Breitner Arjantin’de yaşananlar nedeniyle 1978 Dünya Kupası'na katılmayı reddeder ve bunu yapan tek futbolcu olarak tarihe geçer. Gerçek şu ki parayı zaman içerisinde ideallerinin önüne koysa da Breitner kendi ile aynı statüdeki diğer futbolculardan daha farklı bir yolu seçer, diğerlerinin sormadığı bazı soruları sorar, diğerlerinin yapmaya cüret edemediği şeyleri yapar. Ki ‘cüret’ de en az ‘ideal’ kadar takdiri hak ediyor. Hele ki futbol dünyasında!
Öyle bir dünya kupası düşünün ki turnuvadan aylar önce ordu yönetime el koysun, binlerce muhalif cuntacılarca kaçırılıp kaybedilsin ve taraftarların sesleri stadyumun hemen yanındaki işkencehanelerden işitilebilsin. Boykot kampanyaları düzenlensin, cuntacılar gecekondu mahallelerini ‘turistlerin göz zevki’ için yerle bir etsin. Hatta bir dünya yıldızı, Johan Cruyff turnuvadan önce kaçırılsın ve silah zoruyla turnuvayı boykot etsin. Buna karşı ‘Maocu’ görüşleriyle bilinen Federal Almanya milli takım oyuncusu Paul Breitner böyle kanlı bir turnuvaya katılmayacağını açıklasın. Turnuva da türlü şikeler sonucunda ev sahibi galip gelsin, kupa generallere verilsin…
Arjantin 1978’e hoş geldiniz…
*
Dünya Kupası’nın verdiği coşkuyla ev sahibi ülke Katar’ın kirli sicili gündemden düştü. Artık işçi katliamları, kölelik sistemi ve insan hakları ihlalleri nedeniyle Katar’a karşı düzenlenen boykot kampanyasından gelen sesler pek duyulmuyor.
Yaklaşık 10 yılda 6 bin 500 işçinin öldüğü, korkunç koşullarda çalışan işçilerin bir daha kullanılmayacak stadyumları inşa ettiği Katar’da yaşanan FIFA rezaletini bir kenara bırakalım, turnuvaya kadar sıkça değinilen bu konuları bir de biz tekrarlamayalım. Onun yerine geçmiş turnuvaların en tartışmalısına, Arjantin 1978’e gidelim… Daha sonra ise bu turnuvaya katılmayı reddeden Breitner’in hikayesine kulak verelim.
PERON’UN SELAMINA GÖNDERME
Latin Amerika ülkesi Arjantin’in 1978 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacağı daha 1966’da belli olur. Tabii turnuva hazırlığı sırasında ülkenin önde gelen siyasi figürü Juan Domingo Peron ve daha sonra eşi Isabel Peron önemli rol oynar. Hatta Dünya Kupası’nın logosu da Peron’un kendisiyle özdeşleşen el hareketine bir göndermedir.
akat Dünya Kupası’nın başlamasından sadece iki yıl önce, ABD desteğini arkasına alan generaller yönetime el koyar. Askeri darbeyle birlikte iktidara gelen cunta, başta komünistler ve sosyalistler olmak üzere ülkedeki muhalefete karşı kanlı bir saldırı düzenler. Kısa süre içerisinde binlerce kişi kaçırılır, kamplarda işkenceden geçer ve ‘kaybedilir’. Bu uygulamalar, Arjantin’in 1970’li ve 1980’li yıllarının özeti niteliğindedir. (Geçen hafta Plaza del Mayo annelerinin kurucularından Hebe de Bonafini’nin yaşamını konuşurken o dönem Arjantin’de yaşananlardan da bahsetmiştik.)
