Greves, blocages, Macron degage! / Grevler, blokajlar Macron defol!
Dünyada hem neoliberalizmin hem de ABD’nin küresel hegemonyası önce 2008 krizi ardından pandemi ile birlikte süreğen bir krize girdi. Bugün gelinen noktada küresel sistem içinden çıkamadığı krizler döngüsü, boyutu spekülatif biçimde artan servet transferleri, hegemonya krizini ötelemek için çıkarılan savaşlar, iktidara taşınan mezhep-etnisite temelli diktatörlükler ve denetimsiz sermayenin yarattığı doğa tahribatıyla milenyumun başındaki vaatleri bir yana her gün karamsarlaşan bir kabus senaryosuna dönüştü.
Her coğrafyada kendisini farklı nüanslarla gösteriyor olsa da bu çoklu kriz ortamında dünyanın her yerinde emekçiler sistemin yarattığı tahribat arttıkça giderek daha fazla ‘kopuk’ hale geliyor. Borçlanmanın yeni normal haline gelmesi, genç işsizliği, niteliksiz ve düşük ücretli işlerin yaygınlaşması, her gün bir yeni kamusal varlığın gaspı, artan kadın düşmanlığı, kültürel kamplaşmalar bu tahribatın gündelik yansımaları haline gelirken milyonlarca insan her gün yeniden üretmek zorunda kaldıkları sistemde kendilerini var edebilecekleri ekonomik, sosyal ve siyasal bir alan bulmakta zorlanıyorlar.
Yaşanan kopuş bugün artık kürenin her yerinde kendisini yeni isyan hareketleri ile dışa vuruyor. Fransa’da son birkaç yıldır süreklileşen toplumsal eylemlilikler, Güney Asya’da benzer maddi koşullara sahip Bangladeş, Nepal, Sri Lanka gibi ülkelerdeki ayaklanmalar, ABD’de soykırım ve ırkçılık karşıtı mücadeleler, Türkiye’de rejimin komple bir İslamcı faşist diktatörlüğe dönüşümüne karşı gösterilen direnç… Sokaktaki milyonların siyasal formasyonlarında ülkelerin siyasal geçmişleri ve jeopolitik dinamikler etkili olsa da eylemlerin özneleri ortak: geleceğini isteyen gençler, toplumsal adalet ve eşitlik bekleyen kadınlar, emeğinin karşılığını arayan işçiler, emekliler. En başta bu ülkelerde örgütlü olan sol açısından ise tüm itiraz ve şüpheler, esas soruyu ötelemekten öte daha hayati bir hale getiriyor: Farklı coğrafyalarda benzer kaygılarla sokağa çıkan milyonları ortaklaştırabilecek, sisteme alternatif bir hedefe yönlendirebilecek birleşik bir mücadele nasıl mümkün?
Bu hafta tüm bu soruları Akademisyen Selman Saç ile konuştuk.
Fransa’da son yaşanan eylemlerle ilgili ne düşünüyorsunuz, Macron’a karşı gerçekçi bir güce dönüşebilir mi?
