Hamas militanları 60 yıllık Filistin direniş tarihinde ilk kez İsrail denetimindeki bölgeleri ele geçirip İsrail asker ve polisiyle vuruştu.
7 Ekim 2023 tarihinden bu yana çatışmalar aralıksız devam ediyor.
Misilleme olarak Gazze'yi karadan ve havadan bombalayan İsrail, Lübnan topraklarındaki Hizbullah mevzilerine de füze ve roket fırlatıyor.
Görüldüğü kadarıyla İsrail; Halep ve Şam Havaalanlarını vurarak bölgesel çapta (İran ve Suriye'ye karşı) kapsamlı bir savaşın zeminini hazırlıyor.
Aynı süreçte düşman taraflarla el altından görüşme ve pazarlıklar da yapılıyor.
Gelişmeleri birlikte izleyelim:
Mısır'ın başkenti Kahire'de Filistin ve İsrail ile ilgili son olayları görüşüp tartışmak üzere bir araya gelen Arap Dışişleri Bakanları toplantısında Filistin delegesi, "En büyük vurucu güç olması hasebiyle Batı Şeria ve Gazze'de yaşanan facianın biricik müsebbibi İsrail'dir" tespitini yapan bir önerge sundu.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fas, Bahreyn, Mısır ve Ürdün buna karşı çıktı.
Üstelik BAE ile Fas, "Asıl sorumlu Hamas'tır ve yaptığı baskın kınanmalıdır!" önerisini sundu.
İkinci önergeyi benimsemeyen Irak, Suriye, Libya ve Cezayir; "İsrail, 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmeli ve yerine bağımsız bir Filistin devleti kurulmalıdır. Her zaman saldırıya maruz kalan Filistin halkının, Siyonist mezalimine karşı kendini koruma hakkı da ayrıca kayda geçilmelidir!" şeklinde üçüncü bir önerge sundu.
Lübnan basınına göre, Hamas'ı kınama formülünün arkasındaki güç ABD idi.
Peki, ABD niçin sürece dâhil oldu?
ABD, son olayların ardından Başbakan Binyamin Netanyahu'nun kabinesinde değişiklik yapmasını ve muhalif kesimden yetenekli olanların hükümete alınmasını istedi.
Bunu kabullenen Netanyahu ve ortakları, öncelikle eski Savunma Bakanı Benny Gantz'a kabinede yer verdi.
Böylece ABD, dolaylı yoldan Hamas-İsrail çatışmasında ikincisinin fiili ortağı haline geliverdi.
Çünkü Amerikan yönetiminin İsrail'deki en yakın adamı 'Gantz'dan başkası değildir.
Zaten bazı Amerikan muvazzaf subayları Gazze'yi bombalamakta olan İsrailli meslektaşlarıyla birlikte, halen savaş planlarının hazırlanmasına ve denetimine yardımcı oluyorlar.
Batılı bir ülkenin başkentinden sızan kulis bilgilerine bakılırsa; ABD'nin bugüne dek görülmemiş çapta askeri ve siyasi destek verdiği İsrail, pratikte karşılaştığı bu büyük tehdidi göğüslemek konusunda yeterince hazırlıklı değilmiş.
Bu değerlendirmeyi yapanlar arasında İsrail ile ortak askeri tatbikatlar düzenleyen devletlerin görevli uzmanları ve subayları da varmış.
Dolayısıyla ABD, İsrail adına iki önemli noktada ciddi kaygı taşıyormuş:
Birinci nokta, İsrail ordusunun sivilleri hedef alan saldırının olumsuz neticelerinin sorumluluğunu üstlenmeyi istememesi;
İkincisi ise, Filistin ve Lübnan'daki direniş hareketi ile İran'a yönelik tek taraflı başlatacağı kapsamlı bir askeri hamlenin hem Amerikan yönetiminin hem de NATO'nun başını belaya sokacağından çekinen İsrail'in, işi Mossad'a ve batılı istihbarat örgütlerine havale etmesidir.
Onlarsa "Aksa Tufanı" harekâtının tüm mesuliyetini İran-Hizbullah ikilisine yüklemeyi tercih ediyorlar.
