Çürüyene kurt düşer, normaldir. İte kaka kurdukları “Tayyiban” rejimi çürümüş ve üzerine kurtlar üşüşmüştür. Bu pisliğe, bu irine alıştırmak istiyorlar hepimizi...
TARİH ÖNCESİ KÖPEKLER HAVLADIĞINDA
Türkler tam yok olmak üzereyken bir kurt çıkar ve biçare topluluğa bir çıkış yolu gösterir. “Bozkurt” mitolojisi özetle budur. Osmanlı yıkılmış, geride kalan son toprakları işgal edilmişti. Tam her şey sona erecek derken Mustafa Kemal çıktı ortaya ve bir çıkış yolu gösterdi. Ona da “bozkurt” denilmesi bundandır.
Türk mitolojisinde kurtla birlikte yılan, geyik, boğa gibi pek çok hayvan var. Hangisinin neden öne çıktığı konusunda açık bir bilgimiz yok. Zaten kurt da kültürlere göre değişiklik gösteriyor. Orta Asya Türk söylencelerinde kurt erkektir. Ama örneğin Kök veya Göktürklerde kurt dişi ve büyük anne görünümündedir.
Kaldı ki başka kültürlerde ve başka coğrafyalarda merkezinde bir kurdun olduğu efsaneler var. Romus ve Remulus kardeşler bir ırmağa bırakılırlar ve dişi bir kurt onları sudan çıkararak bir mağarada emzirir. Tarkan filmlerinden hatırlayacaksınız. Kurt tarafından emzirildikleri yerde Roma şehrini kurarlar. İlginç, efsaneye göre kurt sütüyle beslenen kardeşlerin ataları Truvalıdır, orası yıkılınca göçüp Roma’nın kurulacağı bölgeye gelmişlerdir. Haliyle bu yolla Roma ile Truva arasında da bir bağ kurulmuş olur.
Böyle kuruyoruz, şehirleri veya ulusları oluştururken mitolojilere yaslanıyoruz. Yoksa bir kurt neden insanlara yol göstersin veya emzirsin. Söylencelerde gerçeğin payı pek azdır, bilmek ancak abartmamak gerek.
***
Türk faşist hareketi de kuruluşunda bu söylencelerin aşırı yorumlarından besleniyordu. Osmanlının üç hilalli bayrağının yanına kurt iliştirmekte hiçbir tutarsızlık görmediler örneğin. Oysa üç hilal Osmanlı-İslam, kurt Türklerin pagan döneminin bir kalıntısıydı. Bu kaba senkretizmleriyle “Türk-İslam sentezlerine” uygun bir sembol de yaratmış oldular. Faşizmde incelik aranmaz.
Ancak işaret ve serçe parmağı kulak, geriye kalanını baş şekline sokarak kurt işareti yapma hepsinden sonradır. Alparslan Türkeş hayattaydı ve Sovyetler Birliği çözülmüştü. Orta Asya ile Türkiye arasındaki bağ yeniden oluşuyordu. Faşistlerin ağzı kulaklarındaydı. Oradan öğrendiler, sevdiler, yerleşti.
Biz Türklüğümüzü de sembollerini de hep başkalarından öğrendik. Kaynaklarından biri Rusya’dır. Rusya’da Türk Milliyetçiliği Osmanlıdan önce ortaya çıkmıştı. Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, İsmail Gaspıralı İstanbul’a koştular ve aydınlarımıza öğrettiler. Ama ondan önce Fransız Yahudi’si Leon Cahun ve Macar Yahudi’si arman Vambery var. Rusya’daki Yahudi pogromlarını durdurmak istiyorlardı, Çarlığın arka bahçesindeki Türki halklar arasında sorun çıkarmak bunun tek yolu olarak görünüyordu. Ruslara karşı hareketlensinler diye Türklüğü icat ettiler ve önce Orta Asya’ya, sonra Osmanlı aydınlarına öğrettiler. Özetle budur. Ümmettik, ortak bir “ırkımız” olduğunu bilmiyorduk, Türkçülük bize bütünüyle dışarıdan gelmiştir.
