Lise son sınıf öğrencisiydi.

*Osman Kaplan: 31 yaşındaydı. Borçlarını ödemek ve en büyüğü 12, en küçüğü 7 yaşında olan 5 çocuğuna bakmak için sınıra gidiyordu.

*Özcan Uysal: 18 yaşındaydı. Ailesinin bankadan çektiği krediyi ödeyebilmek için lise 2’deyken okulu bıraktı.

*Selim Encü: 39 yaşındaydı. Evli ve 3 çocuk babasıydı. Sınırda katledildiğinde eşi hamileydi.

*Vedat Encü: 18 yaşındaydı. Lise birinci sınıfa kadar okuyan Vedat, yazın iş makinesi operatörlüğü yapıyor, kışın sınıra gidiyordu.

*Muhammet Encü: 13 yaşında ve 7. sınıf öğrencisiydi. Ailesinin tüm itirazlarına rağmen sınıra gitmişti.

*Mahsum Encü: 17 yaşındaydı. Lise 1. sınıftaydı. 18’ine girdiğinde ehliyet almak için para biriktiriyordu ve bunun için sınıra gidiyordu. Mahsum’un dedesi de 1997’de sınırda hayatını kaybetmişti.

*Bilal Encü: 16 yaşındaydı. Gözleri görmeyen babası Ahmet Encü’ye yardım ediyordu. Katliam günü okuldan çıkıp sınıra gitmişti.

*Erkan Encü: 13 yaşındaydı. Ancak ilkokul 7’ye kadar okuyabildi. Sınıra ikinci gidişiydi.

*Hüsnü Encü: 20 yaşındaydı. Eşi 2 aylık hamileydi.

*Savaş Encü: 14 yaşındaydı. Ağabeyi Hüsnü ile birlikte sınıra gitmişti.

*Cihan Encü: 19 yaşındaydı. Sınıra bozulan cep telefonunun tamir etmek için gereken 50 lira için gitmişti.

*Cemal Encü: 17 yaşındaydı. YGS sınavına giriş başvurusu ücreti için sınıra gitmişti.

*Serhat Encü: 17 yaşına 2 kalmıştı. İki ağabeyi üniversitede okuyordu. Ekonomik olarak yardımcı olmak için sınıra gitmişti.

*Hamza Encü: 21 yaşındaydı. Evlilik hazırlıkları yapıyordu.

*Celal Encü: 15 yaşındaydı. Ev ekonomisine yardımcı olmak için sınırı gidiyordu.

*Şerafettin Encü: 18 yaşındaydı. Sınıra, yitirdiği annesine bir mezar yapmak üzere gitmişti.

*Selam Encü: 22 yaşındaydı. Üniversite son sınıf öğrencisiydi. Okul masrafları için sınıra gidiyordu. Uludere Kaymakamlığı’na okul masraflarının karşılanması için yaptığı başvuru reddedildikten iki gün sonra sınıra gitti.

*Bedran Encü: 13 yaşındaydı. Ayağındaki naylon ayakkabıyla yola çıkan Bedran, kendisi ve küçük kardeşlerine kışlık ayakkabı alacak parayı kazanmak istiyordu.

*Fadıl Encü: 20 yaşındaydı. Fenerbahçe formasını üzerinden hiç çıkarmazdı. Babası parçalanan cesetlerin arasında onu formasından tanıdı.

*Hüseyin Encü: 20 yaşındaydı. Sınıra gidip geliyordu.

*Aslan Encü: 17 yaşındaydı. Sınıra çoğu zaman ağabeyi Halil giderdi. Ama sınırda bastığı mayınla sol bacağını kaybetti. Ağabeyi gidemediği için o gitmeye başlamıştı.

*Şıvan Encü: 13 yaşındaydı. Eve ekonomik olarak yardım edebilmek için sınıra gidiyordu.

*Orhan Encü: 21 yaşındaydı. Hayalini kurduğu bilgisayarı almak için gittiği sınırda ağabeyi Zeydan’la birlikte hayatını kaybetti.

*Zeydan Encü: 25 yaşındaydı. Ağabeyinin karşı çıkmasına rağmen o gün kardeşi Orhan’la birlikte sınıra gitti.

*Salih Encü: 16 yaşındaydı. Sınıra ilk kez gitmişti.

*Yüksel Ürek: 21 yaşındaydı. Sınıra gidip geliyordu.

*Adem Ant: 19 yaşındaydı. Yakında evleneceği için sınıra gidip para biriktiriyordu.

*Salih Ürek: 18 yaşındaydı.

****

Medya üç maymunu oynadı

Sınırda Kürt köylülerinin bombalanması dünya gündemine otururken havuz medyası ancak 30 Aralık’tan sonra o da dönemin yeklilerinin açıklamalarından sonra görmeye başladı. Kimi PKK’li dedi, kimi “hata” dedi. İşte o günlerin bazı gazete manşetleri;

Akşam: İnsafsız Hava Aracı

Cumhuriyet Sürmanşet: Jetler Sivilleri Vurdu

Güneş: Asker ne yapsın?

Habertürk Sürmanşet: Sınırda vahim hata

Sabah: Gediktepe sendromu kaçakçıyı vurdu

Radikal: 35 yurttaşa İHA bombası

Posta: Operasyon kazasıymış!

Milliyet: 35 sivile bomba

Hürriyet: 35 ölü çok üzgünüz

Sözcü sürmanşet: Silah taşıyorlardı

Yeni Akit: Terörist mi kaçakçı mı?

Zaman: Ölümcül istihbarat

Özgür Gündem: Soykırım

Dünya alem gördü

Dünya basınından katliama ilişkin birkaç örnek ise şöyle;

BBC: “Hava saldırısı Kürt köylüleri öldürdü”

CBS News: “Cenazelerini traktörle taşıdılar”

CNN: “Hava saldırısı Kürt köylüleri öldürdü”

Daily Mail: “Kaçakçılar militan sanılarak öldürüldü”

The Wall Street Journal: “Türk hava saldırısı Kürtleri vurdu”

Le Monde: “Türk Hava Kuvvetleri Kürt köyünü bombaladı, 35 kişiyi öldürdü”

***

*”Biz Kürtlerin fermanıdır, Fermandır, fermandır… Yine gelip kızarttılar çocukları, kadınları, bütün anne ve babaları…

Ah imdat!… Ferman bizedir… Ban ayy! Ah! Yaralınızım ben… Oyy bana…”

**”Siz, bir kâğıt ve kalem getirip yazın: Dünya alemi bundan haberdar edin (duyurun)” (SENDİKA.ORG)

Daha yeni Daha eski