İlaveten Gazze'den fırlatılan roket ve füzeleri önleyemeyen İsrail savunması, cephede beklenen başarıyı da gösteremedi.
Baskından birkaç saat sonra bile Hamas ve İslami Cihat direnişçileri Gazze ile sınırdaş İsrail topraklarında birden fazla çatışma noktasında bile eylemlerini sürdürüyorlardı.
Bu da sınır boylarında ve iç cephede büyük karmaşaya yol açtı.
Sirenlerin yerli yersiz çalması da Yahudi yerleşim birimlerinde halkı paniğe sevk etti.
ABD'nin gözetiminde hazırlanan yeni planda şunlar hedefleniyor:
Filistin direniş noktalarından bağımsız olarak öncelikle Gazze'ye yoğunlaşıp direnişi tümüyle kırmak ve oradaki Filistin ahalisini direnişçilere karşı kışkırtmak.
Mümkün olduğunca kısa ve uzun menzilli roketlerle mevzileri ve cephanelikleri imha etmek.
Hamas ile diğer savaşçıların yeniden sınır boylarına ve ötesindeki yerleşim birimlerine sevk edilmesinin önüne geçmek.
İsrail'in Gazze'de işlemekte olduğu savaş suçlarının sorumluluğunu Filistinli direnişçilere yüklemek ve bombalara maruz kalan ailelerin mağduriyetine ilişkin dosyayı gündeme getirmek.
ABD yetkilileri bu hususta Mısır ve Katar sorumlularıyla temas kurup fikir alışverişinde bulundular. Şöyle ki:
Mısır ile sınırdaş olan Refah Gümrük Kapısı'nın açılarak yaklaşık 250 bin Gazzelinin geçişinin sağlanmasını istemişler.
Nitekim Mısır kapıyı açtı ama sadece insani yardım yapmakla yetindi.
Mısır resmi kaynaklarına dayanan haberlere göre:
"Gazze'den göçenlerin Mısır egemenliğindeki Sina bölgesine sürekli yerleşmesi teklifi; Filistinlilerin yeniden Mısır'ın himayesine girmesi sonucunda oluşabilecek siyasi ve sosyal sorunlarla baş edemeyeceğini ön gören Kahire yönetimince reddedildi"
ABD bir yandan da Hamas baskını sırasında kendi vatandaşlarının da tutsak edilerek götürülmesinden hareketle, İsrailli veya yabancı esirler meselesinin acilen çözülmesi için onların durumu hakkında bilgi alma yönünde girişimlerde bulundu.
Mısır aracılığıyla Hamas ve diğer Filistin direniş örgütleriyle dolaylı irtibata geçti.
Nitekim Hamas, rehin alınan bir anne ile bebeğini serbest bıraktı.
Ayrıca örgüt, ABD-İsrail tarafına şu mesajı iletti:
"Düşmanın (İsrail) yaptığı gibi sivil tutsakları özgürlükten mahrum etmek için değil, İsrail cezaevlerinde tutsak bulunan 8 bin kadar Filistinlinin salıverilmesi (yani esir takası) maksadıyla şimdilik elimizde tutmaktayız. Dolayısıyla sadece iyi niyet belirtisi olarak bunları boşuna salıvermeyiz. İsrail de Filistinlileri aşamalı olarak serbest bıraktığında elbette karşılığında vatandaşlarını geri alacaktır!"
Bağlı olarak yine aynı arabulucular, Hamas'ın esir değişimi hususunda çıtasının ne olduğuna dair nabız yokladılar.
Lübnan merkezli El Ahbar gazetesinin Filistin'deki yerel kaynaklardan edindiği bilgiye bakılırsa esir takası için minimum şart şu:
"İsrail, Gazze ve Batı Şeria'ya yönelik saldırılardan vazgeçmeli. Bunun için de ABD yönetimi pratikte ve kamuoyu önünde kefil olduğunu açıklamalı. Çatışmasızlık konusunda mutabakat sağlandığı takdirde İsrail sivil Filistinlilere karşı saldırı ve şiddet yoluna başvurmamalı. Buna mukabil direnişçiler de İsrail yerleşim yerlerini hedef almayacaklar. Bu arada kapsamlı bir anlaşma gerçekleşmediği müddetçe, iki tarafın askeri birimleri arasında çatışma devam edebilir."
