Anne ile çocuğunu tercüman aracılığıyla konuşturdular. 12 Eylül davasına TSK’nın gönderdiği dosyalarda zulüm belgeleri yer alıyor.
Belgelere göre Türkçe bilmeyen anneler ile tutuklu çocuklarının Kürtçe konuşması kesinlikle yasak. Ancak 6 yıl sonra tercüman aracılığıyla görüşe izin verilmiş.
Genelkurmay Başkanlığı’nın, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 12 Eylül davasına gönderdiği “işkence dosyaları”, darbe döneminde yaşananları gözler önüne serdi. Belgelere göre; Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 31 Ocak 1985’te Mamak Askeri Cezaevi’ni ziyaret etti. Heyetteki Alman üye, işkence yapıldığını iddia ettiği bir kapının açılmasını istedi. “Anahtarın bir başka kişide olduğu” yanıtı üzerine ise testere ile kesilmesini talep etti. Ancak cezaevi yönetimi buna yanaşmadı. Anahtarı beklemesi söylenen Alman üye ve heyetin diğer üyeleri ikna edildi. Otele dönen heyete çay ikram edildiği de yazıda vurgulandı.
Karıştır-barıştır
Dosyalar arasından “karıştır-barıştır” yöntemi ile ilgili ilginç bir belge de yer aldı. Sağ ve sol görüşlü mahkumları aynı koğuşlara koyan askeri yönetim, sol görüşlü kadınların koğuşunun karşısına sağ görüşlü erkekleri yerleştirdi. Bunun üzerine her iki taraf da şikayette bulundu. Metris Askeri Cezaevi yönetimi, 26 Temmuz 1985’te Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderdiği yazıda, “bayan tutukluların şikayeti üzerine sağ görüşlülerin koğuşunun gözlendiği, ancak taciz anlamında bir harekete rastlanmadığı, buna karşılık, sol görüşlü kadınların sol içerikli şarkı ve sloganla sağ görüşlü erkekleri taciz ve rahatsız ettiklerinin saptandığı, buna rağmen yine de bayanların şikayetçi olduğu” ifade edildi.
Cop normal
28 Haziran 1982 tarihli Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı imzalı belgede, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nden Bedri Gültekin’in işkence iddialarının olduğu, bu dosyadaki sanıkların sorgusunun tamamlandığı, MHP davasında sanıkların sorgusunun bittiği, CHP ile ilgili parti üyelerinin yasadışı örgütlere üye sanıklara yardım sağladığı iddiasıyla soruşturma açıldığı kaydedildi. Aynı yazıda, Mamak Askeri Cezaevi’ne yeni gelenlere disiplini sağlamak için ellerine copla vurulması konusunda, cezaevi astsubayının idddiayı kabul ettiği” kaydedildi. Yazıda, ülkeyi darbe öncesi yaşanmaz hale getiren örgütlerden 3 bin kişinin cezaevinde barınıp memurlara hakaret fiili tecavüzünde bulunmaları gerçeğinin bu durumla birlikte değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi.
Kürtçe zulmü
12 Eylül yönetimi, 1986’ya kadar yasakladığı Kürtçe’nin cezaevlerinde de hiçbir biçimde konuşulmamasını emretti. 1986’da Cumhurbaşkanlığı’nın talimatı sonrasında bu alanda düzenlemeye gidildi. Ancak düzenlemenin, yasaktan da trajik olduğu dosyadaki 2 Temmuz 1986 tarihli yazıyla açığa çıktı. Yazıda, Türkçe bilmeyen yaşlı anne ve babaların tutuklu ziyaretlerinde tercüman aracılığıyla görüşmelerinin sağlanması hususunun Genelkurmay tarafından incelendiği, sakıncası bulunmadığının anlaşıldığı ifade edildi. Böylece, tercümanın konuşmaları not edip, suç unsuru araştırması gibi bir uygulama yerine, cezaevlerinde Türkçe bilmeyen anne ile oğlunun konuşmaları Türkçe’ye çevrilerek birbirlerine iletilmesi uygulamasına geçildi.
Konuyla ilgili yazışmalarda Kürtçe yerine “bildikleri dil” ifadesi kullanılırken, Genelkurmay Başkanlığı’nın İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderdiği bir yazıda, Türkçe dışındaki dillerin kullanımı yasağı anımsatılırken, “Ülkemizin bazı yörelerinde, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bir kısım vatandaşların Türkçe bilmedikleri, bu nedenle birbirleriyle bildikleri dille anlaştıkları bilinen bir gerçektir. Kanun, kişilerin görüşmesini değil, düşüncelerin açıklanmasını, yayılmasını ve yayımlanmasını yasaklamıştır. Bu nedenle Türkçe bilmeyen vatandaşların, tercüman aracılığıyla yakınları olan tutuklu ve hükümlülerle görüşmesinde sakınca olmadığı değerlendirilmektedir” denildi.
KAÇARKEN DÜŞMÜŞ
Belgelerde yer alan, şüpheli ölümlerin üzerlerinin kapatıldığını gösteren, beraatle ya da takipsizlikle sonuçlanmış bazı vakalar şöyle:
- Hedil Tan (14 Temmuz 1982): Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde ölmüştür. Otopsi raporunda ölüm sebebi travmaya bağlı merkezi sinir sisteminin durması sonucu öldüğü tespit edilmiştir. Tutukluluk öncesinden beri kanlı ishal hastalığının olduğu, tuvalette birkaç kez düştüğü, cezaevi tabibi tarafından tedavisinin yapıldığı öğrenilmiştir.
- İbrahim Eski (12 Kasım 1980): Yer gösterme işlemi sırasında kaçmak isterken düşerek ölmüştür. 2 kamu görevlisi için beraat kararı verilmiştir.
- Ercan Koca (15 Aralık 1980): Demetevler’de pankart asarken bir trafik polisi tarafından görülmüş güvenlik kuvvetlerine yakalanmamak için kaçarken, yerlerin de kaygan olması nedeniyle düşerek yaralanmıştır. Götürüldüğü hastanede ölmüştür.
- Cemil Kırbayır (9 Ekim 1980): Kars Emniyet Müdürlüğü’nde sorgusu yapılırken firar eden sanık bugüne kadar yakalanamamıştır. Ailesinin işkence ile öldüğü iddiası üzerine açılan soruşturmada kaçan sanığın yakalanamadığı, İran’a kaçtığı şeklinde duyumlar alındığı anlaşılmıştır.
- İlhan Erdost (7 Kasım 1980) : Gözaltına alınan sanık cezaevine nakil sırasında araçta görevli askeri personel tarafından darba maruz kalmış ve fenalaşarak ölmüştür. Yapılan otopsi neticesinde ölüm sebebinin darba bağla beyin kanaması olduğu belirlenmiş ve bir astsubayın 10 yıl 8 ay hapsine, ordudan atılmasına, üç er hakkında 10’ar yıl 8 ay hapis, bir erin 2 yıl 20 gün süre ile ağır hapsine karar verilmiş, karar kesinleşmiştir.
KIRBAYIR İÇİN FİRARİ DEMİŞLER
Belgelere göre gözaltında kayıpların simge isimlerinden Cemil Kırbayır yakalanamadı ve kaçtı. Devlet yıllar sonra Kırbayır’ın işkencede öldüğünü kabul etti. Anne Berfo Kırbayır ise 12 Eylül 1980’den bu yana oğlunun mezarını arıyor. Berfo Kırbayır, ilerlemiş yaşına rağmen 12 Eylül davasının görüldüğü duruşmaya tekerlekli sandalye ile gelmiş, davaya müdahil olmuştu.
http://haber.gazetevatan.com/12-eylul-iskencelerinin-tarihi-belgeleri/458506/1/Gundem
Belgelere göre Türkçe bilmeyen anneler ile tutuklu çocuklarının Kürtçe konuşması kesinlikle yasak. Ancak 6 yıl sonra tercüman aracılığıyla görüşe izin verilmiş.
Genelkurmay Başkanlığı’nın, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 12 Eylül davasına gönderdiği “işkence dosyaları”, darbe döneminde yaşananları gözler önüne serdi. Belgelere göre; Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 31 Ocak 1985’te Mamak Askeri Cezaevi’ni ziyaret etti. Heyetteki Alman üye, işkence yapıldığını iddia ettiği bir kapının açılmasını istedi. “Anahtarın bir başka kişide olduğu” yanıtı üzerine ise testere ile kesilmesini talep etti. Ancak cezaevi yönetimi buna yanaşmadı. Anahtarı beklemesi söylenen Alman üye ve heyetin diğer üyeleri ikna edildi. Otele dönen heyete çay ikram edildiği de yazıda vurgulandı.
Karıştır-barıştır
Dosyalar arasından “karıştır-barıştır” yöntemi ile ilgili ilginç bir belge de yer aldı. Sağ ve sol görüşlü mahkumları aynı koğuşlara koyan askeri yönetim, sol görüşlü kadınların koğuşunun karşısına sağ görüşlü erkekleri yerleştirdi. Bunun üzerine her iki taraf da şikayette bulundu. Metris Askeri Cezaevi yönetimi, 26 Temmuz 1985’te Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderdiği yazıda, “bayan tutukluların şikayeti üzerine sağ görüşlülerin koğuşunun gözlendiği, ancak taciz anlamında bir harekete rastlanmadığı, buna karşılık, sol görüşlü kadınların sol içerikli şarkı ve sloganla sağ görüşlü erkekleri taciz ve rahatsız ettiklerinin saptandığı, buna rağmen yine de bayanların şikayetçi olduğu” ifade edildi.
Cop normal
28 Haziran 1982 tarihli Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı imzalı belgede, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nden Bedri Gültekin’in işkence iddialarının olduğu, bu dosyadaki sanıkların sorgusunun tamamlandığı, MHP davasında sanıkların sorgusunun bittiği, CHP ile ilgili parti üyelerinin yasadışı örgütlere üye sanıklara yardım sağladığı iddiasıyla soruşturma açıldığı kaydedildi. Aynı yazıda, Mamak Askeri Cezaevi’ne yeni gelenlere disiplini sağlamak için ellerine copla vurulması konusunda, cezaevi astsubayının idddiayı kabul ettiği” kaydedildi. Yazıda, ülkeyi darbe öncesi yaşanmaz hale getiren örgütlerden 3 bin kişinin cezaevinde barınıp memurlara hakaret fiili tecavüzünde bulunmaları gerçeğinin bu durumla birlikte değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi.
Kürtçe zulmü
12 Eylül yönetimi, 1986’ya kadar yasakladığı Kürtçe’nin cezaevlerinde de hiçbir biçimde konuşulmamasını emretti. 1986’da Cumhurbaşkanlığı’nın talimatı sonrasında bu alanda düzenlemeye gidildi. Ancak düzenlemenin, yasaktan da trajik olduğu dosyadaki 2 Temmuz 1986 tarihli yazıyla açığa çıktı. Yazıda, Türkçe bilmeyen yaşlı anne ve babaların tutuklu ziyaretlerinde tercüman aracılığıyla görüşmelerinin sağlanması hususunun Genelkurmay tarafından incelendiği, sakıncası bulunmadığının anlaşıldığı ifade edildi. Böylece, tercümanın konuşmaları not edip, suç unsuru araştırması gibi bir uygulama yerine, cezaevlerinde Türkçe bilmeyen anne ile oğlunun konuşmaları Türkçe’ye çevrilerek birbirlerine iletilmesi uygulamasına geçildi.
Konuyla ilgili yazışmalarda Kürtçe yerine “bildikleri dil” ifadesi kullanılırken, Genelkurmay Başkanlığı’nın İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderdiği bir yazıda, Türkçe dışındaki dillerin kullanımı yasağı anımsatılırken, “Ülkemizin bazı yörelerinde, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bir kısım vatandaşların Türkçe bilmedikleri, bu nedenle birbirleriyle bildikleri dille anlaştıkları bilinen bir gerçektir. Kanun, kişilerin görüşmesini değil, düşüncelerin açıklanmasını, yayılmasını ve yayımlanmasını yasaklamıştır. Bu nedenle Türkçe bilmeyen vatandaşların, tercüman aracılığıyla yakınları olan tutuklu ve hükümlülerle görüşmesinde sakınca olmadığı değerlendirilmektedir” denildi.
KAÇARKEN DÜŞMÜŞ
Belgelerde yer alan, şüpheli ölümlerin üzerlerinin kapatıldığını gösteren, beraatle ya da takipsizlikle sonuçlanmış bazı vakalar şöyle:
- Hedil Tan (14 Temmuz 1982): Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde ölmüştür. Otopsi raporunda ölüm sebebi travmaya bağlı merkezi sinir sisteminin durması sonucu öldüğü tespit edilmiştir. Tutukluluk öncesinden beri kanlı ishal hastalığının olduğu, tuvalette birkaç kez düştüğü, cezaevi tabibi tarafından tedavisinin yapıldığı öğrenilmiştir.
- İbrahim Eski (12 Kasım 1980): Yer gösterme işlemi sırasında kaçmak isterken düşerek ölmüştür. 2 kamu görevlisi için beraat kararı verilmiştir.
- Ercan Koca (15 Aralık 1980): Demetevler’de pankart asarken bir trafik polisi tarafından görülmüş güvenlik kuvvetlerine yakalanmamak için kaçarken, yerlerin de kaygan olması nedeniyle düşerek yaralanmıştır. Götürüldüğü hastanede ölmüştür.
- Cemil Kırbayır (9 Ekim 1980): Kars Emniyet Müdürlüğü’nde sorgusu yapılırken firar eden sanık bugüne kadar yakalanamamıştır. Ailesinin işkence ile öldüğü iddiası üzerine açılan soruşturmada kaçan sanığın yakalanamadığı, İran’a kaçtığı şeklinde duyumlar alındığı anlaşılmıştır.
- İlhan Erdost (7 Kasım 1980) : Gözaltına alınan sanık cezaevine nakil sırasında araçta görevli askeri personel tarafından darba maruz kalmış ve fenalaşarak ölmüştür. Yapılan otopsi neticesinde ölüm sebebinin darba bağla beyin kanaması olduğu belirlenmiş ve bir astsubayın 10 yıl 8 ay hapsine, ordudan atılmasına, üç er hakkında 10’ar yıl 8 ay hapis, bir erin 2 yıl 20 gün süre ile ağır hapsine karar verilmiş, karar kesinleşmiştir.
KIRBAYIR İÇİN FİRARİ DEMİŞLER
Belgelere göre gözaltında kayıpların simge isimlerinden Cemil Kırbayır yakalanamadı ve kaçtı. Devlet yıllar sonra Kırbayır’ın işkencede öldüğünü kabul etti. Anne Berfo Kırbayır ise 12 Eylül 1980’den bu yana oğlunun mezarını arıyor. Berfo Kırbayır, ilerlemiş yaşına rağmen 12 Eylül davasının görüldüğü duruşmaya tekerlekli sandalye ile gelmiş, davaya müdahil olmuştu.
http://haber.gazetevatan.com/12-eylul-iskencelerinin-tarihi-belgeleri/458506/1/Gundem