Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Adalet Sarayları ve Adalet Kavramı Arasında Hukukun Türkiye’deki Patinajı

Türkiye, dünyanın en büyük adalet sarayını başkent Ankara’da inşa etmeye hazırlanıyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yeni yapı için “622 bin me...


Türkiye, dünyanın en büyük adalet sarayını başkent Ankara’da inşa etmeye hazırlanıyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yeni yapı için “622 bin metrekare kapalı alana ve yatay mimariye sahip olacak” diyor. Pek çok uzmana göre ise Türkiye’nin asıl ihtiyacı adalet saraylarından ziyade hukukun üstünlüğü. 

Çünkü adalet de adalete erişim de güçlü zayıf ayırt etmeksizin herkes için. AKP hükümeti boyunca adaletten sorumlu pek çok bakanın bugüne kadar değindiği gibi. Mevcut bakan Yılmaz Tunç’un cümleleri “Güveniler ve erişilebilir adalet sisteminin tesisi için…” diye başlıyor. Eski Bakan Abdülhamit Gül, “Hukukun üstünlüğü ve adalete erişim, demokrasimizin en önemli unsurlarıdır” diyor. Geçmişte  Bekir Bozdağ ve Sadullah Ergin de “Adalet toplumun her kesimine ulaşmalı” ve “Herkesin adalete eşit erişimi olmalı” beyanlarıyla mevzunun hayatiliğine dikkat çekmişti. 2024-2025 Adli Yıl Açılış Töreni’nde, “Adalete kolay erişimle, onarıcı ve telafi edici adalet uygulamalarını sisteme kazandıracağız” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vurgusu aynı istikamette.

“HALK ÇADIRDA DA OLSA ADALET İSTİYOR”

Ancak Türkiye toplumunda adalete erişim ve güven son yıllarda ciddi hasar almış durumda. Fikir Gazetesi’nin görüşüne başvurduğu İstanbul Üniversitesi’nden anayasa hukukçusu Dr. Volkan Aslan’a göre özellikle son 5-6 yıl içinde sadece Türkiye’de değil dünyanın tamamında genel bir otoriterleşme ve hukuk devletinden uzaklaşma söz konusu. “Türkiye’deki otoriterleşme ve hukuk devletinden uzaklaşma hali dünya ortalamasına göre çok daha fazla oldu. Adalet saraylarının boyutu, büyüklüğü… Bunlar önemli değil. Gerekiyordur, yaparsınız. Ama oraya gelen insan, oradaki mahkeme çadır dahi olsa adalet istiyor, hakkını istiyor.” diyor.

DİLAN-ENGİN POLAT, SOMA, CAN ATALAY…

Türkiye’de adaletin güçlünün yanında olduğu yönündeki toplumsal algı yeni değil. Ancak yıllar geçtikçe, kamuoyunun önüne yeni ve tartışmalı örnekler düştükçe, hukuka yönelik güven daha çok zedeleniyor. Kara para aklama yönündeki iddialar, sahte fatura-sözde ticaret, vergi kaçakçılığı, yasadışı bahis gibi gerekçeler Dilan ve Engin Polat çiftini demir parmaklıkların arkasına gönderdi, şirketlerine kayyum atandı, mal varlıklarına el koyuldu, 40 yıla kadar hapis cezası talep edildi ama şu an dışarıdalar. 

On binlerce insanın hayatına mal olan ve Türkiye’nin 11 kentini etkileyen 6 Şubat Depremleri’nde bina inşaatlarındaki kalitesizlik ayan beyan ortadaydı. Buna karşın tıpkı 1999 Marmara Depremi örneğinde olduğu gibi kimi müteahhitler adaletten paçasını sıyırmayı başarabildi. 

Bir yanda bu örnekler, öte yanda toplum vicdanını zedeleyen diğer gelişmeler. Söz gelimi o dönem Başbakanlık’ta danışman olarak görev yapan Yusuf Yerkel’in Soma Maden Patlaması sonrası bir madenciye tekme atması, üstüne “iş göremez raporu” alması ve devamında yükselişini devam ettiren kariyer adımları. Soma faciasından sonra açılan davada sanıkların tahliye edilmesi ancak Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay’ın hala tutuklu bulunması…

Bu ve benzeri kıyaslamalarla ilgili anayasa hukukçusu Aslan, Dilan-Engin Polat örneğinden hareketle “Bu kişiler henüz mahkum olmuş değil. Hukuk önünde masumlar. Hukuk önünde masum olan kişilerle ilgili yürütülen sürecin bu kadar magazin boyutunun sosyal medyaya yansıtılması bu kişilerin suçlu olarak lanse edilmesi söz konusu.Türkiye’de bunun bir orta noktası olması lazım. Hangi siyasi görüşten olursa olsun sosyal medya yargılamalarına bir son vermemiz lazım.” diyor. 

