AKP iktidarının, HÜDA-Par ve daha farklı siyasal İslamcı çevrelerin istem ve güncellenen söylemlerinden, niyet ve gizli emellerinden bağımsı...
AKP iktidarının, HÜDA-Par ve daha farklı siyasal İslamcı çevrelerin istem ve güncellenen söylemlerinden, niyet ve gizli emellerinden bağımsız olarak; mevcut Anayasa’nın 4. maddesinin demokrasi ve düşünce özgürlüğü adına savunulması, abes ve koca bir ayıptır. Ancak maalesef ki bu savunu yapılıyor, yapılabiliyor. Hem de kendilerini ilerici-demokrat, sol-sosyalist ve sosyal demokrat addeden kişi ve kurumlarca. Acı ve ama gerçek; herhalde bu muazzam tutarsızlık ve çuvallama performansı sadece Türkiyeli bu kesimlere özgü olsa gerek.
Hem de Anayasa’nın ilk 3 maddesinde yer alan hükümlerin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini hükme bağlayan bu madde, 12 Eylül askeri faşist darbesi sürecinde Anayasa’ya eklenmişken… Yani 1921, ’24 ve ’61 Anayasalarında yer almayan bir hükümdür bu. Ama ufku egemen ulus şovenizmi ve güdük bir demokrasiyle sakatlı Türkiyeli bu kesimler; bölünme histerisi ve şeriat korkusuyla, tereddüt etmeden 12 Eylül Anayasası’nın düşünce özgürlüğünü dahi yasaklayan bu kaskatı faşist hükmünü savunma durumuna düşebiliyorlar.
Elbette sınıflar ve sınırlar tamamen ortadan kalkmadıkça her rejimin, her toplum ve her kurum ve kuruluşun kendisini koruyacağı ‘meşru’ anayasa, yasa ve kurumları ille ki olacaktır. Bu, yadsınmaması gereken bir durumdur.
Demokratik sistem, kurum ve kişiler, kendi varlıklarına doğrudan fiili bir yönelim karakteri arz etmedikçe; kurulu sistem, tarz ve düşüncelerine yönelik her türlü eleştiri, değiştirme ve yeni şeyler talep etme, bu doğrultuda aktif propaganda ve örgütleme yapma hakkına, düşünce özgürlüğü adına saygı duyar.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde, mevcut Anayasa’nın söz konusu 4. maddesinin, bütün bu ortalama demokrasi normlarının ruhuna aykırı, yasaklayıcı/men edici faşist bir anlayışı temsil ettiği rahatlıkla görülebilir.
Dolayısıyla da hangi gerekçeyle olursa olsun bu maddenin iptalini istemek; düşüncelerin özgürce dile getirilmesi kapsamında meşru olup, karşı çıkılamaz. Daha ötesi, bu düşüncelerinden ötürü kimse linç edilemez, yargılanmakla tehdit edilemez. Kaldı ki böyle yapmakla korunması istenen şeyler gerçek anlamda korunmuş da olmuyor. Zararlı ve yanlış şeyler iseler ileri sürülüp talep edilenler, son tahlilde bunların onay merkezi halk iradesi olacağına göre, gider halkı örgütleyip kendi safınıza kazanırsınız, olur biter. Ortada zora dayalı bir kalkışma olmadığı sürece, yapılması ve izlenmesi gereken budur çünkü.
Kaldı ki mevcut Anayasanın 4. madde ile dokunulmaz kılınıp, korunma altına alınan maddelerinden olan 3. maddenin demokrasi ve eşitlik adına sahiplenilip savunulacak iler tutar hiçbir tarafı da yok. Çünkü bu madde; “tek millet, tek dil, tek bayrak ve tek vatan” retoriğinde dile gelen ve diğer ulusal kimlikleri ve dilleri yok sayan ırkçı-faşist paradigmanın anayasa hükmü olarak ifade ediliş halinden başka bir şey değildir. Aynen şu ifadeler yer alıyor o madde:
“Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.”
