“Ya Taksim Ya Ölüm” !!! (GÜN ZİLELİ)


Bugünün gençleri tabii ki hatırlamaz, 1950’lerde, çocukluk dönemimde, o zamanki DP iktidarının körüklemesiyle “Ya Taksim ya ölüm” sloganı yeri göğü inletirdi. Annemin babası, dedem Fuat Kızılkaya, çıplak başını güneşten korumak için bir gazeteyi tepesinde tutar, o yaz günlerinde, Ankara’da, DP destekçisi “talebe” örgütlerinin organize ettiği “Ya Taksim ya ölüm” mitinglerine koştururdu. Mesele, bildiğiniz ya da tahmin edeceğiniz gibi, Kıbrıs sorunuydu. Türkiye tarafı ya da DP iktidarı, İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs’ın “taksim” edilmesini ve Kıbrıs Türklerinin yaşadığı bölgenin ayrı bir statüye kavuşturulmasını istiyordu. Bu talep, 1974 yılında, Ecevit hükümeti zamanında Türk ordusunun müdahalesi ya da işgaliyle hayata geçti ve Kıbrıs, Türklerle Rumlar arasında “Taksim” edildi.

Şimdi, bazı “radikal sol” örgütler ve radikal sol gençler, tamamen bambaşka anlamda, neredeyse “Ya Taksim ya ölüm” sloganını atacaklar. Onlara göre, 1 Mayıs işçi bayramı Taksim’den başka bir yerde kutlanamaz, AKP iktidarı Taksim’i, özellikle 2013 yılındaki Gezi mücadelesinden beri her türlü gösteriye kapadığına göre bu yasağa karşı mücadele her şeyin önünde yer almalı ve adeta “Ya Taksim ya Ölüm” denmeliydi.

Elbette Taksim’in gösterilere, özellikle 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması otokrat AKP iktidarının özgürlük düşmanı uygulamalarından biridir ve buna karşı mücadele etmek önemlidir. Fakat bu mücadeleyi adeta “Ya Taksim ya Ölüm” noktasına getirmek ve özgürlük mücadelesinin ana odağı yapıp buna göre bir mücadele çizgisi tutturmak bana yanlış görünüyor.

Adamlar bunu, iktidarlarının olmazsa olmaz önemli bir yasağı haline getirip neredeyse kasıtlı diyebileceğimiz bir şekilde Taksim Meydanı’nı toplumsal muhalefetin önüne bir inatlaşma sorunu olarak koyuyorlar. Şu an itibariyle baktığımızda, toplumsal muhalefetin bu konuda iktidarla inatlaşacak ve hesaplaşacak gücü yok. Bütün güçleriyle böyle bir muharebeye girse bile kaybedeceği öngörülebilir. Yani diyelim ki, bütün sendikalar, CHP, bütün sol örgütler, 1 Mayıs’ta Taksim’e girme konusunda anlaşsalar bile bunun fiile dökülebilmesi şu koşullarda bir hayli güç görünüyor. Kaldı ki, bütün toplumsal muhalefet güçlerinin bu konuda bir ittifaka ulaşması da en azından şu içinde yaşadığımız dönemde bir hayli zor.

Durum özetlediğim gibiyse, Taksim’de ısrar etmenin ve radikal gençleri kırdırmanın ne alemi var?!

Bu konuda bugün, benim Kadıköy’deki 1 Mayıs kutlamaları konusunda, bu kutlamaya katılan “Anarşist Kortej”le ilgili paylaşımım epey tartışmaya neden oldu. Bir kısım arkadaş, Kadıköy’e katılan “anarşist kortej”i Taksim’e gitmediği ve Kadıköy’ü “kabul ettiği” için sert bir şekilde kınadı. Ben de bu kınamanın başını çeken arkadaşlarla tartışmaya girdim. Çünkü ben ve arkadaşlarım Kadıköy’deki “Anarşist kortej”le katılmıştık 1 Mayıs’a.

Tartışmanın bazı unsurlarını buraya taşımak istiyorum.

“Ozymandias” rumuzlu arkadaş, “iktidarın izin verdiği yerde izin verdiği süre içinde ses çıkaran anarşist mi olur?” diye sormuş. Yani bu arkadaşa göre, iktidarın izniyle yapılan herhangi bir gösteriye katılmak bir anarşist için işlenmiş büyük bir “günah”. Bundan şu sonucu çıkarıyorum: Anarşistler iktidarın izin verdiği gösterilerden uzak durmalıdır. Ne var ki, geçmişte yaşanan bazı örnekler “Ozymandias”ı ve onun gibi düşünen arkadaşları haklı çıkarmıyor.

