KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın PKK’ye ilişkin açıklamaların “hiçbir temelinin olmadığını” kaydederek, hiç kimsenin “İmralı’yı sollayarak herhangi bir yumuşatıcı adım atamayacağını” belirtti. Ortadoğu’da sistemin çökmekte olduğunu ifade eden Karayılan, “Biz Kürtler de bu süreçte statü alarak Türkiye ile birlikte yer almak istiyoruz” dedi. Karayılan ayrıca devam eden tutuklamalara işaret ederek, Fethullah Gülen’in birçok adamının bölgelerde legal kurumlara sızdırıldığını, polisin de onların verdiği raporları esas alarak operasyon yürüttüğünü söyledi. Karayılan'ın açıklamalarında öldürülen 3 Çeçen militana ilişkin de çarpıcı bilgiler yer alıyor.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, gündemdeki yerini koruyan konular ile güncel siyasi gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
*Öncelikle, bir yandan 320 gündür dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilen PKK lideri Öcalan üzerindeki tecrit sürerken, paralel olarak tutuklamalar devam ediyor. Bu süreç nere kadar gidecek?
AKP önderliğindeki Türk devletinin 2011 Temmuz ayından bu yana İmralı’da yürürlüğe koymuş olduğu ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence sistemi, AKP’nin Hareketimize ve tüm Kürt halkına karşı başlatmış olduğu bir savaş ilanıdır. Nitekim İmralı’daki bu işkence sisteminin yürürlüğe konulmasıyla birlikte Başbakan bizzat kendisi Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni yok edeceğini ve artık eskisi gibi yaklaşmayacağını açıkça ifade ederek topyekun bir yönelimin gelişeceğini beyan edip süreci başlatmıştır. O dönemden bu yana Kürt toplumuna karşı çok yoğunlaştırılmış-kapsamlı bir savaş durumu gündemdedir. Kürt halkı ve Kürt demokratik kurum ve kuruluşları, yine siyasal çevreleri defalarca “İmralı’ya yaklaşım bizlere yaklaşımdır” diye beyanda bulunmuşlardır. Buna karşın AKP devleti de İmralı’daki tecrit ve ağırlaştırılmış işkence sistemiyle Kürt halkına nasıl yaklaştığını ortaya koymakta ve bu çerçevede yaygınlaştırılmış bir sindirme, teslim alma, geri adım attırma ve tasfiye sürecini yaygın bir biçimde geliştirmektedir.
İMRALI’DAKİ UYGULAMANIN NE YASAL, NE DE AHLAKİ TEMELİ YOK
Her şeyden önce, İmralı’daki mevcut uygulamaların ne ulusal ne de uluslararası düzeyde yasal bir zemini yoktur. Ahlaki bir temeli ise hiç yoktur. Tarih boyunca birbirine karşı savaşan güçler arasındaki savaşlara bakıldığında çoğu zaman bir tarafın diğer tarafı esir aldığına tanık olunacaktır. Ama esir alan taraf esaret altındaki karşıtına saygılı yaklaşmayı bir insanlık erdemliliği olarak ele almışlardır. Ancak bugün AKP devletinin mevcut uygulamalarına baktığımızda bu erdemliliğin olmadığı açık görülmektedir. Eğer Başbakan Erdoğan’da bu erdemlilik olsaydı, 11 ay boyunca Kürt Halk Önderliği’ne dönük böylesine alçakça ve ahlaksızca bir uygulama yapmazdı. AKP hükümeti, psikolojik harp yöntemlerini kullanarak Önderlik iradesi üzerinde etki yaratmak ve ona geri adım attırmak istemektedir. Gayrı insani bir yöntemle sonuç almak istemektedir. Bir kere bu, AKP devletinin niyetini açığa vuran en çarpıcı pratiktir.
Yine Kürtler zulme hiçbir zaman boyun eğmemiş, direnmiş bir halktır. Tarih boyunca Kürtlerin isyanları hep yaşanmıştır. Cumhuriyet dönemindeki tüm isyan önderleri Cumhuriyet yönetimi tarafından idam edilmiştir. Bugün, Kürdistan halkının son isyanı olan Hareketimizin geliştirdiği özgürlük mücadelesinin önderliği uluslararası komplo sonucu Türk devletinin esareti altındadır. Türk devleti, Önder Apo’yu diğer Kürt isyan önderlikleri gibi, bir Şêx Sait, yine bir Seyit Rıza gibi idam etme değil de canlı canlı çürütme yöntemiyle aynı sonuca gitmek istemektedir. Daha önce bir general de “biz onu direk öldürmeyeceğiz ama onu yavaş yavaş eriterek öldüreceğiz” demişti. Şimdi AKP’nin yaptığı da budur. Zaten Başbakan gayrı ahlaki bir biçimde ikide bir milliyetçilikte ve ırkçılıkta MHP’den daha keskin oluğunu göstermek ve MHP’nin tabanını etkilemek için “Öcalan’ın idamını durduran sen değil misin?” diyerek yüklenmektedir. Geçmişte de “ben olsaydım idam ederdim” demişti. Şimdi gösterdikleri yaklaşım ise çürüterek yok etme yaklaşımıdır. Politikaları budur.
KOCA BİR DEVLET HER GÜN YALAN SÖYLÜYOR
Koskoca bir devlet kamuoyunun gözlerinin içine baka baka resmen yalan söylüyor. Her hafta iki kez “koster bozuk” diyerek resmen yalan söylüyor. Geçen 11 ayın içerisinde 44 hafta vardır. 44 hafta boyunca Türk devleti 88 kez “koster bozuk” diyerek resmen yalan söylemiştir. Devletin bu yalanına karşılık en iyi cevabı ise birkaç gün önce basına yansıyan değerli bir anne “bozuk olan koster değil, devletin kafasıdır” diyerek vermiştir. Yani bir devletin bir ciddiyeti olur, bir resmiyeti olur. 11 aydır İmralı’da sürdürülen bu uygulamanın yasal temeli nedir? Bu uygulama kimin kararıdır? Açık ki sadece ve sadece Erdoğan’ın almış olduğu bir karar sonucu orada Önderlikle birlikte 6 kişinin hiçbir hakkı tanınmamaktadır, kendilerinden haber bile alınmamaktadır. Yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı haber bile yoktur. Bu nasıl devlettir? Bu nasıl hukuk yaklaşımıdır? Bu nasıl anlayıştır? Açık ki bu, bir savaş ilanı sonucu geliştirilen bir uygulamadır.
