Korkunun krallığı sermaye düzeni için var, yoksul halk sürünmeye, işçiler ölmeye devam etsin, bankalar, holdingler daha da semirsin, kârlar patlasın, kasalar dolup taşsın diye var.
Yazının adı Attila İlhan’ın bir şiirinden ve o şiirle aynı adı taşıyan kitabın ilk basımı da 1987’de yapılmış. “Korkunun krallığı”yla daha lise yıllarında tanışmış aslında İlhan; 1941 yılında, henüz 16 yaşındayken hoşlandığı kıza yazdığı mektuplarda Nâzım’dan dizeler yer aldığı için komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle okuldan uzaklaştırılmış, gözaltına alınmış, iki ay cezaevinde kalmış.
Onun Nâzım’ı okuduğu yıllarda Nâzım cezaevindedir; üç yıl önce, yani 1938’de tamamen uydurma bir suçlamayla askeri isyana teşvikten yargılanmış ve Kemal Tahir, A. Kadir, Hikmet Kıvılcımlı gibi isimlerle birlikte cezaevine konulmuştur.
İlhan büyük bir şairdir ama bana göre onun romanları da büyüktür, büyük bir romancıdır. 1940’lı yılları anlattığı romanının adını “O Karanlıkta Biz” koyması ise şaşırtıcı değildir. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemiştir belki ama savaşın başka boyutlarıyla sürdüğü cephelerden biridir. Casuslar, komplolar, Nazi yanlısı-Turancı örgütlenmeler, Türkiye’yi Sovyetler’e karşı savaşa sokma arayışları, komünistlere yönelik baskı ve gözaltı politikaları…
Sahiden de karanlık yıllardır 40’lar, Vedat Türkali “Güven”de müthiş anlatır; polisin solculara göz açtırmadığı, solcu bilinen kim varsa yakından takip ettiği günlerde bir avuç genç bir yandan partiyi, TKP’yi aramakta, ona ulaşmaya çalışmaktadır, öte yandan ise gözler kulaklar cepheden gelecek zafer haberlerindedir. Kızıl Ordu’nun Berlin’e doğru yürüyüşü hızlandıkça kalpler daha hızlı çarpmaktadır.
Savaş biter, faşizm yenilir ama korkunun krallığının saltanatı bitmez. Türkiye yönetici sınıfı Soğuk Savaş’a herkesten önce girmeye hazırdır. Komünizm baş tehdit olarak ilk sıraya yazılır, komünistlere yönelik sürek avı başlar. Bunun için yalanlar hazırlanır: Sovyetler Birliği Türkiye’yi işgal edecektir, komünizm ülkemizdeki faaliyetlerini hızlandırmıştır, komünistler malımızı mülkümüzü, tarlamızı, ineğimizi elimizden alacak, kadınları ortaklaştıracaktır.
Önce Sertel’lerin Tan Matbaası basılır, gazeteler, dergiler yakılırken makineler, eşyalar tahrip edilir, kırılır. Baskıncı güruhun tüm bunların ardından Necip Fazıl’ın evinin önüne gidip onu selamlaması ise şaşırtıcı değildir. Baskının fitilini CHP’li Hüseyin Cahit Tanin gazetesindeki yazısıyla yakmış, selamlanan ise Necip Fazıl olmuştur. Burada artık yeni bir mutabakat vardır: Devletle Türk sağı antikomünist mutabakatı kurmuştur.
Korkunun krallığı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bastırıp solcu hocaları linç ettirmeye çalışır; ön sırada elbette ki “Anadolu’nun bağrı yanık çocukları”, Serdengeçti’ler vardır, geçmişten bugüne bunlar korkunun krallığının has elemanları, aparatlarıdır. Baskın işe yarar, bir süre sonra solcu hocalar Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes üniversitede öğretim üyeliğinden çıkartılır; üniversite artık solsuzlaştırılmıştır.
Korkunun krallığı Menderes döneminde büyür. 1951 tevkifatı ile komünistler tutuklanırken ülke NATO’ya sokulacaktır, öncesinde kan bedeli olarak ise Kore’ye asker gönderilmiştir bile. 6-7 Eylül 1955 hadisesini bizzat kendileri tertipledikleri halde suç komünistlere atılır; Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Asım Bezirci gibi isimler tutuklanır, aylarca cezaevinde tutulur.
60’lar korkunun krallığına karşı yükselen seslerin duyulmaya başlandığı, ağaçların bile sola eğildiği yıllardır. “Karanlıkta uyananlar” daha çok aş, daha çok iş istemekte, sendika kurmakta, grev yapmaktadır. Üniversiteler de öyledir, öğrenciler toplumsal uyanışın başını çekmekte, NATO’ya, ABD’ye, emperyalizme karşı kafa tutmaktadır.
Korkunun krallığına karşı toplumsal uyanışın başını çekenlerden biri, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 10 Ekim 1965 seçimleri öncesi radyodan halka şöyle seslenir:
“Senin yoksulluktan, açlıktan kurtulman için; senin işsizlikten kurtulman için; senin cahillikten kurtulman için; senin korkusuz, horlanmadan başı dik yaşaman için; senin çocuğunu okutman için; senin toprağa kavuşman, hastalığında doktora, ilâca, bakıma kavuşman için önce Türkiye’yi yeniden bağımsızlığa kavuşturman gerekiyor.”
Karanlıkta uyananların sayısı arttıkça korkunun krallığı da korkmaya başlar; korktukça daha da hiddetlenir, hiddetlendikçe eline daha da kan bulaşır. 1968’de Amerikan 6.Filosu’na göğsünü siper ederek Vedat Demircioğlu’nu katleder, ertesi sene sokağa kiralık katillerini çıkartarak Kanlı Pazar’ı tertipler.