BOYKOT KAMPANYASI
Fakat darbenin lideri Jorge Rafael Videla liderliğindeki cuntanın ev sahipliği yapacağı bir Dünya Kupası organizasyonuna dair tepkiler gecikmez. Arjantin’in Dünya Kupası Organizasyonuna Boykot Komitesi (COBA) tarafından başta pek çok Arjantinli siyasi sürgünün bulunduğu Fransa ve İspanya olmak üzere çeşitli ülkelerde turnuvayı protesto gösterileri düzenler. Arjantin’de düzenlenecek Dünya Kupası, 1936 yılında Nazi Almanyası’nda düzenlenen Olimpiyat Oyunları ile kıyaslanır. 1936 Berlin Olimpiyatları’nın Hitler rejimini akladığı gibi 1978 Dünya Kupası’nın da Videla cuntasını meşrulaştıracağı savunulur. Bu nedenle COBA, toplama kamplarının arasında oynatılacak bir turnuva istemediklerini yüzlerce yerel komite ile insanlara duyurur.
STAT SEÇİMİ: İŞÇİLERE UZAK, KONDULARA DUVAR
Yine bu boykot kampanyası sırasında yapılan bir afişte şu ifadelere rastlıyoruz: “Siz Fransa’nın ilk 11’ini alkışlayınca çıkarttığınız sesler işkencedeki insanların gürültülerini saklayacak.” Kulağa abartılı geliyor olsa da bu ifadelerde mecazi bir anlam yok. Nasıl mı? İşte bunu anlamak için evvela önümüze bir Buenos Aires haritası getirip maçların oynanacağı statları bulmamız gerekiyor.
Tıpkı Madrid ya da Tahran gibi kentlerde olduğu gibi Arjantin’in başkenti Buenos Aires’in de tam ortasından görünmez bir çizgi geçiyor. Bu çizgi kuzeyli zenginler ile güneyli yoksulları temsil ediyor. Ve tıpkı diğer kentlerde olduğu gibi her iki yakanın siyasi-sosyal kimliği ile bütünleşen futbol takımları var. Nasıl ki Madrid’in emekçi semtlerini temsil eden takım güneydeki Rayo Vallecano ise burada da Boca Juniors’ı görüyoruz. Buenos Aires’in kuzeyindeki zengin kesimlerin ise çoğunlukla River Plate’i desteklediği göze çarpıyor.
İşte cuntacılar da turnuvanın düzenleneceği statları organize ederken şehrin kuzeyini tercih eder. River Plate’in stadı Monumental ile kentin batısındaki Velez Kulübü'nün kullandığı Fortin Stadyumu. Dönemin yönetimi bu tercihleri yaparken ‘hali hazırda masraf gerektirmediğini’ öne sürer. Oysa turnuvadan önce modernleştirme ve geniş oturma alanları çalışmalarının yapıldığını düşününce tercihin nedenleri biraz daha açığa çıkar.
Ancak engeller sadece kentin kuzeyine kaçarak aşılmaz. Çünkü River Plate’in stadyumu yakınında, Bajo Belgrano çevresinde bir gecekondu mahallesi vardır ve bu bölge Dünya Kupası’nın tadını çıkartmaya gelen zengin turistlerin, ya da bu anları takip edecek yabancı gazetecilerin karşılaşması istenmeyen bir manzaradır. Hele ki o dönemde ‘futbol diplomasisi’ aracılığıyla yurtdışında kendine meşruluk kazanmaya çalışan cuntacılar için. O nedenle stat dışındaki böylesi yerleşimler ‘temizlenir’ ve turnuvadan önce verilen ihalelerle birlikte lüks konutlar inşa edilir.
Arjantin 1978 Dünya Kupası şehircilik anlamında yıkılan gecekondularla ya da etrafına duvar örülerek ‘göz zevkini’ bozmaması sağlanan emekçi mahallelerle gündeme geliyor. Ancak kupanın en önemli stadyumu Monumental’in bulunduğu konumu özel kılan sadece bunlar değil. Aynı zamanda o dönem aktif olarak kullanılan bir ‘işkencehaneye’ ev sahipliği yapıyor. Donanma Astsubay Okulu (ESMA), cunta döneminde kaçırılanların ‘toplandığı’ ve her türlü işkencenin yapıldığı bir karargâh olarak tüm Arjantinlilerin zihninde yer eder. İşte bu toplama kampı işlevi gören bina, Monumental Stadyumu’na sadece birkaç yüz metre uzaklıktadır. Dolayısıyla maçlar başladığında stadyumda maç izleyenlerin çıkarttıkları sesler kolayca ESMA’da işkence görenlere ulaşır.
