1 MAYIS'IN TARİHİ / ERIC HOBSBAWM
1990’da Observer’da Paskalya üzerine yazan Michael İgnatieff, “seküler toplumların dinsel ritüellerin yerine alternatiflerini sunamadıkları”ndan bahsetti. Fransız Devrimi’nin, tebaayı yurttaş yapmış olabileceğini, her okulun girişinin üstüne özgürlük, eşitlik ve kardeşliği yazmış, manastırları çuvala doldurmuş olabileceğini, ama 14 Temmuz [Büyük Fransız Devrimi anısına ulusal bayram günü; -ç.n.] hariç Hıristiyan takviminde bir çentik bile atamadığını işaret etti.
Burada ele aldığım konu, bir seküler hareketin Hıristiyan ya da herhangi bir takvimde belki de sorgulanması bile mümkün olmayan tek çentiğidir, sadece bir iki ülkede değil 1990’da resmen 107 ülkede tatil olarak kabul edilmiş bir gün. Dahası, bu gün hükümetlerin ve fetihçilerin ilan ettiği bir gün değil, yoksul erkek ve kadınların resmiyetle hiçbir alakası olmayan hareketi tarafından ilan edilmiştir. 1 Mayıs’tan bahsediyorum, 1890’da ilan edildiği için 1990’da yüzüncü yılının kutlanması gereken işçi sınıfı hareketinin uluslararası festivali.
“Kutlanması gereken” doğru bir ifadedir, çünkü, tarihçilerin dışında çok az kişi bu güne ilgi göstermiştir. Hatta, İkinci Enternasyonal’i kuran ve 1889’daki kurucu kongrelerinde [Hobsbawm burada 2. Enternasyonal’i kuran sosyalist partilerin her birinin kendi kongrelerinde aldıkları Enternasyonal kurma kararından bahsetmekedir; -ç.n.] 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs 1890’da eşzamanlı bir uluslararası işçi mitingi düzenleme kararı alan partilerin devamı olan sosyalist partiler bile. 1889’daki kongrelerde temsilcileri olan ve bugün hala var olan partiler için bile böyledir. İkinci Enternasyonal’in partileri veya onların devamı olanlar bugün, bir zamanlar kendi deyişleriyle “gerçekte-varolan sosyalizmin” batısındaki Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde ya hükümettedirler ya da ana muhalefeti oluşturuyorlar. İnsan onlardan geçmişleriyle daha çok gurur duymalarını ya da geçmişlerine daha çok ilgi göstermelerini bekliyor.
Britanya’da 1 Mayıs’ın yüzüncü yıldönümüne ilişkin en kuvvetli tepki eski bir general ve Londra Üniversitesi’nde bir fakültenin başı olan Sir John Hackett’ten geldi. Bir çeşit Sovyet icadı olduğunu zannettiği 1 Mayıs’ın ortadan kaldırılmasını istedi. Ona göre uluslararası komünizmin çökmesinden sonra 1 Mayıs var olmaya devam etmemeliydi. Ancak, Avrupa Birliği’nin bahar 1 Mayıs tatilinin kökeni Bolşevik ya da hatta sosyal demokratik olmanın karşıtı olan bir şeydir. Bu karşı saldırı 1 Mayıs’ın Batılı işçi sınıflarının toprağına işlediğini gören ve işçi ve sosyalist hareketlerin cazibesine karşı durmak için onların festivalini asimile edip başka bir şeye dönüştüren anti-sosyalist politikacılara kadar geriye gider. Fransız parlamentosunun Nisan 1920’deki, sosyalist olmamaktan başka hiçbir ortak yanları olmayan 41 milletvekilinin desteklediği bir önergeye göre:
Bu tatil kıskançlık ve nefret [sınıf mücadelesi için kullanılan kodlar] içermemeli. Bütün sınıflar, eğer sınıfların hala var olduğu söylenebilirse, ve ulusun üretici enerjisi aynı fikir ve idealden esinlenerek kardeşleşmelidir.
Avrupa Birliği’nden önce 1 Mayıs’ı asimile edenler aşırı sağcılardı, sol değil. Sovyetler Birliği’nden sonra, 1 Mayıs’ı Ulusal Emek Günü ilan eden ilk hükümet Hitler hükümetiydi. Mareşal Petain’in Vichy hükümeti [Nazi işgali sırasında Hitler’le işbirliği yapan ve Vichy şehrinde kukla bir hükümet kuran faşist Mareşal Petain’in kurduğu hükümet; -ç.n.] 1 Mayıs’ı “Emek ve Birlik Festivali” ilan etti, İspanya’da elçi olarak görev yaparken gördüklerine hayran olan Petain’in Franco İspanya’sındaki Falanjist 1 Mayıs’tan esinlendiği söylenir.
Aslında, 1 Mayıs’ı ulusal bir tatil günü ilan eden Avrupa Birliği, Bayan Thatcher’in bu konudaki görüşlerine rağmen, sosyalistlerden meydana gelen bir gövde değildi, tersine ağırlıklı olarak anti-sosyalistti. Batılı 1 Mayıs’lar resmi olmayan 1 Mayıs’lar geleneğini kabullenme gereksinimi ve onu işçi hareketinden, sınıf bilincinden ve sınıf mücadelesinden koparmayı halletmenin bir yoluydu. Ama, bu gelenek nasıl o kadar kuvvetliydi ki onun düşmanları bile onu kendilerine mal etmeleri gerektiğini düşündüler, hatta nasıl oldu da Hitler, Franko ve Petain gibileri sosyalist emek hareketini yok ederken bile bu gereksinimi duydular?
Hızlı yükseliş
Bu kurumun evrimi hakkındaki en olağanüstü şey daha önceden niyetlenilmemiş ve planlanmamış olmasıydı. “İcat edilmiş” bir gelenekten çok birdenbire patlayan bir gelenekti. 1 Mayıs’ın bu ani kökeni tartışmasızdır. Enternasyonal’in iki rakip kurucu kongresinden birinde -Marksist olanında- Temmuz 1889’da, Fransız Devrimi’nin yüzüncü yılında, bir önerge kabul edildi. Bu önerge, kendi kamu ve diğer otoritelerinden 8 saatlik iş gününün yasal olarak kabulünü talep etmek için, işçilerin eşzamanlı olarak uluslararası bir gösteri yapması çağrısını içeriyordu. Ve Amerikan İşçi Federasyonu 1 Mayıs 1890’da böyle bir gösteri yapma kararını zaten almış olduğu için, aynı gün uluslararası gösteri için de seçilmiş oldu. İroniktir ki, ABD’de 1 Mayıs başka yerlerde olduğu gibi yerleşik olamadı, çünkü Eylül ayının ilk pazartesisinde Emek Günü diye bir tatil günü vardı.
