Esas mücadele, her yerde olduğu gibi bu katliamdan, ölümden başka anlama gelmeyen düzene karşı daha ileri alternatifleri ortaya çıkarmak içi...
Esas mücadele, her yerde olduğu gibi bu katliamdan, ölümden başka anlama gelmeyen düzene karşı daha ileri alternatifleri ortaya çıkarmak için mücadele etmek; Filistin’de de emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadeleyi, medeniyetler savaşı denklemine düşmeden, İslamcılığın arkasına dizilmeden, her dinden, mezhepten, etnisiteden tüm halkın birliğini temel alan bir mücadeleyi geliştirmektir. Öbür türlüsü, bugün ABD-İsrail ortaklığında yaşanan soykırımı bir bölgesel savaşa doğru genişletme stratejisinde rol seçmek olacaktır.
Filistin İstatistik Kurumu’nun verilerine göre bugün 6 milyon Filistinli kendi yurtlarından uzakta, sığınmacı ya da mülteci pozisyonda yaşıyor. Filistinliler, İsrail’in kurulduğu 15 Mayıs 1948’den bu yana sürgün hayatı yaşıyor. Yani, sürgün hayatları Ekim 2023’te başlamadı, belli ki yakın gelecekte de sürgünleri sona ermeyecek. Filistinlilerin başına gelenler, tam 75 yıllık bir trajedi. İşte bu yüzden 15 Mayıs gününü Filistinliler “Nakba” yani büyük felaket günü olarak anıyor.
Zira 15 Mayıs 1948’de İsrail kurulduktan sonra Siyonist çetelerin ilk işi, Filistinlileri toplu katliamlarla imha etmeye başlamak oluyor. Bu çetelerin en yaygın olanlarından İrgun Çetesi, bugün hâlâ Filistin tarihinin hafızasındaki Deir Yassin Katliamı’nın sorumlusudur ki, İrgun Çetesi’nin liderleri ilerleyen yıllarda İsrail devletine savunma bakanlığı yapacak, yine İrgun gibi bir başka Siyonist çete Stern’in lideri İzak Şamir, 1986- 92 arasında İsrail’in başbakanı olacaktır.
Filistin topraklarında teröre ilk sarılanlar Siyonistlerdir. 1948’den itibaren köyleri kuşatır, direnen köylerde çoluk çocuk demeden katliama girişirler. Bugün İsrail Devleti’nin egemenlik sahasının büyük kısmı, Siyonist paramiliter çetelerin on yıllar süren katliamları neticesinde insansızlaştırılmış ve ardından Siyonist yerleşimciler sayesinde İsrail’in olmuştur. Dolayısıyla terör, İsrail için bir yönetme aracıdır.
Bu haliyle, Filistinlilerin silahlı direnişi, belki de tarihte “meşru müdafaa” denildiğinde en haklı isyanların başında gelir. Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ya da Hamas… Her biri silahı direnişi bir mücadele aracı haline getirdi. Filistin direniş tarihi siyonizme karşı silahla yapılan yarım yüzyıllık bir siyasetin de tarihiydi.
1950’LER; “VATAN” VE ULUS BİLINCİ
Filistinlilerin İsrail kurulana kadar topraklarından sürülme tehdidi akıllarına bile gelmez. Fakat İsrail’den sonra “vatan” kavramı, Filistinli gençlerin diline dolanır. Filistin’in 1970’lerden itibaren fiilî milli marşının da adı Mavtini’dir. Yani “vatanım”.
İşte vatan hasretiyle yanıp tutuşan Filistinli gençler, Mısır’da, Ürdün’de üniversiteleri doldurdu. Bu gençler 1959 yılında Filistin tarihi için son derece önemli Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni kuracaktı. Biz bu hareketi bugün “El Fetih” adıyla biliyoruz. Hareketin en önemli lideri ise bir direniş efsanesine dönüşen Yaser Arafat’tı.