***
Osmanlıdaki Türkçülük tarz-ı siyaseti Kemalizm’in kaynaklarından biridir. Kemalistler bir ulus inşa etmek istiyordu, eldeki malzemenin ırkı ile ilgilenecek halleri yoktu. Faşist-ırkçı Türkçülük ise doğrudan Alman faşizminin gayrı meşru çocuğu olarak ortaya çıktı. Haliyle içinde antikomünizmin ağırlığı ırk bilincinden daha fazladır. Öncülerinden Nihal Atsız oğluna şöyle bir vasiyet bırakmıştı: “Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romanlar, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar, Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler, içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun.” Ancak oğlu Yağmur baba mirası ırkçılığı reddetti, liberal bir hayat sürdü.
İkinci Dünya Savaşında faşizm yenilmiş, bu yenilgide büyük payı olan Sovyetler Birliği’nin alanı ve etkisi genişlemişti. Haliyle ABD’nin Komünizmin yayılmasını durdurmak üzere faşistlere ihtiyacı vardı. MHP’nin tarihi de işte bu ihtiyaç tarafından şekillendirildi. ABD ve NATO desteğiyle palazlandılar, Nihal Atsız’ın düşman ilan ettiği bütün halklara karşı provokasyonlarını sürdürdüler.
Bu partinin “vurucu gücü” “Komandolar” diye anılıyordu. Alparslan Türkeş bu oluşumun amacını “sokak hakimiyetini Komünistlere bırakmamak” olarak açıklamıştı. 1968 yazında gençleri özel eğitimden geçirmek üzere kamplar kuruldu. Genç bozkurtlara silahlı eğitim verildi ve halkımızın üzerine salındı.
Türk faşistleri başlangıçta ilhamlarını “Nasyonal Sosyalizm”den aldıklarını saklamıyordu. Ancak faşizm yenilmiş ve meşruiyetini bütünüyle kaybetmişti. Onlar da önlem olarak faşist literatürden uzaklaşmaya başladı. Komandolar artık “Milliyetçi Toplumcular”dı. “Bozkurtlar”ın yerine “Ülkücüler” tercih edilmişti. Sokak gösterileri ile başladılar, 31 Aralık 1968’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği’ni basarak şiddet hareketlerine giriştiler. Önce Vedat Demircioğlu'nu vurdular. Sonra Mehmet Cantekin, Taylan Özgür, Mehmet Büyüksevinç ve Battal Mehetoğlu'nu... Türk faşistleri ülkeyi komünizmden korumak üzere düzenin ve NATO’nun emrinde silahlı paramiliter bir güçtü artık. Sokağın kurtlanmasının biricik nedeni Komünizm korkusudur.
***
MHP destekli faili meçhul saldırılar ve cinayetler 12 Mart’a kadar artarak sürdü. Bu dönemin sonuna doğru Türkiye, yeni ve farklı bir örgütün adını da telaffuz etmeye başlamıştı: Kontrgerilla. Kıbrıs, bu örgüt için laboratuvar görevi görmüş, Türk Milli Mukavemet Teşkilatı orada örgütlenmişti. Elbette işin içinde MHP de vardı. Bülent Ecevit, başbakanlığı sırasında, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın örtülü ödenekten Özel Harp Dairesi için büyük miktarda para istemesi üzerine böyle bir örgütten haberdar olmuş, araştırınca bu dairenin finansmanın Amerikalılarca karşılandığı ve ülkenin her köşesinde sivil kadrolar yerleştirdiğini öğrenmişti. O sivil kadroların kimlerden oluştuğunu ise Sarıkamış’taki bir yemekte yine tesadüfen öğrenecekti. Kadroda ağırlık MHP’lilerdeydi.