Aslan’ın sosyal medya yargılamaları ile ilgili tespiti doğru. Halkın tepkisinin ölçütü de kuşkusuz sosyal medya araçlarından ibaret değil. Bununla birlikte, daha genel bir perspektif üzerinden, Türkiye’de hukuk devletinin içinde bulunduğu hukuksuzluğa işaret eden hukukçular da var. Onlardan biri eski AİHM Yargıcı, Türkiye’nin uluslararası alandaki en etkin hukukçuların biri olan Rıza Türmen. 

Fikir Gazetesi’nin sorularını cevaplayan Türmen’e göre Türkiye’de son dönemde ikili bir hukuk sistemi uygulanıyor, bu yönüyle bazı uygulamalar bir anlamda Nazi Almanyası dönemini andırıyor. Türmen, “Bir parça siyasi veya siyasileri ilgilendiren bir dava olduğu takdirde tamamen bir keyfilik, tamamen bir hukuksuzluk hâkim. Gezi tutuklularının başına gelenleri görüyorsunuz. Tamamen hukuka aykırı bir şekilde insanlar cezaevlerinde çürütülüyorlar. Ona karşılık Dilan Polatlar filan serbest bırakılabiliyorlar. Toplumun bu hukuki çarpıklığı görmemesine imkân yok.” diyor. 

“TÜRKİYE, 142 ÜLKE İÇİNDE 117. SIRADA”

Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin uluslararası partnerlerinden World Justice Project’in Hukukun Üstünlüğü Endeksi 2023 raporu Türkiye’de hukukun üstünlüğü konusunda yıllardan beri hızlı bir şekilde düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Totalde 0.41 puanı bulunan Türkiye bu skorla 142 ülke arasında 117. sırada yer alıyor. 

Adalete duyulan güvensizlik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuruların artışında da kendini gösteriyor. 2021 yılında AİHM’e yapılan başvurularda ikinci sırada yer alan yine Türkiye. Üstelik bu başvuruların önemli bir kısmı adalet sistemine yönelik ihlalleri içeriyor. İktidar ise AİHM’in kararlarını Türkiye’deki yargı organlarının işleyişine müdahale, ulusal egemenliğe tehdit düzleminde okuyor. 

Fikir Gazetesi’ne konuşan deneyimli ceza hukuku profesörü Adem Sözüer de bir ikilik olduğu kanaatinde. Gezi Parkı Davası’ndaki mahkumiyetleri anımsatıyor, şiddetle ilgisi olmayan insanların ağır cezalara çarptırıldığını söylüyor, AİHM kararlarına dikkat çekip ortaya çıkan tabloyu “Anayasamızda hükümler var. Biz Avrupa Konseyi’nin üyesi bir ülkesiyiz. Kurucusuyuz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerden biriyiz. Geliyoruz, bu kararı uygulamıyoruz.” sözleriyle özetliyor. 

MİLLİ YARGI’DAN NARİN’E…

Elbette bu tartışmaların hiçbiri yeni değil. Milli Yargı meselesi, yargı aktivizmi etrafında dönen tartışmalar ve daha nicesi…  

Profesör Sözüer de tam da bunun üzerinden hukuksal bütünlüğe dair bir merdiven kuruyor, meseleyi Diyarbakır’da 8 yaşında katledilen Narin Güran cinayetine, toplumdaki tepkilerin yükselmesine ve elbette “Adelet” kavramına yönelik algıya getiriyor: 

“İlk kez hukuk tarihimizde bir şeyle karşılaştık. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, “Anayasa Mahkemesi kararı uygulanamaz, geçersizdir” diye karar verdi, hiçbir yetkisi olmamasına rağmen… Aslında hani biz Narin olayını tartışırken diyoruz ya ‘Cezasızlık algısı var mı?’ diye. Devletin kurumları böyle yaparsa artık hukuka saygı, hukuka uymak konusundaki asıl yıkım nereden geliyor? Yani bir ülkede düşünün Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Anayasa Mahkemesi hakkında suç duyurusunda bulunuluyor. Sonra ‘Aşiretler, cemaatler niye hukuka uymuyor?’ diye soruyoruz. Bu verilen mesajlar çok büyük bir hukuk krizini gösteriyor aslında. ‘Hiçbir kurala uymak zorunda değiliz, hiçbir karar uygulanmayabilir.’ şeklinde mesajlar gidiyor halka.” 

