Faşistler camlara yürüdüler / Kürsüleri kırdılar, höykürdüler / Tığ teber şahı merdan / “Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar / Hira Dağı kadar müslüman.” / Ve de kanlı bıçaklı düşman
DTCF’de okumalarının iki avantajı var. Birincisi, Halkbilimi Kürsüsü Başkanı olan Pertev Naili Boratav hoca, bir arşiv oluşturmaya başladığı için öğrencileri Anadolu’dan derlemeler yapmaya gönderiyor. İkincisi de, Ahmet Kutsi Tecer’in yöneticisi olduğu Ankara Halkevi adına çıkan Ülkü Dergisinde çalışıyorlar
DTCF'NİN ENVER GÖKÇE'NİN ŞİİRİNE YANSIMASI
Şiirimizin toplumcu gerçekçi kıvılcımlarından, Türkiye işçi sınıfının ve sosyalist hareketimizin yılmaz aydınlarından Enver Gökçe’yi (1920 Erzincan-19 Kasım 1981 Ankara) ölümünün 44. yıldönümünde saygı ve minnetle anıyorum. O’nu her anımsadıkça da “Ölüm adın kalleş olsun!” diyorum ve arkasından ekliyorum: “Sanat yaşatır!” Enver Gökçe hem şiirleriyle yaşıyor hem de dünya görüşü ve sanat anlayışıyla yolumuzu aydınlatmaya, mücadele bilincimizi, azmimi güçlendirmeye devam ediyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün adını verdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1935’te kurulmuştur. Genç Cumhuriyet’in ihtiyaç duyduğu bilim dallarında uzmanların yetiştiği bu fakülteye 1940’larda giren Enver Gökçe, burada Halkbilimi hocası Pertev Naili Boratav’la çalışarak “Eğin Türküleri”ni derledi. Bu okulun o yıllarda müdürü ve İngilizce hocası olan Saffet Korkut’la çok nitelikli diyalog kuran Enver Gökçe, hocasının ölümünden çok etkilenmiş ve “1909-1946” başlıklı şiirini yazmıştır.
1909-1946
Bir Saffet Hoca vardı dost bağında
Hürriyet yoktu sağlığında
Gün geldi gitti incecikken
Yiğitken, güzelken, gencecikken.
Şimdi ne kadar dost varsa arkasında
Hasatçı, öğrenci, öğretmen
Ne kadar gül varsa toprağımızda:
Daldırma gül, ak gül, gonca gül;
Ne kadar sevgili varsa arkasında:
Tiyatro, iş, kitap, şiir, marş
Yanar yanar ağlaşır cümlesi,
Çoban ateşi hatırasında.
Gavur müslüman demezdi
“Kendisi için bir şey istemezdi”
Yatak ölümü beklemezdi”
Gitti vadesiz, gencecikken
Yiğitken, güzelken, incecikken
Ölüm, adın kalleş olsun!
Bu şiirde “Kendisi için bir şey istemezdi” denen Saffet hocanın Anadolu halkına, onun çocuklarına ne kadar değer verdiğini, Enver Gökçe’nin yakın arkadaşı, okuldaşı, yoldaşı olan İlhan Başgöz hocamız şöyle anlatır:
Saffet hoca müdür. Dağ gibi bir kadın. İngiltere’de okumuş. Tam halkçı kadın. Anlattım. Benimle uzun boylu konuştu. ‘Neredeydin peki iki aydır?’ diye sordu. ‘Hocam dedim, böyle böyle…’ ‘Peki’ dedi, ‘ailen kimdir, neredesin, nasıl okuyacaksın?’ Ben anlattıktan sonra: ‘Evladım, biz senin gibi halk çocuklarına yardım etmeyeceğiz de kime yardım edeceğiz?’ dedi. ‘Sen git, hasta olduğuna dair herhangi bir doktordan bir rapor al. Ben sana iki aylık bursunu da verdireceğim. Dil Tarih’te öğrenci olacaksın.