Aynı gazete, Lübnan (muhtemelen Hizbullah) kaynaklarına dayanarak İsrail-Lübnan cephesi hakkında gizli diplomatik ilişkilerin perde arkasına ışık tutan bilgiler de veriyor.
Buna göre: Amerikan Yönetimi, Avrupa'daki siyasi-diplomatik kanallarını devreye sokmak suretiyle Lübnan Hizbullah örgütünün İsrail'in kuzey bölgesine karşı herhangi bir askeri harekâtta bulunmamasını istemiş. ABD savaş (uçak) gemisinin İsrail karasularında bulunmasının nedeni de budur.
Bir Amerikalı yetkili, "Hizbullah'ı uyarıyoruz. Sakın İsrail'e füze-roket atıp militanları sınırı ihlal etmeye kalkmasın!" dedi ve arkasından ilk ihlal ve girişim yaşandı:
Hizbullah'ın desteğiyle sınırı geçip eylem yapmaya çalışan Lübnan'daki İslami Cihat örgütü militanlarından üçü, İsrail sınır muhafızları tarafından öldürüldü.
Misilleme olarak Hizbullah yardımıyla atılan roketler sonucunda ise İsrail'in kuzeydeki bir askeri biriminin komutan yardımcısı öldü.
Bunun üzerine ABD, Lübnan hükümeti ile ordusu aracılığıyla açık bir mesaj iletti:
"Biz, İsrail'in tarafında olacağız. Ancak savaşa/çatışmalara fiilen katılmayacağız. Hizbullah, kuzeydeki sınır boylarında bulunan Yahudi yerleşim yerlerini fiili olarak ele geçirmeye kalkarsa, İsrail de kendisine yönelen herhangi bir saldırıya misilleme olarak Lübnan'da hatta başkent Beyrut'ta son derece kapsamlı ve şiddetli operasyonlar yaptığında onu engellemeyeceğiz. Dolayısıyla Lübnan hükümeti, hem Hizbullah'ı uyarıp engellemeli hem de İsrail sınırına yönelecek olan Filistinli militanları bölgeden uzaklaştırmalıdır."
Hizbullah, Amerikan mesajını resmen almadı ama aracılar vasıtasıyla muhtevasını öğrenmiş oldu.
İsrail'in saldırılarına ve tacizlerine son vermesi halinde çatışmalara katılmayacağını söyledi.
Bu arada, İsrail ile husumetinde çatışma kurallarının değişmediğini de vurguladı.
Beyrut ve Güney Lübnan mıntıkalarında teyakkuz halinde bekleyen Hizbullah, Gazze olayının ardından durum değerlendirmesi yapmak için bölgedeki İran Devrim Muhafızları, Hamas, İslami Cihat üçlüsüyle görüş alışverişinde bulundu.
Son gelişmelerden çıkarılan dersler eşliğinde ihtimal hesapları yaptı.
Filistin direnişine yardım ve İsrail planını başarısız kılma konusundaki seçenekleri masaya yatırdı.
Bu gelişmeler, çatışma ve savaşın yayılıp yayılmayacağı hakkında bize fikir verebiliyor.
Kuşkusuz savaşın bir yanı da psikolojik. Bunu son baskın olayında da görüp okuduk.
Birkaç örnek vermek gerekirse şuradan başlayabiliriz:
Gazze'den yapılan baskın nedeniyle İsrail halkının devletine, dünyaca ünlü ordusu ile istihbaratına güveni sarsıldı. Büyük bir sürprizle karşılaşan İsrail istihbarat aygıtı panik halinde hatalar yapmaya başladı.
Hizbullah'ın kuzeyden saldıracağı propagandası, her kesimi üst düzeyde teyakkuza geçirdi. Yanlış sirenler devreye girdi.