Ancak “halkın coşkun akan seli”ni durdurmak öyle kolay değildir; 15-16 Haziran 1970’de Türkiye işçi sınıfı Kocaeli’nden İstanbul’a doğru sel olup akar, DİSK’in kapatılma girişimine karşı işçi sınıfı sendikasını korumaktadır. Korkunun krallığı daha da korkar, daha da kanlı planlar yapar ve 12 Mart karanlığı gelir; “bir orman yangınından fışkırmış genç adamlar”ı, Deniz’leri, Mahir’leri, İbo’ları, dal gibi çocukları kırar.
Ama “bu su hiç durmaz” ve halk yeniden sahneye çıkar, dalgalar yeniden yükselir ve işte bu sefer daha kanlı günler gelir. Tetikçiler bir kez daha sahneye çıkar ve aydınları, yazarları, gazetecileri katletmeye başlar, amaç halkı yıldırmaktır. Ama bu da yetmez, 1 Mayıs 1977’den Maraş’a toplu katliamlar tertiplenir, halk düşmanları memleketi kana boyar ve 12 Eylül darbesine böyle gelinir.
12 Eylül 1980 korkunun krallığının miladıdır. Darbeciler solu ve emek hareketini ezer geçer, sendikaları kapatır, grevleri yasaklar, patronlar için bir ucuz emek cenneti yaratır. Bugüne kadar işçiler gülmüştür ama şimdi gülme sırası patronlara gelmiştir, ülke neoliberal talana açılmaktadır ve keyifler yerindedir. Halk yıllar boyunca ne zaman azıcık sesini çıkartacak olsa, “yoksa 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz yoksa” sorusuyla korkutulur.
90’lar karanlığın daha da kesifleştiği yıllardır. Ülkede köyler yakılmakta, satırla, enseye sıkılan kurşunlarla, domuzbağıyla insanlar öldürülmekte, sanatçılar otellerde yakılmakta, siyasetçiler, aydınlar, yazarlar için faili meçhuller, devrimciler için gözaltında kayıplar, yargısız infazlar sıradanlaşmaktadır. Uğur Mumcu’dan Musa Anter’e bu yıllar aydın kırımı yıllarıdır; koskoca bir ülke bu kırım politikalarıyla sindirilmiş, teslim alınmıştır.
Ve işte 2000’ler… Korkunun krallığı el değiştirecek, toplumsal uyanışa, sola, emek hareketine, toplumsal uyanışa karşı kendilerine açılan kapılardan girenler, kendilerine o kapıları açanları, kapıları açarken solkırım yapanları tasfiye edecek ve kendi krallıklarını kuracaklardır; artık siyasal İslam ve onun korku politikaları iş başındadır. Buna 15 Temmuz sonrası MHP’yle ittifakla birlikte milliyetçilik de eklenecek ve Türk sağının kutsal Türk-İslam sentezi iş başına gelecek, korku hükmünü bu sefer de böyle sürdürecektir.
Bugün Türkiye toplumu planlı, programlı bir şekilde ve eşi benzeri görülmemiş ölçüde derin bir yoksulluğa ve sefalete mahkûm edilirken korkunun krallığı en çok bu mahkûmiyete itiraz edilmesi ihtimalinden, ekmeği küçülenlerin ekmeğinin peşine düşme olasılığından korkuyor.
Vatan-millet-Sakarya edebiyatı işte bunun için var, ezan-kuran-bayrak istismarı bunun için var, kurt işareti yapan eller, 154 kişilik listeler, sığınmacıların hedef haline getirilmesi ve elbette sokak hayvanlarına yönelik bir kolektif katliam örgütleme, toplumu bir sosyal cinayetin faili haline getirip suç ortağı yapma planı bunun için var.
Sokak hayvanlarının katledilmesi için ortaya çıkan “kutsal ittifak”a bir bakın. İslamcısından ülkücüsüne, seküler milliyetçisinden Hizbullah’çısına hepsi orada birleşmiş, sürekli korkuları tetikliyorlar. Topluma bir deli gömleği giydirmeye çalışmakta ve her gün biraz daha yoksullaşan insanların en ilkel duygularını manipüle edip korkunun krallığını büyütmekte ortaklaşıyorlar.
Sığınmacılar, sokak hayvanları, Kürt sorunu fark etmez… Kutsal ittifakın derdi memleketin herhangi bir sorununu çözmek değil, korku iklimini daha da büyütüp toplumsal travmalar eşliğinde korkunun krallığının saltanatını devam ettirmek. Korkunun krallığı devam edecek ki milyonlar 17 bin lira asgari ücretle çalışmaya, 12 bin 500 lira emekli maaşıyla yaşamaya, sırtlarındaki ağır vergi yüküne ses çıkarmayacaklar. Nefrette, hınçta, linçte, katliamda ortaklaşacaklar ve fonda “Ölürüm Türkiye’m” çalmaya devam edecek.
Korkunun krallığı sermaye düzeni için var, yoksul halk sürünmeye, işçiler ölmeye devam etsin, bankalar, holdingler daha da semirsin, kârlar patlasın, kasalar dolup taşsın diye var.
Kim ki korkunun krallığını yıkmak ister, en başa Türkiye’nin sermaye düzenini yazacak, önce buna itiraz edecek, sonra emeği siyasetle siyaseti emekle buluşturacak, halkı uyandıracak, ayağa kaldıracak. Meydanlar ekmeğinin küçülmesine karşı yumruğunu sıkan milyonlarla dolmadan bu krallık yıkılmayacak. (FATİH YAŞLI - SOL.ORG)