Bu ülkenin geleceği Erdoğan’ın değil ona karşı direnenlerin elinde
Uzun ve zorlu bir kavganın henüz başındayız. Hâlâ yükselerek devam eden bu kitle seferberliğini daha fazla kente yaymak, eylemlerin sürekliliğini sağlamak, sonuç alıcı fiili mücadeleye yönelik militan potansiyeli öne çıkarmak için bulunduğumuz her yerde inisiyatif almalı, barikatın en önünde durmalıyız. Sokağa çıkmak isteyene bunun yolunu, kavga etmek isteyene de yalnız olmadığını, faşizme karşı direnilebileceğini göstermeliyiz.
Korkacak, aldanacak, kaybedecek bir şeyimiz kalmadı. Tayyip Erdoğan sağolsun, hepsini tüketti. Biz onu fiilen engellemediğimiz sürece her şeyimize el koyabileceğini, her hak ve özgürlüğümüzü kısıtlayabileceğini gösterdi. Halka açtığı savaşı sonuna kadar götürmezse kaybedeceğini bildiği bir çaresizliğin kudretiyle hareket ediyor. Şimdi de, halk iktidara karşı sesini her yükselttiğinde “gelin orada hesaplaşalım” dediği seçim sandığının kitleler nezdindeki inandırıcılığını ortadan kaldırma aşamasına geldik. Ve halk da faşizme karşı isyan hakkına başvuruyor. Nihayet onurumuzu kuşanmış halde, iş başa düştü diyerek sokaklardayız bir kez daha. Nasıl ki Gezi’de mesele üç beş ağaç değildiyse, bugün de Ekrem İmamoğlu değil. Mesele, Erdoğan iktidarı tarafından yaşam hakkı tanınmayan bir halkın, dizginlerinden boşalan öfkesi, varlık yokluk kavgasıdır. Gezi hafızası harekete geçse de yaşanan şey Gezi’nin tekrarı değildir ve olamaz da. Çatışmanın içeriği daha geniş kapsamlı, biçimi de buna göre potansiyel olarak daha serttir. Erdoğan’ın isyan bastırma rejimi de kendi politik varlığını isyanlarla ifade eden kitleler de daha önce yaşananlardan çok şey öğrendi. Bu saatten sonra kim geri adım atarsa bunun altında kalacağını biliyoruz. Uzun ve zorlu bir direniş sürecine hazır olmalıyız. Erdoğan bütün devlet aygıtını ele geçirip sınırsız bir baskı ve şiddet ufkuyla hareket etse de, bunun bir halkı teslim almaya yetmeyeceğini bilerek, çeyrek asırdır ona teslim olmayan, muhalif saflara sürekli yeni kesimler katan, onurlu ve isyancı bir halk gerçekliğine sahip olduğumuzun güveniyle hareket etmeliyiz. Bedelini ödemeyi de göze alarak direnmeli, direnişe çağırmalı ve dost düşman herkesin şunu anlamasını sağlamalıyız: Bu ülkenin geleceği Erdoğan’ın değil ona karşı direnenlerin elindedir.
Erdoğan’ın niyeti, CHP’nin stratejisi, sokağın yanıtı
Erdoğan sandıktaki en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’na düzenlediği operasyonla, esas tehdidi yani halkın biriken öfkesini harekete geçirdi. Erdoğan’a artık eskisi gibi çoğunluk desteğini vermeyen, ağır bir yoksullaştırma programı ve onur zedeleyici baskılar karşısında öfke ve hoşnutsuzluğu giderek büyüyen kitleler, zaten patladı patlayacaktı. Ancak yerel seçimlerde belediyelerin AKP’nin elinden alınması, ana muhalefet partisinin birinci parti haline gelmesi ve İmamoğlu gibi güçlü bir adayın varlığı, kitlelerde seçim yoluyla barışçıl bir değişim beklentisini diri tutuyordu. İmamoğlu’nun diploması iptal edilip, mülklerine el konup, aday olmasını engelleyecek ve yönettiği belediyeye kayyum atanması ile sonuçlanabilecek bir operasyon düzenlenmesi, birden fazla tetikleyici etki yarattı. Birincisi, İmamoğlu’na oy vererek onu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yapan kitlelerin, onu cumhurbaşkanı adayı olarak gösteren partisinin, son tahlilde de bütün bir halkın seçme ve seçilme hakkının hiçe sayılmasına karşı gelişen tepkidir. İkincisi, Erdoğan’ın iktidarını korumak için her şeyi yapabileceğini göstermesiyle; işinin, aşının, malının, mülkünün, okulunun, diplomasının, geleceğinin, tüm yasal haklarının tehlike altında olduğunu gören halkın öz savunma refleksidir. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi de, Erdoğan’ın baskı ve şiddetinden çok seçimlere yönelik beklentiler sayesinde bastırılan isyanın, artık bu beklenti bariyerinden kurtulmuş olmasıdır.