Bunun üzerine Lübnan'dan sızan silahlı gruplarla İsrail ordusu arasında çatışmaların yaşandığı yolunda haber ve söylentiler yayıldı. Kimisine göre onlarca motorlu paraşüt ve planörle havadan indirme yapan terörist komandolar ortalığı kan gölüne çevirmişti.
Ayrıca SİHA aracılığıyla sivil ve askeri mekânlar bombalanacaktı. İsrail medyası bu tür spekülasyonları duyan kuzeydeki 1 milyon İsraillinin sığınaklara koştuğunu yazdı.
Ardından İsrail askeri birimleri, aydınlatma fişeklerini Lübnan sınırına fırlattılar.
İsrail merkezli Kanal 12, yaklaşık 15 militanın motorlu paraşütlerle Avivim mıntıkasına indiğini haber verirken, diğer medya organları Damon'daki asayiş olaylarından bahsetti.
İki saat sonra da bu haberlerin aslının olmadığı resmen açıklandı.
Keza Hamas baskını sırasında, "militanların esir aldığı İsrailli kadın askerin yarı çıplak fotoğrafının çekildiğine ve şenlikler sırasında tutsak edilen Alman vatandaşı bir kızın da aynı şekilde soyulduğuna" dair İsrail merkezli haberler sosyal medyada verildi.
O kadar ki "kadın, kız, çocuk demeden hepsinin çıplak bırakılarak aşağılandıkları ve kafalarına kurşun sıkıldığı" iddia edildi.
Oysa benim izlediğim alternatif medya organları, İsrailli asker kadının yarı çıplak resimlerinin olay sırasında değil, askerlik yaptığı birimin yatakhanesinde daha önce çekildiğini iki fotoğrafı karşılaştırarak verdiler.
Keza "olay yerinde çıplak bırakıldı" denilen Alman kadının ise hastanede olduğu ortaya çıktı.
Bu türden psikolojik savaş taktiklerinde ilgili İsrail aygıtlarının son derece becerikli olduğu söylenebilir.
Maksat karşı tarafı kötü göstermek ve İsrail'in teröristler tarafından sürekli mağdur edildiği konusunda dünya kamuoyunu kandırmaktır.
Filistinliler de onlardan aşağı kalmadılar. Sosyal medyada, bilhassa TikTok, Instagram ve Facebook ile videolar yoluyla olmamışı olmuş gösterip İsraillilerin moralini bozma konusunda kimi zaman gerçek dışı, bir kısmı da doğru görüntüler yayımlıyorlar.
Sözgelimi, son baskın olayını gereğinden fazla büyüterek izleyicide "tam bir zafer kazanılmış" izlenimi bırakmaya çalışıyorlar. Şöyle ki:
Son çatışma sürecinde Filistin direnişçilerinin iki İsrail helikopterini Gazze hava sahasında düşürdüğüne ilişkin bir görüntü yayımlandı. Lakin bunun bir savaş oyunu sitesinden alındığı ortaya çıktı.
Keza bir Filistinli, Hamas militanlarınca esir alınmış bir İsrailli kadını gülerek selfi çekmiş gibi gösterdi. Sonradan bu görüntünün İsrailliye değil, aslında Gazzeli bir kıza ait olduğu anlaşıldı.
Gazze'nin bombalanmasına ilişkin verilen görüntülerin de 2012 yılından kalma oldukları fark edildi.
Bu tür spekülasyonlar ve yanıltmaların doğru olup olmadığını anlayabilmek için birkaç site adı vereyim: Logically, NewsGuard, Snopes, Factcheck.org, Politifact, URLVoid, VirusTotal, Media Bias/fact check, InVid, Fotoforensics.
Süreci izleyen İsrailli uzmanlara göre; gayet kültürlü ve çok dil bilen yeni Filistin kuşağı, sosyal medya üzerindeki çabalarının sonucunda gelecekte Filistin toplumu ve davasının gerçek savunucuları haline gelebilirler.
Farklı bir şey daha: Bombardıman altındaki Gazzeli edebiyatçı ve sanatçılar, kızıl kıyamet içinde günlük tutup şiirsel bir yaratıcılıkla büyük facia ortasında hayallerini, umutsuzluklarını ve dirençlerini dile getiriyorlar.
