10 Ekim’in 10. yılı: Cezasızlığın sistematikleşmesi, devletin kendini aklaması ve bitmeyen adalet mücadelesi
10 Ekim Ankara Katliamı’nın 10. yıldönümü öncesinde 10 Ekim Barış Derneği tarafından hazırlanan “Katliamdan Bu Yana: Adalet Arayışında 10 Yıl | İdari Yargı Eliyle Katliam Hukuku ve Adalet Arayışındakilere Yargı Ablukası” başlıklı rapor, 10 Ekim Barış Derneği tarafından yayımlandı.
Rapor, 103 kişinin yaşamını yitirdiği, 500’den fazla kişinin yaralandığı katliamın ardındaki on yıllık süreçte adalet yerine cezasızlığın, hakikat yerine inkârın hâkim olduğunu belgeledi. Devletin hem katliamın önlenmesi hem de sonrasındaki yargılamalarda sorumluluğunu gizlediğinin altını çizen rapor, yargının bu tutumu meşrulaştırdığını vurguladı
Adaletsizlik ilk günden başladı
Rapora göre, katliamın hemen ardından başlatılan ceza soruşturması daha ilk günden itibaren adaletin önünü kesen kararlarla yürütüldü. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, daha olay yeri incelemeleri sürerken dosyaya kısıtlama (gizlilik) kararı talep etti ve bu talep hızla kabul edildi. Bu karar, mağdurların ve avukatlarının soruşturmaya katılımını engelledi. Raporda bu durum “Katliamın ertesi günü yayın yasağı getirildi. Devlet, adalet arayışını daha ilk günden itibaren karanlığa gömmeyi tercih etti” şeklinde ifade edildi.
Katliamdan sonra mağdurlar adına sunulan dilekçeler ve vekâletnameler dahi dosyaya alınmadı; belgeler dört yıl sonra “tesadüfen” bir savcının dolabında bulundu.
Adalet arayanlar sanık oldu
10 Ekim sabahı patlamanın ardından ambulanslardan önce olay yerine çevik kuvvet ekipleri gönderildi; polis, yerde yaralılar ve ölüler varken tazyikli su ve biber gazı kullandı. Rapora göre bu saldırılar hem ilk yardımın yapılmasını engelledi hem de delilleri yok etti.
Katliamın hemen ertesi günü, 10 ve 11 Ekim 2015’te anma ve protesto girişimleri polis saldırısına uğradı; ülke genelinde yüzlerce kişi gözaltına alındı.
10 Ekim’den sonraki günlerde Türkiye’nin birçok kentinde yapılan anma ve protesto etkinlikleri, savcılar tarafından “Cumhurbaşkanına hakaret”, “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ve “terör örgütü propagandası” suçlamalarıyla cezalandırıldı. Katliamı kınayan kamu emekçilerine de disiplin soruşturmaları açıldı.
Ankara dışındaki illerde bile yasaklar zinciri
Rapor, yalnızca 2015 yılına ait vakaları değil, sonraki her yıl yinelenen anma yasaklarını da belgeledi. Birçok ilde 10 Ekim anmalarına izin verilmedi; alana girmek isteyenler polis barikatıyla karşılaştı. Ankara’da bile her yıl Gar önündeki anmalara gaz, cop ve gözaltı eşlik etti. 10 Ekim Barış Derneği, 10 Ekim’in 1. ve 7. yıldönümüne katılmak isteyen mağdurlara verilen mahkûmiyet kararlarının, devletin baskı politikasının devam ettiğini kanıtladığını belirtiyor.
Kamu görevlileri yargılanmadı
Rapor, on yıl boyunca yürütülen ceza davasının yalnızca saldırıyı gerçekleştiren IŞİD üyeleriyle sınırlı tutulduğunu, devlet görevlilerinin ihmallerine ilişkin hiçbir adli veya idari soruşturma yürütülmediğini hatırlatıyor.
10 Ekim Barış Derneği, özellikle katliam öncesi istihbarat raporlarının, Suruç ve Diyarbakır katliamlarının hemen ardından gelen uyarıların, Ankara Emniyeti’ne ve Valiliğe ulaştığını; buna rağmen miting alanında hiçbir güvenlik önlemi alınmadığını hatırlattı.
Bu durum, idari yargı süreçlerinde verilen kararlara da doğrudan yansıdı. Danıştay, “hiçbir kamu görevlisi cezalandırılmadı” gerekçesiyle idarenin hizmet kusuru bulunmadığına karar verdi.
