1 Mayıs 1977 Üzerine Son Söz! (GÜN ZİLELİ)
Toplumsal paranoyaya olduğu kadar “Uluslararası komplolar” tezlerine de çok yatkın olan “ulusal” bir ruh halimiz olduğu kuşku götürmez.
11 Mayıs 2015 günü, bir arkadaşımla birlikte, Marksist Fikir Toplulukları’nın (MFT), Beyoğlu Mephisto’nun üst katlarından birinde düzenlediği “1960’larda Soldaki Ayrışmalar” üzerine seminerine gittik.
Konuyu sunan kadın arkadaş, konu hakkında enine boyuna bilgi sahibiydi ve sunuşu, tabii ki doğrudan yaşanmışlıklara değil de konuyla ilgili yazılı metinlere dayandığı için biraz “ateş”ten yoksun olsa da hiç fena sayılmazdı. Zaten, toplantıda da söz alıp belirttiğim gibi, bu konunun öyle bir-iki saatte toparlanması zordu; en az 10 seminerde ancak gereğince incelenebilirdi.
Ben bu yazıda, konuşmacı arkadaşın değindiği önemli bir tarihi olay olan “1 Mayıs 1977”yle ilgili son bir şeyler söylemek istiyorum. “Son” dememin sebebi, şimdiye kadar bu konuyla ilgili 5 makale yazmış, ayrıca aşağıda kaynak olarak belirteceğim bir kitapta söyleşi vermiş, keza, artık hayatta olmayan bir arkadaşımın (Bingöl Erdumlu) kapsamlı bir makalesine bu sitede yer vermiş olmamdır. Belki bunlar yeterliydi, hepsine yeniden baktım da, söylenmesi gerekenlerin neredeyse hepsini söylemişim. Ancak, sözünü ettiğim seminerde sunucu arkadaşın, 1 Mayıs 1977’den söz ederken “büyük bir uluslararası komplo”dan söz etmesi, bu konuda bir “sonsöz” yazmam gerektiğini düşündürdü bana. Zaten, seminerde de söz alıp bu “uluslararası komplo” görüşüne karşı itirazlarımı kısaca belirttim.
Önlenebilir miydi? Nasıl?
34 insanımızın ölmesiyle sonuçlanan 1 Mayıs 1977 kargaşalığına yol açan, o sırada dünyadaki Pekin-Moskova çatışmasına bağlı olarak, “Maocu Üçlü Blok” ile TKP’nin yönlendirdiği “Moskovacı” güçler arasındaki uzlaşmaz gibi görünen inatlaşmadır. TKP, o sırada DİSK yönetimine hâkim olduğundan, çoğu kendine tabi DİSK kadroları aracılığıyla, “Maocu bozkurtlar” adını taktığı Maocu grupları Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarına katmama, dolayısıyla onları Taksim’e sokmama kararı almıştı. O sıralar “üç blok” adıyla anılan ve çeşitli dergi adlarıyla temsil edilen (Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği) gruplar ise, TİKP’nin ortaya attığı “revizyonist zinciri kıralım” sloganı altında, Taksim’deki, “ 1 Mayıs’a ne pahasına olursa olsun katılma, yani “sosyal faşist” adını taktıkları TKP’lilerin her türlü engellemeye rağmen meydana girme kararındaydılar. Bu inatlaşmanının bir çatışmaya ve provokasyona yol açması kaçınılmazdı.
Fakat 1 Mayıs’dan birkaç gün önce, Maocu TİKP (Aydınlık-Halkın Sesi), böylesi bir gergin ortamın ve yürüyüşe “Maocu” blok halinde katılmanın bir provokasyona yol açacağını görerek “Üçlü blok”tan çekilme ve üyelerinin 1 Mayıs’a kendi kitle örgütlerinde katılması kararı aldı ve bu tutumunu derhal basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurdu.
Fakat TİKP’nin aldığı bir karar daha vardı. O da, “Üçlü Blok”ta yer alan ve meydana blok halinde gitmekte ısrar eden diğer Maocu grupları bundan vazgeçirmeye çalışmaktı. Bu “vazgeçirme” görevi bana verilmişti ama bu kadar kısa süre içinde bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim ya da bana yapılmış bir öneri yoktu. Yaptığım iki sonuçsuz girişim oldu: Biri, Barder-İş Sendikasına gidip orada yapılmakta olan “Üçlü Blok Hazırlık Toplantısı”nda “provokasyon” konusunda uyarıda bulunmak; diğeri ise, 1 Mayıs’dan bir ya da iki gün önce, HY grubunun Beşiktaş’taki merkezine gidip yine “provokasyon ihtimali” üzerine HY tabanında bir tartışma açmaktı. İkisinde de başarısız oldum, çünkü benimki “pişmiş aşa su katmak”tan başka bir anlama gelmiyordu.
