Pop Prof. Özgür Demirtaş’a komünizm dersleri: Senden Sakıp Ağa olmaz, uğraşma!

Şimdi finans kürsüsü yönettiği üniversitenin harcında on binlerce, yüzbinlerce emekçinin alın teri var. Onları soyarak semirdiler, geniş bir zamanda, dilerse ayrıntılı anlatırız. Demek ki taklit ettiği asıl karakter odur. Demirtaş eğitilmiş bir Sakıp Ağadır.


Ekonomist Prof. Özgür Demirtaş, durup dururken, öylesine, X hesabından sosyalist ve komünist ekonomi anlayışını sert ifadelerle eleştirmiş. Eleştirir hakkıdır. Kim eleştirmiyor ki. Kahvehanelerde okey masası yancılarının gözde sohbet konusudur bu. Bir yandan çift atmaya hazırlanan oyuncuya taş tavsiyeleri verirken bir yandan da eşitliğin mümkün olmadığını, beş parmağın beşi bir mi, anlatır. Okey yancısına hak olan ekonomi profesörüne de haktır. Ama tabii bu durumda biraz daha “akılcı”, biraz daha mantıklı, biraz daha bilime dokunan tezler bekliyor insan. En azından komünizmle faşizmi karıştırmamasını umma hakkımız var. 

Bu eşleştirmedeki gerekçesi ne? Kendi yazımıyla aktaralım, “İnsanlar EŞİT değildir. Kimi daha çalışkandır, Kimi daha zekidir, kimi daha akıllıdır… Önemli olan insanların tümden eşitliği değil FIRSAT eşitliğidir.” Gerekçesi işte bu. İnsanlar eşittir derken, boy pos ölçüsüne gönderme yapıldığını sanıyor profesör. Halbuki bundan kasıt yasalar önünde eşitlik. Kimsenin doğuştan gelen ayrıcalıkları olmaması, doğar doğmaz önde koşmaya başlamaması. Fransız Devrimi’nin İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi işte bu özgürlüğü tarif ediyor. Dediği ne? İnsanlar doğuştan özgür ve eşittir, zulme direnme hakkı vardır. Egemenliğin kaynağı tanrı değil halktır, kişi ve grupların elinde bulunamaz, ondan doğan yetkileri de halk kullanır. Devleti idare edenler halka karşı sorumludur, halk tüm kamu görevlilerinden hesap sorma hakkına sahiptir. Hiç kimse dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamaz. Mülkiyet kutsal ve dokunulmazdır… Bunlar bildirgenin söylediklerinin özetidir.

“İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” 1789 Büyük Fransız Devrimi'nin ardından yayımlandı. Fransa’nın yoksulları, monarşiyi devirmişler, kralı giyotine, kiliseyi öteki dünyanın sınırlarına göndermişler, bu yolla eşit ve özgür olmuşlar ve insanlaşmışlardı. Ümmetin, kulun, tebaanın “insanlığından” söz edemeyiz. İnsan olmak için özgür ve eşit olmak şarttır. Kul olmaktan azat olmayı kastediyoruz. Önünde ve arkasında devrim var. Devrimsiz eşitlikten söz edemeyiz. Edersek parmaklara bakma şartı var. Parmaklarda eşitlik yoktur. 

“Vatan için öldüğünü sanırsın, sanayiciler için ölürsün” demiş takipçilerinden biri ona, çok kızmış. Sosyalistlerin ekonomik yaklaşımlarını “dogmatik” olarak niteleyerek, bu görüşlerin bilimsel gerçeklikten uzak olduğunu savunmuş. “Komünistler ve sosyalistler birçok açıdan fundamentalistlere benziyor” demiş, bu kesimlerin ekonomik bilgisinin sadece “3-5 ideolojik manifestodan” ibaret olduğunu iddia etmiş devamında. 

Etsin ama biz de bu durumda fonda okey taşı tıkırtıları bekliyoruz mecburen. Birincisi, takipçisinin dediği doğru, vatan, ezilenler monarkların mülküne el koyunca ortaya çıkmış bir kavram. Fransız vatanı Fransız Kralının kellesi uçurulunca ortaya çıktı. Bizimki de öyle, sultanların elinden aldık. Demek ki vatan ancak yoksullar, ezilenler ona sahip olduğunda vatandır. Bir grup zenginin el koyduğuna vatan diyemeyiz. Bu durumda Anatole France’ın “vatan için öldüğünü sanırsın, aslında sanayiciler için ölmüşsündür” tezi doğrudur.  

