AKP’deki iç kavgada hiç sorulmayan soru ve yanıtlar: Kim kiminle, kim neyi savunuyor?
AKP içinde bir ekip daha yerli ve milli, diğer ekip tam boy Amerikancı değerlendirmelerinin AKP içindeki bu kılıç savaşında hiçbir hükmü yok. Hepsi gözünü devasa pastaya, ranta dikmiş durumda. Kavgadan saçılanlar bunun ispatı değil mi?
AKP’deki kavganın merkezinde Erdoğan sonrası tartışmaları duruyor. Tüm aktörler hamlelerini Erdoğan sonrası için yapıyor, tek bir koltuk için dahi kıyasıya bir mücadele veriliyor. Bir tarafta Bayraktar, bir tarafta Albayrak, bir tarafta Fidan, bir tarafta Kalın ve bir tarafta Bilal Erdoğan… Peki, bu aktörlerden kim, neyi savunuyor? Bu soruyu soran da yok yanıtlayan da.
Bu sorunun yanıtları için birkaç alıntıyla başlayalım.
“Kuşkularımızda ne yazık ki haklıymışız. Resmi kayıtlar gösteriyor ki Hakan Fidan, yalnızca 3 yıllık uzaktan ve hatta açık öğretim veren bir lisans programını tamamlamış ve YÖK denkliği almadan Bilkent Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine başlamış.”
“Benim edindiğim bilgilere göre; F-16’lar konusunda Türkiye bugüne kadar 1,5 milyar dolar ödediği halde Selçuk Bayraktar’ın bu alımı desteklemediği kaydediliyor. Buna göre Bayraktar, KAAN uçağının yapımına ve geliştirilmesine öncelik verilmesi düşüncesindeymiş. Bu çerçevede de, F-16 alımı yerine savunma sanayiindeki işbirliğinin kapsamlı bir şekilde derinleştirilmesinin yanı sıra, KAAN için Türkiye’ye motor verilmesini istiyormuş.”
“Bilal Erdoğan’ın başında olduğu vakıf TÜGVA’ya dair gazeteci Serdar Akinan’dan çeşitli iddialar geldi. Akinan, TÜGVA’ya ait bir aracın bagajındaki silah görüntülerini ve yine vakfın WhatsApp grubundaki yazışmalardan bir bölüm paylaştı. Görüntüler ve paylaşım AKP içindeki kavgada yeni bir cephe izlenimi uyandırdı.”
“Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) Dışişleri Bakanlığı mahrem yapılanmasına yönelik soruşturmada 8'i aktif görevde 15 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi.”
“AKP’deki iç kavga ve kritik yerleri tutmaya yönelik adımlar sert kavgalara neden oluyor. Tabiri caizse her koltuk büyük kıymete binmiş durumda. Son yıllarda gözden uzaklara düşen damat Berat Albayrak’a yakın bir isim, çok kritik bir koltuğu kapınca ileri doğru bir değil, iki adım atmış oldu. Fidan ise iki kayıp, tek kazançla yola devam ediyor.”
AKP içinden üç haber ve iki açıklama alıntısıyla başladık.
Hepsine sırasıyla geleceğiz, bir tartışmanın tüm izlerini takip etmek için…
Önce bir hatırlatmayla başlayalım. soL’da AKP’nin iç kavgasının nasıl seyrettiğine ilişkin bir haberimizde “Yargı operasyonları değil AKP içi savaş: Kavga nereye gidiyor?” diye sormuş ve geniş bir döküme yer vermiştik.
Söz konusu haberde Epözdemir’in tutuklanması, Can Holding operasyonu, MKE operasyonu, Ciner operasyonu, Papara operasyonu, Paramount operasyonu, Cüneyd Zapsu ve patronların ifadeye çağrılmasını tek tek sıralamış, bu hamlelerin AKP içindeki hangi ekiplerin kontrolünde ve yine hangi ekiplerin yararına seyrettiğine vurgu yapmıştık.