Arafat, 1950’ler ve ’60’larda, Cemal Abdülnasır’ın Baas Partisi’nin yönettiği Mısır’da Arap milliyetçiliğinden etkilenen vatansever bir gençti. Arafat’ın da içinde olduğu Fetih, Filistin diasporası tarafından kurulan irili ufaklı direniş örgütlerinin en büyüğüydü ki, bu örgütler 1964 yılında bir araya gelerek Filistin Kurtuluş Örgütü, kısaca FKÖ’yü kurdular.
FKÖ’nün, Filistin tarihindeki belki de en önemli marifeti, Filistin Davası’nı tüm dünyaya tanıtmak oldu. Yaser Arafat, iletişim kabiliyetiyle tüm dünyada sempati toplayabilen bir “gerilla” lideriydi. Arafat’ın Fetih’i de silahlı eylemlere girişirdi fakat Arafat haklı davasını tüm dünyaya anlatabilmeyi de başarmıştı. Arafat da siyaseti silahıyla yapardı ama silahlı siyasetin sadece savaşmak olmadığını da dünyaya öğretmişti. Bugün bir kısım Siyonist aşırılıkçı dışında Arafat’a terörist diyebilen de yoktur.
1970’LER: SOSYALİST RÜZGÂR
Arap milliyetçiliği, 1950’den 1960’ların sonuna dek, Ortadoğu’yu etkisi altına aldı. Böylece Cemal Abdülnasır öncülüğünde, Arap devletleri ve İsrail arasında 2 büyük savaş da yaşandı. 5-10 Haziran 1967 yılında yaşanan savaşa 6 Gün Savaşları adı veriliyor. Savaşın Araplar için bozgunla sonuçlanmasının ardından Abdülnasır istifa etse de halkın yoğun isteği üzerine görevine tekrar devam etti.
6 Gün Savaşlarının önemli bir etkisi daha oldu. Nasıl ki, 1948 Savaşı Arap Krallarına dönük öfkeyi artırarak Arap milliyetçiliğinin yükselmesine neden olmuştu, 1967’deki 6 Gün Savaşı da Arap Milliyetçiliğinin krize girmesine neden olacaktı. Filistin’de yükselen yeni akım, sosyalizmdi.
Artık takvim yaprakları 11 Aralık 1967’yi gösteriyor. Bu sefer kahramanımız bir Arap Hıristiyanı George Habaş, örgütün adı FHKC… Yani Filistin Halk Kurtuluş Cephesi…
FHKC, Arafat’tan daha farklı olarak İsrail Devleti’nin yıkılması, yerine bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması, bu ülkede Yahudilerin, Müslümanların ve Hristiyanların birlikte yaşaması gerektiğini savunan bir sosyalist direniş örgütüydü.
FHKC’nin marifeti ise tüm dünya soluna Filistin Davası’nı tanıtabilmesi oldu. Bugün Avrupa’da Filistin yanlısı eylemler yapılıyorsa, 1970’lerde Avrupa Solunun FHKC’ye beslediği sempati sayesindedir. Gerek Arafat’ın Fetih’i, gerek Habaş’in FHKC’si de silahlıydı. Ama eylemleri dünya halkları nezdinde meşruydu. Her iki örgüt de Filistin Davası’nı tüm insanlığa tanıttılar.