Akademisyenler, doğal olarak, kabul edilen bu önergenin kökenini ve ABD’de ve diğer yerlerde 8 saatlik işgününün yasallaşması mücadelesiyle ilişkisini araştırdılar, fakat bu makalede buralara girmiyoruz. Şimdiki argümanla ilişkili olan şey, kabul edilen önergenin tasavvur ettiği şeyle sonradan ne olduğu arasındaki farkın nasıl meydana geldiğidir. Birincisi, çağrı bir tek ve bir defalık uluslararası gösteri içindi. Tekrarlanması için hiçbir öneri yoktu, nerede kaldı ki düzenli bir etkinlik olması. İkincisi, özellikle festival gibi veya ritüel gibi olması için de öneri yoktu, ama bütün ülkelerin işçi hareketleri, “bu gösteriyi ülkelerindeki durumun gerekli kıldığı gibi gerçekleştirmekle yetkilendirilmişlerdi.”
Bu, şüphesiz Alman Sosyal Demokratik Partisi için bırakılmış bir acil çıkış kapısıydı, parti Bismarck’ın anti-sosyalist yasaları yüzünden hala illegaldi. En son olarak da, bu önergenin o zaman özellikle önemli görüldüğüne dair de bir iz yok. Tersine, o zamanki basında bahsi çok az geçiyor ve bir gazete hariç (ilginçtir ki, bu bir burjuva gazetesidir) önerilen tarihten de bahsedilmiyor. Hatta, Alman Sosyal Demokratik Partisi tarafından yayımlanan Kongre’nin resmi raporu bile, sadece önerge sahiplerinden bahsediyor ve metnini yorum yapmadan veya bunun önemli bir mesele olduğuna dair açık bir anlamı olmadan basıyor. Kısaca, Kongre’nin daha iyi tanınan ve siyasal hassasiyeti daha yüksek delegelerinden biri olan Edouard Vaillant’ın birkaç yıl sonra hatırladığı gibi, “1 Mayıs’ın hızlı yükselişini… kim tahmin edebilirdi ki?”
Hızlı yükselişi ve kurumlaşması kesinlikle 1890’daki ilk 1 Mayıs gösterilerinin olağanüstü başarısı yüzündendir, en azından Avrupa, Rus İmparatorluğu’nun batısı ve Balkanlar’da böyleydi. Sosyalistler bir Enternasyonal’i kurmak için, ya da eğer tercih edersek yeniden kurmak diyebiliriz, doğru zamanı seçmişlerdi. İlk 1 Mayıs bir dizi ülkede emeğin kuvvet ve özgüvenindeki muzaffer ilerlemeyle aynı zamana denk geldi. Sadece iki örnekten bahsedersek: 1889’daki Liman İşçileri Grevi’ni takiben Britanya’da patlayan Yeni Sendikacılık ve 1890’da Almanya’da İmparatorluk Meclisi’nin Bismarck’ın anti-sosyalist yasalarını reddetmesiyle gelen sosyalist zafer; bunun sonucu bir ay sonraki genel seçimlerde Alman Sosyal Demokratik Partisi’nin oylarını ikiye katlaması ve seçimlerden toplam oyun %20’sine çok yakın bir oy alarak çıkması oldu. Böyle bir anda kitlevi gösteriler yapmak zor değildir, çünkü hem aktivistler hem militanlar akıllarını ve kalplerini bu gösterilere verdiler, işçi kitleleri ise bu gösterilere zafer, güç, kabul edilme ve umuda dair hissiyatlarını kutlamak için katıldılar.
İşçilerin bu gösterilere katılma derecesi çağrıda bulunanları şaşırttı, en fark edileni Hyde Park’ı dolduran 300 bin işçiydi, böylece ilk ve son defa en büyük 1 Mayıs gösterisi yapılmış oldu. Çünkü bütün sosyalist partiler doğal olarak toplantılar örgütlerken, sadece bazıları olayın tam potansiyelinin farkına varmış ve başından her şeylerini ortaya koymuşlardı. Avusturya Sosyal Demokratik Partisi kitlenin ruh halini hemen kavraması bakımından bir istisnaydı ve sonucunda da, Frederick Engels’in dediği gibi, “Avrupa kıtasında Avusturya ve Avusturya’da da Viyana, bu festivali en muhteşem bir şekilde ve layıkıyla kutlamışlardır.”
Gerçekten de, birkaç ülkede, o zamana kadar kendilerini canla başla 1 Mayıs hazırlıklarına vermekten uzak kalmış yerel partiler ve hareketler sol politikada alışılmış olduğu üzere, ideolojik tartışmalar ve böylesi gösterilerin meşru formu ya da formları üzerine bölünmelerle -bunlara daha sonra değineceğiz- veya düpedüz dikkatli olma saiki yüzünden engellenmişlerdi. Hükümetler, orta sınıf kamuoyu ve polis baskısı ve işten çıkarmalarla tehdit eden işverenlerin oldukça gergin, hatta histerik tepkisi karşısında, sorumlu sosyalist liderler sıklıkla aşırı provokatif karşı karşıya gelme biçimlerinden kaçınmayı tercih ettiler. Bu, parti üzerindeki yasağın onbir yıllık illegaliteden sonra sadece kısa bir süre önce kalktığı Almanya’da bilhassa görülen bir durumdu. “1 Mayıs gösterisinde kitleleri kontrol altında tutmak için her sebebe sahibiz,” diye yazdı parti lideri Bebel, Engels’e. “Çatışmadan kaçınmalıyız.” Ve Engels de bu görüşü kabul etti.
Söz konusu can alıcı mesele, işçileri çalışma saatleri içinde gösteriye katılmaya, yani greve çağırıp çağırmama meselesiydi, çünkü 1890’ın 1 Mayıs’ı perşembe gününe rastlıyordu. Yani, temkinli partiler ve kuvvetli yerleşik sendikalar -Amerikan İşçi Federasyonu’nun yaptığı gibi niyet etmiş olarak ya da bir şekilde bir endüstriyel eylem içinde değillerse- kendilerini ya da üyelerini sembolik bir jest için riske atmayı anlamlı bulmadılar. Dolayısıyla gösteriyi Mayıs ayının birinci gününde değil, birinci pazar günü yapmak eğilimlisi oldular. Britanyalıların eğilimi buydu ve öyle de kaldı, bu nedenledir ki ilk büyük 1 Mayıs, 4 Mayıs’ta yapıldı.