CRUYF: BAŞIMA SİLAH DAYANDI
Arjantin’de hem turnuva öncesinde hem turnuva esnasında hem de turnuvadan sonra binlerce insan korkunç şekillerde katledilir. Kaybedilen ve/veya öldürülenlerin sayısının 30 bin olduğu düşünülüyor. Sadece 1978 kupasından bir yıl önce tam 5 bin kişi kaçırılır. Tarihin en korkunç cunta rejimlerinden biri göz göre göre kan dökmeye devam ederken turnuva Arjantin’de düzenlenir…
Ancak bir eksik vardır: Bir önceki Dünya Kupası’nın Hollandalı yıldızı Johan Cruyff, turnuvaya katılmayacağını açıklar. Her ne kadar kariyerinin zirvesinde olmasa da tüm gözlerin üzerinde olduğu Cruyff’un bu kararı büyük yankı uyandırır.
İşin ilginç tarafı ise yıllar sonra Hollandalı yıldızın bir İspanya radyosuna verdiği röportajda ortaya çıkar. Cruyff turnuvaya ‘kaçırıldığı’ için katılamadığını açıklar: “Başıma dayanmış bir tüfek vardı, ellerin ayaklarım bağlıydı” diyen futbolcu, bu kaçırılma vakasından sonra Barselona’daki evinde polis tarafından korunduğunu ve ailesinin çekinceleri ve kendini zaten hazır hissetmemesi nedeniyle dünya kupasına katılmadığını açıklar.
Turnuvanın işleyişi de en az hazırlığı kadar tartışma yaratır. Yaşananlar sadece Arjantin’in attığı her golde payı kendine biçen Videla’nın şov gösterisidir. Arjantin’in gruptan çıkması için oynadığı Peru maçında büyük bir şike skandalı yaşanır. Şike o kadar barizdir ki Peru takımında hiçbir oyuncu kendi mevkisinde oynamaz. Hatta kaleyi de Peru’nun Arjantin asıllı yedek kalecisi korur. Maçın sonucu da 6 gollük Arjantin üstünlüğü ile biter.
Finalde de Arjantin Hollanda’ya karşı oynar ve bu şaibeli ve kanlı kupanın sahibi olur… İşte Arjantin’in armasındaki iki yıldızdan biri, generallerin kanlı elleriyle formalarına dikilir…
MAOCU STOPER BREITNER’İN BOYKOTU
Fakat hikâyenin bir başka boyutu var. Çünkü tüm bireysel boykotlar ‘silah zoruyla’ olmaz. Cruyff’tan daha ‘karakterli’ bir şekilde turnuvaya katılmayı reddeden bir isim daha vardır: Almanya Milli Takımı'nda forma giyen defans Paul Breitner. Bayern Münih’te efsaneleşen, daha sonra Real Madrid’de oynayan Breitner saçları ve sakalı nedeniyle ‘Afro’ lakabı ile tanınıyordu. Ancak onu tanınır kılan bir diğer neden de fikirlerini saklamadan dile getiriyor oluşudur. Çin Devrimi’nin önderi Mao Zedung’a hayranlığını dile getirmesiyle birlikte Alman medyasında sıkça topa tutulur.
Doğrusu kendisi de medyanın saldırgan tutumuna karşı boynunu eğecek kalibrede biri değildir. Örneğin kendisine yöneltilen sorulara bir keresine şöyle yanıt verir: “Bana hangi futbolcuya hayran olduğumu soruyorsunuz. Ben Mao’ya hayranım. En büyük arzum mu? Amerikalıların Vietnam’da alacağı sağlam bir yenilgi.”