2000’LER; İSLAM VE CİHAT
Fetih ve FHKC’nin Filistin Direnişinin başını çektiği 1980’lere dek, Filistin meselesi tüm dünyanın üzerine eğildiği bir soruna dönüşmüştü. Bu dönemde henüz İslamcılar Filistin Direnişinin içinde olmadığı gibi, örneğin Türkiye’deki İslamcıların nazarında Filistin Direniş Örgütleri anarşistlerden oluşuyordu. Türkiye’deki İslamcıların Filistin meselesine eğilmeleri 1979’dan sonra yaşandı desek yeridir. O yıl yaşanan İran İslam Devrimi ve Afganistan’da Taliban’ın kurulmasıyla İslamcıların “Müslüman coğrafya” algısını pekiştirdi. 1970’lerde gelişen anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketleri ABD ve İsrail tarafından tehlikeli ve etkisizleştirilmesi gereken hareketler olarak görülüyordu. Bu çerçevede Sovyetler’i de çevreleme politikası bağlamında Yeşil Kuşak Projesi geliştirildi. İlerici, devrimci hareketlerin etkinliğini kırmak için İslamcı örgütler desteklendi. İsrail FKÖ ve FHKC’yi baskı altında tutarken Müslüman Kardeşler örgütünün içinden çıkan dinci yapılar serbest bırakıldı. Hamas’ın serpilip geliştiği İslam Üniversitesi İsrail tarafından kurulmuştu. Öncülü ve içinden çıktığı Filistin Müslüman Kardeşler Örgütü özellikle 1970’li yıllardan itibaren önceliği toplum içinde mevzilenme ilişkisine verip toplumu İslamileştirmeyi hedeflemişti. İsrail güçlerine karşı direnişi tali plana iten örgüt bu tavrıyla İsrail tarafından makul kabul edildi. İslamcıların güçlenmesinin Filistin direnişini böleceği güçten düşüreceği düşüncesiyle örgütün faaliyetlerine müdahale edilmedi. Diğer yandan İslamcı gruplar 1980’lerde FKÖ ve FHKC ile üniversitelerde çatışmalara girdi. Büyük Ortadoğu Projesine giden süreçte İslamcı örgütlenmelerin desteklenmesi emperyalist aklın ortaya attığı çelişkiyi dinsel ve mezhepsel ayrımlar üzerinden kuran medeniyetler çatışması tezine uygun düşüyordu.
Henüz daha İsrail desteği ile Hamas egemen olamamışken, takvim yaprakları 8 Aralık 1987’yi gösterdiğinde Filistin halkı, kelimenin gerçek anlamıyla ayaklandı. Sadece kentlerde değil, köylerde kasabalarda… Her yerde sokaklardaydı Filistinliler. Çoluk çocuk, genç yaşlı… Bu sefer silahlı direniş grupları yoktu sahada, ellerinde taşlar ve sopalarla milyonlarca Filistinli sokağa çıktı ve 6 yıl boyunca evlerine dönmedi. İntifada yani ayaklanma denilen bu eylem Filistinliler için bir ilk olduğu gibi intifadanın ilk haftasında yeni bir direniş örgütünün kurulduğu da ilan edildi; yeni örgütün adı Hamas’tı.
“İsrail Devleti yok olana dek cihat” şeklinde özetlenebilecek Hamas yaklaşımının FKÖ ve FHKC’den farklılıkları vardı. Bir kere FKÖ çift devletli çözüm istiyor, Hamas ise bu tutumu nedeniyle FKÖ’yü İsrail işbirlikçisi olmakla suçluyordu. FHKC de İsrail’in yıkılmasını istiyordu ama onlar da İslamcı değil, sosyalistti. Üstelik FHKC, bağımsız Filistin’in Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların birlikte yönetmesi gerektiğini savunuyordu. Hamas buna da karşı çıkıyordu. İslami bir Filistin Devleti kurulmalıydı.
Böylece Hamas, Filistin direniş örgütlerinden daha radikal bir çizgiyi benimseyerek, İntifada günlerinde popülaritesini artırdı.
HAMAS’LI YILLARDA FİLİSTİN DAVASI
SSCB’nin dağılmasıyla sol geri çekildi. Arafat da 2000’li yıllarda artık yaşlanmış ve Fetih güç kaybetmişti. Arafat’ın 2004’te ölmesiyle ortaya çıkan liderlik krizinde Hamas, Gazze’ye ağırlık vererek 2007’de kentin yönetimini elde etti. O günden bu yana, Filistin Direnişinin öncü gücü Hamas’tı.