Bu aynı zamanda Alman partisinin de tercihiydi, ama Britanya’dan farklı olarak, pratikte 1 Mayıs’ta yapılması varolageldi. Aslında, sorun Sosyalist Enternasyonal’in 1891 Brüksel Kongresi’nde tartışılacak, Fransız ve Avusturyalılar Britanyalılar ve Almanlara muhalefet edecekler ve oylamada onları yeneceklerdi. Bir kere daha bu konu, 1 Mayıs’ın pek çok başka yönü gibi, tarihinin uluslararası seçiminin tesadüfi bir yan ürünüydü. İlk önerge kararında iş durdurmaktan hiç bahsedilmiyordu. Problemin ortaya çıkma nedeni basitti, gösteriyi planlayan herkesin hemen ve kaçınılmaz olarak fark ettiği gibi, Mayıs ayının birinci günü hafta içinde bir güne rastlıyordu.
Temkin başka bir şey dikte ediyordu. Ama, 1 Mayıs’ı gerçekte yapan şey, tam olarak, pratik akıldan ziyade sembolün seçiminin üstün gelmesidir. Sembolik olarak işi durdurmak 1 Mayıs’ı herhangi bir başka gösteriden veya hatta bir başka anma gününden daha farklı bir şeye dönüştürdü. Partilerin, çekingen duran sendikalara bile karşı çıkarak 1 Mayıs’ta sembolik bir grevde ısrarlı olmaları iledir ki, 1 Mayıs işçi sınıfı hayatının ve kimliğinin merkezi bir yanı haline geldi, parlak başlangıcına rağmen Britanya’da hiç olmadığı gibi. Bir iş gününde çalışmaktan vazgeçmek hem işçi sınıfının gücünün -aslında bu gücün en özsel beyanı- hem de özgürlüğün özünün beyanıydı, yani alın teri dökerek çalışmaya zorlanmamak ve günü aile ve dostlarla birlikte geçirmeyi tercih etmek. Yani hem sınıf olma beyanının hem sınıf mücadelesinin bir yanı ve bir de tatil: emeğin kurtuluşundan sonra gelecek iyi hayatın bir ön gösterimi gibi. Ve tabii, 1890 koşullarında bir zaferin kutlaması, kazanan atletin stadyumun etrafında zafer koşusu yapması gibi bir şeydi. Bu pencereden bakıldığında, 1 Mayıs büyük bir duygu ve umut yükü taşıyordu.
Resmileştirme
Victor Adler bunu, Alman Sosyal Demokratik Partisi’nin tavsiyesine karşı, Avusturya partisinin tam da Bebel’in kaçındığı karşı karşıya gelmeyi savunduğu zaman fark etti. Bebel gibi o da o sırada pek çok işçi sınıflarını içine almış olan coşkuyu, kitlevi yön değiştirmeyi ve neredeyse ilahi beklentiyi fark etti. “Seçimler siyasal olarak daha az eğitimli kitlelere kafalarını çevirtirdi. Bir şeyi elde etmek için sadece istemelerinin yeterli olduğuna inanıyorlardı,” Bebel’in dediği gibi.
Bebel’in aksine, Adler, hala bu hissiyatı mobilize ederek aktivistler ve yükselen kitle sempatisinin birleşimiyle bir kitle partisi inşa etmek gereksinimi duyuyordu. Üstelik, Almanların aksine Avustaryalı işçilerin oy hakkı yoktu. Dolayısıyla, hareketin kuvveti seçimsel olarak gösterilemiyordu. İskandinavyalılar da yine 1 Mayıs’tan sonra doğrudan eylemin mobilize edici potansiyelinin önemini anladılar ve 1891’de gösterinin yenilenmesi için oy verdiler, “özellikle sadece basitçe fikir ifade etmek için değil, iş durdurmayla bir arada yaparak.” Enternasyonal da 1891’deki oylamada aynı tavrı aldı (yukarıda gördüğümüz gibi, Alman ve Britanyalı delegelere karşı), gösteriyi 1 Mayıs’ta yapmak ve “bu mümkün olmazsa işi durdurma.”
Bu, uluslararası hareketin genel grev çağrısı yaptığı anlamına gelmiyordu, anın bütün sınırsız beklentilerine rağmen, pratiğin içindeki örgütlü işçiler kuvvetlerinin ve zayıflıklarının farkındaydılar. Senato tarafından işçilerin sohbetlerini dinlemek üzere gönderilen sivil polislere göre 1 Mayıs’ta greve çıkmalı mı ya da gösteriye katılmak için bir günlük ücretten vaz mı geçilmeli, kitlesel olarak ‘kızıl’ olan proleter Hamburg’un pub ve barlarında yaygın bir şekilde tartışılan sorulardı. Anlaşıldı ki, pek çok işçi isteseler bile katılamayacaklardı. Kopenhag’daki ilk 1 Mayıs’a katılamayan demiryolu işçilerinin gönderdiği ve kitleye okunan mesajda görüldüğü gibi: “İktidardakilerin baskısı yüzünden mitinge katılamıyoruz, ama 8 saatlik iş günü talebini bütün gücümüzle desteklemeyi ihmal etmeyeceğiz.”
Ancak, işçilerin kuvveti ve taahhütlerine tamamen sahip çıkacaklarını bildikleri yerlerde, izinli sayılabilecekleri işverenler tarafından zımnen kabul ediliyordu. Avusturya’da sıkça rastlanan durum buydu. Böylece, İçişleri Bakanlığı’nın, yürüyüşlerin yasaklandığı ve izinli olmaya müsade edilmeyeceğine dair açık talimatına rağmen ve işverenlerin 1 Mayıs’ın bir tatil günü olarak düşünülmediğine dair resmi kararlarına -ve hatta bazen 1 Mayıs’tan önceki günü bir günlük tatili yerine koymalarına rağmen- Yukarı Avusturya’daki, Steyr Devlet Silah Fabrikası 1 Mayıs 1890’da ve sonrasında fabrikayı kapattı. Her halükârda, iş durdurma hareketini mümkün kılmak için yeteri kadar ülkede yeteri kadar işçi sokağa çıktı. Nihayetinde, Kopenhag’da 1890’daki gösteride şehirdeki işçilerin %40’ı gösteriye katılmıştı.