Bu haberin üzerinden henüz bir ay bile geçmeden AKP içerisinde bir kısmı yukarıdaki alıntılara da yansıyan yeni kriz başlıkları belirdi. Üstelik bunlarla da yetinilmedi. Liderlik yarışında bir hayli geriye düşen isimlerin Bakan düşürme gayretine dahi şahitlik ettik bu süreçte. Kavganın medya ayağı da giderek şiddetlendi, eli güçlenen Yeni Şafak/Albayrak grubu sadece Mehmet Şimşek’i ve Merkez Bankası’nı değil, Ali Yerlikaya’yı da hedefe koydu.
İçerde kavga son sürat devam ediyor anlayacağınız.
Bu kavgaya, tek bir koltuk için dahi canla başla verilen savaşa dair ayrıntılar bir yana, bu haberde hiç sorulmayan bir soruya, yine bu arka planı arkamıza alarak yanıt arayacağız. AKP içinde öne çıkan beş lider adayı Erdoğan sonrası için hamle yapıyor ama bu adaylar siyaseten neyi savunuyor, hangi çizgiyi temsil ediyor, hangi önceliklerle hareket ediyor? Bu sorulara verilen tek bir yanıt yok.
Gelin şimdi bu isimlere yakından bakalım ve sorularımızın her birine yanıt arayalım.
Erdoğan’ın gölgesi: İbrahim Kalın
“Erdoğan’ın gölgesi” hayli iddialı bir tanımlama değil mi?
Bu değerlendirme Yedioth Ahronoth gazetesine ait. Gazze’de ateşkes sürecinde İsrail medyasında yer alan bir İbrahim Kalın haberinde şöyle deniliyordu onun için:
“İsrail'e defalarca sert tepki gösteren Erdoğan'ın aksine, Kalın tabloyu çok daha karmaşık bir şekilde görüyordu. Bir yandan, İsrail'in 'Gazze halkına çok kötü davrandığı' yönündeki patronunun tavrını benimserken, diğer yandan Hamas tarafından rehin tutulan İsrailli rehineler meselesi gerçekten yüreğine dokunuyordu. Kalın, İsrail Devleti'ni tanıyor ve Türkiye'deki istihbarat teşkilatının başı olarak, İsrailli mevkidaşlarıyla sessizce profesyonel bir iletişim kurmaya özen gösteriyor. Bunun küçük bir kanıtı, geçen hafta Şarm'da, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin Kaçırılan ve Kayıp Şahıslar Komutanlığı Başkanı Tümgeneral (emekli) Nitzan Alon'un Kalin'e yaklaşıp, dünyanın en doğal haliyle ona sarılmasıyla görüldü."
Bir İsrail gazetesinin AKP’li bir figür için fazlasıyla sevecen bu değerlendirmelerinin şu ekle sürdüğünü de hatırlatalım: “İsrail'den nefret etmiyor. Çok keskin zekalı, değerleri olan, gerçek bir entelektüel ve aynı zamanda özel bir hobisi var.”
Evet, Kalın için bir İsrail gazetesi bunları söylüyor.
Devam edelim ve Kalın’ın kariyer basamaklarını nasıl çıktığını hatırlayalım.
Eski Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’ydü, Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olması sonrası MİT Başkanlığı koltuğuna oturdu.
“Büyükelçi”, “Başdanışman”, “Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü” sıfatlarının tamamını Erdoğan’ın lütfuyla elde etti. “Kara kutu" deniyordu ona bir dönem, şimdilerde “gölgeliğe” terfi etmiş durumda.
Çok tartışılan WikiLeaks belgelerinde Kalın'ın CIA’in gölge kuruluşu Stratfor'a TR-306 kod adıyla çalıştığı deşifre edilmişti. Pek ses getirmedi, MİT’in başına geçti. Bu camiada sık sık duyulan şeyler, bilinen adımlardı. Hepsi Amerikancı değil miydi sonuç olarak?
Türkiye’nin S-400 aldığı dönemde artık NATO için güvenilir olmaktan çıktığı görüşünün yanlış olduğunu söyleyen de ABD’ye yönelik Türkiye’nin müttefikliğine sahip çıkması gerektiğini hatırlatan de oydu.
Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde yüksek lisans, ABD'deki George Washington Üniversitesi'nde doktora yaptı. Fethullahçı Türkiye Yazarlar Birliği'nin Fikir Ödülü'nü kazananlardan biri olmayı da başardı.