TÜRKİYE’DE YASALAR ÇOCUKLARINI KORUYAMIYOR MU?

Peki Türkiye’de çocukların cinsel istismardan korunmasında adalet sisteminin önleyici fonksiyonu ne? Hukuki mekanizmada mı yoksa uygulamalarda mı eksiklik var? Fikir Gazetesi’nin görüştüğü bir başka hukuk insanı, deneyimli avukat Habibe Yılmaz veriyor bu sorunun yanıtını. 

Yılmaz, 2004’te akrabası tarafından tecavüze uğrayıp hamile kaldığı için aile kararıyla öldürülen, Türkiye’de töre cinayetlerinin sembol ismi haline gelmiş Güldünya Tören davasında da görev almış bir isim. Avukat Yılmaz’a göre tek başına adalet sistemi elbette cinsel istismarı önleyemez; bu tespit Sözüer ve Türmen dahil pek çok hukukçunun değindiği gibi önleyici koruma tedbirlerini gerektiren, topyekûn bir mekanizmanın inşasını gerektirecek bir durum. Ancak avukat Yılmaz, infaz sisteminde ciddi sorunlar olduğunu, adına “Af” denmese bile tıpkı af gibi hükümlülerin bir süre yatıp çıktığı algısının hakim olduğunu belirtiyor, ihtisas mahkemelerinin kurulması önerisinde bulunuyor:

“Yargılama aşamasında çocuk haklarının uluslararası sözleşmelerde nelerin kriter olarak belirlediğinin bilinmesi gerekiyor. Bu nedenle davaya bakan avukat, davaya bakan savcı ve yine davayı sürdüren yargı mensuplarının tamamının çocuk hakları ve bununla ilgili kritik noktalar konusunda özel bir eğitimden geçirilmesi şart. Özel olarak hassaslaştırılmış ve eğitimle donanmış kişilerin bu tür faaliyette bulunmasında yarar olduğunu düşünüyorum.

İhtisas savcılarının, ihtisas mahkemelerinin olması gerektiğini düşünüyorum. Burada ayrıca kadının insan hakları konusunda doğal dert çocuklarının da insan hakları konusunda özel eğitimden geçmiş, uluslararası standartlara uygun refleks gösterebilen ve cezasızlık sebepleri olabilecek, önyargılardan arınmış bir yargısal sistem gerekiyor.” 

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI

Anayasa hukuku uzmanı Dr. Volkan Aslan, modern bir hukuk devletinin şeffaf olma mecburiyetinden bahsedip, özellikle 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası Türkiye’ye güvenlikçi politikaların hakim olduğunu, başkanlık sistemiyle birlikte denetimden şikayet edildiğini belirtiyor, başkanlık sistemiyle birlikte kurumsal anlamda bir çöküşün söz konusu olabileceğini şu cümlelerle tarif ediyor: 

“Özellikle bir yürütme organında yargıyla alakalı yetkilerin artırılması, parlamentoyla cumhurbaşkanlığı arasında herhangi bir ayrılığın olmaması… Kuvvetler ayrılığı bu şekilde ortadan silindikçe elbette ‘Kurumsal manada bir çöküş söz konusu’ diyebiliriz. Apar topar başkanlık sistemine geçtik. Bunun doğru düzgün altyapısı oluşturulmadı. Her şey daha kötüye gitti. Bunu tespit etmek için hukukçu olmaya gerek yok, Türkiye’de yaşıyor olmak bile zaten bunu tespit edebilmek için yeterli.”

TOPLUMDAKİ ‘CEZASIZLIK’ ALGISININ NEDENİ NE?