Epey eskilerden bir örnek verecek olursam, anarşistler, 13 Şubat 1921’de Peter Kropotkin’in cenaze törenine, Lenin’in emriyle Çeka polis örgütünün izin vermesi üzerine, bir günlüğüne cezaevinden çıkarak katılmışlardı. Bu anarşistler, hiç de “biz Bolşevik diktatörlüğün izniyle cenaze törenine katılmayız” dememişlerdi.

Daha yakın zamandan başka bir örnek verecek olursam, “Cag Can Minic”ın “izinli katılım he he” alaycılığını da yanıtlamış olacağım. AKP iktidarı sırasında Taksim’de 1 Mayıs, hükümetin izniyle iki kere kutlanmıştır. O zaman kimsenin aklından, “hükümetin izniyle yapılan kutlamaya katılmayız” demek geçmemiştir.

“Xilouiris Efe” rumuzlu arkadaş, Kadıköy 1 Mayıs’ına katılan anarşistlere şöyle seslenmektedir: “Durruti halinizi görse gülerdi.”

Neden güleceğini söylememiş ama anlamak mümkün. Yani Taksim dururken Kadıköy’de yürüyen anarşistlere gülermiş Durruti. Buradan İspanyalı anarşist  lider Durruti’nin şartlar ne olursa olsun çatışmaktan yana olduğu gibi bir sonuç çıkıyor ki, bu yanlış. Franco’nun 18 Temmuz 1936 darbesinin hemen ardından işçiler, birçok şehrin yanı sıra Katalonya’nın başkenti Barcelona’da ayaklanarak darbecileri yendiler ama ne yazık ki, anarko-sendikalist hareketin son derece güçlü olduğu Saragosa darbecilerin eline esir düştü. Üç bin kişilik “Durruti Column”nu kuran ve başına geçen Durruti’nin en büyük hedefi Francocuların eline esir düşmüş Saragosa’yı kurtarmaktı. Fakat bu mümkün olmadı. Neden? Çünkü Saragosa’nın önemini bilen Franco buraya büyük güç yığmıştı. Durruti’nin güçleri, en azından bir güç dengesi yaratamadıkları için Saragosa saldırısı sürekli ertelendi ve bu şehir hiçbir zaman ele geçirilemedi. (Bkz: G. Zileli, İspanya’36, Lejand, 2025, s. 78; Abel Paz, Halk Silahlanınca, çev: G. Zileli, Kaos, 1995, s. 212-223)

Durruti, en büyük hedefi Saragosa olmasına rağmen buraya körü körüne ve yenileceğini bile bile bir saldırı düzenlemedi, daha sonra da, Madrid’te ihtiyaç olunca kendi güçlerini oraya sevk etti. Kısaca belirtecek olursam, Durruti de dahil, gerçekten savaşan hiçbir güç yenileceği yüzde yüz olan bir muharebeye girmez. Bakın, savaşa demiyorum, muharebeye diyorum. Savaş stratejidir, muharebe ise taktik. Zayıf güçler stratejik olarak savaşı kabul etseler de taktik olarak kaybedecekleri muharebeye girmezler.

Şimdi gelelim şu Taksim tutkusuna ya da saplantısına!

Kimi “radikal sol” örgütler Taksim çağrısı yaptılar ve yürekli çok sayıda militan genç bu çağrıya uydu. Taksim’i uzaktan bile göremeden, daha Şişli’de ağır polis saldırısıyla karşılaştılar ve 500’e yakın genç hırpalanarak gözaltına alındı. Kısacası, yürekli gençlerimiz, “radikal sol” örgütler tarafından “kurtların” önüne atıldı. Şu anda “fişleniyorlar” ve nezarette mahkemeye çıkarılmayı bekliyorlar. Umalım ki tutuklanmasınlar.

Bu konuda en doğru saptamayı, benim hesabımın altına yorum yazan “Issız adam Nejat” yaptı: “Hiçbir büyük sendika, hiçbir büyük parti, hiçbir oluşum Taksim’e gitmiyorken oraya o gençleri göndermek sadece keklik avıydı.”

Çok üzücü ama doğru! Gençleri “keklik gibi” zalim avcının önüne sürmenin ağır sorumluluğunu omuzlayacak tek bir örgüt çıkmayacağından emin olabilirsiniz. Sol örgütler eskiden beri yapar bunu. Kendilerine “şan şeref” kazanmak için gençlerin omuzlarına taşınamayacak ölçüde ağır yükler bindirirler. Yeter ki onların propagandası yürüsün, yeter ki, bu “işten” yeterli “rantı” toplasınlar.

Anarşizmi keskinlik sanıp oturdukları yerden ahkâm kesenlere ise bir şey demesem daha iyi olacak. Sadece şu: Konformizmle keskinlik aynı madalyonun iki yüzüdür.

(Gün Zileli - 2 Mayıs 2025 - www.gunzileli.net - gunzileli@hotmail.com)

Blogger tarafından desteklenmektedir.