Kapitalizmin halkları kuyruğuna takmasının en kolay ve en kestirme yolu daima milliyetçilik olmuştur


Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemden tekelci aşamaya geçmesi, suyun ve buhar gücünün sanayide kullanılmaya başlandığı 18. yüzyıl ortalarına denk gelir. Bu gelişme, Sanayi Devrimi diye bilinen sürecin başlangıcı demektir. Kapitalizmin bu yeni aşaması tekelleşmeyi beraberinde getirmiştir. Sermayeyi elinde tutan burjuvazinin tekelleşmeye başlamasıyla birlikte bu sınıf kendisine artık giderek ve ister istemez dar gelen iç pazarların dışına çıkmayı zorunlu kılmıştır. Kapitalizmin en yüksek aşaması olarak nitelendirilen emperyalizm aşaması işte tam da budur. 

Emperyalist kapitalizm 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına kadar özellikle Avrupa ve kuzey Afrika'da yoğunlaştırdığı savaşlarla Avrupa'daki krallıklar ve imparatorlukların yerine kendi kontrolündeki yeni cumhuriyetler tesis ederek feodalizmin son kalıntılarını da ortadan kaldırdı. Milliyetçilik denilen "şey" de bu döneme denk gelir. Emperyalist kapitalizm, değişime karşı çıkacak olan unsurlarla kendi azgın sömürüsüne dönük özellikle de işçi sınıfından gelmesi çok muhtemel karşı koyuşları ortadan kaldırmak amacıyla milliyetçilik diye adlandırılan tuhaf ama oldukça işlevsel bir araç icat etmekte gecikmemiştir. Vatan, millet, yurtseverlik, milli sınırlar vs türünden bol hamaset içeren bu araç, emperyalist kapitalizmin çok işine yaramıştır. Bizim; "milliyetçilik diye bir şey yoktur, hiç bir zaman da olmamıştır" dememizin nedeni de işte burada aranmalıdır. 

Avrupa'da ve Balkanlar'daki Osmanlı İmparatorluğu egemenliğindeki toprakların teker teker kaybedilmesi ve Osmanlı'nın yerini emperyalist kapitalizmin alması ve nihayetinde bu durdurulamaz akışın Osmanlı İmparatorluğu'nun ortadan kalkmasına kadar uzanması, kapitalizmin 18. yüzyıldan beri devam eden gelişmesinin kaçınılmaz bir sonucudur. Tekelci kapitalizm bu yolda milliyetçilik denen "şey"den fazlasıyla yararlanmıştır. Vatan, millet, yurtseverlik ve milli sınırlar gibi argümanlar özellikle işçi sınıfının ve halkların kafasını bulandırmak için yetip de artmıştır. Emperyalist kapitalizm özellikle işçi sınıflarının ve halkların sömürüye dönük her türden öfkesini ve mücadele eğilimini milliyetçilikle soğurmayı başarmıştır. Emperyalist kapitalizmin bütün yoksulları kuyruğuna takmasının en kolay ve en kestirme yolu hep ve daima milliyetçilik olmuştur.

Bizde tıpkı dünya ölçeğinde olduğu gibi işçi sınıfının işine yarayacak bir milliyetçilik yoktur ve hiç bir zaman da olmamıştır. Aslında milliyetçiliğin kendisi işçi sınıfıyla yan yana getirilemez, yan yana durmaz. Örneğin Ziya Gökalp, Emile Durkheim temelli ve sınıf farklılığı yerine mesleki farklılığı koymaya çalışan, Diyarbakır'da her insanın Türkçe konuşup biraz da Kürtçe'ye başvurduğunu ileri süren tuhaf tezlere sahip, ama ne yapsa ne etse söyledikleriyle koşut bir temellendirme gerçekleştirememiş bir Türkçüdür. Devlete yakın duran bir milliyetçilik düşüncesi geliştirmeye çalışmış ama bunu pek de başaramamıştır.

Önemli bir başka örnek de Yusuf Akçura'dır. Akçura'da da tıpkı Ziya Gökalp'de olduğu gibi sınıfsal farklılıklar ve işçi sınıfı yoktur. Akçura bunları ve kapitalizmi dert edinmek yerine Osmanlı'nın tekrar toparlanmasına kafa yormuş ama Gökalp'den farklı olarak bu toparlanmanın gerektirdiği teorik çerçeveden Osmanlıcılıkla İslamcılığı çıkarmıştır. Teorik çerçevesinde sadece Türkçülük vardır. Dolayısıyla Yusuf Akçura da tıpkı Ziya Gökalp gibi son tahlilde ırkçıdır.

"Milletler kendi soylarını yeryüzüne yayıp hâkim kılmak için istilâ ve fütuhat yapmak mecburiyetindedirler" ya da; "Türkiye Cumhuriyeti 1950 yılında kurulmuştur" diyen Nihal Atsız'la ilgili olarak ise herhangi bir ekleme yapmak ya da bir şeyler yazmak gereksizdir..

Toplumsal sınıfları ve sınıfsal farklılıkları sürekli görmezden gelip bunlardan hiç söz etmemek, sömürü sözcüğünü ağıza bile almamak milliyetçilik adı verilen "şey"in en karakteristik en temel özelliğidir. Milliyetçiliğin bu alandaki bütün numarası sadece "ırk" sarmalı etrafında şekillenmiştir ve bu gerçeklik bizde örneğin Ziya Gökalp'lerden, Yusuf Akçura'lardan beri hiç değişmemiştir. Bizdeki milliyetçilerin ülkede yaşayan herkesi Türk olarak kabul etmesinin nedeni budur.

Milliyetçilik 18. yüzyıldan beri başka hiç bir şeye değil, sadece ama sadece hamasete dayanır. Hamaset ideoloji değildir. Bir başka deyişle milliyetçiliğin herhangi bir ideolojisi yoktur. Milliyetçilik bir ideoloji değildir, sadece ırkçılıktır. (HAYRİ GÜNEL) 

Blogger tarafından desteklenmektedir.