İzin verirseniz buna dair meramımı daha iyi anlatabilmek adına biraz uzun bir yanıt vereceğim. Sanırım bu soruya yanıt verebilmek için hem sürekliliği içinde Macron dönemine damga vuran irili ufaklı çok sayıda eylemin, sokak gösterisinin ya da toplumsal hareketin ne gibi sonuçlar doğurduğuna ve son dönemde yaşanan eylemlerinin bütün bu toplumsal hareketlerden farkına odaklanmak hem de Macron iktidarının cari durumunu dikkate almak gerekiyor. İlk elden şunu söyleyerek başlayayım: Fransa gibi süreklileşmiş şekilde halkın öfkesinin sokağa taştığı bir ülkede bunun hiçbir sonuç yaratmaması eşyanın tabiatına aykırı. Nitekim tek başına yakın döneme odaklanıldığında dahi; Macron’un meclis çoğunluğunu kaybetmesi, Avrupa seçimleri ardından yaşanan yenilgi, bu yenilgiyi telafi etmek adına yapılan erken yasama seçiminde karşılaşılan daha büyük yenilgi, bütün bunlar sokağa taşmış kitlelerin de etki ettiği, katkıda bulunduğu sonuçlardı. Fakat bu etki sorunuzun içerdiği "gerçekçi bir güç" ifadesini ne kadar karşılıyor emin değilim. Şu açıdan bu şerhi düşme ihtiyacı duydum: Macron’a karşı gerçekleşen eylemler elbette önemli fakat mücadelenin sadece bir yönünü oluşturuyor. Bunun hakikaten de "gerçekçi" bir sonuç doğurup doğurmayacağı birleşik mücadelenin (sokakta can bulan, çeşitli sendika ve sivil inisiyatifleri de içeren toplumsal muhalefet ve çoğunlukla seçilmişleri içeren ‘yasal’ muhalefet) total etkisine bağlı görünüyor. Tarih yaşanmaya devam ederken odağı yine yeniden politik aktörlere çekme niyetinde değilim elbette. Sadece kitlelerin eylemlerinin kurumsal siyasetin aktörlerinin pozisyonuyla etkileşime girdiği ölçüde etkili sonuçlar elde etmek mümkün. Zira sokak Fransa’da her zaman ihmal edilmeyecek bir aktör olsa da Nepal benzeri gelişmeleri beklemek, sokağın tek başına Macron’u iktidardan indireceğini ummak gerçekçi değil. Fransa politik-toplumsal yarılmışlığı keskin, son yıllarda aşınsa da görece bir refaha ve yerleşik demokratik prosedürlere sahip merkezi devlet kapasitesi güçlü bir ülke. Nitekim sayısını şu an benim bile unuttuğum çok sayıda sokak gösterilerine rağmen, elbette yukarıda da bahsi geçen kazanımlara rağmen, Macron sermaye yanlısı reformlarından çok az tavizler verdi. Sarı Yelekliler ya da emeklilerin isyanına rağmen Meclisi dolanarak alınan kararlar bunun en bariz örnekleri… Son dönemdeki gelişmeler de bunu doğruluyor. Bayrou hükümetinin düşmesine yol açan bütçe, 2 resmi tatilin kaldırılması, emekli maaşların ve sosyal yardımların dondurulması, kamusal hizmetlerin kısılmasıyla 44 milyar euro tasarruf öngörmüş bu yüzden halkın büyük öfkesine yol açmıştı. Macron’un buna yanıtı, hepinizin bildiği üzere, başbakanın istifasını kabul ettiği gün alelacele yine en ayırt edici yönü kendisine sadakati olan, benzer politikaları sürdürecek 2017’den beri hükümetlerinde çeşitli bakanlıklar yapan Lecornu’yu atamak oldu. Merkez sağdan devşirilen Lecornu, 2012’de eşcinsel evliliğine karşı çıkmış muhafazakâr kimliğiyle bilinen, askeri harcamalara büyük bütçeler ayıran programın mimarı, Sarı Yelekliler’e karşı etkili mücadele yürütmüş bir isim. Macron’un tavizinin değil ajandasına şaşmaz bağlılığın göstergesi. Bu pratikler hem Fransız Beşinci Cumhuriyeti’ne dair hem de bizzat Macronculuğun neye tekabül ettiğine dair ipuçlarını barındırıyor. Macron’a ve Fransa’nın yakın dönem siyasetine farklı yazılarımda çokça değindim, hatta yeni çıkan kitabımda da (Fransa’nın Cumhuriyetçi Tarihi, Kuruluştan Uyuşmazlığa (1789-2025), Metis, 2025.) uzun uzadıya tartıştım. Bütün bu tartışmalardan kristalize olan şu: Macronculuk, bir iktidar pratiği olarak neoliberal ekonomi politikalara tavizsiz şekilde bağlı; Fransız tarihinde Bonaparte’ı, De Gaulle’ü hatırlatır şekilde ve belki de kimi açılardan onları aşan otoriter meyli yüksek bir deneyim. Tam da bu yüzden Macron, son/ikinci dönemini yarılamış ve erken seçimin yarattığı hüsranla Meclis çoğunluğunu kaybetmiş, görünürde son derece kırılgan bir iktidara sahip olsa da sınıfının (büyük burjuvazi) çıkarlarından (büyük tartışma gibi bazı oyalayıcı taktiklerle) bir an olsun taviz vermeyi aklından geçirmeyen bir isim.
