“Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı”

Ortağı Bahçeli’nin bile yolun sonunu görerek kendisine sinyal verip durduğu bu zamanlar, Erdoğan açısından, Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” diye tarif ettiği bir zamandır artık.  


BİR KRİZ DÖNEMİ 'EFSANESİNİN' ÇÖKÜŞÜNE DOĞRU...

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP), girdiği ilk seçim olan 3 Kasım 2002 Seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmasında 2001 krizinin yol açtığı sonuçlar etkili olurken, kuruluşuna kaynaklık eden süreçte de 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi kritik bir rol oynamıştır. 

Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mart 1994 Yerel Seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği Refah Partisi’nin genel başkanı ve REFAH-YOL Hükümeti’nin başbakanı olan Necmettin Erbakan’ın istifasına ve hükümetinin dağılmasına neden olan 28 Şubat, Erdoğan açısından ‘Allah’ın lütfu’ olmuştu. Bu sözü, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi gecesi Erdoğan’ın ağzından yine duyacağımızı hatırlatarak devam edersek, hocası Erbakan’ı koltuğundan eden 28 Şubat generallerinin baskısı, Erdoğan’ın önünü açtı. Erdoğan ve arkadaşları AKP’nin kurucuları olarak ilk yola çıktıklarında ‘yenilikçiler’ olarak sunuldular. ABD’nin radarına girmeyi başarırken, Türkiye’yi AB’ye sokma hedefi başlıca politikaları arasındaydı. 

Prof. Dr. Cihan Tuğal’ın, “Pasif Devrim: İslâmî Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi” adlı kitabında, İstanbul Sultanbeyli’deki saha araştırmasından yola çıkarak AKP önderliğinde İslâmcı siyasetin dönüşümünü analiz ederken, eski İslâmcıların radikal taleplerinden ve söylemlerinden nasıl vazgeçip, sistemi ve devleti sahiplendiğini görüşmeleri yoluyla desteklemiş olduğunu hatırlatalım. 

14 Ağustos 2001 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi, Tuğal’ın da ele alıp incelediği gibi kentlerin varoşlarındaki yoksul mütedeyyin kitleleri sisteme entegre ederek onların temsilciliğini soyunurken, diğer yandan 2001 krizi koşullarında itibar kaybetmiş sermaye partileri karşısında, ‘denenmemiş’ bir yeni güç olması ona bir fırsat alanı sundu. 

O günlerin yasaklı siyasetçisi olan Erdoğan, 2002 seçimlerinde mitinglerini dolduran kalabalıklara ‘3Y’yi bitireceğiz’ diyordu. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar kelimelerinin baş harflerinden oluşan 3Y, AKP’nin 2002 seçim sloganlarından biriydi. Şu anda 22 grev yasağına imza atmış olan AKP, kendisine muhalif olan binlerce kişinin doldurulduğu cezaevleri, kayyım atanmış belediyeler, derinleşen yoksulluk ve iktidarın yolsuzlukları yazan gazetecilerin kendilerine cezaevi beğendiği bir ülkeyi yönetiyor. 

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, geçtiğimiz günlerde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verileri üzerinden yaptığı açıklamada, başkanlık sisteminin yoksulluk olarak döndüğünü söyledi. Genç, “3 Ağustos 2018’de vatandaşların bireysel kredi kartı borcu 19 milyar 377 milyon dolardı. 1 Ağustos 2025 itibarıyla bu rakam 58 milyar 970 milyon dolara çıktı. 7 yılın bilançosu, iktidarın ‘istikrar’ iddiasının ekonomik bir illüzyondan ibaret olduğunu acı bir şekilde ortaya koyuyor” dedi.

Erdoğanlı yıllar aynı zamanda, rant paylaşımına odaklı yeni bir yandaş sermaye oluşturma yılları olduğu için ‘beşli çete’ adlandırması popüler hale geldi. Son olarak Suriye sahasında da bu sermaye gruplarının adlarını duyuyor olsak da, Saray iktidarının, sınıfsal dayanakları ve kayırıp kolladığı kesimlerin çok daha güçlü bir sermaye ağına yayıldığını gözler önüne serdi. 