Öbür yandan aynı şey Kürt siyasetine karşı da geliştirilmektedir. Şimdi bakın, bu ülke tarihinde en yaygın gözaltı ve tutuklamalar 12 Eylül cunta döneminde geliştirildi. O dönem belki gözaltılar fazla olmuş olabilir ama tutuklanan Kürt siyasetçisi ve militan sayısı hiçbir zaman 6-7 bini geçmedi. Ama şimdi tamı tamına 10 bin Kürt siyasetçisi ve özgürlük militanı zindanlardadır. Bunun 2-3 bini PKK davası nedeniyle yakalanan insanlar olurken, diğer 7-8 bini de TC yasalarına göre siyaset yürütmüş olan Kürt siyasetçilerinin rehin alınarak zindanlara atılması sonucu tutuklanan insanlardır. Peki, bu zulüm değil de nedir? Bu insanlar ne suç işlemişlerdir? Bu insanlar Kürt halkı tarafından teveccüh görmüş, seçilmiş insanlardır. 32 tanesi belediye başkanıdır, 6 tanesi milletvekilidir. Toplam 190’ı seçilmiş kişilerdir; yani belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, vs toplam 190 kişi seçilmiş insanlardır. Diğerleri de Kürt halkının demokratik-siyasal kurumlarının temsilcileridir.
Bu halkın siyasetçilerini hedefliyorsunuz, hukukçularını hedefliyorsunuz, sendikacılarını hedefliyorsunuz, öğrencilerini hedefliyorsunuz, kadın hareketini hedefliyorsunuz. En son tıp öğrencilerini, basıncılarını hedefliyorsunuz ve sağlık emekçilerini hedeflediniz. Yani toplumsal yaşamdaki iş kollarına göre hedeflemediğiniz kimse kalmadı. Sanatçılarını, basın mensuplarını, siyasi çevrelerini, hukuk çevrelerini, bütün toplumun ileri gelen kesimlerinin hepsini tutuklayıp içeri atıyorsunuz. Neymiş KCK’liymişler. KCK diye bir örgüt yoktur. Olmayan bir örgütü varmış gibi göstererek tamamen senaryoyla bu kadar insanı içeri atıp Kürt siyasetini tasfiye etme ve toplumu teslim alma projesini uyguluyorsunuz. Bu kadar insanın KCK örgütlenmesi içerisinde yer almayla ne alakası var? Kaldı ki KCK örgütlenmesi diye bir örgütlenme nerede? Bu konuda nerede bir tespitiniz var? Açık ki bu, Kürt siyasetini tasfiye etme senaryosudur. Bu bir yalandır, bir tiyatrodur. Bu, Kürt halkına karşı yapılmış bir haksızlık, bir zulüm değil de nedir? Hangi Kürt bunu yutar? Bu, tüm onurlu Kürtlerin onuruna derinliğine etki eden vahşi bir saldırıdır.
GÜLEN’İN BİRÇOK ADAMI LEGAL KURUMLARA SIZDIRILMIŞ, RAPOR HAZIRLIYORLAR
Toplum içerisinde kim bilinçliyse, kim onurlu bir duruşa sahipse, kim kimlikli bir Kürt olmayı savunuyorsa onları alıp içeri atıyorsunuz. Formül budur. İşte, Gülen’in birçok adamı bölgelerde legal kurumlara sızdırılmış, polis onların verdiği raporları esas alıp izleyerek kim aktif ise, kim oradaki Kürt toplumunu toparlamada rol oynuyorsa, bu belediye başkanı mı, il başkanı mı, mahalle komisyonu başkanı mı, il encümeni mi, her kimse, onları belirleyip tutukluyorsunuz. Bunlar tamamen Fethullahçıların toplum içerisinde oluşturmuş oldukları işbirlikçi ajan yapıların bilgilendirmeleri sonucu polisin takip ederek ve sıradan konuşmaları örgüt konuşmaları gibi gösterip devreye koyduğu tutuklama senaryolarıdır. Burada hukuk diye bir şey yoktur. Sömürgeci savaş hukuku vardır. Zaten Van belediye başkanı ve beraberindekiler operasyondan çok önce cezaevinde yerlerini hazırlamış oldukları açığa çıktı. Tamamen siyasi kararlar sonucu Kürt siyasetçileri tutuklanmaktadır. Bunlarla Kürt siyasetinin çökertilmesi ve bitirilmesi hedeflenmektedir. Siyasetsiz kalmış, öncüsüz kalmış bir toplumu istedikleri gibi yönetmeyi düşünüyorlar. Bu, bir savaştır. Bu, Kürt halkına ve Kürt siyasetine karşı geliştirilmiş bir soykırımdır.
KAPSAMLI BİR SAVAŞ VAR
Bu soykırıma karşı direnen, sokağa çıkıp demokratik tepkisini gösteren insanlara karşı biber gazı başta olmak üzere bütün silahları kullanıyorsunuz. Yeri geldiğinde ise silah kullanıp öldürüyorsunuz. Özgür Taşar; 15 yaşındaki bir Kürt çocuğu! Ne suçu vardı? Peki, bunu vuran herhangi bir yargılanmaya, soruşturmaya veya tahkikata tabii tutuldu mu? Hayır. Şimdiye kadar yüzlerce Kürt çocuğu ve Kürt genci bu biçimde sokaklarda, şurada burada katledildi, hiç birisinin de hesabı sorulmadı. Yani topluma karşı da bir savaş başlatılmış; toplum sindirilmek, düşürülmek isteniyor. Toplum, korkutulmak ve teslim alınmak isteniyor. Önderliği tecrit altında, siyaseti rehin altında, direnenlere karşı ise büyük bir faşizan saldırı var.