Görüleceği gibi bu ifadelerin tamamı, varlığını diğer ulusların inkârı üzerine inşa eden, egemen ulus şovenizmidir. Haliyle de hem demokrasi adına ve hem de resmi adıyla “Türkiye” olarak kayda geçirilen bu coğrafyada yaşayan diğer ulusların eşit haklarının savunulması adına sahiplenilecek en ufak bir yönü yoktur, olamaz da.
Dolayısıyla da bu maddenin değiştirilmesi gerektiğini en başta bu ülkenin ilerici-demokrat ve kendisine sol-sosyalist diyen kesimlerinin ve sosyal demokratlarının talep etmesi gerekir. Ama maalesef bu işler bu coğrafyada böyle olmuyor. Çok küçük bir azınlık dışında ekseriyeti bu ırkçı faşist zihniyet ve tutumun ardında sıraya dizilmiş durumda.
Öte yandan, hangi siyasi ve ideolojik yelpazede yer alırsa alsın, Kürt ulusal kimliği ve bir ulusun, ulus olmaktan kaynaklanan ve bir ulus olduğu için de kendiliğinden sahip olduğu hakları adına bu maddeye karşı geliştirilen muhalefetin de sonuna kadar haklı ve meşru olduğunu yüksek sesle dillendirmek, tarihi bir sorumluluk gereğidir.
Bu bağlamda olmak üzere, parlamentoda temsil edilen partilerden DEM Parti dışında HÜDA-Par’ın bu maddenin değiştirilmesini istemesi üzerine de kısaca şunları söylemek gerekiyor: Bu partinin, şeriat özlemcisi olduğundan, 2. maddede yer alan “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmünün değiştirilmesini istediği elbette doğrudur. Fakat bu partinin tüm derdinin bu olduğu propagandası da asla isabetli değildir. Çünkü bu parti, diğer birçok partinin olmadığı kadar parti programında Kürt dilinin ana dil olarak özgür bırakılmasından tutun da siyasi bir statü olarak federasyon taleplerine kadar bir yığın ulusal taleplere yer vermiş bir partidir. Dolayısıyla da itirazlarında ki ağırlık merkezinin 3. madde olduğu da açıktır.
Sırf ideolojik tercihlerinden ötürü onların itirazlarındaki bu ulusal kimlik boyutunun es geçilmesi, öncelikle siyaseten isabetli bir tutum olmaz. Bu itirazlarının haklı ve meşru olduğu her türlü tartışmanın dışındadır. Bunun, bir hakkın teslim edilmesi adına ifade edilmesi gerekmektedir. Şeriatçı, gerici, yobaz olması ayrı bir boyuttur. Bu yönüne karşı ideolojik mücadelenin sürdürülmesini ötelemez bunları ifade etmek.
Özetle: Söz konusu bu maddeleri ile birlikte bu ırkçı-faşist anayasanın tümden atılarak yerine Kürtlerin ulusal haklarını kullanmasının önündeki tüm engelleri kaldıran; sözde değil, gerçek anlamıyla laiklik ilkesini Anayasa’ya koyarak, dinin kamusal alan dışına taşınmasını ve bu anlamıyla da devleti tüm din ve inanç grupları karşısında eşit mesafede durmasını teminat altına alan; keza gerçek anlamda cinsiyet eşitliğinin garantörü olan; düşünce ve örgütlenme özürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıran; halkın konut, sağlık ve eğitim hakkını sosyal sorumluluk kapsamında güvenceye alan gibi daha pek çok maddeyi içerecek demokratik ve eşitlikçi bir anayasa talep etmek ve bunun için örgütlü bir mücadele hattı örmek, ertelenemez tarihi bir görev olarak önümüzde duruyor. (HALİL GÜNDOĞAN - SENDİKA.ORG)
Hiç yorum yok