Bunlara ek olarak AKP’ye kadro yetiştirmesiyle ünlü SETA’nın kurucu başkanlığını yaptı.
Gerici, Amerikancı, Gülen’le ve CIA ile yolları kesişen tipik bir AKP’liydi Kalın.
Şu an AKP içinde en yüksek koltuklardan biri onunkisi. Erdoğan ailesine son derece yakın olduğu ifade ediliyor. Liderlik yarışında bu yakınlığın ona avantaj mı sağlayacağı yoksa bir dezavantaja mı dönüşeceği henüz net değil.
Aile tarafından sevilmek, önünün açılacağının garantisini sunmuyor. Malum, ailenin tercihinin yine aile içinden olacağı haberleri son dönemde yaygınlık kazandı. Belki de bu nedenle, yarışta öne geçmeye çalışan diğer aktörleri hedef aldığı iddialarına konu oluyor sürekli.
Özellikle Hakan Fidan’a karşı yapılan hamlelerin bir parçası olduğu iddia ediliyor. Dışişleri Bakanlığı’nda FETÖ operasyonu bu açıdan eski MİT Başkanı için oldukça can sıkıcı olmuş olsa gerek.
Hatırlanacağı üzere buna bir de Can Holding-Fidan haberleri eşlik etmiş, burada da Kalın iddiaları gündeme gelmişti.
Kalın cephesinde şimdilik son durum bu, biz Kalın'ın uğraştığı söylenen diğer isme, Hakan Fidan’a geçelim.
Hakan Fidan: Kara kutuluktan siyasi aktörlüğe
"Kara kutu" sıfatı eskiden ona aitti.
Ses tonu bile bilinmeyen, AKP iktidarının ‘zor zamanları’nda kritik roller üstlenen ‘efsane’ bir isimdi ve hep arka plandaydı.
Ancak arka planda olmaktan sıkılıp Davutoğlu’nun genel başkan olduğu dönemde MİT’ten istifa edip vekil adayı olmak isteyince ilk tokadı yedi. Erdoğan’ın tepkisi sonrası MİT’in başına geri döndü. Bir süre daha beklemesi gerekti.
Sabırla bekledi, şimdilerde Türkiye’nin en önemli koltuklarından biri ona ait. Üstelik AKP içi rekabette adı Erdoğan sonrası lider adayları arasında geçiyor.
Parti içinde ağırlığının az olduğu söylense de “devlet” içinde bir gücü olduğu ifade ediliyor.
Peki, onun öyküsünün ayrıntıları neydi, gelin onu da kısaca hatırlayalım.
18 yaşında astsubay olarak TSK’da göreve başladı ve tam 15 yıl burada görevini sürdürdü.
Almanya’da NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargâhı’nda çalıştı. O da Kalın gibi ABD’de eğitim gördü.
Daha sonra yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamlayan Fidan’ın tez konusu "İstihbarat ve dış politika: İngiliz, Amerikan ve Türk istihbarat sistemlerinin mukayesesi" oldu.
Şimdilerde eğitim hayatı tartışma konusu, diplomasına dair gölgeler tartışılıyor. Ancak bu tartışmanın tek başına CHP tarafından dile getirildiğini düşünmemek gerekiyor. Kavga AKP içinde, şu aralar AKP’liler arasında hedef kimse, mühimmatın AKP içindeki karşı ekipler tarafından servis edildiğini düşünmek için çok neden var.
Buraya yeniden döneceğiz, biz biraz daha devam edelim Fidan’ın öyküsüne.
TSK’daki zorunlu görevi sonrası yolu yeni kurulan AKP ile kesişti.
Büyük bir hızla ilerledi. 2003 yılında, “Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türk Cumhuriyetleri’nin yeniden yapılanma, uyum ve kalkınma ihtiyaçlarına cevap vermek” amacıyla hareket eden Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi'nin (TİKA) başkanlığına getirildi.
Burada Erdoğan’ın dikkatini çeken Fidan, 14 Kasım 2007'de Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine getirildi.
Yani 2007 itibariyle artık Hakan Fidan, Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri haline geldi.
Burada da belli ki görevini başarıyla yerine getirdi. 17 Nisan 2010’da, MİT Müsteşar Yardımcılığına, hemen ardından da MİT’in başına getirildi.