Birinci 1 Mayıs kutlamasının bu dikkate değer ve çok defa beklenmeyen başarısından sonra, bu gösterinin tekrarlanması talebi doğal oldu. Gördüğümüz gibi, birleşen İskandinavya hareketleri 1890’ın yazında bu talepte bulundular, İspanyollar da öyle. Senenin sonuna gelindiğinde Avrupa partilerinin büyük kısmı bu kervana katılmıştı. 1 Mayıs’ın sürekli olması 1890’da Toulouse’daki önergeyi geçiren militanlar tarafından ileri sürülmüş ya da sürülmemiş olabilir, ama Enternasyonal’in 1891 Brüksel kongresinde alınan hareketin 1 Mayıs’ı düzenli kutlaması kararı hiç kimse için sürpriz olmadı.
Ancak, iki şey daha yaptı, 1 Mayıs’ın, hangi güne denk gelirse gelsin Mayıs ayının birinci günü, “onun gerçek karakterinin 8 saatlik iş günü ekonomik talebi ve sınıf mücadelesinin bir beyanı” olduğunu vurgulamak için bir tek gösteri ile kutlanması gerektiğinde ısrar etti.
8 saatlik iş günü talebine en az iki talep daha ekledi: çalışma yayası ve savaşa karşı mücadele. Her ne kadar o zamandan beri 1 Mayıs’ın resmi bir parçası olsa da, barış sloganı, kendi başına, onun enternasyonal karakterini vurgulamasının dışında, popüler 1 Mayıs geleneğiyle bütünleştirilmedi. Ancak, gösterinin programatik içeriğini genişletmeye ek olarak, karar bir başka buluşu daha ekledi. 1 Mayıs’tan ‘kutlama’ olarak konuşmaya başladı. Hareket, resmi olarak, onu sadece bir siyasal eylem olarak değil fakat bir festival olarak kabule varmıştı.
Tekrarlarsak, bu orijinal planın parçası değildi. Tersine, hareketin militan kanadı ve eklemeye gerek yok ki anarşistler ideolojik olarak festival fikrine şiddetle karşı çıktılar. 1 Mayıs mücadele günüydü. Anarşistler onu kapitalistlerden koparılmış bir günlük dinlenmeden bütün bir sistemi yıkmak için genel greve genişletmeyi tercih ediyorlardı. Sıkça olduğu gibi, siyah ve gri kitlesinin içinde onu renklendiren az sayıda kızıl bayrak ikonografisinin teyit ettiği, en militan devrimciler sınıf mücadelesine dair karamsar ve melankolik bir görüşü benimsediler.
Anarşistler 1 Mayıs’ı şehitlerin -1886 Şikago şehitleri- anıldığı bir gün olarak görmeyi tercih ettiler, “bir kutlama günü olmaktan ziyade bir acı günü”, ve etkili oldukları yerlerde, İspanya, Güney Amerika ve İtalya’da, 1 Mayıs’ın şehitoloji yönü etkinliğin bir parçası haline geldi. Pasta ve bira devrimci oyun planının parçası değildiler. Gerçekten de Barselona’daki anarşist 1 Mayıs üzerine yapılan çalışmanın gösterdiği gibi, Cumhuriyet’ten önce 1 Mayıs’a bir “Festa del Traball”, bir emek festivali demeyi reddetmek onun ana karakteristiklerinden biriydi. Sembolik eylemin canı cehenneme: ya dünya devrimi ya hiçbir şey. Bazı anarşistler, devrimi başlatmayan herhangi bir şeyin bir reformist sapmadan başka bir şey olmayacağı gerekçesiyle, 1 Mayıs grevini teşvik etmeyi bile reddettiler. Devrimci sendikalist Fransız Confederation Generale du Travail (CGT) (Genel İşçi Konfederasyonu) Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar 1 Mayıs şenliğine katılmadı.
İkinci Enternasyonal’in liderleri, anarşist çatışmacı taktiklerden kesinlikle kaçınmak istedikleri ve tabii gösteri için mümkün olan en geniş katılımı tercih ettikleri için, 1 Mayıs’ın bir festivale dönüşümünü teşvik etmiş olabilirler. Ama bir sınıf tatili fikri, hem mücadele hem iyi vakit geçirme, başlangıçta hiç akıllarında olmayan bir şeydi. Nereden geldi bu fikir?
Tatil
Başlangıçta tarih seçimi kesinlikle kritik bir rol oynadı. Bahar tatilleri ılıman kuzey yarım küresinin yıllık ritüel döngüsünde derinlemesine kök salmışlardır ve mayıs ayının kendisi doğanın uyanışının sembolüdür. Örneğin İsveç’te 1 Mayıs zaten uzun bir zamandan beri bir gelenekti, neredeyse bir ulusal tatildi. Bu, diğer yandan, normalde militan olan Avustralya’da kış aylarına rastlayan 1 Mayıs’ı kutlamanın problemlerinden biriydi. Son yıllarda daha da artan, elimizin altındaki, bol miktarda bulabileceğimiz ikonografik ve edebi materyal açıkça gösteriyor ki, doğa, bitkiler ve hepsinden önce çiçekler otomatik ve evrensel olarak 1 Mayıs’ın sembolleri olarak anlaşılıyorlardı. En basit kırsal bir araya gelmeler, 1890’da Styria’daki bir toplantıda olduğu gibi, pankartları değil, slogan yazmak için kullanılan etrafı çiçeklerle çevrilmiş bordları ve müzisyenleri gösteriyor. Avusturya’daki kırsal bir 1 Mayıs kutlamasının hoş bir fotoğrafı kadın ve erkek sosyal demokrat işçileri bisikletlerinin üstünde, tekerlekler ve gidonların çiçeklerle süslenmiş ve bir Mayıs bebeğini her iki bisiklet arasında sallanan, çiçeklerle bezenmiş bir salıncakta gösteriyor.
Viyana’daki ilk 1 Mayıs gösterisi için dağıtılan, 1889 Enternasyonal Kongresine katılan yedi Avusturya delegesinin ciddi portrelerinin etrafında farkında olmayan bir doğallıkla konulmuş çiçekler var. Çiçekler militan mitlerine sızarlar. Fransa’da 1891’deki fusillade de Fourmies’de [1 Mayıs 1891’de Fourmies kasabasındaki 8 saatlik iş günü talebiyle yapılan gösteriye askeri birliğin ateş açması üzerine 9 göstericinin ölmesi ve 35 kişinin yaralanması olayı; -ç.n.] ölenler, yeni gelenekte, birlikler tarafından ateş edilip öldürülene kadar kadın ve erkek 200 gencin başında, elinde nişanlısının vermiş olduğu çiçekli alıç dalını sallayarak dans eden 18 yaşındaki Maria Blondeau tarafından sembolize edildi.