Aslında bu konuda küçük de olsa bir tek başarı şansı vardı, o da “Üçlü Blok” içinde bize en yakın grup olan HY grubunun yönlendirici lider kadrosuyla bağlantı kurup onları ikna etmeye çalışmaktı. Bu bağlantıyı kurmak işten bile değildi, çünkü bu arkadaşları şahsen tanıyorduk, dahası onlara hiç de zor olmayan yollardan ulaşma şansımız vardı.
Eğer bu gerçekleşmiş, yani bu yönetici kadroyla bağ kurmuş ve derdimizi anlatmış olsaydım, bizden zaten kuvvetle etkilenen bu arkadaşların bizim gibi bir tutum almalarını belki son anda sağlamış olabilirdik. Eğer HY tutumunu değiştirip, bizim gibi bir tutum alsaydı, diğerleri büyük bir ihtimalle bağımsız blok halinde yürümeye cesaret edemeyeceklerdi, çünkü “Üçlü Blok”un en büyük kalabalığını HY oluşturuyordu.
“Üçlü blok”un bağımsız katılımını, dolayısıyla büyük çatışmayı önleyecek tek şans buydu. Ne yazık ki, o dar aralıkta bu yolu düşünemedik (belki de düşünmek istemedik) ve felakete doğru giden arabanın frenine basma şansı böylece ortadan kalkmış oldu.
İki “yeminli düşman” Tarlabaşı’nda birbirine yaklaşmakta. “Üçlü blok” mensubu gençler, dişinden tırnağına kadar silahlı. “Üçlü Blok”un önünde Kurtuluş gurubu var. İki grup arasında yarım kilometrelik bir uzaklık. DİSK görevlileri, DİSK üyesi genç fabrika işçilerinden oluşan güçlü bir barikat kurmuş. DİSK’in seçilmiş elemanları da silahlı. Yürüyüş DİSK’liler tarafından kasıtlı olarak yavaşlatılıyor. Amaç, aşağıdan gelen “Üçlü Blok” meydana yaklaşmadan mitingi bitirmek. Kürsüde Kemal Türkler konuşuyor.
Derken, Kurtuluş grubu yavaş yürüyüşten aniden “koşu”ya geçiyor. Arkadaki “üçlü Blok”la ara iyice açılıyor. Güçlü DİSK barikatı açılıp Kurtuluşçuları “içeri” alıyor ve sonra yeniden kapanıyor. Böylece “ölümüne rakip” iki grup karşı karşıya kalıyor. Oysa Kurtuluş koşa koşa gelip DİSK barikatının öbür tarafına geçmese, o zamana kadar oynadığı “tambon” rolünü sürdürebilirdi. Şimdi “tampon” falan da yok artık. DİSK’lilerle “Üçlü blok” arasında çatışmalarını önleyecek hiçbir şey yok. Ateşle barut bir araya gelince ne olur? Patlama olur. Nitekim öyle oluyor. Önce “Üçlü blok” tarafından birkaç el silah atılıyor ve ardından her iki taraftan birden silahlar patlıyor. “Üçlü Blok” tarafından daha yoğun bir atış var. Bütün militanlar kendilerini yere atıp silahlarını ateşliyorlar. İlk silahı sıkan kim? Bu konuda farklı beyanlar var ama silahı ilk sıkan, “üçlü blok” saflarından, muhtemelen bir provokatör ya da “heyecanlı bir genç”. Bu hiçbir zaman bilinemeyecek. İster provokatör olsun, ister “heyecanlı genç” sonuç, orada DİSK görevlisi üç genç Uzel işçisinin ölmesi ve çok sayıda yaralıdır. Ama daha vahim sonuç, Tarlabaşı’ndaki yoğun silah tarrakasının Taksim Meydanı’nda yol açtığı korkunç paniktir.
Taksim Meydanı’ndaki Büyük Panik ve Panzerlerin Yol Açtığı İzdiham
Tarlabaşı’ndaki kulakları sağır eden silah tarrakası Taksim Meydanı’na ulaştığında, meydanın, Dev-Yolcuların gelmekte olduğu Harbiye girişine yakın bir yerdeydim. Kemal Türkler konuşmasını bitirmiş ve saygı duruşu çağrısında bulunmuştu. Silah sesleriyle birlikte ne olduğumuzu anlayamadan kendimizi yerde bulduk. Ayakta durmak mümkün değildi, çünkü herkes üzerine ateş açıldığı içgüdüsel korkusuyla birbirinin üzerine yıkılmaktaydı.
Ayağa kalktığımda kendimi Taksim Gezisi’nin merdivenlerinin alt kısmında buldum. İki-üç panzer, tazyikli su sıkarak kitleyi meydanın çeperlerine doğru sürüyordu. Meydanın orta kısmı boşalmıştı. O gürültü patırtı içinde panzerler ses bombası da atmış ama ben bunu algılamadım bile. Herkes büyük bir şaşkınlık, korku ve kaçışma içindeydi. Kalabalığın, özellikle Intercontinental Oteli, Kazancı Yokuşu ve Sıraselviler tarafına doğru yığıldığı görülüyordu. Meydanda sadece birkaç silah sesi duydum. O da heyecana kapılan birkaç gencin, çıktıkları bir otobüs durağının üzerinden havaya sıktıkları tabancalarının cılız sesiydi. Sonra kalabalık bir kitle, sloganlar atarak Gümüşsuyu tarafından meydanı terk etti. Onların arasındaydım. Meydandayken tek bir ölü görmedim. Meğer ölenlerin çoğu Kazancı Yokuşu’nun başındaki meydana gelen izdihamda ölmüş.