2014’te Kars’ta 9 yaşındaki Mert Aydın’ı kaçırdıktan sonra tecavüz ederek öldüren Aykut Balk, ağırlaştırılmış müebbet ve 36 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aynı yıl Adana’da 6 yaşındaki Gizem Akdeniz’i benzin dökerek yakan öldüren Süleyman Akdeniz, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi, “hürriyetten yoksun kılma” suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2016’da Manisa Alaşehir ilçesinde 4 yaşındaki Irmak Kupal’ı tecavüz edip boğarak öldürdükten sonra cesedini gömdüğü gerekçesiyle tutuklu yargılanan Himmet Aktürk, ağırlaştırılmış müebbet hapis ile 51 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

Peki çocuğa yönelik cinsel istismarın cezasız kalmasının ardında yatan ne? Adalet Bakanlığı istatistikleri mi bu algıyı oluşturuyor? Bakanlığın 2023’te çocuk istismarı şüphesiyle açılan dosya sayısı 31 bin 216’ya çıkarken 7 bin 88 kişi 2023’te istismardan mahkûm edildi. Acaba toplumsal tepkinin ardında yatan sebep bu fark mı? 

Bu soruya Habibe Yılmaz’ın vereceği bir yanıt var: 

“Açılan dava ve mahkumiyet arasında orantısızlık  soruşturmada yeteri kadar etkinliğin olmadığı  ve toplanan delillerin yetersizliğinin ilk işareti olabilir.. Yani dosya hazırlık aşamasının çok iyi yürütülmesi, iyi delillendirilmesi, arkasından davanın açılması gerekiyor. Bu aşamada sadece açılan dava sayısı değil şikayet sayısı ile açılan dava sayısı arasındaki ilişkiye bakmak da yararlı olabilir. Zira bir çok  durumda fiziksel bulgu yaksa istismar da yoktur şeklinde  değerlendirme  yapılarak takipsizlik kararı da verilebilmekte”

Yani Türkiye’de başta çocuğa yönelik şiddet, cinsel taciz ve erkek şiddetinin kadınlar üzerinde kurmak istediği tahakküm başta olmak üzere, yargıya intikal etmeyen, mahkeme salonlarına taşınmayan, verilerle buluşmayan bir karanlık sayfa da var. 

Karanlık-siyah istatistikler nitelemesini yapan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer:

“Şu kadar suç işlendi” denildiğinde bunlar sadece adliyeye yansıyan sayılar. Ama biz karanlık sayılar dediğimiz alanı bilmiyoruz. Bunların araştırması Türkiye’de hiç yapılmıyor. Geçmişe dönük yapılan, ‘Daha önce hiç cinsel suç mağduru oldunuz mu?’ diye sorulan sorulara verilen yanıtları biliyoruz sadece. Yani adliyeye intikal edenler kadar etmeyenlerin de farkına varabilsek okuldan, aileye kadar risk analizleri yapıp koruyu önlemlerin geliştirilmesi noktasında daha doğru adımlar atabileceğiz. Örneğin silahla insan öldürme meselesi… Türkiye Avrupa’da, en üst sırada. Bunların hepsi bize bir mesaj vermeli. Bireysel silahlanma ciddi bir sorun. Tüm bunlar şiddete, çocukların cinsel istismarına uygun bir zemin hazırlıyor. Bir de üstüne aşiret, cemaat gibi hiyerarşik ilişkilerin geçerli olduğu grupları katarsanız, devlet ancak toplumsal bir ilgi olduğunda belki bir olayı aydınlatıyor ancak aydınlatılmayan birçok olay da ortaya çıkıyor.”  

Fikir Gazetesi, Türkiye’deki adalet algısıyla ilgili hukukçu Rıza Türmen’e geçmişteki “Evrensel kavramların zedelenmesi adaletin, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının zedelenmesi çok büyük bir boşluk yaratıyor” sözlerini anımsatıyor, bugünden meseleye nasıl baktığını soruyor. 

Türmen, hukuksuzluğun, hukuk dışılığın olduğunu öne sürüp “Evet, bunun düzeltilmesi lazım ama bunun düzeltilmesi Türkiye’nin demokratik bir rejimiyle ilgili. Buna geçmeden hukuk devletiyle ilgili sorunların çözülmesi ne yazık ki güç görünüyor.” diyor. (DORA MENGÜÇ - FİKİR GAZETESİ) 

Hiç yorum yok

SON YAZIDAN