Ortada henüz tam olarak açıklığa kavuşmamış büyük bir trajedi olan Narin cinayeti varken, herkesin bu çocuk hakkında aklına geleni söyleme hakkını kendinde nasıl bulabildiği anlaşılır gibi değil.
Diyarbakır’da 21 Ağustos’ta kaybolan ve cansız bedeni 19 gün sonra dere yatağında bulunan 8 yaşından Narin Güran’ın ardından TÜİK'in kayıp çocuklara ilişkin verilerini çok sık duyduk, defalarca yazdık.
Ne de olsa bir sorunun varlığını tanımlamanın en kestirme yollarından biridir verileri ortaya koymak.
Hele bu verilerin kaynağı, metodolojisi belirtilmişse daha da etkilidir, güçlüdür. Bu nedenlerle olsa gerek ne zaman bir çocuk kaybolsa, büyük çoğunluğumuz bu verilere atıf yapıyoruz.
TÜİK’in kaybolan çocuklarla ilgili verilerine dair farklı iddialar ortaya atılınca, verileri bizzat kendim görmek istedim.
TÜİK’teki hem çocuk istatistiklerine hem de Adli istatistiklere baktım, kayıp çocuk sayısına ilişkin bir dataya rastlamadım.
TÜİK internet sayfasında belki göremedim, belki bir başka bir sayfa yer alıyordur oradadır diye düşündüm. Tüm siteyi altına üstüne getirdim, fakat yok veriye rastlamadım.
Bunun üzerine, TÜİK’in kendi sayfasında yazan iletişim numarasından bir yetkiliye (devlet memuru olduğu için ismini geçirmedim) ulaştım. TÜİK’in böyle güzel bir yanı var, ilgili numarayı aradığınızda, hatta ilgisiz numara da olsa sizi, o konuda çalışan bölüm yöneticilerine bağlıyorlar.
Yetkiliye önce, 208-2016 yılları arasındaki kayıp çocuk verisinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını sordum. Kendisi bu konuda bir tekzip yayınladıklarını söyledi. “Zaten" dedi "Bu veriler bize adli bilgiler olarak geliyor o da kayıp çocuklar üzerinden değil bulunup güvenlik güçlerine getirilen çocuklar üzerinden” dedi. “O zaman kayıp çocuklara ilişkin bir veri tutmuyorsunuz” dediğimde sadece “bulunan çocukların sayısı var bizde” yanıtını aldım.
Anlayacağınız üzere, 2008-2016 yılları arasında “kayıp çocuk” sayısı olarak açıklanan veri de aslında “bulunan çocuk” üzerinden iletilen bir bilgi. Nereden tutsanız elinizde kalıyor yani.
Elbette böyle bir veri karışıklığının olması bilgi kirliliğine neden olduğu kadar kayıp çocuk sayısına yer verilmemesi de daha endişe verici bir durum.
İnsanın aklına “Acaba sayı çok yüksek olduğu için mi Emniyet’ten ya da ilgili resmi kurumdan alınan bilgiler arasında bu veri yer almıyor?” sorusu geliyor.
Bu arada bilgilere de BURADAN ulaşabilirsiniz.
“İktidarın ayıbı”
Hata konuyu Meclis gündemine taşıyan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut, Türkiye’de 8 yıldır kaç çocuğun kaybolduğunun bilinmediğine dikkati çekiyor.“Bu durum başta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere iktidarın ayıbıdır” diyor.
Bulut şunları söylüyor: “Konuyla ilgili istatistik en son TÜİK tarafından 2016’da açıklanmış, bu tarihten sonra herhangi bir veri açıklanmamıştır. 8 yıl önce yayımlanan TÜİK adli istatistik verilerine göre, Türkiye'de hakkında resmi olarak kayıp müracaatı yapılan ve güvenlik birimleri ya da vatandaşlar tarafından bulunarak güvenlik birimlerine getirilen çocuk sayısı 2008 ve 2016 yılları arasında 104 bin 531’dir. 2016-2023 yılları arasında kaç çocuğun kaybolduğu, bu çocukların kaçının bulunabildiğine dair herhangi bir istatistik bulunmamaktadır.”
Hükümetin ihmalleri ortada
Toplum açısından kayıp çocuk meselesi, özellikle anneler için derin bir travmayı temsil ediyor. Ebeveynlerin sanırım en büyük korkusu, çocuğunun bir gün eve dönmemesi ihtimalidir.
Bu yüzden, kayıp çocukların bulunamaması ya da onların akıbeti hakkında yeterli bilginin sunulmaması, toplumsal bir yaraya neden oluyor. Hükümetin bu konudaki ihmalini ortaya koyuyor.
Erkek şiddeti verilerinin her ay açıklanmasında nasıl ısrarcı olduysak çocuklara dair tüm verilerin açıklanması için de ısrarcıyız.
Sorunun çözümü için atılacak en basit adımlardan biri olan şeffaf veri paylaşımı bile yapılmazken, kadınlardan ve zaman zaman medyadan “infiale neden olur” gerekçesi ile bu konuda daha “sessiz” kalmaları bekleniyor.
Ayrca şu da bir gerçek, Narin Güran’ın cinayetine dair medya da habercilik refleksi dışında dedektiflik refleksine soyunanlar açısından söylüyorum özellikle, berbat bir sınav veriyor.
Resmi açıklamaların dışına çıkan, gizlilik kararı olmasına rağmen çarşaf çarşaf yayınlanan tutanaklar, ifadeler, olası zanlıların ifadelerini yeniden şekillendirmesine ve suç delillerin kaybedilmesine neden oluyor.
Bu konuda Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren olmak üzere, bir çok avukat uyarı yaptı. Ancak ne yazık ki gazeteciler, her zamanki gibi çocuğun yararını kendi tık şehvetinin üzerinde tutuyor.
Ekranlarda Narin’e dair son bilgileri “analiz” eden çoğunluğu erkek gazeteci ve avukatlar, gündüz kuşağında yayınlanan kadın programları, çığlık atan ve gülenler Narin’i bir kez daha öldürüyor.
Çok acı ortada, failleri henüz tespit edilememiş büyük bir trajediye konu olmuş canı alınmış masum bir çocuk varken, bu çocuk hakkında herkes aklına geleni söyleme hakkını kendisinde bulabiliyor.
Muhtemelen yaşarken bir çok adaletsizliğe maruz bırakılmış Narin, ölümünden sonra dahi adaletsizlikten kurtulamıyor. Bunda hepimizin payı var. Oysa, hayat olduğu sürece, haber de vardır bilirsiniz ve tıpkı yaşarken olduğu gibi öldürülmüş olduğunda da bir çocuğun hakkı, bizim haberlerinden, etkileşim hırsından önemli değildir, olamaz.
Son olarak ne yapılırsa yapılsın ne söylenirse söylensin eminimki Narin, onu ölüme sürükleyen ve öldüren tüm failler bulunup cezalandırıldığında yattığı yerde "incinmeyecek". (EVRİM KEPENEK - BİANET)