BİRLEŞİK MÜCADELENİN YOKLUĞU
Demek ki bu noktada kritik olan rejimin yasal-kurumsal mekanizmalarına da etki edecek bir mücadele biçimini yaratmak. Bu da kaçınılmaz şekilde muhalif politik aktörlerin gücünü ve mücadele yöntemlerini de hesaba katmamız gerektiğini akla getiriyor. Öyle ya da böyle şu ana kadar toplumsal öfkeyi sırtlayacak birleşik bir muhalefetin yokluğu Macron iktidarlarını ayakta tuttu. Sokağın ve bu politik aktörlerin farklı motivasyonlarla da olsa aynı amaç doğrultusunda Macron karşıtı pozisyon almaları tam da bu yüzden hükümetin düşmesine ve halkın sesinin daha gür çıkmasına yol açtı. Her iki alan (toplumsal muhalefet-kurumsal siyaset) birbiri üzerinde çarpan etkisi yaratıyor. Benim gördüğüm mevcut durum; iktidar dışı politik aktörlerin daha sert, uzlaşmaz bir pozisyon almaya başladığı. İster Macroncu politikalardan kesinti yaratma arzusu olsun isterse Macron’u istifaya zorlayacak koşulların yaratılmaya çalışılması olsun, bugün halkın ezici çoğunluğu ve parlamentonun çoğunluğu Macron iktidarının devam etmemesinden yana. Bu amaca ulaşılması durumunda ortaya çıkacak tablo ise bu söyleşinin sınırlarını aşan başka bir tartışma… Fakat şu anki bilek güreşinde Macron muhtemelen hakikaten iktidarını kaybetmenin eşiğinde olduğuna kani olursa taviz vermeye başlayacak. O zaman istifadan ya da Meclisi feshetmekten ziyade meclis desteğini alacak başka bir politik hareketten bir ismi başbakan atamayı tercih edecektir. Her halükârda Macron’un atayacağı bütün başbakanlar da düşürülme tehlikesini yaşayacak. Zira temel rahatsızlık Macron’un bizzat kendisine yönelik. Bu da Beşinci Cumhuriyet’in kendisine tevdi ettiği güçlü başkanlığa rağmen iktidarının, azınlıkta olmasının etkisiyle son derece kırılgan olduğunu gösteriyor. Bugün Meclis çoğunluğu ve halkın ezici çoğunluğu Macron’u da hükümetlerini de onaylamıyor. Bundan yoksun bir cumhurbaşkanının halka kulağını kapatıp ısrarla neoliberal politikaları uygulamasının yarattığı sonuçlarla karşı karşıyayız. Bu konjonktürde Macron diz çökmediği sürece (farklı bir başbakan atama ya da istifa) gerginliğin artma olasılığı yüksek. Bu yüzden sendikaların verilerine göre 10 Eylül’de 300 bin civarı insan sokaktayken 18 Eylül’de bu sayı 1 milyonu aştı. Öyle ya da böyle Macron’un iktidarını dilediği biçimde sürdürmesi son derece güç görünüyor. Sorunuzun yanıtına dair kesin şeyler söylemek için çok beklemek zorunda kalmayabiliriz. Her halükârda gözümüz kulağımız mücadelenin bütün alanlarda nasıl bir seyir izlediğinde olacak. Parlamentoya bağlı kırılganlık, sokaktaki tepkiler tarihin hızlandığını gösteriyor…
İKTİDARA DESTEK %15
Eylemlerde ortaya çıkan yeni Barricade Everything (Her şeyi boykot) hakkında ne söyleyebilirsiniz, sokak muhalefeti açısından dikkate değer bir fark yaratabilir mi?