Gerillaya karşı zaten yüksek teknolojiye dayalı yoğun bir imha hareketi söz konusu. Şu anda Dersim’de, Amed’de, Şırnak’ta, Hakkari’de, Serhat’ta, her yerde operasyon var mı? Var. İşte bu kapsamlı bir savaştır. Ama bu savaş bir özel savaştır; bu savaş özenle kamuoyuna yansıtılmayan bir savaştır.
BASIN SUSTURULDU, HERKES KORKUTULDU
Dikkat edin, önce basın susturuldu. Herkes korkutuldu, herkese gözdağı verildi. Sadece Kürt halkı değil, Türkiye’de bu faşizan sisteme karşı ses çıkaran herkes susturuldu. Birçok basın mensubu işsiz bırakıldı. İşte bir genç puşi taktığı için 11 yıl hapis cezası alıyor, 2 genç “Parasız eğitim istiyoruz!” diye pankart açtığı için 8,5 yıl ceza alıyor. Bunlarla toplumun en dinamik gücü olan gençliği bastırmak istiyorlar. Gençliği bastırıyorsun; en son havayollarında olduğu gibi işçiyi bastırıyorsun, işten atıyorsun; basın mensubunu işten atıyorsun, işsiz bırakıyorsun! Yani herkesi bir biçimde bastırma suretiyle sonuca gitmek istiyor ve Kürdistan’da yürütülen savaş topluma yansıtılmıyor. İşte en son bir siyasetçi, CHP’li Gürsel Tekin ne dedi? “Son 3 ayda 168 askerimiz öldü” dedi. Doğru söylüyor. Yani savaşı halktan gizleyen yansıtmayan bir tarz söz konusu. Kürdistan’da bir savaş var. Kürt halkını güçsüzleştirme, gerillasıyla, Önderliğiyle, siyasetiyle, gençliğiyle, kadınıyla çökertme, tasfiye etme savaşı var.
* AKP’nin bu savaştaki amacı ve yöntemleri nelerdir?
Evet. Bu 1925’teki Şark Islahat Planı’nın güncelleştirilerek uygulanmasından başka bir şey değildir. Kürt toplumunu iradesiz kılma ve teslim alma faaliyetinin esas kaynağı, o dönemin geliştirilen çeşitli raporlarında ve devlet kararlarında da mevcuttur. Bugünse AKP bunları kısmi üslup ve taktik değişikliği yaparak uyguluyor. Mesela; İttihatçı-Kemalist siyaset döneminde -şimdiki MHP gibi- “Kürtler yoktur, Kürt sorunu yoktur, Kürtler yoktur diyerek herkes Türk’tür” diyerek zorla Türkleşme dayatıldı. Şimdi bunlar, “hayır, ‘Kürtler yok’ demekle Kürt yok olmuyor, Kürtler vardır, kardeşlerimizdir ama onlarda Türk milletidir” diyerek başka bir yoldan aynı kapıya çıkmaktadır. Yani bir üslup değişikliği var. İşte, “Kürtler var, dilini kullanabilir, TV de açabilir, isterse kendi diliyle seçmeli ders de görebilir ama nihayetinde herkes Türk milletidir” diyorlar. Erdoğan, “Tek millet, tek devlet, tek din, tek dil, tek bayrak, tek, tek, tek…” diyerek Hitler döneminin o tekçi-milliyetçi-ırkçı söylemini ikide bir tekrarlamasının nedeni de budur.
Kısaca, daha önce kaba bir biçimde dayatılan asimilasyon ve yok etme sonuçsuz bırakıldığı ve Türk devletinin sömürgecilik politikası iflas ettiği için AKP adeta sömürgeciliğin imdadına koşarak, “sizin yapamadığınızı ben yaparım, hem de daha ustaca yaparım, işte dini kullanırım (Fethullah Gülen dedi ya din tutkaldır diye), işte parayı kullanırım, işte Kürt kardeşliğini de kullanırım (Osmanlı dönemine benzer bir espriyle), böylece Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye eder, Kürtleri de o meşhur deyimle kendime mal ederim” diyor. Zaten “benim Kürtlerim” diyor. Kürtleri kendimize mal etme sözü taa Sultan Abdulhamid’e ait bir sözdür. O da şimdi “ benim Kürt kökenli vatandaşlarım” diyerek kendine mal etme politikası güdüyor. Bu, sömürgeciliğin derinleştirilmiş bir biçimidir. AKP bunu faşist uygulamalarla toplumu sindirerek, iradesizleştirerek gerçekleştirmek istemektedir. İşte bu savaşın esas amacı budur.
KILIÇDAROĞLU’NUN NİYETİ KONUSUNDA BİR ŞEY BELİRTMEK İSTEMİYORUM
* Son günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununa ilişkin girişimiyle birlikte siyasette de farklı bir hava yansıtılmak isteniliyor. Bir nevi bir çözüm olabilecekmiş gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. Sizce, Erdoğan niçin bu randevuyu kabul etti ve “birlikte çalışalım” dedi?
AKP hükümeti Türkiye’de iktidar olmayı önemli oranda istihbarat ve psikolojik savaş yöntemlerine dayanarak gerçekleştirmek istiyor. Bunda medyayı çok iyi ve yaygın bir tarzda kullanıyor. Enformasyonu iyi kullanıyor. Yani bir taraftan en keskin şiddet ve savaşı yaparken öbür taraftan barış demokrasi, özgürlük, vb. söylemleri gündeme hakim kıldırmaya çalışıyor. Bunlar genel anlamda bakıldığında birbirine tezatmış gibi gözüküyor ama esasında tezat değildir; özünde hepsi bir amaca hizmet etmektedir. Şimdi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun hangi amaçla bu girişimi başlatmış olduğu konusunda ben şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. Niyeti hakkında herhangi bir şey belirtmek istemiyorum; Ama bunu AKP’nin hareketimize ve Kürt halkına karşı geliştirdiği bu topyekun savaş çerçevesinde kullanacağı kesindir.