İdari yargı süreci: Devletin kendini aklama mekanizması
Katliam mağdurları adına açılan idari tazminat davaları da raporda yer aldı. Dernek, bu süreçte yargının devletin sorumluluğunu araştırmak yerine onu koruyan bir refleksle hareket ettiğini ifade etti.
Rapor istisnai kararları da hatırlattı. Örneğin, Ankara 12. İdare Mahkemesi, idarenin hizmet kusuru bulunduğuna dair kararlar verdi. Bu kararlarda, Mülkiye Müfettişleri’nin raporlarına ve delillere dayanılarak idarenin gerekli önlemleri almadığı tespit edildi. Ancak bu kararlar da Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. Dairesi tarafından 2019’da kaldırıldı.
Üst mahkemenin gerekçesi ise, kamu görevlileri hakkında “herhangi bir idari veya adli ceza verilmediği” oldu. Yani, soruşturma açılmaması bizzat yargı kararlarında “kusur yokluğu”na dayanak yapıldı.
Danıştay’ın kararlarıyla cezasızlık kurumsallaştı
Danıştay 10. Dairesi, 10 Ekim Katliamına ilişkin dosyaları birleştirerek genel bir karar verdi. Bu kararda, idarenin kusurlu olmadığına ve tazminat sorumluluğunun yalnızca “sosyal risk ilkesi” kapsamında bulunduğuna hükmedildi.
Avukatlar, bu yaklaşımın “devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünden kaçınma çabası” olduğunu belirtti.
Rapor, Danıştay’ın delil değerlendirmesinin tamamen İçişleri Bakanlığı verilerine dayandığını, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve avukatlarca hazırlanan olay yeri raporlarını “tarafsız değil” diyerek dikkate almadığını vurguladı.
AYM de kapıyı kapattı
Rapor, Anayasa Mahkemesi’nin 2018-2022 yılları arasında verdiği ihlal kararlarını olumlu bulmakla birlikte, 2025 tarihli Pınar Alkan kararını “dönüm noktası” olarak tanımlıyor. Bu kararla AYM, Danıştay’ın kusur değerlendirmesini “yeterli” buldu ve yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verdi. Avukatlar, bu durumun AYM’nin yaşam hakkı ihlallerine ilişkin kapıyı kapattığı anlamına geldiğini belirtiyor.
Tazminat süreci: Gerçek zarar değil, sembolik rakamlar
Raporda, idarenin sorumluluğunun “sosyal risk ilkesi”ne dayandırılmasıyla birlikte mağdurlara ödenen tazminatların 5233 sayılı yasa çerçevesinde çok düşük tutulduğu ifade ediliyor. Danıştay’ın 10. Dairesi, 2022 itibarıyla bu yaklaşımı içtihat haline getirdi; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da 7’ye karşı 6 oyla bu kararı onadı.
Dernek, bu içtihadın, “sulh yolu”na başvurmamış mağdurların gerçek zararlarının da keyfi biçimde azaltılmasına yol açtığını belirtti.
“Hakikat ve adalet mücadelemizi büyütüyoruz!”
10 Ekim Barış Derneği, raporun sonunda gelinen aşamayı şöyle özetledi:
Kamu görevlileri hakkında hiçbir idari ya da adli dava açılmadı.
İdari yargı, idarenin savunmalarını esas alarak karar verdi.
Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkı ihlali iddialarını artık incelemiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı ise cezasızlık siyasetini uluslararası düzeyde onayladı.
Devamında ise şu ifadelere yer verdiler:
10 Ekim Ankara Katliamının gerçekleştiği günden bugüne kadar devlet, katliam mağdurlarını mağdur olarak kabul etmemiş; dayanışma içinde olanların görünürlüklerini ortadan kaldırmak yönünde bir politika uygulamıştır. Bu anlayış, katliam günü yaralıların üzerine gaz sıkılmasıyla başlamış, sonraki yıllarda anma etkinliklerine yönelik polis müdahaleleriyle sürmüştür. Farklı yargı yollarıyla; ailelere, yaralılara ve 10 Ekim mücadelesi içinde olanlara abluka kurmaya çalışılmaktadır.
Her halükarda hakikat ve adalet mücadelemizi büyütüyoruz!
Raporumuzda ayrıntılarıyla açıkladığımız ihlaller silsilesi adaletin gerçekleşmesi için mücadele kararlılığımızı büyütmektedir. Bugüne kadar davaları hakikatin ifade edildiği, kayda geçirildiği, adalet mücadelesinin büyütüldüğü bir zemin olarak büyüten bizler, her anmada, her duruşmada, her bir araya gelişte ablukaya alınmaya çalışsak da hakikat ve adalet mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız.