Erdoğan bu operasyonun sinyallerini uzun süre önce vermiş, CHP de yaklaşan saldırı karşısında İmamoğlu’nun adaylığını erkene çektiği bir ön seçim planlaması yaparak kendince bir strateji kurmuştu. Bu stratejinin, Erdoğan’ın operasyonunun meşruiyet sorununu derinleştirip, direnişe geniş bir alan açacak şekilde işe yaradığı kabul edilmelidir. Ne var ki parti içi mücadelelere ve ön seçime odaklanan CHP örgütünün, kendi üyeleri dahil kitleleri harekete geçirecek bir sokak planlamasına sahip olmadığı da görülmüştür. Sokak hareketi daha en baştan Erdoğan ile İmamoğlu, AKP-MHP ile CHP arası mücadelenin sınırlarının ötesinde gelişmiş ve gelişime açık olduğunu da göstermiştir. Sokaklar oyun bozan bir başka politik aktör olarak, kendiliğinden kitle hareketine sahne olmaktadır. Bu kendiliğinden kitle hareketi CHP ve diğer örgütlü muhalefet güçleri ile etkileşim içindedir ancak onların kontrolü altında ya da sınırlarına tabi değildir. Sosyalist hareketle olumlu bir ilişki kurmakta, CHP’yi de giderek sokağı ve fiili direnişi öne çıkaran militan bir direniş hattına doğru zorlamaktadır. Direnişin moral merkezi ilk aşamada doğal olarak, CHP’nin kendi direnişinin üssü olarak konumlandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Saraçhane’deki binasıdır. Bir yandan da üniversite kampüsleri birer direniş adresi haline gelmekte ve sokağa çıkan kitleler giderek Taksim ve Kızılay başta olmak üzere kentlerin merkezi meydanlarına çıkmayı zorlamaktadır.
Ömürleri boyunca Erdoğan’dan başka yönetici görmeyen ve geleceklerinin de Erdoğan tarafından yok edilmek istendiğini gören gençlik, kampüslerin ölü toprağını dağıtan bir kitlesellikle yeniden sahne almış, polis barikatlarını yara yara ilerlemiş ve “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil” sloganlarıyla meydanlara rengini vermiştir. Şimdilik meydanların en görünür ve dinamik toplumsal kategorisi gençliktir.
Gezi’nin ötesinde
Erdoğan, 2013 Gezi ve 2014 Kobanê isyanlarının nelere yol açtığını, siyaseti ve toplumu nasıl etkilediğini gördü. 10 yılı aşkın süredir buna göre vaziyet alıyor. AKP’nin hegemonyasını sokakta yıkıp koltuğunu sallayan bu isyanlar Türkiye’nin geleceğini “Erdoğan Türkiyesi” olmaktan çıkardı. O günden beri, Erdoğan’ın baskıları “kendi gelecek tasavvurunu” değil ancak “iktidarda olduğu günü” güvence altına alabiliyor. Kurumsal siyasetteki parçalanmışlığa, iktidarın muhalefeti bölme hilelerine, hileli çözüm süreçlerine rağmen muhalefetin iki yakasını sokak bir araya getirdi. AKP’nin sandık yenilgilerinin toplumsal zeminini hazırlayan da esasen kişiler, partiler vs. değil sokaktı. AKP’yi 7 Haziran 2015’te tek başına iktidar olmaktan çıkaran şey, Türk ve Kürt sokağının bu isyanlar sürecinde birbirini anlaması, birbirine yakınlaşmasıydı. CHP’yi son yerel seçimde birinci parti yapan, son operasyonlarda hedef alınan “kent uzlaşıları”nda DEM Parti ile temasına gerçeklik katan da buydu. Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diye meydan okuyan Selahattin Demirtaş’ın ülke ölçeğindeki karizması da, şimdi cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı olan Ekrem İmamoğlu da bu toplumsal zemine basarak yükseldi. Erdoğan’ın esas hedefi de bu toplumsal zeminin dağıtılmasıdır. Kavganın asıl öznesi de güvenilecek adres de orasıdır. Erdoğan’ın saldırıları karşısında halkın direniş iradesini örgütlemekten başka çare yoktur.