ERDOĞAN, CHP’Yİ YEDEĞİNE ALMAK İSTİYOR
Kılıçdaroğlu’nun bu teklifi adeta imdadına koşmuştur. Bunun için Erdoğan kabul etmiştir. Bunu da psikolojik harp çerçevesinde kullanacaktır. Topluma “sorunu biz çözeceğiz” umudunu verme tarzını hep uyguluyor. Hatta “sorunu çözdüm” bile dedi. Zaten şimdi, “Kürt sorunu yok, PKK sorunu var” diyor. Yani dikkat edelim, Kılıçdaroğlu’nun teklif götürmesini neye bağladı? MHP şartına bağladı. MHP’nin kabul etmeyeceği baştan belli, bunu herkes biliyor. Ama o bunun üzerine “ikimiz birlikte yürütelim” diyerek BDP’yi ve Kürtleri de hedefleyen merkezileşmiş bir siyaseti egemen kıldıracak bir politikaya işaret etti. Açık ki devletin amaçladığı politikası çerçevesinde CHP’yi de yedeğine almak istiyor.
Bana göre Erdoğan’ın kabul etmesi ve o tarz bir üslubu kullanmasının esas amacı kendi konseptinin hizmetine sokmak içindir. Konsepti ise Kürtleri tamamen iradesizleştirme, tasfiye etmedir. Dikkat edelim, uygulamalarda herhangi bir gevşeme var mı? Yoktur. Hatta görüşmelerinin gerçekleştiği gün Van’da en kapsamlı operasyon başladı. Bu, tezat gibi gözükebilir ama tezat değildir. Bu da AKP devletinin geliştirdiği, savaşı perdeleyen, örten bir psikolojik savaş projesine entegre edilmiş olmaktadır.
* Peki, siz yapılan öneriler ve bu çerçevede yürütülen tartışmaları nasıl görüyorsunuz?
Biz, gerçek anlamdaki bir çözüme kapalı değiliz. Eğer gerçekten sorunu çözmek için TC devletinin tüm organları bir araya gelip tartışsa bundan biz gocunmayız. Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunudur. Elbette ki esas olarak Meclis’in sorunudur. Bunu daha önce Başkan Apo da defalarca ifade etti. Sorun TBMM’nin ve TC hükümetinin sorunudur. Sorunu Meclis çözmelidir ama bu konuda samimi yaklaşmadıkları izlenimi ağır basmaktadır. Bize herhangi bir ikna edici, samimi gelen bir tarafı gözükmemektedir. Daha çok tırmanan savaşın amaçlarına ulaşması için yedek bir kuvvet olarak kullanma hesabı var diye düşünüyoruz. Eğer böyle değil de samimi bir tartışma ve çözüm projesi oluşmuş olsaydı o ayrı bir konuydu ama proje nedir, ortada bir proje var mı? Hayır. Laf kalabalığı vardır. Zaten daha önce de aynı parti 3 yıl boyunca “Demokratik Açılım” diye laf kalabalığını hep gündemde tutup içi boş bir söylemle Türkiye kamuoyunu oyalamadı mı? Demokratik açılım projesi neydi, üzerinden bu kadar zaman geçmiş, kimse içeriği hakkında bir şey biliyor mu? Hayır, bilmiyor. Bunlar zaten bu konuda ustalaşmışlar. Toplumu oyalama, beklentiye sokma ama esas amaçlarına da farklı araçlarla gitme yöntemini hep uygulamaktadırlar. Şimdi onlar başlattığı bu savaşla sonuç almayı önüne koymuşlar. Bu açıdan bizim bu tür görüşmelerden herhangi bir beklentimiz yoktur ama gerçekçi bir yaklaşım söz konusu olursa o ayrı bir şeydir.
* Gerçekçi yaklaşım nasıl olabilir?
Şimdi bakın. 4 kolda saldırı ve savaş var. Bir, İmralı’da; iki, siyasi alanda; üç, Kürt halkına karşı her gün gaz, cop ve öldürme; dört, gerillaya karşı. Bu dört cephede hükümet politikasını değiştirir ve bu yürüttüğü savaşın verdiği zararı telafi etme yöntemine giderse biz o zaman inanırız. Bu dört cephede de savaş yürüyecek ama öbür taraftan da “çözüm geliştireceğiz” diyecekler. Halkımız buna inanmaz. Çünkü Kürdistan’da her şey açık, ayan beyandır. Bir de bu konuda öncelikle pratik adımlara ihtiyaç vardır. Bizim lafa karnımız tok. Kürt halkı tarih boyunca hep oyalanmış, söz verilmiş, sözler yerine getirilmemiş bir halktır. Hep kalleşlikle karşılanmış. Dolayısıyla biz söyleme değil pratiğe bakarız. Pratikte de bakıyoruz şimdi savaş var. Dikkat edin, savaş da son hafta içerisinde tırmandırılmıştır; son hafta içerisinde 267 kişi gözaltına alınmış ve bunların 111’i tutuklanmıştır. Şimdi bu büyük saldırının tozu, dumanı içerisinde bir de çözüm söylemleri ortaya atılıyor. Bunlar ne yazar ki? Önemli olan pratiktir.
ATALAY DEMOGOJİ USTASI, SÖYLEDİKLERİNİN TEMELİ YOK
* Bu durumda Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, “Kuzey Irak’ta tartışmalar var, hatta silahsızlandırmaya kadar gidecek bir tartışma var, ABD de işin içinde” şeklindeki söylemi de aynı şeye mi hizmet ediyor?
Gayet tabii. Beşir Atalay bu konularda ustalaşmış bir kişidir. Demagoji ustası denilebilir ona. Yani olmayan bir şeyi oluyormuş gibi göstermede, gerçekçi bir şeymiş gibi bir ifadeye kavuşturmada çok usta bir kişilik. Söylediği sözlerin hiçbir temeli yoktur. Biz Güney Kürdistan’da ABD ile birlikte neyi tartıştıklarını bilmiyoruz. Bu, bizim dışımızda bir şey. Bizim dışımızda zaten öteden beri çok çeşitli senaryolar tartışılmıştı. Şimdi de neyi tartıştıklarını bilemeyiz ama sanki gerçekten böyle bir şey olacakmış gibi yansıtması, tamamen demin belirttiğim gibi Kürt Özgürlük Hareketini ve Kürt toplumunun iradesini kırarak tasfiye etme konseptinin farklı bir versiyonla besleme, toplumda çözüyoruz beklentisini yaratmaya dönük bir psikolojik harp uygulamasıdır. Gerçekte böyle bir durum yok. Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi’nin saldırı altında olduğu böylesi bir dönemde yumuşatıcı herhangi bir gündemin sözle ya da bilmem farklı zeminlerde tartışmayla gelişmesinin mümkünatı yoktur.