Bu imajda iki 1 Mayıs geleneği birleşir. Hangi çiçekler? Başlangıçta, alıç dalının gösterdiği gibi, politikadan çok baharı ima eden renkler, ama sonra hareket kendi renginin çiçeklerinde karar kılar: güller, gelincikler ve kırmızı karanfiller. Ancak, ulusal tarzlar değişiktir. Buna rağmen, çiçekler ve tomurcuklanmış büyümenin, gençliğin, yenilenme ve umudun sembolleri, kısacası genç kadınlar, merkezi olanlardır. 1 Mayıs’ın farklı dillerde defalarca yeniden basılan en evrensel ikonunun yaratıcısının Walter Crane olması bir tesadüf değildir: özellikle Frigyalı bonesi çiçeklerle çevrelenmiş ünlü genç kadın. Britanya sosyalist hareketi küçük ve önemsizdi. İlk birkaç yıldan sonra 1 Mayıs’ları da marjinaldi. Ancak, 1 Mayıs ‘yeni sanat’ ya da art nouveau hareketine ilham veren William Morris’te, Crane’de ve sanat ve el sanatı hareketinde (arts-and-crafts movement) zamanın ruhunun tam ifadesini buldu. Britanya’nın ikonografik etkisi 1 Mayıs’ın enternasyonalizminin en önemsiz kanıtı değildir.
Aslında, bir halk festivali veya işçilerin tatil günü fikri yine aniden ve kendiliğinden yükseldi -şüphesiz Alman dilinde feiern kelimesinin hem “çalışmama” hem de “resmi kutlama” anlamına gelmesi gerçeği de bu konuda yardımcı oldu. (Yüzyılın ilk yarısında İngiltere’de “oynama” kelimesinin “grev yapma” ile eş anlamlı kullanılması yaygındı, sonuna gelindiğinde artık değildir.) Her halükârda, insanların işe gitmediği bir günde sabah yapılan siyasal toplantı ve yürüyüşleri daha sonra sosyalleşme ve eğlence ile tamamlamak mantıklı gözüktü, hele de toplantı yerleri olarak seçilen meyhane ve restoranların hareket için önemi düşünülürse. Birden çok ülkede pub ve kabare sahipleri sosyalist aktivistlerin önemli bir kesimini meydana getiriyorlardı.
Bunun önemli sonuçlarından biri hemen söylenmeli. Politikadan farklı olarak, ki o günlerde “erkeklerin işiydi”, tatiller kadınlar ve çocukları kapsıyorlardı. Hem görsel hem edebi kaynaklar kadınların başından beri 1 Mayıs’a katıldığını gösteriyor. 1 Mayıs’ı hakiki bir sınıf gösterisi haline getiren şey, İspanya’da olduğu gibi, politik olarak sosyalistlerle birlikte olmayan işçilerin artarak katılması, onun erkeklere değil ailelere ait olmasıydı. Ve bunun karşılığında, 1 Mayıs sayesinde, ücretli işçiler olarak kendileri doğrudan iş gücü piyasasının parçası olmayan kadınlar, yani evli işçi sınıfı kadınlarının çoğunluğu herkes tarafından hareket ve sınıfla birlikte tanımlandılar. Ücretli işçinin çalışma hayatı asıl olarak erkeklere aitse de bir gün için çalışmayı reddetmek işçi sınıfı içinde yaş ve cinsiyeti birleştirdi.
İşçilerin Paskalyası
Pratik olarak, daha önce bütün düzenli tatiller dinsel tatiller olmuştu, en azından Avrupa’da; Britanya’da ise, tipik olarak, AB’deki 1 Mayıs tatili bir ‘Bank Holiday’ gününe asimile edildi. [Britanya’da, İngiltere ve Galler’de 8, İskoçya’da ise 7 ‘Bank Holiday’ denen tatil günü var. Çoğu zaten tatil olması gereken günlere rastlıyor, örneğin Noel ve Noel’in ertesi günü, 1 Ocak ve Paskalya tatilinin içindeki İyi Cuma günü gibi. 1 Mayıs da zaten ‘Mayıs ayı Bank Holiday’ günü; -ç.n.] 1 Mayıs Hıristiyan tatil günlerindeki, bayramlarındaki evrensellik fikrini paylaşır, emeğin diliyle enternasyonalizm. Bu evrensellik katılımcıları derinden etkiledi ve günün cazibesini katladı. 1 Mayıs’ta yayımlanan, çoğu yerel olan ve etkinliğin ikonografisi ve kültürel tarihi açısından değerli bir kaynak olan gazeteler -sadece faşizm öncesi İtalya’dan 308 farklı kaynak saklanmıştır- sabit bir şekilde bu nokta üzerinde odaklanmıştır. 1891’deki Bolonya’da kutlanan ilk 1 Mayıs’tan kalan bir gazete en az dört defa spesifik olarak bu evrensellikten bahsetmektedir. Ve, tabii ki, Paskalya ve Whitsun [Paskalya gününü takip eden yedinci gündeki bir başka Hıristiyan bayramı; -ç.n.] anolojilerinin halk geleneğindeki bahar kutlamaları anolojisiyle benzerliği açıktır.
Yeni festa del lavoro’nun (emek festivali) büyük ölçüde Katolik ve okuma yazması olmayan nüfus üzerindeki kendiliğinden etkisinin yakından farkında olan İtalyan sosyalistler, en geç 1892’den itibaren “işçilerin Paskalya’sı” ifadesini kullandılar ve böylesi benzetmeler 1890’ların ikinci yarısında uluslararası bir yaygınlığa sahipti. Anlamak çok kolay. Yeni bir sosyalist hareketin dinsel bir hareketle benzerliği, hatta mesihçi beklentileri olan bir dinsel yeniden uyanış hareketine benzerliği, 1 Mayıs’ın ilk baş döndürücü günlerinde, aşikardı.
Bazı bakımlardan ilk liderler, aktivistler propagandistler grubunun papazlara ya da en azından halk vaizlerine benzerliği. 1898’den Belçika’daki Charleroi’dan olağan üstü bir bildiri var, sanki bir 1 Mayıs hutbesi gibi, yerine geçecek başka bir kelime bulamıyorum. Belçika İşçi Partisi’nin, şüphesiz ateist olan, on vekil ve senatörü tarafından ya da onlar adına başka biri tarafından kaleme alınmış, ortak özlü başlangıç sözü “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” (Karl Marx) ve “Birbirinizi sevin” (İsa). Bir iki örnek, hissiyatı hakkında fikir verebilir:
Bahar ve şenliğin bu saati, evrimi hiç bitmeyen doğanın ihtişamıyla parladığı gün. Aynı doğa gibi, kendinizi umutla doldurun ve Yeni Hayat’a hazırlayın.