Fidan’ın Erdoğan için ne kadar kritik biri olduğunu eski MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş’in Oslo’da PKK heyetine Fidan’ı tanıtırken kullandığı şu ifadelerden de kolaylıkla anlıyoruz: "Sayın Fidan bizimle birlikte bu toplantıya katıldı. Kendileri Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, onun ötesinde Başbakan’a en yakın kişilerden biri.”
Gerisi geldi ve giderek daha kritik bir isim oldu AKP içinde.
Öyle ki, Cemaat-AKP ortaklığının ilk çatlağının adı da oldu Hakan Fidan.
Hatırlanacağı üzere Oslo görüşmeleri dolayısıyla Fidan ve dolaylı olarak da Erdoğan hedef tahtasına oturtulmuş, Fidan gözaltına alınmak istemişti.
"Sır küpü" ifadesi de ilk kez bu sırada Erdoğan tarafından dile getirilmişti:
"MİT olayındaki gelişmelerde sessiz kalmak mümkün değil. Niye? Benim malum nekahat dönemime rastlayan süreçti. (Hakan Fidan) Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sır küpü. Türkiye’nin geleceğine sır küpü. Uluslararası alanda bu görevi yapanlar ajan olarak nitelendirilir. Operasyon yapacakları zaman görevlendirmeyle devlet adına giderler."
MİT tırları skandalı ve “Suriye’den Türkiye’ye gerekirse 3-5 füze atarız” sızdırmaları onun adını daha da kritik hale getirdi.
AKP’nin ve Erdoğan’ın Cemaat ile kavgasında sadece bu başlıklar üzerinden tam 3 kez ciddi şekilde hedef oldu.
Sonrasında 15 Temmuz geldi.
Eleştiri okları bir kez daha onun üzerine yöneldi. Erdoğan onu ve Hulusi Akar’ı işaret edip “dere geçerken at değiştirilmez” dedi.
Sonra işler düzeldi, hayalini kurduğu siyaset terfisini bile aldı, Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.
İddia o ki gücünü artırmaya çalışıyor ve liderlik yarışında önemli bir pozisyon elde etmek istiyor.
Onun da kariyer basamaklarında NATO var, karanlık var ve güç var. Yükselişe, liderliğe uygun anlayacağınız.
Son dönemde AKP’nin Suriye politikasında Kalın ile rekabet ettiği söyleniyor ancak birbirlerinden farklı olarak neyi savundukları bilinmiyor. Ek olarak yine AKP içi sızdırmaların bir sonucu olarak diploma ve Can Holding başlıklarıyla da hedefte.
İddiaya göre medyada bir güç elde etmek istiyordu ve bunu engellemek için Can Holding operasyonu yapıldı.
Kulislerde çok konuşulan iddialarından biri de Fidan’ın Erdoğan ailesi tarafından, özellikle çocukları tarafından pek sevilmediği. Liderlik yarışında aileden biri olunca, bu kadar öne çıkan bir ismin sevilmemesi de son derece doğal sanıyoruz.
Yükselen damat: Selçuk Bayraktar
AKP’deki liderlik savaşıda adı uzun süre hiç geçmedi, anılmadı dahi.
Diğer damat Berat Albayrak’ın aksine hep gerilerdeydi.
O İHA ve SİHA işlerine bakıyor, gerilerde, savunma sanayi üzerinden güç kazanıyordu.
Bu gücü anlamlı bir noktaya ulaştığında ise hem medya alanında atağa kalktı hem de görünür olma konusunda diğer tüm isimleri geride bıraktı.
Baykar Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla, davet üzerine ABD donanmasına ait dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'da teknik incelemelerde bulunacak kadar yükseldi.
Yükselen her aktör gibi güçlü bir ABD bağı kurması şaşırtıcı değil, doğal olan.
Oldukça fazla ihale aldığı, savunma sanayisinde adeta devletin kendisiymiş gibi tüm aktörlerin tepesine çıktığı, kamu kaynaklarının dilediğince ona akıtıldığı iddialarını da bu noktada belirtmek gerekiyor. Onun da akan bu kaynakları son derece iyi kullandığı ekiyle…
Parti içinde de devlet içinde de güçlü bir ağırlığı olmasa da kamuoyunda en güçlü isimlerden biri haline gelmeyi başardı.