Son süreçte iktidarın da halkın da Gezi hafızası canlanmıştır. Ancak bu isyan için Gezi benzetmesi yapmak yanıltıcı olur. O gün iktidar da halk da isyan acemisiydi. Rejim biçimsel demokrasi ve hukuk iddiasını çöpe atıp kendisini bir “isyan bastırma rejimi” olarak yeniden yapılandırmamıştı ve siyasal hesaplaşma muhalif kitleler nezdinde seçim gününe ertelenebilir görülüyordu. Muhalefet güçlüydü ancak iktidar karşısında hâlâ azınlıktaydı. Erdoğan’ın diktatörlük eğilimi güçlüydü ancak elinde yalnızca sopa değil, egemen sınıfların onayını ve gerekli kitle desteğini sürdürecek kadar rıza üretme araçları da vardı. Bugünse rıza üretme araçları büyük ölçüde aşınmış, finans sermayesi ile güven ilişkisini ve halk içinde çoğunluk desteğini yitirmiş ve çaresizce sopasına sarılmış bir iktidar var. Şimdi “isyan bastırma rejimi” ile kendini ancak “isyan” olarak ifade edebilen halk karşı karşıya geldi ve iki taraf da geri adım atanın politik varlığının çözülüşünü tetikleyecek tayin edici bir kavgaya girildiğini biliyor.
Sokağın ustaları göreve!
19 Mart günü İBB’ye ve İmamoğlu’na düzenlenen operasyonla tetiklenen bu kendiliğinden halk hareketi henüz yolun başında. Sokağa çıkanlar, halkın direniş potansiyelinin henüz çok gerisinde. Harekete geçirilebilecek olan duyarlılık ve direniş potansiyeli çok daha geniş bir ölçeğe ve çok daha geniş kitlelere denk düşüyor. Eylemler Türkiye çapında daha fazla ile ve yerele genişletilebilir. Toplumsal muhalefetin gençlik dışındaki dinamikleri de kendi özgün talepleri ve renkleriyle sokağı güçlendirip zenginleştirebilir. Bu haliyle bile, iktidarın fiili sıkıyönetim uygulamalarına ve bir sokak planından yoksun olduğu görülen CHP’nin bilinen geri tutumlarına rağmen, bize Gezi günlerini anımsatan meşru, militan, kitlesel bir hareketle karşı karşıyayız. Ancak faşizmin saldırılarını püskürtmek için daha iyisi olmalı ve olabilir de. Kavganın esasen Erdoğan ile İmamoğlu arasında değil, bu halka yaşam hakkı tanımayan faşist iktidar ile ekmeğine, onuruna, özgürlüğüne sahip çıkan halk kitleleri arasında olduğunu görmek ve göstermek iyi bir başlangıç noktası olacaktır. Kendiliğinden bir kitle hareketine akıl vermeye çalışmak, onu kalıba dökmek, terbiye etmek, kontrol altına almak kimsenin haddine değildir. Ancak hareketin içinde kurulacak bir güven ilişkisiyle, kitle seferberliğini büyütmek, yaygınlaştırmak, zenginleştirmek, ilerletmek, daha iyi kavga etmesine yardımcı olmak ve manipüle edilmesini engellemek mümkündür. Sosyalist hareketin, sınırlı güçleriyle dahi seferber edici ve ilerletici bir etki yapabildiği görülmüştür. Çünkü siyasal çatışmanın adresi sokak olduğunda, halk işin başa düştüğünü gördüğünde, kitlelerin yönünü çevireceği güvenilir özne devrimcilerdir.
CHP’nin kendi tabanını ortada bıraktığı örgütsüzlüğü ve sokak konusundaki hevessizliğine rağmen birçok ilde sokak eylemleri devrimcilerin inisiyatif alması ile mümkün olmuştur. İstanbul’da ve Ankara’da eylemleri pasifize etme çabaları kitlelerin yuhalamaları ile karşılaşırken, eylemlerin sürekliliği ve ilerletilmesi devrimcilerin müdahaleleri ile mümkün olmuştur. Kimi zaman birbiriyle yarış halinde bir siyasi rekabet göstergesi olarak içerden dışarıdan eleştiri konusu olan flamalar, sokağa çıkmanın ve barikatları aşmanın işareti olduğunda, “mücadele bayrağı” olarak gerçek anlamını kazanmakta ve bu kez bir güven unsuru olarak algılanmaktadır. Son on yıldır ağır baskı ve saldırılar karşısında oldukça zayıflayan sokak güçleri ve sosyalist hareket, mevcut örgütlü varlığına bakıldığında etki şansı düşük görülse de, on yıllar içinde oluşmuş bir birikimi, yüzbinlerce insana erişen bir teması ve bir toplumsal hafızayı da ifade etmektedir. Bugün tam da o güvenin, hafızanın, temasların ve seferber edebilme yeteneğinin canlandığı gündür. Kibir ve özgüvensizlikten uzak durarak, sokağa çıkan kitlelere hak ettiği saygıyı göstererek, halkın devrimci kapasitesine güvenerek, tarihsel ve toplumsal birikimin gücüyle hareket edilmelidir.