Arafat, Batı’ya ve Doğu’ya Filistin Davası’nı tanıtmıştı. FHKC, dünya solunun Filistin Davası’nı sahiplenmesini sağlamıştı. Hamas bunların hiçbirini yapmadı. Hamas’a dek, “Filistin direnişine tüm insanlığın sahip çıkması gerekir” anlayışı hâkimdi. Hamas’tan sonra “Filistin direnişine tüm Müslümanların sahip çıkması gerekir” anlayışı gelişti. Hamas liderliğindeki Filistin Direnişi geçmiştekinden çok daha yalnız. İslamcılar, Filistin meselesini çözmekten ziyade, bu mesele üzerinden siyaset geliştirip, güç devşirmeyi tercih etti.
20 yıla yakın süredir Filistin Direnişinin öncüsü İslamcılar, bu süre içinde direnişin yalnızlaşmasına neden oldular. Sözde İsrail yıkılacak, İslami bir düzen kurulacaktı. Direnişin İslamileştiği on yılların sonunda, maalesef Filistin Davası’nın geleceği dahi tehlikeye düştü. İnsanlık Filistin’e sırtını çevirirken, Filistin’e sahip çıkacağı düşünülen Müslüman coğrafya da birbirine düştü. Bu durum, Siyonist barbarlığın elini güçlendirirken, “Hamas’ı İsrail kurdu” tezini de güçlendiriyor. Geçmişe dönüp baktığımızda, Siyonist saldırganlık “İyi ki Hamas var” dese yeriydi. Hamas, İsrail karşısında en radikal tutumu temsil ederek taraftar toplamış ama Hamas radikalliği Filistin Davası’nı da küçültmüştü.
Biz ise, Filistin’i yeniden dünyaya tanıtacak, Filistin Davası’nı yeniden “insanlığın davası” haline getirecek, insanlığın ortak değerlerine sahip çıkan yeni bir direnişin hayalini kurmaya devam ediyoruz.
∗∗∗
DEVRİMCİLERİN FİLİSTİN’İ
Filistin davası, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren hem ülkede hem dünyada sosyalizmin davası haline geldi. Amerikan emperyalizminin topyekûn desteklediği Siyonist İsrail’e karşı Filistinlilerin mücadelesi, bir ulusal kurtuluş ve devrim mücadelesi olarak ele alındı. Bu dönemde kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Kurtuluş Örgütü gibi örgütlenmeler, hem Filistin’in kurtuluşu mücadelesinin en ön cephesinde savaş verirken bir yandan da Filistin ve Lübnan’ı tüm dünyadan devrimcileri, emperyalizme karşı mücadele veren halk hareketlerini birleştiren bir mücadele okulu haline getirdiler.
1960’lı ve ’70’li yıllarda Türkiyeli devrimciler de Filistin ve Lübnan’a giderek İsrail’e karşı savaşın içerisinde yer aldılar, kimileri bu mücadelede şehit düştü. Deniz Gezmiş, Alparslan Özüdoğru gibi devrimciler, Filistin kamplarında aldıkları eğitimle Türkiye’de emperyalizme karşı savaşırken hayatlarını kaybettiler.
Filistin davasının emperyalizme karşı devrimci bir hareket haline gelişinin miladı 1967’de George Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesini kurması oldu. FHKC’nin kurulmasında, bir yandan Çin, Küba, Vietnam ve Cezayir’deki halk savaşlarının emperyalizme karşı kazandığı zaferlerin yanında, 6 Gün Savaşında Arap ülkelerin yenilgisi büyük rol oynadı. Habaş, FHKC kurulurken, çözümün dış müdahale ve konvansiyonel savaş ile değil doğrudan bir halk savaşı ile gelebileceğini savunuyordu. Bu çizgide hem Filistin ve Lübnan’da örgütlenen gerilla savaşı hem de Batı’daki sansasyonel eylemlerle İsrail’in işgali geriletilmeye çalışıldı. 1970’te Filistinli gerillaların uçak kaçırma eylemiyle Filistinli tutukluların serbest kalmalarını sağlaması gibi başarılar, Filistin mücadelesinin yeni yönelimini pekiştirdi. Habaş İsrail’e karşı kendi deyimiyle Vietnam’daki Marksist gerillaların mücadelesine benzer bir strateji geliştirilmesi gerektiğini savunuyordu: “1967’den sonra şu gerçeğin farkına vardık ki Filistin’in kurtuluşu için Çin ve Vietnam örneklerini izlememiz gerekiyordu.
