Macron'un Filistin açıklaması: Sembolik tanıma mı, sömürgeci statükonun teyidi mi?

Filistin'i tanımayı silahsızlandırma gibi şartlara bağlayan Macron, İsrail'e yönelik hiçbir koşul ya da yaptırım öne sürmedi. Macron'un bu adımı, tek taraflı bir teslimiyet çağrısına dönüşmüş durumda.


Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinden ve Avrupa Birliği'nin (AB) motor güçlerinden biri olan ve G7 üyesi Fransa'nın Filistin Devleti'ni ilk kez tanıması, ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 24 Temmuz'da yaptığı bu açıklama, yüzeydeki bu olumlu görüntünün ötesinde ciddi soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

Fransa'nın eylül ayında BM Genel Kurulu'nda Filistin Devleti'ni tanıyacağını duyurması, 28 Temmuz'da BM'de, Suudi Arabistan'la birlikte düzenlenecek bir uluslararası konferans öncesine denk getirildi. Söz konusu konferansın amacı, "iki devletli çözüm" adı altında Ortadoğu'daki çatışmalara diplomatik bir çerçeve kazandırmak olarak sunuluyor. Ancak bu açıklama, Filistin halkının meşru haklarını tanımaktan çok, sömürgeci statükoyu yeniden üretme çabasının bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Filistin'e dayatma, İsrail'e sıfır yaptırım

Fransa'nın yıllardır devam eden erteleme politikası sonrası Gazze'deki soykırımın ulaştığı boyut, tereddütleri aylardır süren Macron'un bu konuda artık daha fazla bekleyememesine neden oldu. Ancak bu 'karar', beraberinde çok sayıda koşulla birlikte geldi. Macron, tanımayı Filistin tarafının silahsızlandırılması, Gazze'de Hamas'ın etkisinin ortadan kaldırılması ve Batı Şeria'daki Filistin yönetiminin Gazze'de kontrolü yeniden ele alması gibi şartlara bağladı. Buna karşılık İsrail'e yönelik hiçbir koşul ya da yaptırım öngörülmemesi, Macron'un adımının tek taraflı bir teslimiyet çağrısına dönüştüğünü gösteriyor.

Tanımanın arkasındaki stratejik hesaplar

Bu adım, artan uluslararası baskılar ve kamuoyundaki Filistin'le dayanışma dalgasının yarattığı meşruiyet krizini yatıştırmaya yönelik sembolik bir manevra olmanın ötesine geçmiyor. Macron, bir yandan Fransa'nın Ortadoğu'daki etkisini yeniden canlandırmaya çalışırken, diğer yandan Suudi Arabistan gibi bölgedeki otoriter rejimlerle diplomatik ve ekonomik bağlarını güçlendirme peşinde. Paris'in "Gazze'nin yeniden inşası" için sunduğu planlar da bu çabanın parçası.

Bu süreçte Macron'un, İsrail'in son iki yıldır sürdürdüğü soykırım politikalarına karşı hiçbir yaptırımı gündeme getirmemesi, Avrupa-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması'nın askıya alınmaması, hatta Gazze'deki yıkımın suçunu sadece 7 Ekim'e bağlaması, Fransa'nın sözde tanıma adımının ne denli ikiyüzlü olduğunu gözler önüne seriyor.

İki devletli çözüm: Gerçek bir çıkış mı, sömürgeciliğin makyajı mı?

"İki devletli çözüm"*, onlarca yılardır emperyalist güçlerin Filistin halkını oyalamak için başvurduğu bir araç olmaktan öteye geçemedi. 1967 sınırlarına dayalı bu plan, aslında 1948 'Nakba'sının (Büyük Felaket) yarattığı tarihsel adaletsizliği meşrulaştırıyor. Oslo Anlaşmaları'ndan bu yana uygulanan bu model, Filistin'i küçük adacıklara bölen, duvarlarla ve kontrol noktalarıyla kuşatan bir açık hava hapishanesine dönüştürdü.

Bu nedenle Filistinli Sosyolog Naji El Khatib, Mediapart'a verdiği demeçte şu uyarıyı yapıyor: "Filistin Devleti tanınacak ama hangi devlet?" El Khatib'e göre, bu türden tanımalar Filistin halkının haklarını garanti altına almıyor: "İki devletli çözüm, siyonist projenin sömürgeci karakterini siliyor ve özellikle geri dönüş hakkı başta olmak üzere Filistinlilerin temel haklarını hiçbir şekilde güvenceye almıyor."

Çözüm nerede?

Bugün artık "barış konferanslarından", sembolik tanımalardan ya da Batılı liderlerin samimiyetsiz çağrılarından bir sonuç çıkmayacağı açık. Gerçek çözüm, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını kazanmasında, sömürgeci rejimin son bulmasında ve bölge halklarının ortak mücadelesinde yatıyor. Fas'tan Lübnan'a, Mısır'dan Avrupa'ya uzanan dayanışma eylemleri, İsrail'in savaş makinesini durdurabilecek tek gücün halklar olduğunu gösteriyor. Tanger ve Fos-sur-Mer'de liman işçilerinin yaptığı silah ambargosu eylemleri bu direnişin işaret fişeğidir.

İsrail'in saldırganlığı sadece Filistin'i değil, Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak'ı da hedef alıyor. Bu nedenle emperyalist destekli sömürgeciliğe karşı, halkların ve emekçilerin ortak mücadelesiyle kurulacak işçi ve halk iktidarları, hem Filistin hem de tüm bölge için gerçek kurtuluşun yolunu açabilir. Bu mücadelede, İsrail halkının da barış, adalet ve eşitlik talepleriyle direnen kesimleri önemli bir rol oynamaktadır. Gerçek özgürlük ve güvenlik, sömürgeci ve işgalci politikaların son bulmasıyla, tüm bölge halklarının bir arada yaşayabileceği demokratik ve eşitlikçi bir gelecek inşa edilmesiyle mümkün olacaktır.

*Editörün notu: Recep Tayyip Erdoğan yönetimi de her fırsatta "İki devletli çözümden yana olduğunu" dile getiriyor. Erdoğan son olarak pazar günü Macon ile yaptığı telefon görüşmesinde de "Bölgede kalıcı barış için iki devletli çözümün şart olduğunu" söyledi. (ALİ RIZA YILDIRIM - EVRENSEL)

Blogger tarafından desteklenmektedir.