İMRALI SOLLANARAK HERHANGİ BİR YUMUŞATICI ADIM ATILAMAZ
Her şeyden önce herkes şunu çok iyi bilmeli: En başta Başbakan Erdoğan çok iyi bilmeli, Başkan Apo İmralı’da tecrit ve psikolojik işkence altında bulunduğu müddetçe hiç kimse, hiçbir Kürt siyasetçisi, ne ben ve PKK olarak biz, ne Sayın Mesut Barzani, ne Sayın Celal Talabani, ne de başka bir kimse kalkıp da İmralı’yı sollayarak herhangi bir yumuşatıcı adım atamaz. Bu konuda kesin ve net bir biçimde belirtiyorum: Biz sorunu barışçıl yöntemlerle çözmek için yapılması gereken şeyleri yaptık. Top bizde değildir, top AKP’dedir. Erdoğan ise topa vurarak savaş sahasına atmıştır. Biz geçen yıl bu ayda Başbakan’ın gündemine sunulan protokollerle yapılması gerekeni yaptık. Onların cevabı ise bize savaş olmuştur ve eğer AKP Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa AKP veya CHP, TC devleti ve kurumları gerçekten sorunu çözmek istiyorlarsa bu sorunu Türkiye’nin de hassasiyetlerini dikkate alma temelinde çözme gücüne sahip tek kişi Başkan Apo’dur. Başkan Apo’yu tecride almışlarsa başka kim çözebilir ki? Hiç kimse çözemez. Başkan Apo’nun sunmuş olduğu çözüm protokolleri, TC devletini demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözecek en makul ve en gerçekçi çözüm projesidir. Kimse onu aşan herhangi bir proje geliştiremez. Bunun böyle bilinmesi lazım.
10 BİN KİŞİ İÇERDEYKEN, TECRİT SÜRERKEN NE DİYEBİLİRİZ Kİ?
Eğer çözmek istiyorsanız (ki birçok çevre geliyor bize de başvuruyor, “yumuşatmak lazım, yumuşatıcı yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor” diyorlar, biz çözmek isteyen bütün çevrelere saygı duyuyoruz) biz PKK olarak sorunun elbette ki barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümünden yanayız. Ama hiçbir biçimde biz baskıya boyun eğemeyiz. Eğer sorun çözülmek isteniyorsa bu konuda adım atması gereken biz değil Türk devleti ve hükümetidir. Onlar savaşı bize karşı başlatmış, her yerde bize karşı saldırı vardır. Yani 10 bin kişi içerdeyken, Başkan Apo 11 aydır ağır bir işkence altındayken biz ne diyebiliriz? Biz sadece direnebiliriz. Bu açıdan eğer çözüm istiyorlarsa bizim temsilcimiz -ki tüm Kürtler, ilgili kurumlar da bunu ifade etmişlerdir- Başkan Abdullah Öcalan’dır. Başkan Abdullah Öcalan’ın da üç şartı vardır. Bu şartlar da sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme koşullarının yaratılmasıdır. Bunlar temin edildikten sonra kendisi görüşme yapabilir.
Artık İmralı koşullarında görüşmelerin de sonuç vermeyeceği anlaşılmıştır. İmralı koşullarında yapılacak olan görüşmenin de eskinin bir tekrarı olacağı açıktır. Koşullar değişmiştir, dolayısıyla artık İmralı koşullarının dışında Kürt Halk Temsilcisi olarak Başkan Apo görüşmeleri sürdürebilir, bu sorunu çözebilir. Çözüm yolu budur. Ben “birden bire bu kararı alın” demiyorum; düşünün, tartışın. Görüşme mi yapıyorsunuz, mecliste ortak platform mu oluşturuyorsunuz, Akil Adamlar Komisyonu mu oluşturuyorsunuz; her ne yapacaksanız yapın. Yapmazsanız o zaman biz de başımızın çaresine bakabiliriz.
STATÜ ALARAK TÜRKİYE İLE BİRLİKTE YER ALMAK İSTİYORUZ
Bugün herkesin malumudur, Ortadoğu kaynıyor, Ortadoğu’da sistem çöküyor ve bir yeniden yapılanma süreci gündemdedir. Biz Kürtler de bu süreçte statü alarak Türkiye ile birlikte yer almak istiyoruz. Ama Türkiye bunu kabul etmez ve reddederse biz o zaman farklı yol ve yöntemlerde tabii ki derinleşmeyi esas alacağız.
Bakın, açık konuşuyoruz, samimi konuşuyoruz; içinde siyaset yoktur, net koyuyorum: Bunun imkanları vardır. Öbür yandan, “PKK’yi zayıflatacağız, PKK’nin bilmem Kuzey Irak’ta zemini daralmıştır, yok uluslararası koşullarda daralmıştır” gibi senaryolarla kimse kendisini yanıltmasın. PKK’nin imkanları ve olanakları şimdi daha fazladır, yüksek düzeyde savaşabilecek direnebilecek bir güçtedir. Kürt halkı gencinden yaşlısına kadar bir bütün olarak öyle AKP’nin bu zulmüne karşı boyun eğecek durumda değildir. Kürt halkı kararını vermiştir, PKK de buna öncülük edecek güç ve kudrete sahiptir. Mevcut durumda bu geliştirilen insanlık dışı uygulamalara, bu saldırılara karşı direnmek bizim boynumuzun borcudur. Siz zaten bunun dışında bir yol bırakmadınız. Kürt halkı sizin bu faşizminize, bu zulmünüze boyun eğemez. Hiç kimse saldırıların bu kadar pervasızlaştığı bu ortamda PKK’den cevap verme hakkını kullanmamasını isteyemez. Bizim bu saldırılara karşı cevap verme hakkımız meşrudur. Biz saldıran taraf değiliz. Kürdistan gerillası saldıran taraf değildir; gelişen yok etme operasyonlarına karşı direnme hakkını kullanmaktadır ve kullanacaktır. Ve biz gerilla olarak, halk olarak, Kürdistan kadını, gençliği, bütün toplumsal kesimlerinin bu direnişi etrafında kenetlenerek zafer kazanacağına her zamankinden fazla inanıyoruz.