Bir örnek verelim:
"Kışla hayatımın yüksek çitine yaslanmış vaziyette. Gıyabi roketler tarafından dört bir yana dağıtılmadan önceki kadim komşularımın sohbetleri nerede?!. Yaşlı düşlerim, delikanlı koltuk değneklerime dayanarak kendilerini önemsemeyen denize doğru yürümekteler. Umut deposundaki son derman hapı yerinde, tespihimin taneleri bir türlü bitmiyor. Ve ben 'Gazze, Gazze, Gazze!' diye sayıklamaktayım."
Bir başkası ise "Savaşın doğum yıldönümünde sana armağan gönderemedim. Kitabı kapatırken ağzımla sözüm arasındaki köprüler de kapalıydı…" ibaresini yazmış.
Kadın şair Revan Hüseyin de "Zamanı örüp giyiyoruz / Küçüklerimizin ağzından sel olup akan korkuyu bizler yutuyoruz / Peki, bizim pas tutmuş ağzımızdan çıkan korku dolu çığlıkları kimler yutuyor?" mısralarıyla melankolik/karamsar tasvirini tamamlamış.
Şair Yahya Aşur, "Her dem füzeyle başlayan festival/şenlik…" diyerek kara mizaha ağırlık vermiş.
Filistin-İsrail meselesiyle ilintili Türkiye'deki polemik, tartışma ve karalamalar da neredeyse sosyo-politik ve ideolojik bir sorun haline geldi. Değinmeden geçmek olmaz.
İsrail, Batılı ülkeler ve Türkiye'deki İsrail sempatizanları -ki bu yelpaze kendini Atatürkçü diye tanımlayandan başlayıp Türkçü kesimleri de kapsıyor. Bazı Kürtler de Araplara nefretleri nedeniyle İsrail tarafını tutuyor.
Bu kesimdekiler sürekli şunu yapıyorlar:
Vahşi eylemleriyle (el Kaide, IŞİD, El Nusra Cephesi gibi) dünyada haklı bir öfke ve nefretin öznesi olan cihatçılar ile diğer politik İslamcıların varlığını öne sürerek Hamas'ın milliyetçi/politik İslamcı tavrına karşı İsrail'i haklı gösterme gayreti içinde bulunuyorlar.
Peki, İsrail yönetimi laik mi?
Tersine, gelmiş geçmiş en Siyonist, ırkçı ve şeriatçı hükümetten bahsediyoruz.
Evet, Hamas direnişin öncülüğünü ve omurgasını oluşturuyor. Ancak direniş cephesinde irili ufaklı 11 Filistin örgütü mevcut.
Mesela İran'a daha yakın duran İslami Cihat, ikincil konumda.
Marksist Halk Cephesi ile Demokratik Cephe de üçüncü ve dördüncü sıradalar.
İsrail tarafgirliğindeki gayretkeşlik, bahsedilen kesimleri o noktaya getirmiştir ki; Filistin'in tarihi lideri Yaser Arafat'ın kızının çaldığı paralarla (10 milyar kadar) Paris'te koskoca bir sokağın hepsini satın aldığından dem vuruyorlar.
Hâlbuki kelin merhemi olsa başına sürermiş hesabı, Filistin örgütünün 10 milyar doları olsaydı önce kendine harcardı.
Paraya öylesine muhtaç olan Filistin örgütleri bazen Arap ülkelerinden belli miktarlarda para alıyorlar, ancak halk açlık ve sefalet içinde yaşıyor.
Filistinli yetkililer yolsuzluk yapmıyorlar mı?
Pekâlâ yapıyorlar.
Arafat'ın kızı veya eşi, belli oranda para yardımından yararlanmadılar mı?
Yararlandılar.
Paris'te lüks bir hayat yaşıyorlar mı?
Yaşıyorlar. Çünkü Arafat'ın kayınpederi Filistinli bir işadamı ve dünyanın tanınmış zenginlerindendir.
