Doğan Avcıoğlu cumhuriyetin kuruluşundan üç yıl sonra, 1926’da doğdu. Neredeyse cumhuriyetle başlayan bir hayattan söz ediyoruz. Demek ki 1960’lı yıllarda devrimle, cumhuriyetle aynı yaştaydı. Fakat 40 yıl sonra cumhuriyetin hali pek iç açıcı değildi. ABD, NATO, uluslararası sermaye ve onun işbirlikçilerinin eline düşmüştü vatan. Bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmişti. İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet, hatta hıyanet içindeydi. İstiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti doğmuştu.
Doğan Avcıoğlu bunu ilk fark edenlerden biriydi. Yönünü kaybetmiş ülkesine yön arayışıydı hayatı. Sonunda yönü bulmuş ve vatanın yola ancak devrimle sokulabileceğini görmüştü.
Çok çalıştı, çok üretti. Sadece kitapları ile değil kurucusu ve yazıcısı olduğu dergilerle bir döneme damgasını vurdu. “Yön” ile büyük bir aydın hareketinin öncüsü ve taşıyıcısı oldu. “Devrim” ile bir aydın hareketi yaratmaya koyuldu. Araştırırken ve yazarken hep devrimi düşünüyordu. Genç cumhuriyetin eksik bıraktığı “Türklere bir tarih oluşturma” işini neredeyse tek başına omuzlamıştı. Kurtuluş savaşının tarihini yazmak gibi devasa bir işin altından başarıyla kalkmış, “Türkiye’nin Düzeni” ile Tanzimat’tan bu yana ülkenin yön arayışının çarpıcı bir tablosunu yapmıştı. Bütün bu dönem boyunca sadece yazdıkları ile değil, yaptıkları ile de aydın hareketinin en önemli figürlerinden oldu. 1960’lı yıllar, ancak Doğan Avcıoğlu ile birlikte bakıldığında anlaşılabilir.
“Doğan’la bir tarihte
Bu, şimdi yaşadığım mor sahillerde
Üçer beşer yaşındaki oğullarını gördüydüm
Dudaklarında birer kibrit çöpü
Ve elleri arkalarında
Yürüyorlardı kumları tekmeleyerek
Babalarının arkasından…
Babaları da arkasında olup bitenden habersiz
Dudaklarının ucunda cigara, sarkmış öyle külü
Elleri arkasında yürüyordu kumsal boyunca
Düşünceli düşünceli
Memleketi nasıl kurtarayım diye
Ölmek için…”
Gerçeğine en yakın portresini şair Can Yücel’e borçluyuz. Memleketi kurtarmak için ölmeye hazır bir aydın portresidir bu, yerindedir.
Tabii, memleketi kurtarırken ölmeyi düşleyenler kurşunla ölmeyi hayal eder. Ama Doğan Avcıoğlu’nu kurşundan önce kanser yakalamıştı. “Hep cepheden bir kurşuna karşı önlem aldım, kanserle arkamdan hançerlendim” demiştir hastalığını öğrenince. Arkadan hançerleyen düzendir; kanser, yapılmamış, yapılamamış devrimlerin bedelidir.
Ama devrim yapılamamış olsa bile hazırlıkları var. Hazırlıkları ise bizim üniversitelerimizdir. Devrimsiz üniversite olur mu?
Kemalist bir sosyalizm arayışı
Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. Nüfus kütüğüne göre adı Mehmet Erdoğan. Babası Ahmet Celalettin ve annesi Pakize Avcıoğlu öğretmendi. Bursa Erkek Lisesi’ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Paris Siyasal Bilimler Okulu’nda master yaparken Aydın Yalçın’ın Forum Dergisi’ne yazdı. Paris’ten sonra bir süre de Londra’da kaldı. Yaşamı boyunca mücadele edeceği liberal ekonomi ve liberal demokrasi üzerinde çalışmalar yaptı.
Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan oldu dönüşte. 1956’dan itibaren, Paris’ten okul arkadaşı Metin Toker’in haftalık Akis ve Kim dergilerinde, Ulus gazetesinde makaleler yazdı. 1957’de CHP Araştırma Bürosu’nda Osman Okyar, Turhan Feyzioğlu, Bülent Ecevit ve Coşkun Kırca ile birlikte çalıştı. 27 Mayıs 1960 müdahalesinden sonra Kurucu Meclis’in Temsilciler Meclisi’ne üye seçildi. 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına katkıda bulundu.
1961’de Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüpoğlu’yla birlikte kurduğu haftalık Yön dergisiyle siyasal düşünce ortamının yeniden şekillenmesinde etkin rol oynadı. Yön dergisi “Kemalist Sosyalizm”in izindeydi. Kemalist devrimin kazanımlarını savunan ve bunu sosyalizme taşımayı savunan görüşleri büyük bir aydın hareketine dönüştü. 20 Aralık 1961’de, derginin ilk sayı için hazırlanan ve 1042 kişinin imzaladığı Yön Bildirgesi hâlâ ülkenin siyasal tarihinin en önemli aydın çıkışlarındandır.
1962’de kurulan Sosyalist Kültür Derneği’nin önde gelen isimlerinden. “Yön arayıştı; şimdi yönün ne olduğu bellidir; devrim” diyen Avcıoğlu 21 Ekim 1969’da haftalık “Devrim” dergisini çıkarmaya başladı. Devrim’de “devrim”in Kemalist aydınların yol göstericiliğinde ve Kemalist “genç subay”ların öncülüğünde geniş bir cephe tarafından Milli Demokratik Devrim olarak gerçekleştirilebileceğini öne sürdü.