Filistin mücadelesinin devrimci bir çizgide geliştirilmesinde, George Habaş kadar Leyla Halid, Gassan Kenefani gibi önderleri de önemli rol oynadı. FHKC üyesi Halid, 1969’dan 1971’e kadar 4 başarılı uçak kaçırma eylemi gerçekleştirerek, İsrail elindeki yüzlerce esirin kurtuluşunu sağlayarak, mücadelenin simge kahramanlarından biri haline geldi. Tüm ömrünü Filistin halkının kurtuluşu için mücadele ederek geçiren Halid, direnişin yaşayan bir kahramanı oldu.
FHKC’nin bir diğer tarihsel önderi ise hem mücadelesi hem de yazdıklarıyla ve çizdikleriyle harekete devrimci bir yol çizen Gassan Kenefani idi. Filistin mücadelesinin Marksist Leninist çizgisinin teorisini yazmış, Siyonizme karşı verilen savaşları kendi eliyle çizdiği afişlerle ölümsüzleştirmiş ve her zaman mücadelenin içerisinde olmuştu. Filistin mücadelesinin bir din-millet savaşı olmadığını en net şekilde açıklıyordu:
“Filistin davası yalnızca Filistinlilerin değil, çağımızda sömürülen ve ezilen kitlelerin davası olarak nerede olursa olsun, her devrimcinin davasıdır.”
Kenefani’nin emperyalizm ve siyonizmle neden barışılamayacağını açıklarken kurduğu sadelik ise tüm dünyada halk hareketleriyle emperyalizm arasındaki ilişkiyi de özetliyordu:
“Boyun ile kılıç arasında barış olur mu?”
∗∗∗
EMPERYALİZMİN MEDENİYETLER SAVAŞINDA FİLİSTİN
Reel sosyalizm sonrasında ABD tüm bölgeye hâkim olma arayışını bir din-mezhep çatışmasına dayanan BOP ile yürürlüğe koydu. Bütün bölgede İslamcı hareketler, özellikle Müslüman kardeşler desteklendi. Irak, Afganistan, Libya, Suriye… Bir etnik ve mezhepsel kavgayla parçalanarak Anti-Amerikan ve Anti-Siyonist tüm dinamikler dağıtıldı. BOP’un son sahnesi şimdi, İsrail eliyle Filistin halkına yönelik bir din savaşı olarak hayata geçiriliyor.
Hamas ise Filistin davasını bir din savaşının gericiliği içine hapsederek bu direnişi tarihsel ilerici damarlarından da koparan bir rol oynuyor.
Şimdi bu koşullarda solun taşıdığı Filistin davası Hamas’ın temsil ettiği siyasal İslamcı radikalizmle temsil ediliyor. Değişmeyen tek şey Filistin halkının haklı olduğu gerçeğidir. Ancak solun bu mücadeleyi haklı görmesi, Hamas’la özdeşleşmesi anlamına gelmiyor.
Esas mücadele, her yerde olduğu gibi bu katliamdan, ölümden başka anlama gelmeyen düzene karşı daha ileri alternatifleri ortaya çıkarmak için mücadele etmek; Filistin’de de emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadeleyi, medeniyetler savaşı denklemine düşmeden, İslamcılığın arkasına dizilmeden, her dinden, mezhepten, etnisiteden tüm halkın birliğini temel alan bir mücadeleyi geliştirmektir. Öbür türlüsü, bugün ABD-İsrail ortaklığında yaşanan soykırımı bir bölgesel savaşa doğru genişletme stratejisinde rol seçmek olacaktır. (YOL POLİTİKA KOLEKTİFİ - BİRGÜN PAZAR)
Hiç yorum yok