Kendi duruşuna dairse şu ifadeleri kullanır: “Ben soru sormak üzere eğitildim. 1970’lerde başladığımda futbolcular, sadece menajerlerinin ve antrenörlerinin yap dediğini yapmak zorundaydı. Kimse ‘neden’ diye sormadı ya da ‘hayır’ demedi. Kulüp için, insanlar için ve medya için bir şok oldu. İmaj tam olarak burada başladı, ancak ben de Almanya’daki ‘68’liler hareketinin’ bir parçasıydım. Öğrencilerin aklında bir devrim fikri vardı ve ben de kendimi onlarla birlikte hissettim. Bu nedenle Mao ve Che Guevara’nın fikirleriyle ilgilendim.”
‘MİLLİ MARŞLAR KONSANTRASYON BOZUCU’
Maçlardan önce Almanya milli marşını hiçbir zaman söylememesiyle de bilinir. Onun için anlamsız, sıkıcı ve konsantrasyon bozucudur. Tüm bunları yaparken kendisine diş bileyenlerin sayısı da artar. Maçlarda sık sık seyircilerden “Pis komünist, defol Moskova’ya” gibi hakaretler işitir. Ancak maçlardan -ve biraz da gece hayatından- arda kalan sürede Lenin ve Marks’ın eserlerini okur.
Bayern Münih’te oynadığı sırada askere çağırılır. Kapısına dayanan askeri polisten kaçışı ise Almanya’daki savaş karşıtı öğrenciler arasında büyük sempati uyandırır: “Gece ikide askeri polis kapımı çaldı. Ben de hemen kömür deposunda koştum ve orada saklandım. Bu durum birkaç gece daha tekrar etti. Sonunda benim adıma ‘aranıyor’ posterleri asılacağı ve sokakta gezerken tutuklanabileceğim konuşulmaya başlayınca ben de kışlaya gittim.”
Tüm angaryaların sırtına yüklendiği kötü bir askerlik serüveninden sonra futbol kariyerine kaldığı yerden devam eder. Antrenmanlara Mao’nun ‘Kızıl Kitabı’ ile giden bu oyuncunun kariyeri Federal Almanya 1974 Dünya Kupası’nda zirveye ulaşır. Marş okumayan, ‘pis komünist’ ve ‘vatan haini’, finalde attığı penaltı golüyle Federal Almanya’ya dünya kupasını getirir. Bayern Münih’in Avrupa Şampiyonluğu’nda ve Bundesliga şampiyonluklarında büyük pay sahibi olur. Fakat o dünya kupasından sonra her şey onun için biraz daha farklı hale gelir.
SAKALLARA VEDA
Sağcıların Breitner’e olan tepkisi, onun sosyalist çevrelerde koşulsuz kabul edilen bir figür olduğu anlamına gelmiyor. Özellikle 1974’ten sonra, İspanya’da sağı temsil eden Real Madrid’e transfer oluşu ve paranın kendisi için önemli olduğuna dair bazı açıklamaları hayranlarını hayal kırıklığına uğratır. Kimi dev reklam tekliflerini kabul edişi ya da spor arabalara düşkünlüğü kendisi ile ‘68 kuşağı’ arasındaki mesafeyi biraz daha açar.
Hatta o dönem sol görüşleri temsil eden ve kendiyle özdeşleşen sakalını ‘para karşılığı’ keser. “Eğer biri sözleşme ile bana gelirse sakalımı keserim, sakal benim için çok da önemli bir şey değil. Zaten eşim seviyor diye uzatıyorum” der ve 1982 Dünya Kupası öncesinde bir kozmetik şirketinin 150 bin marklık teklifini kabul eder ve sakallarını keser. Bu jilet reklamı, sakallarıyla birlikte Breitner’den arta kalan son 68 kuşağı kalıntılarını da kazır.
Ancak sakallarına ve siyasi imajına veda etmeden önce dünya tarihine son kez değerli bir not düşer: Arjantin’de yaşananlar nedeniyle 1978 Dünya Kupası'na katılmayı reddeder ve bunu yapan tek futbolcu olarak tarihe geçer.