Cumhuriyetin devrimci dönemin kapanmasıyla baş gösteren ağır bir gerici karanlık dönemin içinden sıyrılıp geldi. Solcu olmanın, ilerici bir tutum takınmanın cezasının işkence, işsizlik, açlık, sürgün, hapis olduğu o dönemde bize “sosyalizm”i, “Kürt sorunu”nu, Nâzım Hikmet’i öğretti. Cumhuriyet yönünü kaybetmiş ve devriminden ürkmüştü. Onun yarım bıraktığı işleri hırsla, inatla, ölümüne çalışarak tamamlamaya çalıştı. “Milli Kurtuluş Tarihi”ni, “Türkiye’nin Düzeni”ni, “Türklerin Tarihi”ni yazdı. Bunlar bir halk yaratmanın, ulus olmanın büyük entelektüel arayışıydı.
Devrimle karşıdevrim arasında
Avcıoğlu Cumhuriyetin ilerici birikimlerinin bir temsilcisiydi. Kapitalizme ve emperyalizme karşı ekonomik bağımsızlığı savunuyordu. İlericiydi. Gericiliğin Türkiye’deki egemen sınıfların temel tercihlerinden biri olduğunu her fırsatta söylüyor, yazıyordu.
Fakat düzen hızla gericileşiyor, efendileri cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçiyordu. Çünkü kapitalizmin yoluna girmiş, emperyalizme bağımlı olmuştu. Öyleyse gericileşmenin durdurulmasının yolu emperyalizme ve kapitalizme direnmekten geçiyordu. O şartlarda istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti doğmuştu, müdafaa etti. Doğan Avcıoğlu fikriyatı ve pratiği budur.
Şöyle demişti yıllar önce: “Atatürk devrimleri hızını kaybettiğinden beri, Türkiye’yi, başta bulunanlar kim olursa olsun, toplumun en muhafazakâr kuvvetleri idare etmektedir. İsmine ister kasaba eşrafı deyin, ister toprak ve sermaye ağası deyin, mutlu azınlık deyin, bu kuvvet siyasi hayatımıza hâkim. Çok partili hayat bir dereceye kadar halka sesini duyurma imkânı getirdiği için ilerici bir adım olmakla beraber, esas itibariyle muhafazakâr kuvvetlerin durumunu sağlamlaştırmıştır. Bütün siyasi partiler onların nüfuzları altında. Parlamentoda onların türküleri çağrılıyor.”
Avcıoğlu devrime hazır olduğunu sanıyordu ancak şartlar onun planladığından bambaşka gelişmelere yol açacaktı. 1960’ların ilerici dalgası 12 Mart’ta bir askeri darbeyle durdurulmaya çalışıldı. Darbenin ardından “orduyu başkaldırmaya teşvik” iddiasıyla tutuklandı, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne tıkıldı. Yattı, çıktı. Büyük bir hayal kırıklığıyla 1973’te “pratik” işlerden çekildi.
Ancak 1960’lı yılların dalgası henüz geri çekilme noktasında değildi. Gelişmeler o askeri darbenin setini de yıkıp geçti. Arkasından 12 Eylül geldi. Uzun gericilik döneminin kapısı sonuna kadar aralanmıştı. Doğan Avcıoğlu’nu işte o yıllarda kaybettik.
Avcıoğlu'nun güncelliği
Doğan Avcıoğlu inatçı ve kararlı bir cumhuriyetçiydi. Yazarken ve yaparken, devrimin izinden hiç ayrılmadı. Tek başına bir üniversiteydi aynı zamanda. Biriktirdi, yazdı, çalıştı, hep yol açarak ilerledi.
1876’dan bu yana gericileşmiş, çürümüş düzenleri devirmek istemiştik. Fakat hazır değildik ve düzen düşündüğümüzden daha dirençliydi. 1908’de Hamit’i devirenlerin İstanbul’da bir bağlantıları yoktu. Talat devrimden sonra koştu geldi, İstanbul’da örgüt kurdu. Şaka değil, başkentte örgüt devrimden sonra kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı dağılmış bir ordu ile kazanıldı. Cumhuriyet, kurucularının çoğu için bile büyük bir sürprizdi. Tarihimiz hazırlıksız yapılmış devrimlerin tarihidir. Doğan Avcıoğlu da devrim istiyordu ancak örgütsel bir hazırlığı yoktu, haliyle karşıdevrim çaldı kapıyı.
O da kaybettiğinin farkındaydı ve yeniden işe koyulacak enerjisi yoktu. Yine de yönünü kaybetmiş ülkesine yön arayışıdır hayatı. Sonunda yönü bulmuş ve vatanın bu yola ancak devrimle sokulabileceğini görmüştü.
Bütün bu dönem boyunca sadece yazdıkları ile değil, yaptıkları ile de aydın hareketinin en önemli figürlerinden oldu. 1960’lı yıllar, ancak Doğan Avcıoğlu ile birlikte bakıldığında anlaşılabilir.
Bugün içinden geçtiğimiz karşıdevrim, Doğan Avcıoğlu tezlerinin ne kadar güncel olduğunun delili. Bugün de bütün siyasal partiler gericiliğin nüfuzu altında, parlamentoda, okulda, sokakta, kışlada, camide onların türküleri çalınıyor.
Bugün de istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti yakıcı bir sorun olmayı sürdürüyor. Ve dün olduğu gibi bugün de bu gerici dalgayı durdurmanın yolu emperyalizme ve kapitalizme karşı direnmekten geçiyor.
Yarının Türkiye’si işte bu amansız mücadeleden çıkacak. Ya gerici bir dalga ile savrulan, duraklayan, gerileyen devrim tamamlanacak, ya da gericilik devrime galebe çalacak. Tezleri düne olduğu kadar yarına da ışık tutmaya devam ediyor özetle. (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG - 04.11.2024)