ARTIK FİNAL SÜRECİNİ YAŞIYORUZ
Artık mücadelemiz 4. stratejik mücadele aşamasına gelmiş bulunuyor, final sürecini yaşıyor. Artık başarıya kilitlenerek kendi öz gücümüze dayanarak çözüme gidebilecek mücadele biçimini ortaya koymak durumundayız. Bu açıdan saldırılara karşı bizim direnişimiz sadece direnmekle kalmayacak, aynı zamanda başarıyı getirecek bir direniş olarak gereken cevabı verecek durumdadır. Bu konuda işte gerillanın yaşadığı bazı yetersizliklere dayanıp da kış boyu noktaların tespit edilmesi temelinde bazı darbeleri vurmayla kendilerine zafer senaryolarını oluşturan bütün o savaş teorisyenleri boşa çıkacaktır. Kürdistan gerillasının 30 yıllık tecrübesi vardır ve tüm Kürdistan coğrafyasında hareket olanağı ve hakimiyeti vardır. Hiçbir güç, hiçbir ordu düzeni ve hiçbir kontrgerilla faaliyeti Kürdistan’daki gerillayı yenemez.
KİM BU GERİLLAYI DURDURABİLİR?
Şimdi AKP kontrgerillaya bel bağlıyor. Yani daha çok istihbarata, yüksek teknolojiye ve psikolojik harp yöntemlerine dayanan kontrgerillanın sonuç alacağını düşünüyor. Bunun için özel ordu kurmuş, özel harekat polisi var, özel mahkemeler var. Yani özellerle özel bir savaş yürütüyor. Bu özel savaşla Kürt halkının direnişini kıracağını hesaplıyor. Ancak tarih bu hesabın tutmayacağını bir kez daha gösterecektir. Onlar kendilerini bir ölçüde yenilemiş olabilirler biz daha fazla kendini yenileyebilme yeteneğine sahip bir hareketiz. Gerillanın 30 yıllık tecrübesi vardır, yoğunlaşması vardır ve bir de kararlılığı ve amaca kilitlenmiş fedai ruhu vardır. Kim bu gerillayı durdurabilir. Kısaca biz köklü ciddi bir çözüme açığız. Çözüm koşulları az önce belirttiğim gibidir ama biz saldırılara karşı da meşru müdafaa hakkımızı kullanma temelinde sonuna kadar direneceğiz ve bu direnişi başarıya taşıma noktasında hedefe kilitlenerek sonuca gitmeyi başaracağız.
Bizim bu konuda propaganda yaptığımızı, işte bilmem fazladan şeyler söylediğimizi düşünenler varsa uygulamalarla sonuçları görürler. Başka bir şey belirtmek istemiyoruz. Biz hep barış dedik, çözüm dedik; bunun için Önderliğimiz çok yönlü çabalar gösterdi. En büyük çabayı Başkan Apo gösterdi, ancak şimdi Başkan Apo’ya reva görülen uygulamayı görüyoruz. Daha ne diyebiliriz ki! Bütün halkımız, bütün yurtseverler, bütün samimi dostlar, çözümden yana olan bütün kesimler şunu çok iyi bilmeli; biz çözüm istiyoruz. Biz Türkiye’nin birliği çerçevesinde Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde Demokratik Özerklik perspektifini esas alıyoruz. Ancak Türkiye buna gelmezse biz direnen bir halk olarak başımızın çaresine bakmak zorundayız. Dolayısıyla bizi öyle kendine mahkum kılmaya çalışan, bize köleleşmeyi dayatan sömürgeci uygulamalardan vazgeçilmelidir. “Vururum, hizaya getiririm, sopayla yola getiririm” uygulamalarından vazgeçilmelidir. Ne İmralı’daki zorba uygulama, ne Kürdistan caddelerinde polisin yürüttüğü zorbalık, ne Kürt siyasetinin haksız hukuksuz yere alınıp rehin tutulması, ne de gerillaya karşı geliştirilen imha operasyonları sonuç almayacaktır. Kürt halkı her yerde direnecek ve bu direnişi de zafer kazanacaktır.
VAN ADETA İKİNCİ AMED OLMA DÜZEYİNE GELDİ
* Peki, Van merkez ve ilçelerindeki belediye başkanları ile BDP yöneticilerine böyle bir yönelimin özel bir amacı var mı?
Evet, bizce özel bir amacı vardır. Biliyorsunuz, bugün de hem Hakkari’de, hem Doğubayazıt’ta hem de Bursa’da siyasi soykırım saldırısı devam etti 30’dan fazla kişi gözaltına alındı. Birçok insanımızı haksız yere tekrardan gözaltına aldılar. Çok ciddi, boğaz boğaza bir hesaplaşma ve bir savaş durumu siyasal alanda sürdürülmektedir.