Uzun ve zorlu bir kavganın henüz başındayız. Hâlâ yükselerek devam eden bu kitle seferberliğini daha fazla kente yaymak, eylemlerin sürekliliğini sağlamak, sonuç alıcı fiili mücadeleye yönelik militan potansiyeli öne çıkarmak için bulunduğumuz her yerde inisiyatif almalı, barikatın en önünde durmalıyız. Sokağa çıkmak isteyene bunun yolunu, kavga etmek isteyene de yalnız olmadığını, halka uygulanan şiddete karşı konulabileceğini göstermeliyiz. Bugüne kadar temas ettiğimiz, gelmiş geçmiş bütün ilişki ağlarımıza erişerek bu direnişe aktif ya da destekçi olarak katabilecekleri ne varsa katmalarını sağlamalıyız. Kimisi bizzat eylemci olarak, kimisi yaratıcı propaganda çalışmalarına katılarak, kimisi direnenlerin maddi ve manevi olarak yanında durarak bu harekete katılabilir.
Farklı muhalefet dinamiklerinin bu sürece kendi talepleriyle ve renkleriyle katılmasını sağlamalıyız. Zaten ağır bir yoksullaştırma programı ile ezilen işçilerin ücretleri, Erdoğan’ın iktidarını korumak için ekonomiyi bir kez daha sarstığı bu operasyon sonucunda daha da erimiş, TL’nin değer kaybetmesiyle halk bir gecede daha da yoksullaşmıştır. Emekçilerin yalnızca CHP’li belediye çalışanları olarak değil, ekmek kavgalarının gereği olarak bu faşist iktidarın karşısına dikilmesi gerekir. Bu direnişte, doğasını canı pahasına savunan, “Direniş dersini Metin Lokumcu’dan, Reşit Kibar’dan aldık” diyen eşkıyaların sesi de olmalıdır. Deprem bölgesinde kaderine terk edilip iki yıldır enkazın ortasında yaşam mücadelesi veren depremzedelerin öfkesi de. Erdoğan’ın doğrudan yaşamlarını hedef aldığı kadın ve LGBTİ+ hareketinin sözü söylenmezse bu direniş eksik kalır. Alevi katliamları karşısında katille yan yana durup, katliam hakkında suç duyurusunda bulunanları tutuklayan bu iktidar karşısında Alevi örgütleri için de harekete geçme günü bugündür. Lise hareketi, ekoloji hareketi, hayvan hakları hareketi, internet özgürlüğü hareketi… İsyanın barikatlarında tüm bu hareketlerin bir yeri vardır.
Kürt hareketi iktidarla yürütülen müzakere süreci nedeniyle mütereddit bir tutum sergilese de, “kent uzlaşıları”nın suç ilan edilmesi ile doğrudan hedef alınmaktadır, demokratikleşmeyi sürecin ilerlemesinin bir şartı olarak koymaktadır. Bu çelişkili hâl daha önce de olduğu gibi, ayrı dinamiklere sahip olsa ve eş zamanlı hareket etmese de, nihayetinde Fırat’ın iki yakasındaki halkların faşizme karşı direnişte birleşen kader ortaklığına işaret etmektedir. Burada da halklar arası düşmanlığın propagandasına izin vermemek ve mücadele içindeki kader ortaklığına vurgu yapmak direnişi güçlendirecektir.
Halka yaşam hakkı tanımadığını gösteren bu iktidar karşısında mahalle, işyeri, okul, pazar… tüm yaşam alanları direniş mevzileridir. Bu isyan, kitlelerin sonuç almadan geri çekileceği, önce bir yükseliş ve ardından bir sönümlenme şeklinde seyredecek gelip geçici bir hareketlenme olarak düşünülmemelidir. Sokağı bastırmaya yönelik saldırı ve manipülasyonların gelişmesi ya da isyanı harlayacak farklı dinamiklerin eklenmesi, buna bağlı dalgalanmalar olasılık dahilindedir. Her şart altında direnişin derinleştirilemesi, yaygınlaştırılması ve sürekliliğinin güvence altına alınmasına odaklanılmalıdır. Her koşulu gözeten teknik ve örgütsel tedbirler, koordinasyonlar, dayanışma ağları ve yaratıcı eylem biçimleri geliştirmek, Saraçhane dışı moral merkezler ve mevziler oluşturmak bu açıdan özel önem taşımaktadır.
Bahar Türkiye’ye isyanla geldi ve önümüz 1 Mayıs. 1 Mayıs’a ve sonrasına uzanan orta uzun vadeli bir direniş süreci kendini ortaya koymuş durumda. Faşizme karşı direnişte buluşan bütün halk güçleri bu direnişin programını kendi özgün talepleriyle sokakta yazacak. Ekmeğe, adalete, özgürlüğe, demokrasiye ve barışa dair bütün talepler, sokaktaki bu direniş içinde anlam kazanacak. Bu ülkenin geleceğini Erdoğan değil ona karşı direnenler belirleyecek! (ALİ ERGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)
Hiç yorum yok