1935-1945 arası on yıl, DTCF’nin gerek akademik kadrosunun gerekse öğrenci profilinin güçlü olduğu yıllar. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Tahsin Banguoğlu, Pertev Naili Boratav, Abdulbaki Gölpınarlı, Ferit Kam, İbrahim Necmi Dilmen, Necmettin Halil Onan gibi çok değerli hocalar görev yapıyorlar. Enver Gökçe ve İlhan Başgöz gibi Anadolu çocuğu olan öğrencilerin bu dönemde DTCF’de okumalarının iki avantajı var. Birincisi, Halkbilimi Kürsüsü Başkanı olan Pertev Naili Boratav hoca, bir arşiv oluşturmaya başladığı için öğrencileri Anadolu’dan derlemeler yapmaya gönderiyor. Ankara’ya gelen Âşık Veysel gibi halk ozanlarını Hergele Meydanı’ndaki hanlardan, otellerden alıp okula getiriyorlar. Onların cönkleri varsa fakülteye satın aldırıyorlar. İkincisi de, Ahmet Kutsi Tecer’in yöneticisi olduğu Ankara Halkevi adına çıkan Ülkü Dergisinde çalışıyorlar. Enver Gökçe ve İlhan Başgöz de burada ücretli çalışan öğrenci oluyorlar. Hem şiirleri, araştırmaları yayımlanıyor hem de okul harçlıklarını kazanıyorlar.
DTCF’de ilerici öğretim üyelerine yönelik ilk baskı 1942’de gerçekleşiyor. Sosyal psikoloji alanında doktorasını yaparak fakültede göreve başlayan Muzaffer Şerif Başoğlu, “komünist” suçlamasıyla şikayet ediliyor ve Sefer Aytekin, Asım Aşkar gibi arkadaşlarıyla birlikte ne yazık ki hapse atılıyor. Bu fakültede ve ülkede tepki toplayınca iki ay sonra serbest bırakılıyorlar. İsmet İnönü kendisiyle görüşerek Sosyal Psikoloji Bölümü’nü kurup başkan olmasını öneriyor. Ancak, o bunu kabul etmeyip yurtdışına gitmeyi tercih ediyor. Onu DTCF’den alarak Esenboğa alanına bir kış günü götürüp uğurlayanlar arasında Enver Gökçe de vardır ve yanık sesiyle “Gurbete gidişimdir oy nanay nay…” türküsünü söyler.
II. Paylaşım Savaşı’nda Almanların Sovyetler Birliği’ne savaş açarak ilerlemesinden cesaret alan Türkiye’deki faşist hareket, güç gösterisine başlıyor. Böylece Türkiye’deki aydınlanma ve modernleşme hareketi devlet yönetiminde kan kaybetmeye başlıyor. 1946’dan itibaren DTCF’deki aydınlanma atmosferi kaybolmaya başlıyor. Bunun en büyük nedeni, İkinci Paylaşım Savaşı biter bitmez Türkiye egemenlerinin ve siyasi iktidarın çubuğu ABD’den yana bükmesidir. İkili anlaşmalar bu dönemde başlıyor ve yedi yıl kadar ülkenin eğitim, bilim ve kültür bakımından gelişmesine büyük emek veren Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınıyor ve böylece Köy Enstitülerine ilk darbe vuruluyor. DTCF’de de cadı kazanı kaynatılıyor ve Enver Gökçelerin hocası olan Pertev Naili Boratav başta olmak üzere fakültenin ilerici sosyologları Niyazi Berkes ve Behice Boran hakkında soruşturma başlatılıyor. Bu dönemde Enver Gökçe’nin de aralarında olduğu 107 öğrenci, hocalarını destekleyen bir açıklama yapıyorlar.
Türkiye’de Amerikan emperyalizminin, faşist hareketin kol gezmeye başladığı dönemde ilerici, devrimci gençliği örgütleyerek sömürüye, gericiliğe karşı mücadeleyi başlatan Enver Gökçe ve arkadaşları 1947’de Türkiye Gençler Derneği davasından yargılanırlar. Ankara Cezaevi’nde Şevki Akşit ve Mehmet Kemal’le fotoğrafları, DTCF’deki öğrenciliğinin son yılından kalmadır ve o yıl mezun olur. Enver Gökçe, bu dönemin atmosferini, “Fakültenin Önü” şiirinde şöyle işlemiştir:
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
“Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hira Dağı kadar müslüman.”
Ve de kanlı bıçaklı düşman
……………………
……………………
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.
O dönemin “bir garip yiğit kişisi” olan Enver Gökçe, ne yazık ki ömrünün geriye kalanında da bu “gariplik”ten kurtulamamıştır. Bu Türkiye işçi sınıfı ve sosyalist hareketinin bir ayıbıdır. Dolayısıyla eşitlik ve özgürlük mücadelesine bilimiyle, sanatıyla ve alın teriyle emek verenlerin değerini bilmemiz ve hayattayken bu insanları “garip” bırakmamamız gerektiğini de O’nun yaşamından, sanatından öğrenmek düşer bize. Onun eşitlik ve özgürlük mücadelesi, toplumcu gerçekçi şiiri önünde saygıyla eğiliyorum.

