Bir yanında ölülerimizin üstüne tezgahlar kuran sermayenin, bir yanında da “yaşam”ın ta kendisinin yer aldığı bir savaş yaşanıyor, görmek isteyene. Sermayenin çıkarlarını savunan ve halkın yaşam hakkına boş veren devlet de körleşiyor olup bitene. Kontrol kurduğunu sandığı yerde kontrolünü yitirdiği kör noktalarını büyütüyor. Emekli öğretmen Ali’nin ölümünde görüldüğü gibi
KÖRLÜK
Emekli öğretmen Ali’yi üç gün kimse görmedi. Öylece yattı tuvalet kabininde cansız bedeni. Oysa o tuvalete giderken AFAD görevlileri, yalnız yaşadığı çadırını ve eşyalarını toplamış, bir konteyner kente nakletmek üzere hazırlamıştı. Arayan soran olmadı. Çadır alanındakilerin ortak kullanımında olan ve hesapta bir görevlinin de ilgilendiği mobil tuvaletin üç gün açılmayan kapısının ardında neyin yattığıyla ilgilenen olmadı. Üç gün sonra bulundu ölüsü.
6 Şubat depremlerinde en ağır yıkımı yaşayan Hatay’daki evi yıkılmış, devletin ortada görünmediği ilk üç gün kendi imkanlarıyla hayatta kalmayı başarmış, Sevgi Parkı’na sığınmıştı. Üç hafta sonra terörle mücadele polisleri eşliğinde gelen OHAL Vali Yardımcısı’nın parkı tahliyeye zorlamasıyla o da toplama kampını andıran çadır kentlere geçmektense, mahalle içi bir alana çadır kurmayı tercih edenlerle hareket etmişti.
Devletin kontrolündeki çadır ve konteynır kentler, insanlara bitkisel hayatı andıran asgari bir yaşam sunuyor, mahalle içlerindeki çadır alanlarında ise sosyal hayat bir biçimde devam ediyordu. Ama AFAD mahalle içlerinde de gözüne kestirdiği alanları tellerle çevreleyip kendi “çadır alanları” haline getirdi. Bunun en azından asgari bir yaşam güvencesi sağlayacağı umulabilirdi. Ama emekli öğretmen Ali’nin üç gün tuvalette bekleyen ve ancak akrabalarının merak etmesiyle bulunan cansız bedeni, onun da sağlanamadığını söylüyor. O, yaşam hakkına saygı duyulması gereken sosyal bir canlı değil, devletin konteynır kentlere süpürerek kurtulmaya çalıştığı bir fazlalıktı. AFAD, çadırını kaldırarak esas işini halletmişti, cenazesini de artık kim denk gelirse o bulsundu.
Devlet için emekli öğretmen Ali ve onun gibiler aslında zaten ölüydü. Depremde 50 bin küsur resmi can kaybından söz edilse de enkazın altından çıkan ve hayatta kalma mücadelesi veren milyonlara da 6 ayı aşkın süredir sosyal ölü muamelesi yapılıyor. Depremlerde tanık olduğumuz büyük toplumsal cinayetin failleri, sanki yeterince öldürememiş olmaktan mutsuz, deprem kentlerinde geride kalanların yaşam hakkını ve gerçek ihtiyaçlarını yok sayan bir yeniden inşa ve normalleşme anlayışıyla hareket ediyor.
Yıkım ve yeniden inşa faaliyetleri, sanki kentte insan yaşamıyormuş gibi sürdürülüyor. Nisan ayında yoğunlaşan ve Valilik talimatıyla hızlandırılan yıkım faaliyetlerinde yönetmeliklere uyulmadığı gibi sulama ve maske gibi basit tedbirler dahi ihmal edilerek halkın müdahale etmediği yerde yaşam alanları asbestli toza boğuluyor. Kent beyaz bir toz bulutunun altında. İnsanlar, araçlar, ağaçlar, çadırlar, havaya temas eden ne varsa tozla kaplı. Nefes alan her canlı asbestli toz soluyor, 15-20 yıl sonra akciğer zarı kanserine yakalanma riskiyle kuraya katılıyor.