Ahlaki direktifler içeren birkaç pasajdan (“Kendinize saygı gösterin: Sizi sarhoş eden içeceklere ve aşağılayıcı tutkulara karşı dikkatli olun.”) ve sosyalist cesaretlendirmeden sonra, bin yıllık umut pasajıyla biter:
Yakında sınırlar yok olacak! Yakında savaşlar ve ordular son bulacak! Sosyalist faziletler olan dayanışma ve sevgiyi her pratiğe geçirdiğiniz zaman, geleceği yakınlaştırmış olacaksınız. Ve o zaman, barış ve coşku içinde, hepimizin sosyal görevinin her birimizin tam gelişimi olduğu iyice anlaşıldığı zaman, Sosyalizmin içinde vücut bulacağı bir dünya meydana gelecek.
Ancak yeni işçi hareketinin önemi, sıklıkla dinsel söylemin ton ve stilini yankılayan bir inanç olması değil, kitlelerin derinden dindar olduğu ve kilisenin hayatlarını şekillendirmiş olduğu ülkelerde bile dinsel modelden çok az etkilenmiş olmasıydı. Daha da fazlası, eski ve yeni inancın buluştuğu yer çok azdı, sadece, İngiltere’de olduğu gibi, Kiliselerden ziyade Protestanlığın resmi olmayan ve zımnen muhalefetçi sektler olduğu bazı zamanlar (her zaman değil) hariç. Sosyalist emek, dindar veya daha önce dindar olanları kitlevi olarak döndüren militanca seküler, din karşıtı bir hareketti.
Niye böyle olduğunu da anlayabiliriz. Sosyalizm ve işçi hareketi yeni bir sınıf olduğunun bilincinde olan erkek ve kadınlara hitap ediyordu ve kurulu düzen Kiliselerinin, daha çok da Katolik Kilisesi’nin geleneksel ifadesi olduğu topluluklarda onlara uygun bir yer yoktu. Nitekim, madenci olmak gibi aynı işte çalıştıkları için bir araya gelen ya da endüstri ve fabrika öncesi köylerde bir araya gelmiş ‘ötekiler’in ya da daha sonra Sicilya’da hakiki bir ‘kızıl’ köy olan Piana dei Greci’deki (şimdiki adı Piagna degli Albanesi olan) Arnavutlar gibi kökenleri dolayısıyla bir araya gelmiş olanların ya da kendilerini şu ya da bu kriterle geniş toplumdan ayıranların kurduğu yerleşimler vardı. Orada “hareket” topluluğun kendisi olarak işlev görmüş olabilir ve böylece dinin tekelinde olan pek çok eski köy pratiklerini devralmış olabilirler.
Ama bu seyrek görülen bir şeydi. Aslında, 1 Mayıs’ın büyük başarısının arkasındaki önemli bir faktör onun bizatihi işçi sınıfı ile bağlantılı olan, başka kimseyle paylaşılmayan tek tatil olmasıydı ve üstelik işçilerin kendi eylemiyle koparılmıştı. Dahası: Normalde görünmez olan bu insanlar herkesin gözünün önüne çıkıyor ve en azından bir gün için yönetenlerin ve toplumun resmi alanını ele geçiriyorlardı. Bu bağlamda Britanya madencilerinin galaları, Durham madencilerinin galası en uzun yaşayanıdır, 1 Mayıs’ın öncelidir, ama sadece bir endüstri temelinde; bütün bir işçi sınıfı temelinde değildir. Dolayısıyla, 1 Mayıs ile geleneksel din arasındaki tek ilişki eşit haklar talebidir. Po Vadisi’ndeki Voghera gazetesi 1891 1 Mayıs’ında, “Papazların kendi festivalleri var, Ilımlılar’ın kendi festivalleri var. Demokratlar’ın da. 1 Mayıs bütün dünya işçilerinin festivalidir” diye ilan ediyordu.
Yeni Dünya
Ama hareketi dinden uzaklaştıran bir şey daha vardı. Bu anahtar ‘yeni’ kelimesidir, Kautsky’nin teorik dergisinin başlığı olan Die Neue Zeit’taki (Yeni Zamanlar) ve hala 1 Mayıs’la bağlantılı olan Avusturya işçi şarkısı ve onun nakaratındaki “Mit uns zieht die neue Zeit”taki (“Yeni zamanlar bizimle ilerliyor”) ‘yeni’ kelimesi. Hem İskandinav hem de Avusturya deneyiminin gösterdiği gibi, sosyalizm kırsala ve taşra kasabalarına demir yollarıyla geldi, onu inşa edenler ve çalıştıranlarla ve onların getirdiği yeni fikirlerle. Diğer genel tatil günlerinin tersine, o zamana kadarki işçi sınıfı hareketinin çoğu ritüel etkinlikleri de dahil olmak üzere, 1 Mayıs herhangi bir şeyin anması değildi -en azından anarşistlerin etki menzilinin dışında olanlar böyleydi, yukarıda gördüğümüz gibi, onlar 1 Mayıs’ı 1886’nın Şikago’daki anarşistleriyle ilişkilendirmekten hoşlanırlardı. Hiçbir şeyle değil, sadece gelecekle ilgiliydi, proletaryaya acı anılar vermekten başka bir işe yaramayan geçmişin tersine. “Du passe faisona table raşe” (“Mazi kökünden silinsin”) der Enternasyonal, bu kazara seçilmemiştir. Geleneksel dinin tersine, hareket ölümden sonraki mükafatları değil, bu dünyada yeni Kudüs’ü teklif ediyordu.
Kendi imajlarını ve sembolizmini çok çabuk geliştiren 1 Mayıs tamamen geleceğe yöneliktir. Geleceğin ne getireceği hiç belli değildi, sadece iyi olacağı ve kaçınılmaz olarak gelecek olmasıydı. 1 Mayıs’ın başarısının şansına, en azından geleceğe doğru bir ileri adım bu etkinliği bir gösteri ve festivalden daha fazla bir şeye dönüştürdü. 1890’da seçimli demokrasi hala çok nadir bir şeydi ve evrensel oy hakkı talebi, 8 saatlik iş günü talebi ve diğer 1 Mayıs sloganlarına hemen eklendi. Merak uyandıran şudur ki, oy hakkı talebi, elde edilene kadar, Avusturya, Belçika, İskandinavya, İtalya ve diğer yerlerde 1 Mayıs’ın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olsa da 8 saatlik iş günü ve daha sonra barış talebi gibi 1 Mayıs’ın siyasal içeriğinin re’sen uluslararası bir parçasını meydana getirmedi. Buna rağmen, nerede uygulanabilirse, bütünün parçası oldu ve 1 Mayıs’ın önemini büyük ölçüde arttırdı.