Birkaç yıl önce kızın annesi olan Arafat'ın dul eşi Süha Hanım, kocasının zehirlenerek öldürülmesinin nedenlerine ve buna kimlerin alet olduğuna dair kuşkularını belirtince, olayda parmağı olduğu iddiasıyla eleştirilen Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Filistin Yardım Sandığı'ndan onlara verilen ödeneği (ayda 10 bin avro) kesti.
Süha Hanım yardım kesintisinin maddi durumunu sıkıntıya soktuğunu açıklamıştı.
Kürtlerin bir kesimi de devrik Irak Başkanı Saddam Hüseyin'in, Kerkük'ü Kürtlerle Türkmenlerden boşaltıp yerine Faslı, Sudanlıları ve ülkesindeki Filistinli mültecileri yerleştirmesini gerekçe göstererek Türkiyeli Kürtlerin Filistinlilere sahip çıkmalarını eleştirip sorguluyorlar.
Evet, doğrudur: Irak'taki mülteci Filistinlilerin bir kısmı, boşaltılan Kerkük'teki Kürt ve Türkmen mülklerine yerleşmeyi kabul ettiler. Gönüllü veya gönülsüz, durum budur.
Bir de şunu düşünelim: Gerek Irak gerekse Türkiye'deki Kürt bölgelerinde boşaltılan köylere Kürt kökenli korucular yerleştirilmedi mi?
Veya onların bir kısmı, sırtlarını devlete dayayarak Kürt, Ezdî ve Süryani topraklarını gasp edip bazı zamanlarda mensuplarını kadın kız demeden kaçırıp ırzlarına geçmediler mi?
Evet, Saddam avucunun içine aldığı Filistin direniş örgütlerinden Cephet'ül Nidal (Irak Baas Partisi'nin bir kolu olan koyu Arap milliyetçisi Mücadele Cephesi) silahlı birimlerini 1980'lerde Irak Kürdistan bölgesinde yürütülen Enfal Operasyonlarına katmakla kalmadı.
Kiralık tetikçi Ebu Nidal isimli birini de bu birimlerin komutasına atadı.
Ebu Nidal eskiden Arafat'ın örgütü El Fetih içindeyken, çeşitli nedenlerden ayrılıp Devrimci El Fetih adında bir örgüt kurdu.
Dönemin Suriye yönetimi, onu, Arafat'ı öldürmek için kiraladı. Ardından Libya lideri Muammer Kaddafi de, muhaliflerini temizlemek için kendisini tuttu.
Ardından Saddam devreye girip onu benzer amaçlarla kullandı.
ABD'nin Irak işgalinden kısa bir süre önce, olur ya yakalanır ve rejimin kirli çamaşırlarını açıklar diye faili meçhul cinayete kurban edildi.
1991 ve 2003 yılında ABD ile müttefiklerine karşı savaşında, Arap kamuoyunun desteğini almak için samimiyetsiz biçimde "İsrail'i mahvedeceğim, Filistinlileri kurtaracağım" diyen Saddam'ın sözüne kanan Yaser Arafat, çaresizlik içinde kendisine desteğini açıkladı.
Büyük bir hata ve yanılmasaydı. Bu yüzden Arafat başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyasından tecrit oldu. Kürtler de bu nedenle kendisini bağışlamadılar.
Yukarıda örneklediğimiz olumsuzluklara bakarak; toprağı elinden alınan, halkının yarısı çeşitli ülkelerde sersefil mülteciliğe mahkûm edilen, işgal altındaki topraklarda İsrail'in zulmü ve zorbalığı altında yaşayan Filistin halkına sırt çevirip İsrail'in safında yer almanın vicdan, ahlak ve prensiple uyuşur yanı yoktur.
Filistinlilerin bizzat kendi topraklarını İsrail'e sattığını iddia edenler ayrıntıları ya bilmiyorlar yahut çarpıtıyorlar.
Toplam 27 bin kilometrekarelik Filistin'de topraklarını satanlar Filistinli değil, Osmanlı'nın kendilerine verdiği araziyi işleten feodal Lübnanlı ve Suriyeli Hıristiyan feodal ağaları ile o dönemin Osmanlı valileriydiler.
