Her kesimden oy toplama çabası her şeyin önüne koyulduğunda örgütlü bir halk hareketini yaratma ve güçlendirme görevleri ihmal edilirken kadrolar ile düzen siyasetçileri arasındaki fark silikleşir. Uzun vadeli hedeflerle bağları kopan bir siyasal mücadele pratiği devrimciliklerini koruyan kadroların etkisizleşmesine hatta sorun yaratan tutucu unsurlar olarak görülmelerine yol açar.


DEVRİMCİ MÜCADELE (Ufuk Akkuş - Sendika.org)

Devrimci bir hükümet iş başına geldikten sonra devletin dönüştürülmesi en zor süreçlerden biri olacaktır. Henüz aşılmamış olan eski düzenin devlet içindeki direncini kırmanın yolu kitlesel eylemlerin de yardımıyla onlar üzerinde baskı kurmaktan geçecektir. Devlet organlarının tasfiye edilmesi, üst düzey yöneticilerin tümünün halk tarafından seçilir, denetlenir ve her an çağrılabilir duruma getirilmesi, temsilcilik görevlerinin bireysel zenginleşme araçları olmaktan çıkarılması, halkın karar alma süreçlerine doğrudan doğruya katılabilmesi, ordunun gerçek anlamıyla halkın hizmetine sokulması gibi önlemlerin örgütlü bir halk hareketi mücadelelerinden destek almayan bir hükümet tarafından alınması hiç kolay değildir.

1917’de Rusya’da gerçekleşen Ekim devrimi, insanlığın eşitlik ve özgürlük arayışında çok önemli ve coşkulu bir başlangıç idi. Devrim ile kurulan sosyalist sistem o dönemde pek çok ülkeye esin kaynağı olmuştu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nde sistemin çöküşüyle birlikte diğer sosyalist ülkeler de peşi sıra düştüler. En yaygın yorumla, 18. yüzyılda başlayan kapitalist sistemin ömrüyle kıyaslandığında tarihin 74 yıl gibi kısa bir dönemini kapsayan sosyalist sistem işçi sınıfına ve insanlığa büyük bir miras bırakmıştır.

Gelinen aşamada kapitalizmin insanlığa ve doğaya verdiği tahribat giderek artmış ve sistem tıkanma noktasına gelmiştir. Sistemin dünya genelinde hegemonik gücü azalmış olup ancak zor ve baskı politikaları ile yönetim sağlanabilmektedir. İnsanlığın yeni bir sosyalist devrime ihtiyacı yakıcı bir şekilde kendini hissettirmektedir.

Erkin Özalp, “Devrim Nasıl Yapılır? Dünyada Strateji Arayışları” adlı kitabında devrimlerin çeşitli ülkelerdeki yansımalarını, olumlu ve olumsuz yönleri ile ele alıyor. Başını Sovyetler Birliği’nin çektiği sosyalist uygulamaların çöküşü sonrasındaki mücadele deneyimlerinden hareketle, günümüzde kitlelerin kendi eserleri olan devrimlerin nasıl yapılabileceğini tartışıyor.

Özalp; Şili, Peru, Nepal, Venezüella, Bolivya, Meksika, Brezilya, Barselona, Rojava, Yunanistan, Fransa, Belçika, Avusturya ve ABD örneklerinden yola çıkarak devrimci girişim süreçlerini ortaya koyuyor. Pek çok ülkede iktidarı hedefleyen devrimci partilerin gerek mücadeleleri gerekse de iktidarı aldıktan sonraki uygulamaları siyasi konjonktüre ve güç mücadelelerine göre şekillenmiş, sapmalara ve savrulmalara uğramıştır.

Özalp’e göre; neoliberal politikaların ardında sermayedarların iki yüz yıllık sınıf mücadelelerinden çıkardığı dersler var. Neoliberalizmi bir gecede sıfırlamak hiç kolay değildir. Çok sayıda solcu liderin iktidara gelirken ya da geldikten kısa bir süre sonra radikal vaatlerini bırakması ve onları iktidara taşıyanlara ihanet etmiş olması tek başına bu kişilerin karakter zayıflığıyla açıklanamaz. Kapitalist üretim ilişkileri insanlığı, biri nüfusa oranla giderek büyüyen iki temel sınıfa ayırdı. Ama işçiler yalnızca sermayedarlara ve onların temsilcilerine karşı birlikte mücadele ettikleri sürece gerçek bir sınıf oluşturur. Bunun dışında kapitalist toplumda hayatta kalmanın vazgeçilmez bir gereği olan rekabet onları böler.