Türkiye’ye AB’ye sokma ve demokratikleşme vaatlerini öne çıkardığı güçlerde, arkasına aldığı uluslararası desteğe ek olarak, içeride birlikte hareket ettiği Gülen Cemaati ile de ittifak halinde askerin siyasi mimarinin arka fonunda kendisini sürekli hatırlatan etkisini bertaraf etmek için onunla mücadeleye girişirken, daha sonra da ulusalcı güçlerle ittifak halinde Gülen Cemaati ile hesaplaşmaya girişti. 

Kendi iktidarını sürekli perçinlemek için ittifak unsurlarını değiştirmekte mahir olan Erdoğan açısından, ülkenin asırlık sorunlarından Kürt meselesine dair ‘açılım’ süreçleri de, yine kendi iktidar pozisyonuna bağlı pragmatist bir içerik taşıdı.

Bu suça ortak olmadılar…

Dönemin başbakanı olarak 10 Ağustos 2005 günü Ankara’da Kürt meselesiyle bağlantılı olarak aydınlarla başbakanlıkta görüşen Erdoğan, iki gün sonra da Diyarbakır’da Kürt meselesini sahiplenirken, devletin bu konuda geçmişte hatalar yapmış olduğunu ifade eden bir konuşma yaptı. Bu ‘açılım süreci’, 2009'da başlatılan ‘Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’ ile devam ettirilirken, süreç, 16 Temmuz 2014 günü Resmî Gazete'de ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ adıyla yayımlanarak kanunlaştı.

Ancak Erdoğan, 11 Ağustos 2015 günü ‘çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığını’ duyurdu. 

Ardından, devletin kolluk güçleriyle PKK arasındaki çatışmaların kent sokaklarına yayıldığı bir döneme girilirken, 1128 akademisyen 11 Ocak 2016'da “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir metinle devleti operasyonlara son vermeye çağırdı ve barış talebini öne çıkardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağır ithamlarla hedef aldığı barış akademisyenleri hakkında soruşturmalar açılırken pek çoğu üniversitelerinden uzaklaştırıldı, işlerine son verildi. Bu süreçte yaşamına son veren barış akademisyeni Mehmet Fatih Traş’ı saygıyla anarken, bu akademik kırımın Türkiye üniversitelerini çölleştirdiği bir döneme girildiğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Son olarak yüzlerce doçent ve profesörün sahte diploma ile atandıklarının ortaya çıkması ise çürümenin ulaştığı boyutları gözler önüne serdi.

Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesine kadar giden vekalet savaşı sürecinde, silahlı cihatçı güçleri desteklemek, eğitip donatıp, finansa etmek AKP’nin, Türkiye’yi sürüklediği yıkım politikalarından biri olurken, bu politikanın dolaysız sonucu olarak önü açılan IŞİD militanları Suruç ve Ankara Gar Katliamı gibi canlı bomba eylemlere imza attılar. Suriye savaşının Türkiye taşınmasının yıkıcı etkileri sürerken, AKP, Suriye’nin, El Kaide menşeli Colani liderliğindeki geçici yönetiminin de en büyük destekçileri arasında yer alıyor. 

Eski dünya ölüyor…

10 yıl önce tek başına iktidar olabilme imkanını kaybeden ve 2018 yılı Şubat ayında MHP ile kurduğu ‘Cumhur İttifakı’ ile Saray iktidarını sürdürmeye çalışan Erdoğan liderliğindeki AKP, son yerel seçimlerin ardından da ikinci parti durumuna düştü. Kamuoyu araştırmalarında kendisinden önde çıkan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP tarafından cumhurbaşkanı adayı ilan edilme hazırlığı sürecinde önce kurduğu baskıyla İmamoğlu’nun diplomasının İstanbul Üniversitesi yönetimince iptalini sağlayan ve ardından da İmamoğlu ve pek çok belediye başkanıyla bürokratının tutuklandığı 19 Mart operasyonlarının düğmesine basan ‘tek adam’ rejimi, belli ki, ‘durursam düşerim’ korkusunun esiri olmuş durumda. 

Ortağı Bahçeli’nin bile yolun sonunu görerek kendisine sinyal verip durduğu bu zamanlar, Erdoğan açısından, Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” diye tarif ettiği bir zamandır artık.  

2001 krizi koşullarında tek başına iktidar olan ve 24 yılının 23 yılını iktidarda geçiren Türkiye sermayesinin en fazla grev yasağına imza atmış partisi, artık kendi vücudunu bile sürüklemekte zorlandığı başka bir kriz dönemden geçiyor… (FATİH POLAT - EVRENSEL) 

Blogger tarafından desteklenmektedir.