Konstantiniyye’nin fethi ve Konstantinopolis’in işgali
Atalarımızın fetihlerine sevindiğimiz ve işgalin, istilanın gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşünmediğimiz sürece yeryüzünde güzel günler göremeyecek hiç kimse
Fetihle işgal arasındaki bağı eğer mağdur ile fail üzerinden okuyacak kadar kendinize adil olabilirseniz 1453’te İstanbul’da yaşananın fetih mi işgal mi olduğunu hiç tartışmazsınız bile.
Yaşanan düpedüz işgaldir.
Ama olaylardan biraz daha uzaklaşıp bu şehrin daha önce kaç kere ve kimler tarafından feth ve haliyle aynı zamanda da işgal edildiğine bakmaya kalkarsanız o sonuca da varamazsınız.
Çünkü yeryüzündeki tüm devletler işgaller ve fetihler sarmalında kurulup yıkılmıştır. Tüm soylar devamlı birbirini kırmıştır. Şu anda yeryüzünde yaşayan tüm halklar kılıç artığıdır.
Bu karmaşada kimin haklı kimin haksız, kimin iyi kimin kötü olduğuna bakılmaz. Tarih sadece sonuçları yazar ve her halk o sonuçlardan kendisine duruma göre ya bir başarı ya da bir haksızlık yontar.
Bugün fethini kutladığımız ve işgalini yok saydığımız İstanbul’un tarihine hızlıca bir göz atalım.
Şehrin atası, milattan önce 667 yılında Yunanistan’dan gelen Megaralı kolonistlerin bugünkü tarihi yarımadanın doğusunda Byzantion adıyla kurdukları bir şehir devlet.
Byzantion milattan önce 196’da Romalılar tarafından feth/işgal edildi ve Konstantinopolis adını aldı. Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşecek olan Doğu Roma’nın başkenti oldu.
Ve 1204’te Haçlı Seferleri sırasında şehri bu kez Latinler feth/işgal etti. Ama Latin İmparatorluğu’nun ömrü uzun olmadı. 57 yıl sonra 1261 tarihinde İznik İmparatoru VIII. Mihail Konstantinopolis’i feth/işgal ederek Haçlıların elinden geri aldı ve şehir yeniden Bizans İmparatorluğu’nun başkenti oldu.
Ve 1453 yılında bu kez Osmanlı Padişahı II. Mehmet şehri feth/işgal ederek bir devletten imparatorluğa doğru evrimleşen Osmanlı’nın başkenti yaptı ve Konstantiniyye Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar başkent olarak kaldı.
İstanbul Kurtuluş Savaşı sırasında iki kez 1918 ve 1920’de İngilizler ve müttefikleri tarafından tekrar işgal edildiğine artık dünyadaki işgal ve fetih meseleleri bambaşka boyutlara geçmişti.
İmparatorlukların ardı ardına sözde hukuk ve demokrasi temelli cumhuriyetlere dönüşmeye adım atmaya başlayacağı yeni dönemde, Türkiye Cumhuriyeti olarak yepyeni bir kimlikle dünya siyasetinde sahne almaya hazırlanan bir ülkenin en kıymetli şehri olarak işgal kuvvetlerinden geri alındı ve yüzlerce yıllık başkent olma unvanını Anadol’unun bağrındaki derme çatma bir kasabaya onuruyla devrettikten sonra büyüleyici bir kültür başkenti olarak ömrünü sürdürmeye devam etti.
Ta ki 1994 yılında farklı bir düşman zihniyet tarafından feth/işgal edilerek için için ele geçirilmeye başlanana kadar.
Fetih, işgal ve istila…
Bugün üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken üç önemli kelime.
Kendisini Bizans torunu olarak görenler 572 yıldır bu işgalin yasını tutuyorlar.
Osmanlı torunu olarak görenler 572 yıldır fethin başarısını kutluyorlar.
101 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin sade vatandaşlarının duygularıysa haliyle karışık. Onlar şu sıralar kültürel işgalin ve politik yağmanın bombardımanı altında kendi başlarına geleni anlamlandırmakla boğuşuyorlar.
Fetih, işgal ve yağma kelimeleri onlar için bambaşka şeyler ifade ediyor.
Ve İstanbul tarihinde yaşamadığı yeni bir tecrübeyle bir kez daha çok fena düşüyor.
* * *
Savaş düşkünü insan türünün (Homo bellicosus) başarılarını vahşetiyle paralel gerçekleştirdiği şu dünyada, bizler atalarımızın fetihlerine sevindiğimiz ve işgalin, istilanın gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşünmediğimiz sürece…
Yeryüzünde güzel günler göremeyecek hiç kimse. (MİNE SÖĞÜT - T24)