Breitner hiçbir zaman militan bir kişilik iddiasında bulunmadığı için onu olmadığı bir imge nedeniyle yargılamak ne kadar doğru, tartışılır. Gerçek şu ki parayı zaman içerisinde ideallerinin önüne koysa da Breitner kendi ile aynı statüdeki diğer futbolculardan daha farklı bir yolu seçer, diğerlerinin sormadığı bazı soruları sorar, diğerlerinin yapmaya cüret edemediği şeyleri yapar. Evet belki siyasi bir kimliği sağlam değildir. Ancak ‘cüret’ de en az ‘ideal’ kadar takdiri hak ediyor. Hele ki futbol dünyasında!
BUGÜNÜN CÜRETİ
Arjantin’de düzenlenen 1978 Dünya Kupası’na dönüp baktığımızda anlıyoruz ki FIFA, Dünya Kupası’nı Katar’da kirletmedi. Zaten yeterince pisliğe batmış bir organizasyondu, Katar’ın ev sahipliğiyle bu pisliğe bir yenisi daha eklenmiş oldu.
FIFA’nın ikiyüzlülüğünü daha birçok diğer örnekte açıklayabiliriz. Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle her türlü spor müsabakasından tecrit edilmesine karşın, ABD Irak’ı işgal ettiğinde benzeri bir uygulama hatırlamıyoruz. Almanya’daki 2006 Dünya Kupası’nda ABD takımı turnuvaya katılmıştı. Ya da bugün Yemen’de türlü türlü kanlı eyleme imza atan Suudi Arabistan’ın katılımı hiç gündem oldu mu? Elbette hayır. Bu bilindik soruları tekrarlayarak insan aklıyla alay etmeye gerek yok. Biz gerçek anlamda yapıcı bir ders çıkartmak istiyorsak Breitner’i hatırlamalıyız.
Mesela bu turnuvada Almanya takımı maç öncesinde ağzını kapatarak Katar’daki insan hakları ihlallerine ‘tepki’ gösterince bunun adı gerçekten siyasi bir eylem mi oluyor? Ya da ülkesinin maçını gökkuşağı pazubandıyla izleyen Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’nin yaptığı bu hamleye ne demeli? Faeser’nin bu ‘cesur’ siyasi hamlesinden sonra hiç gocunmadan LGBTİ’lere açık düşmanlığıyla bilinen Süleyman Soylu ile görüşüp birlikte fotoğraf verişi bize ne düşündürüyor? Cesareti mi? İşgüzarlığı mı?
İşte günümüzde kapitalizm siyaseti de muhalif oluşu da kendi içinde öğütüp bir güzel anlamsızlaştırıyor. Bunun adı da ‘aktivizim’ kelimesi ile somutlaşıyor. Bir tarafta “Saygı”, ‘Irkçılığa hayır de”, “Gezegeni koru” gibi zerre derinliği olmayan, kimsenin aksini iddia edemeyeceği mesajlar pompalanıyor. Diğer tarafta ise hiçbir değerin gözetilmediği, üstelik bu duruma karşı da sesin çıkmadığı bir durum yaşanıyor. İkiyüzlülüğü ifşa ettiğinizde ise karşınıza, adına ‘whataboutism’ dedikleri ‘analitik düşünmenin reddi’ diyebileceğimiz deli saçması bir tanım konuluyor.
Hiçbir şeyi göze almadan, üstelik küstahça yapılan bu hareketlerin birincil düşmanı gerçek eylemciliğin kendisidir. Katılırsınız katılmazsınız ama İran takımının yaptığı bu anlamda gerçek ve saygıdeğer bir eylemdir. Fakat bugünün Almanya takımı, kendine bir yol gösterici arıyorsa başka ülkelere bakmasına gerek yok: Kendileriyle aynı formayı giymiş Breitner’e baksa yeter. Varsın daha yüce bir mücadelenin parçası olmasınlar, yeter ki cüret edebilsinler. (KAVEL ALPASLAN - GAZETE DUVAR)
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
https://www.esquire.com/uk/culture/a21454856/argentina-1978-world-cup/
https://inbedwithmaradona.com/journal/2013/8/21/breitner-rebel-without-a-cause
https://jacobin.com/2022/11/fifa-world-cup-1978-argentina-human-rights-violations-qatar