Büyük oranda yıpranmış Berat Albayrak’tan da kamuoyunda oldukça ‘zayıf’ bir imaja sahip Bilal Erdoğan’dan da daha güçlü bir konumda olduğu ortada.
Ancak AKP içindeki liderlik savaşını sadece imajla kazanması mümkün görünmüyor, yine de öne çıkan isimlerden biri olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Öte yandan gericilik konusunda onun da diğer aktörlerden geri kalan bir yanı yok, üstelik Amerikancılık konusunda rakiplerine parmak ısırttığı söyleniyor.
Son dönemdeki F-16 ve KAAN tartışmaları sırasında eleştirilere konu oldu, “savuna sanayinde onun çıkarı her şeyin önünde” iddialarıyla. Filistin’de soykırım devam ederken İsrail’e silah satan bir İtalyan şirketine ortak olması da tepki çekti.
İlk başlıkta karşı karşıya geldiği ismin Hakan Fidan olduğu söylendi ancak belli ki Fidan’dan daha güçlü olan medya ve savunma sanayi desteği ona bir koruma kalkanı sağladı. İkinci bağlığı da tipik bir patron tavrıyla pek de umursamadı, sonuç olarak para her şeyden önce gelirdi.
Bilal Erdoğan ve diğerleri
Son dönemde medya ve AKP kulislerinde ismi en öne çıkan aktör pek de beklenmedik bir şekilde Bilal Erdoğan olmuş durumda.
Peki, adı yıllarca eski ortakları Cemaat tarafından servis edilen tapeler nedeniyle ‘espirilere’ konu olan bu isim, nasıl oldu da AKP içindeki bu kadar ateşli bir kavgada öne çıkmayı başardı?
Buraya gelmeden, başlıktaki “diğerlerine” kısaca değinelim.
Her şeye, yaşadığı tüm o büyük güç kaybına ve istifaya giden sürece rağmen Berat Albayrak hâlâ AKP içindeki önemli lider adaylarından biri.
Albayrak’ın Sabah gazetesi gibi AKP içinde etkili bir medya gücü var. Bu gazetede toplanan önemli sayıda AKP kadrosu, eski adıyla Pelikancılar onun arkasında.
Uzun yıllar büyük bir kavga içine girdiği ve kendisinin yıpranmasında büyük payı olan Süleyman Soylu’nun giderek etkisiz hale gelmesi de onun lehine görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde Siber Güvenlik Başkanlığı’na ona yakın bir ismin getirilmesi kavgada ve AKP içinde hâlâ güçlü bir ağırlığı olduğuna yorulmuştu.
Yeni kabine tartışmalarında adı sürekli geçiyor, yeniden görev alacağı iddia ediliyor.
Alacağı bu görevler imajını toparlaması ve yeniden ana aktör olmasına yardımcı olacak mı göreceğiz, ancak tepeye oynaması her şeye rağmen oldukça zor görünüyor.
Soylu’nun ise bu saatten sonra AKP içinde bir liderliğe oynaması imkansız, belki Bahçeli sonrası MHP ihtimali bile AKP’deki liderlik iddiasından daha fazla olabilir.
Peki, ana aktörümüze geri dönelim, Bilal Erdoğan’a.
Medya kulislerinden ve AKP kulislerinden söz ettik.
“Ailenin tercihinin kesin olarak Bilal Erdoğan liderliği olduğu ve bu konunun artık bağlandığı” iddiası geçtiğimiz günlerde gazeteci Serdar Akinan tarafından gündeme getirildi.
Bu iddianın hemen ardından Bilal Erdoğan’ın yönetimindeki bir vakfa dair ortaya çıkan video ve yazışmalar da bu nedenle sürpriz değil.
Kavga bütünüyle AKP içinde cerayan ediyor ve ortaya çıkan her bilgi ve tartışma tam da bu başlıkla ilgili olduğu için bu kadar etki yaratıyor.
Peki, Bilal Erdoğan hangi siyasi çizgiyi savunuyor?
