Galatasaray’ın Frankfurt hezimeti: Avrupa'nın "zıpçıktı"sı olmak
Galatasaray’ın Eintracht Frankfurt karşısında yapması gerekenler basitti. Merkezde mümkün olduğunca az riske girmek, top kayıplarıyla rakibine gafil avlanmamak… Hücum stratejisini, zaten mahir olmadığı geriden pasla çıkışlara değil kanatlara oynayacağı uzun toplara dayandırmak… Bu tip bir oyunda seken top bol olacağından ribauntları toplayabilmek için top kendisindeyken stoper ve merkez orta saha ikilisinin liderliğinde ofsayt çizgisini orta sahaya çekmekten kaçınmayarak topun oynandığı alanı sıkıştırmak… Bu prensiplerin hepsi ortak bir amaca hizmet ediyordu: Bir geçiş hücumu uzmanı olan rakibe dengesiz yakalanmamak.
Sarı-kırmızılılar ilk 35 dakika boyunca bu stratejiyi doğru şekilde uyguladı ve bu arada golü de buldu. Hücum varyasyonları bu oyuncu kalitesinden beklenenden daha düşük seviyedeydi ama golü bulmuştu bir kere ve bu, E. Frankfurt tipi bir rakip karşısında muazzam bir avantajdı. Çünkü geçen sezon Bundesliga’yı 3. bitiren rakibi, topa hükmederek hücum etmesi gerektiğinde çok daha zayıf bir takımdı. Bunu geçen hafta Bayer Leverkusen karşısında çektiği çilelerle kanıtlamış; 40 dakika 10 kişi, 8 dakika 9 kişi oynayan rakibine 3-1 kaybetmişti.
25-30. dakika civarı sahada her şey yolunda görünürken spikerin ağzından çıkan “Galatasaray’ın topla oynamadaki %60’a %40’lık üstünlüğü” istatistiği tehlikeyi haber verdi. Dino Toppmöller, takımı erkenden gol yemesine rağmen panik yapmamış, Okan Buruk’un öğrencilerini sessizce tuzağa çekmek için topun arkasında kalmayı sürdürmüş, Galatasaray’ı mümkün olduğunca merkezden pasla çıkmaya yönlendirip hata kovalamaya başlamıştı. 36. dakikada Yunus Akgün, beklenen kıvılcımı yaktı. 2. bölgenin kendi kalesine yakın bir noktasındayken bu tip anlarda ileriye, kanatlara doğru uzun oynaması gerektiğini unutup sol bek Eren Elmalı’ya riskli bir geri pas vermeyi denedi. Araya giren Ritsu Doan eşitliği sağladı. İlginç bir şekilde bu andan itibaren Galatasaray adına sahada sadece panik vardı. En tecrübeli oyuncusu İlkay Gündoğan’ın merkezde sırtı dönük Yunus Akgün’e oynadığı top, kaybedilip Can Uzun’un golüne dönüştüğünde bu panik daha da büyüdü. Maçın ilk dakikası itibarıyla kendini gösteren duran top savunmasındaki handikap 3. golü getirdiğinde bu gecenin Galatasaraylılar için Okan Buruk döneminin “markalaşan” Avrupa performanslarından biriyle sonuçlanacağı netleşmişti.
Bu “marka” performanslar Kopenhag deplasmanı (0-1), Sparta Prag deplasmanı (1-4), Young Boys maçları (2-3, 0-1), R. Skola deplasmanı (2-2), Dinamo Kiev maçı (3-3), AZ Alkmaar deplasmanı (1-4) gibi karşılaşmaları içeriyor ve hepsinde Galatasaray’ın birbirini besleyen iki temel problemi var, tek yönlü taktik anlayışı ve taktik disiplinsizlik.
Bu iki problem de doğrudan doğruya Okan Buruk’la ilgili. Buruk’un geçen sezonun sonuna doğru Torreira-Lemina-Sara ile bulduğu üç merkez orta sahayla daha dengeli oyun formülünden beklenen dersleri almadığını rekorlar kırdığı transfer sezonunda merkeze takviye yapmamasıyla anlamıştık. Ancak bu formülün işlemesinde, daha doğrusu pek çok defoyu örtmesinde büyük paya sahip Victor Osimhen ve Barış Alper Yılmaz’ın ezici fizikselliği bu maçta yoktu. Osimhen sakattı, BAY ise Arabistan hevesi sırasında çıkmadığı antrenmanlar ve oynamadığı maçlar sonucu fiziksel olarak epey gerilemişti.
Okan Buruk’un oyunu, kendisiyle fizik olarak eşleşebilen rakiplere karşı, topa hükmetmesi gereken maçlarda tüm defolarını ortaya seriyor. Asla bir possession hocası olmadığı için hem geriden çıkışlarda hem üçüncü bölgede takıma set planları geliştiremiyor. Bu da onu ön alan presine karşı sadece uzun oynayabilen bir takım hâline getiriyor. Bu kadar uzun oynamaya mahkumsanız ileride Osimhen ve BAY gibi anomalilere muhtaçsınız. Ama elbette elinizde bu oyuncular da olsa onların 90 dakika boyunca bu rolde savaşmasına, koşmasına mecbursanız bir yerde teker patlar. Teker patladığında Okan Buruk’un alternatifsiz oyunu da çözülüyor.
Buruk’un Avrupa klasiklerinin bir başka vazgeçilmezi de bu tip “kriz” anlarında sergilediği panik hâli. Süper Lig’de kendisinden çok daha zayıf takımlara karşı oynayarak evrimleşen Buruk futbolu, sahada işler istendiği gibi gitmediğinde tüm dengesini kaybediyor. Hatalı oyuncu değişiklikleri, hakeme yersiz itirazlar hatta küfürler, maç sonu neticenin yanlış duygusal analizlerle değerlendirilmesi… Dün yine suçu “İtalyan hakem”de bulan bir Okan Buruk vardı.(*) Daha önce de “İspanyol”, “Portekizli”, “İngiliz”, “Slovak” vs. vardı, hatırlarsanız.
Velhasılıkelam, Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne olabilecek en kötü başlangıcı yaparken taraftarı esas kaygılandıran şey 1-5’lik ağır tabeladan çok son 3 sezonun Avrupa maceralarını birebir hatırlatan déjà vu vaziyetiydi. Okan Buruk’un ders almadığı, gelişmediği endişesi haklı şekilde hakim oldu. Transfere bir kez daha akıl almaz bir paranın döküldüğü sezonda, sarı-kırmızılılar Avrupa’da yine “mahallenin sonradan görmesi, zıpçıktısı” gibi kaldı. Saygıyı parayla satın alamazsınız. ‘80’lerin sonundan itibaren Galatasaray’ın Avrupa’da elde ettiği başarılar paraya değil oyun direncine, iştahına ve karakterine dayanıyordu. Bugün bu yok ve sanırım taraftarı en fazla rahatsız eden şey de bu. Umarım bu sezon yaşanması muhtemel hezimet, bu kez sorunun “yeterince para harcamamak” ya da “transfer” olmadığını sorumlulara öğretir. ((Mithat Fabian Sözmen - EVRENSEL)
(*) Bir de İlkay Gündoğan’ın açıklamasını okuyun. Umarım yenilgiyle ve acı gerçeklerle yüzleşmede Gündoğan’dan bir şeyler öğrenebiliriz.