Hastalananın hastaneye gidip tedavi hizmeti alması üzerine kurulu sağlık sisteminin hükümsüzlüğü en iyi bu felaket anında görülüyor. Neredeyse tamamı yıkılan hastanelerin yerine henüz tam kapasite hizmet verebilen hastanelerin kurulmadığı, var olana ulaşabilmek açısından kent içi toplu taşımanın oldukça yetersiz kaldığı, yolların yıkım faaliyetleri nedeniyle tahrip olduğu koşullarda insanların tedavi hizmetlerine erişimi bile çok zor. Ama solunan havanın, kullanılan suyun, yaşanılan çevrenin hastalık saçtığı bir ortamda, tedavi hizmetinin erişilebilirliğinden önce insanların hastalanmasını önleyecek, onların sorun ve ihtiyaçlarını şikâyet almaya gerek duymadan gidip tespit edecek, kendi sağlıklarını korumaları için bilinçlendirecek bir sağlık sisteminin kurulması gerek. Bu da hem hastayı müşteri hastaneyi ticarethane olarak gören piyasacı sağlık sistemine uymuyor hem de piyasayı, rantı, inşaatı halkın yaşam hakkının üstünde tutan siyasi iktidara uymuyor.
Şimdi Hatay’da hasarlı binaların, asbestli tozlu yıkımı Valilik talimatıyla tam gaz devam ediyor. İnşaat şirketlerine yasal zorunluluklara uymak, kent halkının yaşamına saygılı davranmak gibi güçlükler çıkarılmıyor. Öyle bir hız ki, bazen iş araçlarının içindeki işçilerle birlikte enkazın altında kaldığı ve can kayıplarının yaşandığı vakalar yaşanıyor. Yıkım esnasında patlayan kanalizasyon hatları günlerce yollara akıyor. Elektrik ve şebeke suyu sık sık kesiliyor. Yıkımlar rahat sürsün diye yollar kapatılıyor ancak trafiğin altüst olduğu, herhangi bir trafik polisi, kasis ya da uyarı levhası konmadan tek yönlü akışın çift yöne dönüştürüldüğü yollar yine ölüme davetiye çıkarıyor.
Emekli öğretmen Ali’nin cansız bedeninin tuvalette bulunduğu gün, birkaç yüz metre ilerde kurs için okula gitmekte olan küçük bir kız çocuğuna ters yönden gelen araç çarptı. Ertesi gün yakın bir noktada çığlıklar yükseldi. Otobüsün çarptığı bir genç ağır yaralanmıştı. Trafik polisleri geldikleri gibi gittiler, az ileride yıkım işlerinin güvenliği için duran polisler hiç oralı olmadılar bile.
Deprem bölgesi 6 aydır çoğu kamuoyuna yansımayan yaşam hakkı ihlallerine sahne oluyor. 6 Şubat’ta on binlerin canını alıp milyonları evsiz bırakan büyük toplumsal cinayet, düşük yoğunluklu bir toplumsal savaş biçiminde sürüyor. Bir yanında ölülerimizin üstüne tezgahlar kuran sermayenin, bir yanında da “yaşam”ın ta kendisinin yer aldığı bir savaş yaşanıyor, görmek isteyene. Sermayenin çıkarlarını savunan ve halkın yaşam hakkına boş veren devlet de körleşiyor olup bitene. Kontrol kurduğunu sandığı yerde kontrolünü yitirdiği kör noktalarını büyütüyor. Emekli öğretmen Ali’nin ölümünde görüldüğü gibi.
Yalnızca devlet mi? Yaşamı toplumsallığından arındıran, insanları tek tek kendi hayatına hapsederek, örgütsüzleştirerek, birer müşteri, birer seçmen, eğer sömürülerek ve tüketerek piyasaya katılamıyorsa birer sosyal ölü sayan bu düzene teslim olan herkes, siyasetin odağında yer alan bu savaşa kör.
Bu toplumsal savaşta, halkın yaşam hakkını savunan savaş örgütleri de filizlenebilir, filizlenmeli. Devletin varmış gibi yapıp da aslında çekildiği, gözlerini dikip de körleştiği, halkın yaşamak için örgütlenmek gerektiğini gördüğü yerde... (ALİ ERGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)