Gerçekte, Belçika, İsveç ve Avusturya’da gelişen ve bazı başarılar elde eden, sendikalar ve partileri bir arada tutan evrensel oy hakkı için genel grevler örgütleme ve genel grev tehdidi, 1 Mayıs için yapılan sembolik iş durdurmalarından doğdu. Böylesi ilk grev 1 Mayıs 1891’de Belçikalı madenciler tarafından başlatıldı. Diğer yandan sendikalar büyük günün herhangi bir yönünden çok, İsveç’teki “daha az çalışma daha yüksek ücret” sloganıyla daha çok ilgiliydiler. İtalya’da olduğu gibi, bunun üzerinde yoğunlaşıp demokrasiyi bile başkalarına bıraktıkları zamanlar oldu. Hareketin büyük ilerleyişleri, etkin demokrasi şampiyonluğu da dahil olmak üzere, dar ekonomik öz çıkarlar temelli değildi.
Demokrasi şüphesiz sosyalist işçi hareketleri için merkeziydi. Sadece ilerlemesi için elzem değil fakat onun ayrılmaz bir parçasıydı. Almanya’daki ilk 1 Mayıs bir yanda Karl Marx’ın diğer yanda ise Özgürlük Heykeli’nin olduğu bir plakla anıldı. 1891’deki bir Avusturya 1 Mayıs baskısı, elinde Das Kapital’i tutan Marx’ı denizin karşısındaki, çağdaşlarının Akdeniz’in bir karakteri olan resimlerden tanıdığı, arkasında 1 Mayıs’ın en uzun süreli kullanılan ve güçlü sembolü olan güneşin yükseldiği şu romantik adalardan birini işaret ederken gösteriyor. Işıkları, pek çok ilk 1 Mayıs rozet ve anı eşyalarında bulunan, Fransız Devrimi’nin sloganlarını taşıyor: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik. Marx’ın etrafında, muhtemelen o adaya gidecek gemileri sürecek, işçiler var, yelkenlerinde “Evrensel ve Doğrudan Oy Hakkı. Sekiz Saatlik İş Günü ve İşçiler İçin Koruma” yazıyor. 1 Mayıs’ın orijinal geleneği buydu.
Bu gelenek, sosyalist liderlerin sloganları ile militanlar ve kitleler arasındaki işçilerin kendiliğinden yorumlamaları arasındaki merak uyandırıcı bir sembiyoz [birbirinden yararlanma; -ç.n.] sayesinde -iki vaya üç yıl içinde- olağan üstü bir hızla yükseldi. O ilk birkaç muhteşem yılda aniden serpilen işçi hareketleri ve partilerine dönüştü; her geçen günün görülebilir bir büyümeyi getirdiği, bu hareketlerin bizatihi varlığının ve sınıf iddiasının zaferin garantisi olarak görüldüğü zamanlar. Bundan da öteye, işçi sınıfının önünde yeni dünyanın kapıları açılırken hemen gelecek olan zaferin işareti olarak gözüktü.
Ancak, milenyum gelmedi ve işçi hareketi içindeki pek çok başka şeyin de etkisiyle 1 Mayıs düzenlenmek ve kurumlaştırılmakla karşı karşıya kaldı, her ne kadar, eski umut ve zaferin çiçeklenmesinin benzeri daha sonraki yıllarda kazanılan büyük mücadeleler ve zaferlerden sonra geri geldiyse de. Bunu, 1 Mayıs’ın ilk talebi olan 8 saatlik işgünü pek çok ülkede elde edildiğinde, Rus Devrimi’nin erken yıllarının deli fütürist 1 Mayıs’larında ve 1919-20 arasında Avrupa’nın hemen her yerinde görebiliriz. 1935-36 yıllarında Fransa’daki Halk Cephesi 1 Mayıs’larında ve faşizmin yenilmesinden sonra, işgalden kurtulan kıtadaki pek çok ülkede görebiliriz. Ama yine de kitlevi sosyalist işçi hareketinin olduğu ülkelerin çoğunda 1 Mayıs 1914’ten önce rutin hale getirilmişti.
İlginçtir ki, ritüelci yanı bu rutinleştirme süreci boyunca gelişti. Bir İtalyan tarihçinin dediği gibi, büyük dönüşümden hemen önceki bekleme odası olarak görülmekten çıktıktan sonra “kendi ayinlerini ve ilahlarını gerektiren kolektif bir ayine” dönüştü; ilahlar, genellikle, artarak kesin olarak kim oldukları belli olmayan kadın ve erkek kalabalıklarına yükselen güneşi işaret eden, dökümlü elbiseler giymiş, saçları uçuşan genç kadınlardı. Özgürlük müydü ya da Bahar mıydı ya da Gençlik miydi ya da Umut muydu ya da pembe parmaklı Şafak mıydı ya da hepsinden bir parçanın olduğu bir şey miydi? Kim bilebilir? İkonografik olarak, gençlik hariç evrensel bir karakteri yok, çünkü çok yaygın olan veya Özgürlük’e atfedilen Frigyalı bonesi bile hepsinde görülmüyor.
1 Mayıs’ın bu ritüelleştirilmesini, gördüğümüz gibi başından beri var olan ama yüzyılın sonuna doğru bir şekilde resmi hale gelen çiçeklerden sürdürebiliriz. Kırmızı karanfil 1900 civarında Habsburg topraklarında [Habsburg hanedanının başında olduğu 1919’dan önceki Alman İmparatorluğu kastediliyor; -ç.n.] ve İtalya’da resmi statü kazandı, sembolizmi aynı adı taşıyan Floransa’daki canlı ve yetenekli bir gazetede açıklanır. (Il Garofano Rosso Birinci Dünya Savaşı’na kadar 1 Mayıs’larda yayınlandı.) 1911-12’de kırmızı karanfil resmiyet kazandı. Ve sulandırılamayan devrimcilerin azabına rağmen hiç politik olmayan vadi zambağı, günün düzenli sembollerinden biri haline gelene kadar, 1900’lerin başında işçilerin 1 Mayıs’ına sızmaya başladı.