Diğer aktörlerin tamamının Amerikancı ve gerici siyasi geçmişlerine, açıklamalarına ve icraatlarına atıf yapabiliyoruz. Ancak siyasi bir figür olarak Bilal Erdoğan’ın hepsinin gerisinde olduğunu söylemek gerekiyor. Onun siyasi bir gündemde neyi savunduğuna ilişkin pek bir verimiz yok.
Gemicikleri olduğunu biliyoruz, üniversite sahibi olduğunu biliyoruz, vakıf işleriyle ilgilendiğini biliyoruz ve son olarak şu sözlerinden de anlayacağımız üzere maddi durumunun iyi olduğunu biliyoruz:
“Bugün benim mal varlığımdaki ekonomik durumum iyidir. Benim devletle işim yok. Kendi işim restoran işidir. Aile üyeleri olarak inşaat işleri olan devletle işi olmayan, ihaleye girmeyen yerimiz var. Bu şekilde hamdolsun kendimize gelecek gelirlerimiz var. Benim gıda işlerindeki ortaklarım bu işleri takip eder. Zamanımın çoğu vakıf işleriyle uğraşmakla geçiyor."
AKP’nin en büyük yatırımlarından ve örgütlenme alanlarından birinin vakıflar düzeni olduğu açık. Bilal Erdoğan’ın da burada büyük bir ağırlığı olduğu ortada. Bunun ötesinde gerçekten çok az veri var kendisine dair.
Peki, siyaseten böyle bir ismin, siyasi iddiaları bu kadar yüksek olan bir partinin liderliğini alması gerçekten mümkün mü? Ancak babası Tayyip Erdoğan sağlıklı bir şekilde arkasında durursa böyle bir olasılığın mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.
Erdoğan sonrası Bilal Erdoğan’ın gerçekten bir şansı olması için Erdoğan’ın iktidarında siyasi bir figür haline getirilmesi mutlak bir zorunluluk gibi görünüyor. Belki de bu yüzden Bilal Erdoğan’ın önce AKP Genel Başkanı yapılacağı iddiaları gündeme gelmiş durumda.
Bekleyip göreceğiz…
Tüm bunlar bize ne anlatıyor?
Ortada AKP iktidarının temel siyasi özelliklerine oldukça yakın isimler var. Kimse gericilik, patron severlik ve Amerikancılık konusunda diğer adayların gerisinde değil, bazıları biraz daha önde sadece.
Dolayısıyla başta sorduğumuz soruya dönersek, AKP içi kavgada öne çıkan aktörlerin siyaseten birbirlerinden farklı olarak savunduğu görüş ve düşünceleri bulunmuyor. Hatta bir kısmının görüş ve düşüncesi olduğu da şüpheli.
Bu isimlerin tamamı Erdoğan sonrası ortaya çıkacak büyük güç boşluğuna gözlerini dikmiş, bu kavga öncesinde güç biriktirmeye odaklanmış görünüyor.
Düzen siyasetindeki güç biriktirme kavgasının doğasında olduğu üzere güç biriktirme şansı bulamayanlar, rakiplerinin güçlenmesini engellemek için hamle yapıyor. Tüm bu sızıntılar ve kavgalar da doğrudan bununla ilgili.
Bu yüzden de AKP içinde bir ekip daha ‘yerli ve milli’, diğer ekip ‘tam boy Amerikancı’ değerlendirmelerinin AKP içindeki bu kılıç savaşında gerçekten hiçbir hükmü yok.
Hepsi gözünü devasa pastaya, ranta dikmiş durumda.
Bu nedenle de yargı operasyonları, Can Holding davası, Fidan’ın diplomasına dönük iddialar, TUSAŞ saldırısı sonrası ortaya atılanlar, KAAN ve F-16 tartışması, TÜGVA belgeleri ve Pelikan sızdırmaları AKP’nin hedef alındığı başlıklar değil, AKP içindeki kavganın has ürünleri.
Şimdilik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm bu kavganın üzerinde bir güç ve otoritesi var, bunu söylemek gerekiyor. Ancak Erdoğan’ın güç ve otoritesi sürerken yaşanan kavganın boyutları sonrasında kopacak fırtına için de çok fazla ipucu sunuyor. (ALİ UFUK ARİKAN - SOL.ORG)