Şimdi Van’a yönelimleri planlı bir yönelimdir. Her şeyden önce Erdoğan, Van Belediyesi’nin AKP’den alınmış olmasını hiçbir zaman hazmedemedi. Bunu sanırım 1-2 kez konuşmalarında da ifade etti. Bunun için Van her zaman AKP’nin hedefleri arasında. Genelde ise Van Serhat’ın kapısıdır. Serhat’ın kitlesi yurtsever siyasete dönük bir tırmanış içerisindedir. Ben Serhat kitlesinin yurtseverlik mücadelesinin giderek tırmanacağını düşünüyorum. Van bu konuda bir merkez rolünü oynuyor. Van işte adeta ikinci bir Amed olma düzeyine geldi. Devlet bundan ciddi kaygılar duymaktadır. Çünkü devletin politikası Kürt yurtseverliğini Karacdağ’ın ötesine geçirmemek. Bunun için başta Urfa olmak üzere birçok şehre dönük çok özel uygulamalarda bulundular. İşte GAP projesi, vb. şeylerle, bir barajlama hattını Urfa, Adıyaman, Elazığ, Bingöl, böyle Serhat’tan hatlar oluşturup Kürt yurtseverliğini Amed, Mardin ve Botan’la sınırlama politikası doğrultusunda bu kenar alanlara yönelme durumu vardır. Aynı özel politika Dersim’e dönük de sürdürülmektedir. Yine Serhat vilayetlerine dönük çok özel bir uygulaması vardır. Bu konuda Serhat halkının son yıllarda göstermiş olduğu kalkış ve direniş bu politikayı yırttı. Bunda Van’ın önemli rolü var. Bir bu yanı var.
AKP DEPREMİ FIRSAT BİLİP VAN’I BOŞALTMAK İSTEDİ
İkincisi ise Van’da bildiğiniz gibi geçen yıl acı bir olay yaşandı; bir deprem yaşandı. AKP bunu fırsat bilip Van’ı boşaltmak istedi. Van halkını adeta yaşamından bezdirmek istedi. Aç bırakarak o kış ortasında soğuk içinde bırakarak teslim almak istedi. Yurtsever Van halkı buna karşı direndi. Bu direnişte Van Belediyesi’nin ve Bekir Kaya’nın belli bir rolü olması gerekir ki onu da hedeflediler. Sadece onu değil Van’da Kürt siyasetinin direnen kadrolarını, yine çevre belediyelerin kimlikli duruşunu hedefleyen topyekun bir yönelim durumu söz konusudur. Aslında bunun amacı adeta Van’da ikinci bir depremle Van’ı düşürmektir, Van yurtseverliğini tasfiye etmektir. Van halkı daha depremin yaralarını sararken, -ki bu yaraları sararken Van belediye başkanının belli bir rolü ve işlevi vardır. Bunu AKP de dahil olmak üzere herkes biliyor- darbeleyerek, bu insanları tutuklayarak Van halkını acılarıyla baş başa bırakmaya ve onlara tek yol olarak gelip AKP’e ye teslim olmaya, ya da Van’ı terk etmeye, Serhat’ta yükselen yurtseverlik direnişini böylece darbelemeye dönük bir konsepttir bu. Bu, çok ölçülmüş, biçilmiş ve ardından uygulamaya konulmuş bir konsepttir. Bu, çok hayinane, çok alçakça bir şekilde Kürt yurtseverliğini tasfiye etme politikasıdır.
İşte basında “Van’ı istiyorum, Amed’i istiyorum” diyen Başbakan’ın sözleri de var ama esasında daha derin bir sömürgeci amaç taşıyan bir politikanın sonucu bu insanlar tutuklanmışlardır. Neymiş? KCK üyesiymiş. Ne alakası var? Kim demiş orada KCK var. Varsa bizim bilgimiz yok, o zaman onlar biliyorlarsa nerede nasıl oluşmuş bu KCK, açıklasınlar? Tamamen safsata. Amaç bu insanları alıkoymak ve toplumu sindirmektir. Biliyorsunuz aynı çerçevede bugün Doğubeyazıt’ta da yönelim oldu, zaten daha önce Kars’ta yönelim olmuştu, bugün Hakkari’de de oldu. Mesela Hakkari’ye yönelim onlarca kez gelişmektedir.
ERDOĞAN KENDİSİ NE YAPIYORSA KARŞITINI ONUNLA SUÇLUYOR
* Başbakan, Hakkari ve Amed halkının AKP kongrelerine ilgisizliği ve tepkisini de eleştiri konusu yaptı…
Elbette ki ciddi rahatsızlığı vardır. Şimdi şöyle bir şey var. Başbakan bir taktik yürütüyor. Kendisi neyi yapıyorsa karşıtını onunla suçluyor. Yaptığı uygulamadan başkasını sorumlu gösteriyor. Örneğin; “zulümle abad olunmaz” diye bir sözü vardır. Tamam da zulüm yapan kendisidir. Şimdi Allah aşkına Kürdistan’da yaptığı zulüm değil de nedir? Zulüm siyasetini yürütüyor ve zulümle abad olmak istiyor. İşte sürekli Hakkari’yi gündeme getiriyor. Yurtsever Hakkari halkının aldığı demokratik tutumu görmek istemiyor. Hakkari halkı dayattığı tekçi anlayışı kabul etmiyor. Bu yüzden kimse AKP’nin kongresine katılmamıştır. Şimdi orada Hakkari halkının vurduğu bir tokat var bunu farklı gösteriyor. “Orada PKK’nin BDP’nin baskısı olmuş, insanlar perde arkasından beni seyretmiş” diyor. Yani orada kendi siyasi gerçeğini göreceğine baskıyla izah edip işin içinden çıkıyor. Amed halkının verdiği bir ders vardır. Hatta AKP tabanının dahi katılım göstermeyerek verdiği bir mesaj vardır. Bu mesajı doğru okuyacağına “BDP’nin, PKK’nin baskısı olmuştur” diyerek işin içinden çıkmaktadır.
İNSANLAR HER GÜN 650 BİN POLİSLE TEHDİT EDİLİYOR
Elinde 650 bin polis var. Bu polis Kürdistan’da her gün cinayet işliyor, her gün insan dövüyor, her gün terör estiriyor, her gün insan tutukluyor. Elinde yargısı var, 10 bin kişiyi tutuklamış, herkesi korkutmuş. Demin de belirttiğimiz gibi Türkiye de basın organlarına, iş çevrelerine, işçi sınıfına, öğrenci kesimine, kadın kesimine, herkese yönelmiş, herkesi ürkütüyor, korkutuyor, şimdi kalkıp diyor ki, “PKK tehdit ederek, toplumu ürküterek, korkutarak oy toplamış.” Bu kadar çarpıtma olamaz. El insaf. Senin de elinde bu kadar imkanın var, gücün var; her gün milletin başında cop sallıyorsun. Nasıl oldu da PKK bu kadar baskıyı aşacak bir baskı uyguluyor da kimse görmüyor. Açık ki kendisi baskı uyguluyor, bizleri baskı uygulamakla suçluyor.