Ama büyük 1 Mayıs’lar devri hem yasal -yani, geniş kitleleri sokaklara çıkarma yeteneği varken- hem de resmi değilken, daha bitmemişti. Ne zamanki verilmiş, daha da kötüsü yukarıdan empoze edilmiş bir tatil günü oldu, karakteri kaçınılmaz bir şekilde farklılaştı. Ve özü kamusal bir kitle mobilizasyonu olduğu için, illegaliteye direnemedi, her ne kadar Piana del Albanesi’de [daha önce adı geçen, Sicilya’da Arnavutluk göçmenlerinin kurduğu köy; -ç.n.] sosyalistlerin (daha sonra komünistlerin), faşizmin karanlık günlerinde bile, her 1 Mayıs’ta hiç aksatmadan, hala sosyalizmin yerel önderi Dr. Barbato’nun onlara 1893’te konuşma yaptığı ve adıyla anılan dağ geçidine yoldaşlarını göndermekten gurur duyulmuş olsa da. Aynı yerde, 1947’de faşizmin sona ermesinden sonra, eşkıya Giuliano yeniden canlandırılan yerel halkın gösteri ve pikniği sırasında katliam yaptı. 1914’ten beri, özellikle de 1945’ten beri, 1 Mayıs giderek ya illegal oldu ya da daha çok resmi. Sadece, 1 Mayıs’ın serpilmesine müsade eden koşullarda gelişen kitlesel ve sosyalist işçi hareketlerinin olduğu üçüncü dünyanın kıyaslamalı olarak nadir bazı yerlerinde, eski geleneğin gerçek bir devamı vardır.
1 Mayıs şüphesiz her yerde eski karakteristiklerini kaybetmedi. Ama, bir zamanlar yeni olan SSCB ve Doğu Avrupa’daki eski rejimlerin yıkılmasıyla bağlantılandırılmayan yerlerde, pek çok insan için hatta işçi hareketleri için bile 1 Mayıs’ın içinde bulunulan zamandan daha çok geçmişi çağrıştırdığını iddia etmek çok da fazla olmayacaktır. 1 Mayıs’a yol açan toplum değişti. Yaşlı İtalyanların hatırladığı o küçük proleter köy toplulukları bugün ne kadar önemlidir? “Köyün etrafında yürüyüş yaptık, sonra herkesin katıldığı yemeğimizi yedik. Bütün parti üyeleri ve katılmak isteyen herkes oradaydı.”
1890’larda kendilerini Enternasyonal’in, “Uyan artık, uykundan uyan. Uyan esirler dünyası!”nda görenlerin endüstrileşmiş dünyasında ne oldu? 1 Mayıs 1920’yi hatırlayan yaşlı bir İtalyan kadının dediği gibi: “12 yaşındaki bir tekstil işçisi olarak bayrağı taşıdım, fabrikada yeni çalışmaya başlamıştım. Bugün işe gidenlerin hepsi hanımefendiler ve beyefendiler, istedikleri her şeyi elde ediyorlar.” Geleceğe güvenen, akıl ve ilerlemenin yürüyüşüne inanan o 1 Mayıs konuşmalarının ruhuna ne oldu? “Kendinizi eğitin, okullar ve kurslar, kitaplar ve gazeteler özgürlüğün araçlarıdır! Bilim ve Sanat’ın çeşmesinden için: böylece adaleti getirmek için yeteri kadar güçleneceksiniz!” Yeşil ve hoş topraklarımızda Kudüs’ü inşa etme kolektif rüyamız nerede?
Ancak, eğer 1 Mayıs artık sadece bir diğer tatil günüyse, -bir Fransız reklamdan alıntılıyorum- insanın çalışmak zorunda olmadığı bir gün, çalışmak zorunda olmadığı için sakinleştirici almak gereksinimi olmayan bir günse, özel bir tatil günü olarak kalmaya devam eder. Gurur duyulan, “bütün takvimlerin dışında bir tatil” ifadesindeki gibi olmayabilir artık, çünkü Avrupa’daki bütün takvimlere girdi. Aslında, 25 Aralık (Noel günü) ve 1 Ocak hariç, bütün dinsel rakiplerini uzun bir mesafeyle geride bırakan en evrensel işe gidilmeyen gündür. Fakat o tabandan geldi. O, kendilerini onun vasıtasıyla tanıyan, meslekler, diller, hatta milliyetler hatları arasından tek bir sınıf olarak geçerek, senede bir gün çalışmamaya karar veren anonim insanlar tarafından şekillendirildi: işçiler üzerindeki ahlaki, siyasal ve ekonomik baskıyı reddetmek için. Victor Adler’in 1893’te dediği gibi: “Bu, 1 Mayıs bayramının, işten dinlenmeye çekilmenin, karşıtlarımızın korktuğu anlamıdır. Bu, onların devrimci olmanın ne olduğunu hissettikleri şeydir.”
Tarihçi bu etkinlikle birkaç nedenle ilgilenir. Öneminin nedenlerinden biri, kadın ve erkeklerden meydana gelen işçi sınıfı hareketleri içinde, daha önce adını duymadıkları ama onlara bir sınıf olarak kendilerinin bilincinde olmaları ve öyle örgütlenmeleri çağrısını yapan Marx’ın nasıl etkili hale geldiğini açıklamaya yardımcı olmasıdır. Öneminin bir başka nedeni, tabandaki düşüncelerin ve hissiyatın tarihsel gücünü açığa çıkarması ve bireyler olarak kendilerini iyi ifade edemeyen, güçsüz ve bir ağırlığı olmayan erkek ve kadınların buna rağmen tarihe izlerini bırakmalarını aydınlatmasıdır.
Fakat her şeyden önce, tarihçi olalım ya da olmayalım, bu derinden etkileyici bir zamandı, çünkü temsil ettiği şey Alman filozof Ernst Bloch’un Umut İlkesi’nde dediği gibi (ve iki kalın ciltte uzun uzadıya ele aldığı): Umut daha iyi bir dünyada daha iyi bir gelecekti. Eğer 1990’da 1 Mayıs’ı kimse hatırlamadıysa, hatırlatmak tarihçiye düşen bir görevdir. (ÇEVİRİ: SEVİL KURDOĞLU - SENDİKA.ORG)
Eric Hobsbawm, sanayi kapitalizmi, sosyalizm ve milliyetçilik tarihini yazan Britanyalı bir tarihçidir. Devrim Çağı, İmparatorluk Çağı ve Aşırılıklar Çağı en iyi bilinen kitapları arasındadır.
(01.05.2019 tarihli Tribune Magazine’de yayımlanan yazı 1990’da yazılmıştır - Çeviri yayın tarihi: 6 Mayıs 2021)
[Tribune Magazine’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]