Bizim ekonomik yaklaşımımızda bir miktar “dogma” olduğu da doğrudur. Ama tabii esas dogmalara takılıp kalmamak, dogmatik olmamaktır. Yorumcusuna kızıp söylemediyse eğer, bunu söylerken Marksizm’i akılda tutma zorunluluğu var. Kapital, bugün hâlâ ekonomi teorisinin en cüretli parçalarından biri sayılıyor. Dogmatik olmak bir yana çok genişletici, sınırları çok zorlayıcıdır. “Fundamentallik” meselesi de öyle. Marksizm “fundamental”dir. Kendisinden önceki bakış açılarını, teorileri, radikal bir biçimde reddeder. Yerine bambaşka bir bakış açısı koyar. “3-5 ideolojik manifestoya” gelince, biz onu burjuva iktisadının bir kısa tarifi olarak biliyoruz. Çoğu saçma sapan teorileştirme çabalarından ibarettir. Sermayedarların günlük pratiklerini az çok mantıklı bir dizgeye yerleştirme çabasından ibarettir. Yani Prof. Demirtaş’ın söylediklerinde ciddiye alabileceğimiz en ufak bir şey yoktur. Okey yancısının beş parmak teorisi bile bundan daha gerçekçidir. 

Emek konusuna da girmiş ki, orası bütünüyle sorunlu. Emek komünistlerin laflarından ibaret değildir, dediği gibi. Emek-toprak-sermaye onların teorik babalarının bir kurgusu. Marksizm ona itirazla yükseldi. “Emek ve sermaye bir soyutlamadır, bunlar emekçiden ve sermayeden ayrılamaz, haliyle salt iktisadi değil aynı zamanda sosyal bir ilişkidir” dedi. Yani kapitalizm salt bir iktisadi düzen değil aynı zamanda bir toplum kurgusuydu. Toplumu görmeyen kısmına burjuva iktisadı diyoruz, Demirtaş türünün uzmanlık alanıdır. Emek denen şeyin bitmek üzere olduğu lakırdısı ise çok pespaye, cevaplamaya bile değmez. Patronlarının holdinginde kaç emekçi var, bir bakmalarını tavsiye ederiz. 

“Yapay zekâ emekçiye ihtiyaç bırakmayacak” şavalaklığı da öyle. O makinalar emekçilerin ellerinde biçimleniyor hâlâ. En azından şimdilik. 

“Al komünisti, vur faşiste”… Bu gerzek laf da Demirtaş’ın. Faşizmi ve komünizmi belgesel kanallarından izlediğiniz iki Hitler biyografisinden öğrendiyseniz böyle karıştırmanız kaçınılmazdır. Komünisti faşiste vurabilirsin ama bunun için üniformanı giyip cepheye çıkma zorunluluğu var. Bu durumda da faşistlerin kara gömleğini tercih edeceklerinden kuşkumuz yok. Çünkü yukarıdaki lakırdı edeni zorunlu olarak oraya götürür. Komünizmle faşizmi eşitleyen faşisttir. 

Yerimiz dar özetleyelim; Faşizm emperyalizm çağının jakobenizmidir. Jakobenizmden Faşizme evrilen bir tarihin içindeyiz hâlâ. Burjuvazi, ilkinde, eski rejimin egemen sınıflarına karşı bir terör rejimi kurdu, kapıyı dönüşlerine kapatmak istiyordu; “Jakoben Terörü”dür. İkincisi, üzerine gelen yeni düzene kapıyı kapatmayı hedefliyordu, “Faşizm” diyoruz. İlki kapıyı geçmişe, ikincisi geleceğe kapatmak içindir. Jakobenizm ve Faşizm birbirinden çok ayrı görünmesine karşın aynı sınıfın terör rejimleridir. Ancak ilki devrime ikincisi karşıdevrime tekabül eder. İlkinin ilerici, ikincisinin gerici olması bundandır. Yani faşizmle Jakobenizm arasında bir bağ var. Bu bağı kuran sermaye sınıfıdır. Jakobenizmle komünizm arasında da bir bağ var. O da kralı, kraliçeyi, aristokratları giyotine gönderen yoksulların kurduğu bağdır. Faşistler çıplak terörünü devralır, komünistler o terörden bir sınıf diktatoryası devşirir. Bilir ki eski rejim bir diktatörlüktür, onu yıkmak için işbirliği yatığı burjuvazi de iktidarı eline geçirdikten sonra kendi diktatörlüğünü kurmuştur. Yani her terör denildiğinde alt sınıfları hatırlamayacaksın! 

Faşizmi sermaye sınıfından, kapitalizmden ve emperyalizmden ayrı ele alamayız. İlk Avrupa iç savaşı 1871 Paris Komünü kalkışmasının bastırılmasından sonra Avrupa sermaye sınıfının kendini güvencede hissettiği “ayrıcalıklı çağ”ın arkasından geldi. Bu, kırk yıllık bir sermaye barışıydı. Sonra, 1914’te, birbirlerine düştüler, içinden Sovyetler Birliği çıktı. İkincisi bu çıkıntıyı engelleme çabasının ürünü oldu. Faşist terör, Jakoben Terör ile ortaya çıkan yeni insanı kapatmak içindi.