Nepal örneği

İncelenen ülkelerdeki sol hareketlerin seyri kültürel ve siyasal konjonktüre göre değişim göstermektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; silahlı mücadele yürüten Maoistlerin başını çektiği grup Nepal’de seçimle iş başına geçer. Kurulan koalisyon hükümeti köklü dönüşümlerden vazgeçer. Üstelik elde edilen bakanlıkların parti üyelerine maddi çıkar sağlaması gözetilir. Yani siyasal devrim toplumsal devrimle tamamlanamamış olur. Özalp’in dikkat çektiği gibi, ideal durumda silahlı mücadele yürüten bir örgüt tek başına iktidara gelir ve hem kadrolarını dönüştürmek hem de halkın kendi kendisini yönetmeye başlamasını sağlamak için bu iktidarı bir araç olarak kullanır. Ama bu ideal duruma ulaşmak mümkün olmadığında silahlı mücadele sayesinde elde edilen kısmi kazanımları koruma çabası, toplumsal bir devrim gerçekleştirmenin önündeki engellerden birine dönüşebilir. Yunanistan’da 2015 seçimlerinde en yüksek oyu alan Syriza, Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) yanaşmaması üzerine sağcı Bağımsız Yunanlar (ANEL) partisiyle koalisyon yapmak zorunda kalmıştır. Büyük bir borç yükü devralan yeni hükümet yeni borç bulabilmek için sosyal harcamaları kısar, özelleştirmelere ve kemer sıkma politikalarına ağırlık verir. Çipras hükümeti iktidarı esnasında sıradan insanlar bir yana, parti üyelerini bile karar alma süreçlerinin dışına itmiştir. Parti maddi çıkar sağlamak isteyenlere olanak sunmak ve hükümeti desteklemek dışında pek fazla işlevi kalmayan bir araca dönüşmüştür.

Halk hareketi olmazsa…

Özalp, seçimle iktidara gelen sol hükümetlerin kapitalizmin aşılması ve halkın tam anlamıyla kendi kendini yönetir duruma getirilmesi hedefleri doğrultusunda çok fazla yol alınamadığını söyler. Bunun en önemli nedenlerinden birinin; solun iktidara gelme olasılığı arttığında ve iktidara geldiğinde toplumsal devrim hedefini bir kenara bırakarak iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı başka her şeyden önemli sayması olarak görür. Uzun vadeli hedefler kağıt üstünde kaldığında siyasi özneler güncel pratikler tarafından biçimlendirilir. Reform politikalarını savunmanın ve uygulamanın ötesine geçemeyen bir sol parti, sosyal demokrat siyasetçi ve uzmanlardan daha fazla yararlanırken, kendi kadrolarının da sosyal demokratlaşmasına yol açar. Her kesimden oy toplama çabası her şeyin önüne koyulduğunda örgütlü bir halk hareketini yaratma ve güçlendirme görevleri ihmal edilirken kadrolar ile düzen siyasetçileri arasındaki fark silikleşir. Uzun vadeli hedeflerle bağları kopan bir siyasal mücadele pratiği devrimciliklerini koruyan kadroların etkisizleşmesine hatta sorun yaratan tutucu unsurlar olarak görülmelerine yol açar. Bu durumun sonuçlarına üyelerin başka partiye geçmeleri, istifa edip örgütsüzlüğü seçmeleri veya ayrı bir parti kurmalarını da ekleyebiliriz.

Şili’deki Halk Birliği’nin 1970 yılındaki devlet başkanlığı seçimlerine yönelik programında; Şili halkının örgütlenmesi ve iktidarı ele geçirebilmesi için Halk Birliği komitelerinin kurulması öngörülmüştü. Tek görevi seçim çalışması yürütmek olmayan bu komite, kitlelerin güncel talepleri doğrultusunda mücadele etmenin yanı sıra yönetmeyi de öğrenecekti. Ancak Halk Birliği hükümeti kurulduktan sonra Şili’de sosyalist ve komünist partilerin kendi oylarını artırmaya öncelik verirken halk hareketini güçlendirme görevinin bir yana bırakması, Halk Birliği’nin dağılmasına yol açmıştı. Venezüella’da da “komün ya da hiçbir şey” denilerek halk hareketinin önemi vurgulanmış, ancak Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) kitlesel olmasına karşın, devrimci kadroların ağırlık taşıdığı ve onların sayısını artıran bir parti değil, iktidarda olmanın nimetlerinden yararlanmak isteyenlerin kullandığı bir araçtı.

Örgütlü halk hareketine yaslanmayan bir sol parti iktidara geldiğinde devlet ve kamuda yöneticilik pozisyonlarını doldurmaya ve yöneticileri denetlemeye yetecek sayıda bilgili ve dürüst insan bulmak konusunda güçlük çekecektir. Devlet yönetiminde daha fazla söz sahibi olan, kendi temsilci ve yöneticilerini seçmenin yanı sıra denetleyen ve gerektiğinde geri çağıran bir halk hareketi sayesinde iktidara gelen sol, devlet kurumlarını ve kamu kurumlarını tam anlamıyla halkın denetimine sokma konusunda zorluk yaşamaz. Kitlelerin yönetmeyi öğrenmelerini de sağlayacak örgütlü bir halk hareketini yaratma ve güçlendirme görevi iktidar sonrasına bırakılmamalı, halkı iktidar mücadelesinin öznesi haline getirmek gerekmektedir. Burada halk hareketi ile onun temsilcileri arsındaki ilişkileri düzenleyen kurallar önem taşır. Her türlü temsilcilik görevine aday olanların halk hareketi tarafından ön seçimle belirlenmesi, seçilmişlerin görevleriyle ilgili konularda halkı eksiksiz bilgilendirmesi, ön seçime katılanların talebi halinde istifa etmeleri, her türlü gelir ve ayrıcalık konusunda şeffaflık sergilemeleri halkın yönetmeyi öğrenmesine yardımcı olur. Ayrıca halk hareketinin düzen değişikliğinin yolunu açan temel hedeflere sahip olması ve kitlelerin her türlü ayrımcılığını ortadan kaldırılmasına yönelik ideolojik dönüşümüne katkıda bulunması gerekir.