Paramiliter bir örgüt olan MHP silahlı saldırılarını ideolojik bir kılıfla örttü. O kılıfın çoğu Alman ve İtalyan faşist parti programlarından ödünç alınmıştı. Kurulduğu günden 12 Eylül’e kadar bu partinin tek işlevi sermaye düzeni adına sokakları tutmak oldu. Bu amaçla ülkeyi baştan sona bir kan gölüne çevirmekte hiç tereddüt etmedi.
12 Eylül'de fikirleri iktidar olmuş, ancak kendileri içeri tıkılmıştı. Sonra birer birer salındılar, salınanlar yeniden devletin şefkati kucağına yerleşti. Daha MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası karara bağlanmadan MHP’nin silahlı külahlı militanları Susurluk’ta devlet görevlileri, mafya ve uyuşturucu baronlarıyla iş üstünde yakalandı.
MHP ve ülkücüleri dün olduğu gibi bugün de iktidarın en önemli ortağı. Başladığı gün görevi neyse bugün de görevi o. Her türlü sömürü, soygun ve talanın “devlet ve ülke yararı” adına yapıldığı bir düzenin militan vurucu gücü onlar. Korunmaları, yargıdan muaf tutulmaları, sembollerine meşruiyet kazandırmaları işte bu uğursuz bu rolleri nedeniyle. Kemalizm’in milliyetçiliğini tepelediler ve yerlerini bu ırkçı milliyetçilikle doldurdular. İslamcı iktidardan önce düzenin efendileri milliyetçiliği dinle besliyorlardı, şimdi dinciliği milliyetçilik ise besliyorlar. MHP, bu milliyetçi dinci rejimin kullanışlı aparatıdır.
***
Tartışması “milli takım” vesilesiyle çıktı madem topçularına yeniden bakın, takım değil ayaklı Türk-İslam Sentezidir. Haliyle formalı imamcıkların ve kurtçukların şans eseri orada olduğunu düşünemeyiz. Önüyle arkasıyla dinci-milliyetçi bir siyasi koalisyonun futbol ayağıdır bu. Kazanmanın heyecanıyla kurtlarını ortaya dökmüşlerdir, durum bundan ibarettir.
Oysa birbirlerini zerre kadar sevmediklerini biliyoruz. Tayyip Erdoğan 2009’da “Bu MHP kafatası milliyetçisi” demiştir. 2013’te bütün milliyetçiliği ayaklar altına aldıklarını iddia etmiştir ve çiğnediklerinden biri MHP’ninkidir. Ardından “Ben Türk’üm ama Türkçü değilim. O başka bir şey. Irkçılık bizim dinimizde yasaklanmıştır” diye eklemiştir. Irkçılık dinen yasaklıdır. Bu sözlerin ardından dönemin AKP Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı, Anayasayı değiştireceklerini ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracaklarını beyan etmiştir. Dinen yasak olduğu için Türk diyemezler, Türkiye Yüzyılı, bu kaygının tezahürüdür. Sahada bozkurt aklamaya kalkışmalarının tek sebebi çaresizlikleridir. Kurtlanmışlardır ve kaçıp kurtulmaları imkansızdır.
Erdoğan dün bu kurt krizi üzerine “Kimse Almanların formalarında kartal var diyor mu? Kimse kalkıp da Fransızların formasında horoz var, niye horozlanıyorsun diyor mu?” dedi. Demiyor, çünkü kartal ve horoz adı geçenlerin devlet armaları. Bizimkinde kurt yerine “16 Türk Devleti”ni temsilen 16 yıldız var. soL’da “Duşakabinoğulları Devleti Tarihi”nde anlattım, 16’sı da uydurmadır. 1960’lı yılların sonunda icat edilmişlerdi ve Nihal Atsız bile bu icat karşısında şaşıp kalmıştır. Ulusun adını taşıyan tek devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir ve gerisi hikayedir.
Çürüyene kurt düşer, normaldir. İte kaka kurdukları “Tayyiban” rejimi çürümüş ve üzerine kurtlar üşüşmüştür. Bu pisliğe, bu irine alıştırmak istiyorlar hepimizi. Tarih öncesi köpeklerin havlaması bundan. (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG)