17 aydır Silivri Cezaevi'nde tutukluyum.
Gazetecilikte her daim her en zor olan, en basit soruyu sorabilmektir. O basit soru şudur Hangi delillerle 1.5 yıldır hapis tutuluyorum? İddianameye gäre, Tuncay Güney demiş ki, "Soner Yalçın Veli Küçük'ün talimatıyla Aydınlık’a gitti"
Yalan. Tuncay Güney ifadesinde/sorgusunda, "Emekli Binbaşı Erse ver Veli Küçük'ün talimatıyla Aydınlık'a gitti" diyor. İddianame bilerek çarpıtıyor. İddia makamı buna benzer iddialarını doğru, doğrulanmış delillere dayandırmıyor. Sözüm ona Olağanüstü Hal bölge Valisi Ünal Erkan'a gitmişim, yüzüne tükürrnüşüm!
Ben hayatımda ne Tuncay Güney, ne Veli Küçük ne de Ünal Erkan’la yan  yaııa geldim, telefonda bile konuşmadım.
İddianamede telefon görüşmelerim var:
Ankara'da 60 yıldır gazetecilik yapan Ünal İnanç, strateji uzmanı dostum rahmetli Erhan Göksel ve Prof. Yalçın Küçük ile telefon görüşmelerim var. Peki bu telefon görüşmelerinde ne var; koca bir hiç. Günlük yaşama dair, sohbetler; halk diliyle söylersek geyik muhabbeti.
Ünal İnanç niye 16 yıl önce Aydınlıkçılardan ayrıldığımı soruyor, Aydınlıkçılar'ın aleyhimde yaptığı haberleri söylüyor. Aslında bu telefon görüşmesini biz örgüt olmadığımızı ispatlamak için karşı delil olarak sunmalıydık.
Erhan Göksel ABD'nin ekonomik krizi nedeniyle kamu alımları yaparak Çin’e benzediğini, sosyalist olduğunun esprisini yapıyor. Yalçın Küçük ise Star TV ve Milliyet'in satılacağım söylüyor ya da Hürriyet’teki bir yazım nedeniyle tebrik ediyor.
İddia makamı salt tanışıklık üzerinden büyük sonuçlara varıyor, bizi örgüt yapıyor. Hakikati hep başka kalıplara sokuyor. Örneğin, dönemin Genelkurmay başkanı Orgeneral İlker Başbuğ basın toplantısı yapıyor, sertçe konuşuyor. Bunun üzerine Odatv'de bir yazı kaleme alıyorum. "Aman tankları çıkarmayın, aman uçakları uçurmayın" diye. İddia makamı yazının bu bölümünü almıyor ve diyor ki, "Soner Yalçın darbe istedi!" Pes doğrusu...
Ayrıca iddia makamı Odatv'den benzer yazıları örnek gösteriyor. Oysa hu yazıların asıl sahibi, Güneri Civaoğlu, Fikret Bila, Yalçın Doğan, Yalçın Bayer, Can Ataklı, Mehmet Tezkan, Mehmet Ali Kışlalı, Melih Aşık gibi onlarca gazeteci, onların yazdığı makaleler. Odatv sadece bu yazarlardan alıntı yapmış. Savcılar, Meclis'te yazılı soru önergesinden, rahmetli Türkan Saylan'ın demecine kadar hepsini suç kapsamına sokmuş. Niye bu hatayı yapmış, şöyle yöntem yapmışlar, Odatv arşivine girmişler ve haber başlığında; Öcalan, devrim, türban, AKP yazan haberleri copy paste yapıp dosyaya koymuşlar, içeriğini okumamışlar bile. Öyle ki, sinemalarda gösterilen "Devrimden Sonra" filminin fragmanını bile suç delili saymışlar.
Çünkü, önemli olan delil değil ki, iddianamaye ek klasörlere bir şeyler konsun işte. Polis, savcının "bu nasıl delil" demeyeceğini biliyor. Savcı da mahkemeden emin. Zaten mahkeme başkanı da, "ben teknolojiden anlamam" diye tutuklayıp Silivri'ye göndermedi mi bizi?
SAYIN HEYET
Biz gazeteciyiz, yanlışları gördüğümüzde bunu yalnızca doğruyu istemek için yaparız. Tek ölçümüz vardır, gerçeğe bağlılık.
Gazetecinin kendini kimseye; ne bir iktidara ne bir cemaata beğendirme sorumluluğu ve zorunluluğu vardır.
Savcı haberlerimizle ilgili yok "dezenformasyon" yok "manipülatif" diye yorum yapıyor. Zaten iddianame sürekli yoruma, sezgiye dayalı. Bu savcının işi mi; sadece "yalan haber yaptılar" diyebilir. Diyemiyor. Binlerce odatv haberinden sadece Savcı Zekeriya Öz ile esprili bir haberi örnek gösteriyor. Ne var bunda? Bir tiyatrocu fıkra anlatıyor çevresindekiler gülüyor. Arkadaşlar, bu kişilerden biri de Zekeriya Öz diye yazmış, değilmiş. Savcı Öz açıklama gönderdi yayınladık, özür diledik. Sadece bu, binlerce haberden sadece bu. Hangi yayın organı bu tür basit hatalar yapmaz. Bunun altında neler neler arıyor savcı, "yok adli yargıyı etkilemekmiş"; yahu o haber de Savcı Öz sevimli biri olarak gösteriliyor. Etkilesek bile bu olumlu bir etkilemeye örnek gösterilebilir ancak! İddia makamı kavram kargaşasıyla kafaları bulandırıyor. Bakınız: Soner Yalçın'ın nasıl gazeteci olduğuna savcılar değil okuyucular karar verir. Bugün kimi savcılar benim yazdığım kitapları okuyarak Susurluk soruşturmasını yürütüyorlar. Beni tanık gösteriyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'na kadar birçok kurum benim tanıklığıma başvurdu.
Ve biliyorum ki: hapiste yazdığım Samizdat'ı okuyarak kimi savcılar da önümüzdeki yıllarda soruşturma yapacaklar; bundan hiç kuşkum yok.
SAYIN HEYET
İddia makamının bir diğer dayanağı ise, odatv bilgisayarına -bugün artık bizim açımızdan ortaya çıkmış olan- karanlık bir odak tarafından yerleştirilen virüslü word dosyalarıdır. Bu virüslü dosyalar iddianamenin temelini oluşturuyor. Yıldız Teknik Üniversitesi'nden bilirkişi Profesör Coşkun Sönmez; Boğaziçi Üniversitesi'nden bilirkişi Profesör Ufuk Sağlayan; Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden bilirkişi Profesör Göktürk Üçoluk ve Amerika Birleşik Devletleri Data Devastation adlı kurumdan bileşim ve siber suçlar uzmanı Joshua Marpet bilgisayar hard diskinde virüs olduğunu rapor ettiler.
Bunların hepsini size sunduk.
Adalette eşitlik ilkesi önemlidir. Sayın heyet sizler, iddia makamı ve savunma
makamına aynı uzaklıkta ya da yakınlıktasınız.
Ancak nedense, iddia makamına yakın duruyor görünümündesiniz.
Bu bilirkişiler bizim babamızın oğlu mu? Siz de ODTÜ'ye, Yıldız Teknik
Üniversitesi'ne başvurabilirdiniz. Ve sizin başvurunuza da aynı bilirkişiler
bakacaktı.
Ama hayır, bizim onca bilirkişi raporlarının hiç önemi yok. Peki iddia makamı bilirkişiye gitmiş mi, hayır. Üç beş Hanefî Avcı'nın demesiyle çömez polise uyduruk yüzeysel bir şey yazdırmışlar, o kadar.
Sonunda mahkeme 14 ay sonra TÜBİTAK'a başvuruyor ve bu arada, biz yine
hapse gönderildik.
Şüpheden güya sanık yararlanır.
Neyse...
Gerçek şu: 21'inci yüzyıl başında yazı yazmak, haber yapmak, kitap yazmak suçundan 1.5 yıldır cezaevinde tutuluyoruz. Tarih bunu böyle yazacak. Zaten şimdiden dünya kamuoyu buna isyan ediyor. Kamuoyu vicdanında biz bu davayı kazandık.
Haksızlar mı: Bu iddianameye göre bizim 17 aydır hapiste olmamız adaletsizlik değil mi?
Öyle ya:
Başa dönüp, en zor olan o basit soruyu tekraryayım:
Biz niye 17 aydır tutukluyuz? Bu davayı direk ilgilendiren: 3'üncü Yargı Paketi TBMM'de;
4'üncü Yargı Paketi kamuoyuna açıklandı ve Bakanlık Kurulu'ndan geçti, TBMM'ye geldi.
Adli Kontrol Sistemi hayata geçirildi.
Cumhurbaşkanı'ndan muhalefete kadar herkes uzun tutukluluktan yakınıyor. Başbakan açık açık televizyonda "gazetecileri niye tutuklu yargılıyorsunuz" diye sitem ediyor.
Hukukçu olan TBMM Başkam, İstanbul'daki özel Yetkili Mahkemeler'in
tutuklamayı mahkumiyete çevirmesinden yakmıyor.
Dedim ya, en zor olan en basit sorudur: tüm bunları bakıp aynı soruyu
soruyorum:
İyi de biz niye yaklaşık 500 gündür tutukluyuz?
Bunun bir yanıtı olmalı...
Hukuka bakarak bunun yanıtım bulamıyorsunuz. Türkiye'nin en iyi ceza avukatları burada, bu sorunun yanıtını yasalarda, koca ciltli kitaplarda bulamıyorlar.
Çünkü adaletin üzerinde bir hayalet dolaşıyor.
Başbakan bile açık açık, "devlet içinde devlet olmuş bir yapı var" demedi mi?
Bu hayalet, bu yapı nedir, kimdir bunlar?
Bunlar; zehirli ahtapot gibi devlet kurumlarını sarıp bizim bilgisayarlarımıza
virüslü word dosyası koyandır.
Bunlar, entrika ile bizi hapse attıranlardır.
Yetmiyor; Hürriyet gazetesine baskı yapıyor bana yazı yazdırmıyorlar beni işten attırıyor, yayınevine baskı yapıp kitabımın yayınlanmasını engellemeye çalışıyor. Neden tüm bunları yapıyor? Bu zalimliğin bir sebebi olmalı? İstiyor ki Soner Yalçın yazmasın. Başka bir sebebi yok.
Biz burada saatlerce konuşalım hakikati açıklayalım, delilleri çürütelim, bilirkişilerden bin tane daha rapor getirelim, ve yasalar istediği kadar “şüpeden
sanık yararlanır" desin, bunlarm hiçbir öneminin olmadığı bu 17 aylık üsreçte ortaya çıktı.
Hep söyledim:
Biz gazeteciyiz, biz yazarız; bizi serbest bizi serbest bıraktığınızda bir yere bomba mı atacağız, birini mi vuracağız. Ne yapacağız? Neyin tedbiri bizi dört duvar arasında tutuyor.
Kim inanır artık yok delillerin karartılacağı, yok kaçma şüphesi gibi sudan gerekçelere. Avrupa insan Haklan Mahkemesi bile artık bezdi, hiçbir geçerliliği olmayan bu gerekçelerden. Yasa değişikliği niye yapılıyor?
SAYIN HEYET
Demokrasi amaç değil araçtır.
Demokrasi, halkı özgürleştirmenin aracıdır.
Özgürleşmenin teminatı ise adalettir.
Adalet yoksa özgürlük de yoktur.
Ve maalesef ülkemizde adalet çürüyor.
Vereceğiniz kararla cüppeleriniz üzerindeki gölgeyi kaldırın.
Vereceğiniz kararla bizi değil kendinizi özgüleştirin.
Gazetecileri, yazarlan yargılamak, hapse atmak, hapiste tutmak hiçbir dönemde
hiçbir mahkemeye onur vermemiştir.
Odatv.com
Daha yeni Daha eski