"Her şeyi bloke etme" (bloquons tout) esasen 10 Eylül hareketi için kullanılan bir slogan. Bu ruhun, 18 Eylül’de de gördüğümüz üzere, sonrasındaki eylemlere sirayet etmekte olduğunu da görüyoruz. Muhtemelen küresel bir dalganın da ayak sesleri olabileceği ölçüde heyecan yaratan bir eylemle karşı karşıya olduğumuzu da baştan söylemem gerekiyor. Fakat buna rağmen henüz ne gibi sonuçlar yaratabileceğine dair öngörüde bulunmak güç. İki açıdan bir zorluktan bahsediyorum. Birincisi her ne kadar bir süre önce özellikle sosyal medyadan çeşitli çağrılar ve müdahalelerle örgütlenmeye çalışılsa da ve hatta sloganın yaratıcılarının Sarı Yelekliler hareketinin öne çıkan isimleri olsa da esasen iktidarın halkın koşullarını ağırlaştıracak önerilerine karşı gelişen kendiliğinden ve son derece heterojen bir eylem söz konusu. Hem merkezi bir organizasyon ve öne çıkan belli liderler yok hem de katılımcıların topluma, siyasete dair bakış açıları çok farklı. Kendilerini solda tanımlayanlar ağırlıkta olsa da aşırı sağda konumlanmış insanlar da eylemlerin parçası. Hatta özellikle sosyal medya üzerinden örgütlenenlerin önemli kısmı tüm siyasi partilere mesafeli olduklarını dile getiriyorlar. Son yıllarda örneklerine çokça rastladığımız anonim bir halk ayaklanması. Benim dikkatimi çeken şey bizde de farklı diğer ülkelerde de olduğu üzere eylemlerde gençlerin ve kadınların ağırlıkta olması. Sosyal medyayı süsleyen çok sayıda lise işgali de bunun göstergesi. Hepsinin ortak yanı iktidara (Macron ve hükümetleri) yönelmiş bir öfkenin taşıyıcıları olmaları. Gerçi bu haliyle bile muazzam bir potansiyelden bahsediyoruz. Zira kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği üzere iktidara destek %15’lerde. Üstelik olumlu bir yan olarak şunu söyleyebilirim: Aşırı sağın kafası karışık ve çekingen davranmasının aksine (örneğin kendini sıklıkla aşırı solun eylemleri şiddete dönüştürdüğü ve eylemcilerin polise saldırdığı şerhini düşmek zorunda hissediyor) önceki hareketlerden bence önemli dersler çıkaran Fransız solu büyük bir coşkuyla eylemleri sahiplenmeye çalışıyor. Yine de neye nasıl kanalize olacağı sokağı da aşan bir politik toplumsal mücadeleye bağlı. Zira iktidar blokuyla özdeşleşse de onu aşan güçlü bir sermaye blokuyla baş etmek gibi zorlu bir görevi var. Tam da bu yüzden ne zaman hakları ve gelecekleri için sokağa taşan bir toplumsal hareket ortaya çıksa ve özellikle ülkenin varsıllarını hedef alsa Fransız medyasında topyekûn bir saldırı başlıyor ve eylemler hızla itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Sıradan vatandaştan bile daha düşük vergiler ödeyen birkaç milyarderin sahip olduğu kanalların düzen karşıtı her eyleme karşı tavrı itibarsızlaştırma şeklinde oluyor. Medyanın amacı bilgilendirmek değil, ideolojik söylemlerle küçük bir azınlığın çıkarlarını edebileştirmeye çalışmak… Dünyanın her yerinde varsıllar giderek daha fazla kamuya, topluluğa ya topluma karşı sorumluluk duymuyor, giderek ortak bir çabadan uzaklaşarak bizzat bu büyük çoğunluğu tehdit olarak görmeye başlıyor. Hepimizin içine işlediği üzere anlatılan bizim hikayemiz ve evet aynı gemide değiliz…. Bunun son derece farkında olan eylemciler bu yüzden ağırlıklı olarak "Zenginleri vergilendirin" şeklinde slogan atıyorlar.