Satılan toprak oranı ise yüzde 5'i geçmiyordu.
Bu hakikat bir yana, Kürtlere (mesela Celal Talabani ve ekibine) yardım eden Filistinli iki Marksist örgüt vardı: Halk Cephesi ve Demokratik Cephe.
Keza Halk Cephesi üyeleri, 2005 yılında Rakka ile Grê Spî bölgesinde Kürtlerle dayanışma etkinliklerine katıldıklarında Suriye istihbarat elemanlarınca alıp sorguya çekilmişlerdi. Bunu sonradan bizzat bana söylediler.
Rakka'daki Kürtler de o şehirde beni ziyaret edip durumu anlatmışlardı.
İsrail yetkilileri, 2017 Kürdistan Referandumu sırasından Kürt devletinin yanında olduklarını bir şekilde açıkladılar.
Ancak bunun için fiilen hiçbir şey yapmadılar. ABD'yi bile ikna etmeye çalışmadılar.
Diğer yanıyla bakalım: İsrail, yıllar boyu Kürtlere karşı mücadele geleneğini devralıp sürdüren her dönemin hükümetine askeri, siyasi ve diplomatik yardımlarda bulundu.
Uydu yoluyla elde edilen istihbaratı, ilgili Türk makamlarına sundu.
Keza Abdullah Öcalan'ın Kenya'da tutuklanmasında parmağı olduğu iddiasıyla Avrupa'daki İsrail temsilcilikleri önünde protesto eden Kürtlere içeriden ateş açıldı.
Demem o ki, meseleye tek taraflı bakılamaz.
Mazlum bir halk, bazı Arap milliyetçilerinin kötü davranışlarından ötürü toptan mahkûm edilemez.
Kişi olarak İslamcı Hamas, İslami Cihat veya milliyetçi (pan-arabist) Filistin örgütlerini sevmem. Dünya görüşüm onlarınkinden tümüyle ayrıdır.
Hamas'ın iktidar uğruna El Fetih örgütü mensubu ulusalcıları nasıl yakalayıp yüksek binalardan attığını, kadınları örtünmeye zorlamak için kimine rüşvet verip reddedenlere kezzap döktüklerini de biliyorum.
Türkiye'deki İslami kesim ile HÜDAPAR'ın Erdoğan'ın çizdiği sınırı aşmamak kaydıyla İstanbul ve Diyarbakır'da İsrail vahşetini protesto edip attıkları "Mehmetçik Gazze'ye!" sloganları ise tipik fırsatçı tutumudur.
Üstelik geçmişte Filistin'e giden solcu-devrimci gençleri "terörist", "vatan haini", "Moskova'nın lağım fareleri" sözleriyle damgalayıp kolluk kuvvetlerine ihbar eden eski Türk-İslamcı geleneğin mirasçıları sayılan bu İslamcı kesim, televizyon kanallarında "tutum değiştirip İsrail yanlısı olan solculara eleştiriler yönelterek" siyasi rant elde etme peşindeler.
Madem öyle, o halde siz gidin Gazze'ye!
Uluslararası Dayanışma Hareketi barış gönüllüsü olan Yahudi asıllı Rachel Corrie, 8 arkadaşıyla beraber, Gazze'deki Filistinlilerin evlerini yıkmaya giden İsrail buldozerlerini engellemek üzere 3 saat boyunca direndi.
16 Mart 2003 tarihinde öldürüldü.
Corrie, "Ben zalim İsrail'den yana değilim!" diyerek direnirken aynı buldozer kendisini ezip geçti.
Asıl mesele işte budur:
İnsanlık ve adalet adına buldozer altında ezilen barış eylemcisi Yahudi kadın Rachel Corrie kadar cesur, ilkeli, insani ve vicdani olmak durumundayız.
(FAİK BULUT - INDEPENDENT TÜRKÇE - https://www.indyturk.com/node/667056/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/abd-gazze-sava%C5%9F%C4%B1n%C4%B1n-neresinde-amerikan-y%C3%B6netiminin-hamas-ve)