Sovyetler Birliği, birinci savaşın sonucu ve ikincisinin ana aktörüydü. Arada Komünizm korkusu Avrupa’da faşizm şeklinde ete kemiğe bürünmüştü. Almanya bu korkuya dayanarak Avrupa’yı fiilen birleştirdi. Faşizm ilk Avrupa Birliği girişimidir. İngiltere yine dışında kalmıştı ve Rusya yine karşısındaydı. Dünya savaşlarından ikincisi bir Birleşmiş Avrupa-Sovyetler Birliği savaşıdır. İngiltere ve ABD faşizme karşı savaşta “yardımcı kuvvetler” rolünü üstlendiler. Hitler’in onlar için alanı düzleyeceğini umuyorlardı ancak Sovyetler Birliği büyük bedeller ödeyerek Birleşmiş Faşist Avrupa’yı yendi. 

Tabii “yendi” yerine “durdurdu” demek daha doğrudur. Faşizm, Avrupa’da ABD desteğiyle ayakta kalmayı başardı, soğuk savaş kılığında terör estirmeye devam etti. Bugün Avrupa’nın her yerinde özgürce dolaşmayı sürdürüyor. Çünkü o çok beğendikleri Avrupa ve ABD, Ukrayna savaşını gerekçe göstererek faşizmi temize çekti. 

Yani faşizm Demirtaş’ın sırtını dayadığı sermaye sınıfının marifetidir. Komünizm ise ona karşı işçi sınıfının direnişinin. Bu “aynılar zaten” ahmaklığı, ikinci savaşta Komünizmin tek başına Faşizmi yerle bir etmesinden kaynaklanıyor. Eş tutuyorlar, Stalin’e saldırıyorlar çünkü sevgili Hitlerlerini onlar yendi. 

Pop profesörümüzün eleştirmenlerine “siz de kimsiniz” demeyi sevdiğinizi biliyoruz. Aşağılama ifadesidir. O da bizim için bir bilinmezdir. Üşenmeyip baktık. Okey masası yancısı görünüşünün arkasından bir finans profesörü ve bir büyük bankanın yöneticisi çıktı. Demek ki görünüşe aldanmamak lazım. 

Biz bu simayı başka bir yerden de hatırlıyoruz yalnız. Pop profesörün hizmet ettiği holdingin kurucularından Sakıp Sabancı ömrünün sonuna kadar koruduğu ve neredeyse magazin yıldızlarıyla yarışan popülerliğini görünüşte sempatik kişiliğine ve kaybetmediği şivesine borçluydu. Yani ortalıkta hep bir okey masası yancısı kimliğinde dolaşırdı. Ama öte yandan gerçek bir sömürgendi, popülerliğinin kaynağında parası, sermaye sınıfı adına yüklendiği misyon ve sağ siyasetçilerin eksik olmayan destekçisi olmasıydı. Aramızda kalsın, 12 Eylül faşizminin de destekçileri arasındaydı. Malumunuz 12 Eylül faşist darbesi bir TÜSİAD darbesidir. Sonra işçi düşmanı Turgut Özal’ın da destekçisi oldu. Demirtaş’ın “serbest piyasa” diye kutsadığı bu akıl dışı düzeni birlikte kurdular. Eşitliğimizi baltaladılar. AKP iktidarında onun ve ailesinin büyük desteği var. Eskisi daha karanlık. Adana’na ölümüne çalıştırılan marabaların, tarım işçilerinin ve yoksul köylülerin sırtından kazanılan servet, 1960’lı yıllarda holdinge dönüştü. Her darbe sonrası daha fazla zenginleştiler. AKP dönemi en parlak dönemi oldu. 

Şimdi finans kürsüsü yönettiği üniversitenin harcında on binlerce, yüzbinlerce emekçinin alın teri var. Onları soyarak semirdiler, geniş bir zamanda, dilerse ayrıntılı anlatırız. Demek ki taklit ettiği asıl karakter odur. Demirtaş eğitilmiş bir Sakıp Ağadır. 

Finansçı, bankacı, parlak titrleri var. Ama haberi olsun “finans kapital” bizdeki en ağır sövgüdür. Çünkü kapitalin o türü, kapitalin en aşağılık biçimidir. Bankacılık düz dolandırıcılıktır çünkü. Büyük bir dolandırıcılık organizasyonunun yöneticisidir sonuçta. Tavsiyemiz böyle büyük laflar etmemesi yönündedir. Yoksa kendimizi tutamayıp finans kapital borazanı deriz biz de, üzeriz.

Şu parlak diplomalarına gelince, bizim Kamo nam bir ümmi kahramanımız var. Okuma yazması yoktu ama inancı çoktu. Demirtaş’ın sevdiği zenginleri ve Çarı devirmek için varını yoğunu ortaya koydu. Demirtaş’a benzeyen sermaye kullarından biri aklını karıştırmak istedi, ona burada tartıştığımız türden özgürlük masalları anlattı. Sabırla dinleyen Kamo şöyle dedi; İki sınıf var, burjuvalar ve proleterler. Sen hangisinden yanasın? 

Biz de finansçı-bankacı Özgür Demirtaş’a soruyoruz, hangi sınıftan yanasın? (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG)

Blogger tarafından desteklenmektedir.