Biraz uzattım ama eylemler açısından ikinci zorluğu da açmaya çalışayım. 10 Eylül hareketini, 18 Eylül’de de devamı geldiği üzere uzun sürecek bir eylem silsilesinin ilk ayağı olarak görmek gerekiyor. İlk ayağı ifadesini özellikle kullanmak istedim. Zira bu ifade, hareketin kaçınılmaz şekilde içinde bir hamlığı, henüz tamamlanmamışlığı barındırdığını işaret ediyor. Elbette bu eylemlerde öne çıkan kimi talepler ve belli eylem repertuvarları mevcut. Bu anlamda sosyal adalet, zenginlerin vergilendirilmesi, hayat pahalılığının baskın motifler olduğu bir öfke hali söz konusu. Nitekim sokağa çıkanlar sıklıkla çeşitli toplumsal kesimlerin zorlu yaşam koşullarından, prekariteden, işsizlikten, zenginlerin kayırılmasından dem vuruyorlar. Eylemlerde söz alan bir şoförün sözlerini uyarlarsak; Fransızlar artık ülkenin servetinin ultra zenginler tarafından daha fazla gasp edilmesini istemediklerinden sokağa taşmış durumdalar. Bu bile öfkenin boyutu hakkında fikir veriyor. Bu yüzden 10 Eylül hareketine de ismini verdiği üzere sadece toplanma ve grev gibi geleneksel araçlara başvurulmuyor, blokaj, gişelerden ücretsiz geçiş, tüketim boykotu (alışveriş yapmama, kredi kartı kullanmama vb.), kapitalizmin sembolü görülen ana yolların ve dönel kavşakların işgal edilmesi, kamusal binaların ele geçirilmesi gibi bir dizi repertuvara rastlıyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen eylemler henüz taleplerin net şekilde açığa çıktığı, stratejilerin belirgin olduğu bir yapıya kavuşmuş değil. Bu anlamda Sarı Yelekliler hareketinin henüz gerisinde. Elbette öğrenerek, dönüşerek yoluna devam ediyor… Nitekim 10 Eylül hareketinin aksine sendikaların daha güçlü ve aktif şekilde öncü olduğu 18 Eylül, olumlu anlamda bir sıçrayışa işaret ediyor. 2023’ten beri ilk kez bütün sektörlerde genel grev, eylem çağrısı yapan sendikaların öncülüğünde gerçekleşen bu eylemlerde 1 milyonun üzerinde insan (CGT’nin açıklamalarına göre) sokaklara akın etti. 7 yıl önce başlayan Sarı Yelekliler hareketinden sonra gerçekleşen en büyük kitlesel hareket. Üstelik daha şimdiden sonraki günler için eylem çağrıları yapılmaya devam ediyor. Macron’a diz çöktürene kadar eylemlerin sürmesi olağan görünüyor. Eylemlerde öne çıkan ve Fransızcada da son derece uyumlu olan bir slogan tam da bunun ifadesi: Greves, blocages, Macron degage! (Grevler, blokajlar, Macron defol). (YUSUF TUNA KOÇ - BİRGÜN PAZAR)

.jpg)