Kadroların rolü

Özalp’e göre; halkın karar alma ve denetleme süreçlerine katılımını sağlamanın vazgeçilmez koşullarından biri de, kişilikli kadroların varlığıdır. Özalp, kadrolar derken bazı ayrıcalıkları beraberinde getiren bir rütbenin taşıyıcılarından değil, üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi, sınıfların ve ulusal sınırların ortadan kaldırılması, insanların tam anlamıyla kendilerini yönetir duruma getirilmesi gibi uzun vadeli hedefleri benimseyen, devrim mücadelesine daha fazla katkıda bulunmak için özveride bulunan ve sorumluluk üstlenen örgütlü bireylerden söz ettiğini vurgular. Bir kadronun en önemli görevlerinden biri, birilerinin adamı olmamak, kişilere değil uzun vadeli hedeflere bağlı olmaktır. Bu nedenle, güncelliğin ötesine geçen bir teorik birikimin elde edilmesi ve zenginleştirilmesi kadro eğitiminin önemli bir bileşenidir.

Bunlar kadar önemli olan nokta ise uzun vadeli hedefler gözeterek yürütülen siyasi mücadeleler aracılığıyla alınan eğitimdir. Bir halk hareketinin devlet yönetiminde giderek daha fazla söz sahibi olmasını sağlamaları, kadroların kendilerini geliştirmelerinin en verimli yollarından biridir. Neredeyse tek siyasal işlevleri bildiri dağıtmak, sosyal medya paylaşımları yapmak, gazete satmak, basın açıklamaları ve mitinglere katılmak gibi parti merkezinin mesajlarını daha geniş kesimlere ulaştırmak olan üyelerin pek çoğu bir süre sonra örgütlü mücadelenin kendisini sorgulamaya başlayacaktır. Örgütlü mücadelelerin başarısı kadroların yaşamsal önem taşıyan bazı sorumlulukları yerine getirmesine bağlıdır. Örneğin, boş zamanları sınırlı olan insanları kazanmanın ve mücadelenin içinde tutmanın yolu, neler yapabilecekleri hakkında onlarla görüşerek, hangi konularda katkılarda bulunabilecekleri konusunda ortak karara varmak ve sonrasında da bu katkıların somut sonuçlarını birlikte değerlendirmekten geçer. Herhangi bir talep doğrultusunda eyleme çağrılan insanları o eylemin işe yarayacağına ikna edebilmek, dolasıyla eylemler planlanırken elle tutulur sonuçlar elde etme şansının hesaba katılması gerekir.

Kadroların kimlerden gelirse gelsin ilerletici önerileri desteklemeleri, tartışmaların kişiselleştirilmesine izin vermemeleri ve nesnel olarak trollük yapanların gündemi belirlemesini engellemeleri, hedeflerle uyumlu ve herkes için geliştirici olan bir iç tartışma ortamı yaratmaları gerekir.

Gerek iktidar mücadelesinde gerekse iktidarı aldıktan sonra halkı özne haline getirmenin önemine değinen Özalp, geçmişin sosyalist devletlerin temel sorunlarından birinin kendi halklarını dünya devrimi mücadelesinin özneleri haline getirmek konusundaki başarısızlıkları olarak görür. Sosyalist ülke yurttaşlarının kapitalist ülke yurttaşlarıyla daha fazla iletişim kurmaları, onları sosyalizmin kazanımları hakkında doğrudan doğruya bilgilendirmeleri , kapitalist dünyada yaşanan gelişmeleri yakından takip ederek kendi ülkelerindeki eksikliklerin giderilmesini sağlamaları daha fazla etkili olabilirdi.

Bazı ülkelerdeki sol hükümetlerin başarı ve başarısızlıklarının nedenlerini irdeleyen Özalp, “Devrim Nasıl Yapılır?” kitabında sosyalizm mücadelesinde kitle hareketinin, örgütlü halk gücünün, sınıf mücadelesinde halkı özne haline getirmenin, şeffaflığın, katılımın, kadroların işlevinin, toplumsal devrimin öneminin altını çizerek devrim sürecini analiz ediyor ve öneriler geliştiriyor.


Erkin Özalp, Devrim Nasıl Yapılır? Dünya’da Strateji Arayışları, Yordam Kitap, Ekim 2023, 238 sayfa.

Daha yeni Daha eski