Intercontinental’den ve Sular İdaresi’nden Ateş mi Edildi?
Ben böyle bir yoğun ateşe tanık olmadım. Havaya panikle ateş eden birkaç genç gördüm sadece. Bir arkadaş, yıllar sonra bana, “başımızın üzerinden mermiler vızıldayarak geçiyordu” dedi. “Nerden ateş ediliyordu?” diye sordum. “Intercontinental’den” dedi. “Gördün mü?” diye sordum bu sefer. Cevabı, “herkes öyle söylüyor” oldu. İşte bu toplumsal paranoyadır. Herkes söylüyorsa öyledir der, sen de katılırsın. Oysa, söylenen yerlerden o kadar yoğun silah sıkılsa, ölenlerin sadece 5’nin mermiyle (onların da 3’ü Tarlabaşı’nda), geri kalan 28 kişinin ezilerek öldüğü bir durum olmazdı, tam tersi olurdu. Yani birkaç kişi ezilerek, yirmi küsur kişi de silahla ölmüş olsa, kesinlikle bir yerlerden kalabalığın üzerine ateş açıldığı sonucuna varmak mümkün olabilirdi.
Necati Doğru’nun tanıklığı hiç güven verici değil. Otelin üst katlarına çıkınca bazı adamlar yolunu kesip geri çevirmişler. Bu adamların, mutat olduğu üzere MİT ya da emniyet’in, olayları filme almakla görevli memurları olduğunu düşünüyorum. Farz edildiği gibi, orada “uluslararası komployu” gerçekleştirmek üzere üslenmiş unsurlar olsalar, Necati Doğru’nun o kata kadar çıkmasına değil, otele girmesine bile izin verilmezdi. Bir de, otelde bazı Amerikalıların kaldığı gibi komik “kanıtlar” ileri sürenler var. Adı üstünde International Otel’de Amerikalıların kalmasından daha doğal ne olabilir ki!
Bilmem, Sular İdaresi’nin üstündeki eli silahlı adamların meydana öyle açıktan açığa silah sıkan komplocular değil de, Ahmet İsvan’ın şikâyeti üzerine Sular İdaresi’nin üzerine arama yapmak üzere çıkan 1. Şube polisleri olduğunu söylemeye gerek var mı? Zaten Sular İdaresi, oradaki binalar içinde, böyle bir komplo için kullanılmaya en elverişsiz, üstü açık, kabak gibi ortada olan basit bir binadır.
Toplumsal paranoyaya olduğu kadar “Uluslararası komplolar” tezlerine de çok yatkın olan “ulusal” bir ruh halimiz olduğu kuşku götürmez.
***
MFT toplantısının sonuna doğru, kürsünün yanına getirilip konan koca bir Marx portresini göstererek, biraz da şaka yollu, “sizin yerinizde olsam Marx’ın yanına bir de Bakunin portresi koyardım” dedim. Toplantıdaki gençler güldüler. Gülmeleri iyi de, ben olsam, gülerken biraz da düşünürdüm, acaba bu yaşlı adam neden böyle bir “şaka” yaptı diye…
Keşke ben 20 yaşlarımdayken biri bizim Fikir Kulübü (FK) toplantısında böyle bir “şaka” yapsaydı, biz gençler açısından ne kadar ufuk açıcı olurdu.
(Gün Zileli - 13 Mayıs 2025 - www.gunzileli.net - gunzileli@hotmail.com)
Bingöl Erdumlu / 1 Mayıs 1977 (20 Mayıs 2012), Aşk ve Devrim sitesi
Gün Zileli / 1 Mayıs’lar Üzerine Değinmeler (31 Mayıs 2012) Yeni Harman, Aşk ve Devrim
Gün Zileli, Yaşananlardan Hiç Ders Çıkarılmadı, Korhan Atay, 1 Mayıs 1977 – İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?, Metis 2013 içinde
Gün Zileli / 1 Mayıs 1977’ı Yeniden Yaşa(ma)mak (23 Nisan 2013), Aşk ve Devrim
Gün Zileli, 1 Mayıs… 1 Mayıs… (24 Nisan 2024), Aşk ve Devrim
Gün Zileli, 1 Mayıs’a İlişkin Birkaç Eleştiri (4 Mayıs 2024), Aşk ve Devrim
Gün Zileli, Yeniden Elrom ve 1 Mayıs 1977, 9 Ağustos 2024, Aşk ve Devrim