Kendisi zulüm yapıyor, faşizm uyguluyor, tutup komşu ülkeleri, bilmem İsrail’i, bilmem Suriye’yi zulüm yapmakla, katliam yapmakla suçluyor. Sen kendin de ülkende zulüm uyguluyorsun, katliam yapıyorsun. Bu kadar Kürt genci öldürüldü, hiçbirisinin faili yargılandı mı? Hayır. Yani kendi yaptıklarını başkasına yükleme. Yavuz hırsız misali denilene en iyi örnek herhalde budur. Türk devletinin Kürt halkına karşı yapmadığı kalleşlik kalmamıştır, kalkıp bizi kalleşlikle suçluyor. Yani taktiği odur; neyi yapmışsa karşıdakini onunla suçlama taktiğidir. Kürdistan’daki sömürgeciliği böylece örtmeyi hedefleyen bir taktik girişimidir. Kısaca aslında Amed ve Hakkari halkının verdiği cevap açık ortadadır. Onu göreceğine onu farklı yorumlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Hayır. Kürt toplumu artık bir tavır alıyor. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu Kürt halkının iradesidir. Bu iradeye saygısızca yaklaşıp “baskı altında bunu yapıyorlar” diyerek bu iradeyi görmemek sizi bir yere götüremez.
KOMŞULARLA SIFIR PROBLEM, TÜMDEN PROBLEME DÖNÜŞTÜ
Şimdi nihayetinde Türk devletinin yaptığı bu zulme karşı Kürdistan Özgürlük Hareketi elbette ki direnecektir. Bu direnişi başarıya taşımak için bölgesel, uluslararası ve yine örgütsel koşullarımız müsaittir. Halkımız güvenle bu sürece yaklaşmalı. Bu süreç bizim kazanacağımız bir süreçtir. AKP’nin yaşadığı telaşın kaynağı da budur. AKP bölge için “komşularla sıfır problem” dedi, o sıfır problem tümden probleme dönüştü. Politikasında başarısızdır. Mevcut bölgede yaşanan gelişmeler ve ülkemizdeki bu faşizan zulme karşı halkımızın mevcut duruşu Kürdistan halkının geleceğinin parlak olduğunu göstermektedir.
ZULÜM DİZ BOYU AMA DİŞİMİZİ SIKALIM
Biliyorum, zulüm diz boyudur. Birçok insanımız bugün zindana atılmıştır, onların aileleri ve çocukları vardır, perişan da olabilirler. Ama dişimizi sıkalım, direnişi daha da yükseltelim. AKP faşizmine karşı Türk sömürgeciliğine karşı sadece gerilla direnişi değil her yerde ve her zeminde direniş göstererek bu faşizan uygulamaları geriletmeyi hedeflemeliyiz. Biz bunu geriletebiliriz. Çağımızda yeryüzünde hiçbir yerde 40 milyon insanın anadilde eğitim hakkı yasaklanmamıştır. Hiçbir yerde 40 milyonluk bir toplum statüsüz değildir. Bizim istediğimiz meşru haktır. Halk olmaktan kaynaklı olan doğal haklarımızı istemekteyiz. Kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Haklıyız ve kazanacağız. Buna güvenmeliyiz, buna inanmalıyız. Halkımız her yerde direnmeli. Yurtsever direnişçi Kürt kadını, sevgili yurtsever anneler, yurtsever-demokratik Kürt gençliği, bütün toplumsal kesimler bu dönem direnişle kazanılacak bir dönemdir. Direnişin sonuca gideceği bir dönemdir ve direnmek bir onurdur. Onurlu duruşu bu dönemde mutlaka göstermeliyiz. Bugün Van’da yapılan zulme, yapılan büyük hakarete, başta Van belediye başkanı ve diğer belediye başkanları ile Kürt siyasetçilerinin tutuklanmasına karşı Van halkının 3 günden beri sergilediği direniş çok anlamlıdır. Bu direnişi selamlıyorum. Bu direnişi destekleyelim, etrafında kenetlenelim, Van Belediyesi’nin önündeki direnişi güçlendirerek, süreklileştirerek genelleştirelim. Biz Kürt halkı olarak bu zulme “Êdî Bes e!” diyelim. Benim bütün Kürt yurtseverlerine çağrım budur; direnerek kazanacağımız bir döneme gelmiş bulunuyoruz. Van halkının gösterdiği direnişi yalnız bırakmayalım bu direnişe sahip çıkarak güçlendirelim.
DİRENİŞ İÇİNDE OMUZ OMUZA VEREREK KARDEŞLİĞİ PEKİŞTİREBİLİRİZ
Yine AKP’nin tek yanlı bir biçimde geliştirdiği faşizan uygulamaların tüm Türkiye emekçi sınıfları ve demokrasi güçleri üzerinde kendisini hangi düzeyde hissettirdiğini iyi biliyorum. Ama Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve emekçi kesimlerin şunu iyi bilmesi gerekir; Kürt halkının bugün AKP’nin bu faşizan uygulamalarına karşı göstermiş olduğu direniş Kürt halkı açısından çok onurlu ve şerefli bir direniş olurken aynı zamanda Türkiye demokrasisini temsil eden bir direniştir. Bunun için Kürt halkının bu zulme karşı geliştirmiş olduğu direnişi Türkiye cephesinde de katılım göstererek genelleştirelim ve demokratik ortak özgür vatan inşasında omuz omuza mücadele yürütelim. Türkiye’de demokrasiden yana olan bütün samimi dindarların, samimi solcuların, samimi demokratların, Kürt halkının bu özlü, onurlu, şerefli direnişiyle ortaklaşarak güzel günlere doğru giden bir Türkiye’yi yaratma görevi vardır. Biz bu anlamda Türkiye’deki tüm barış ve demokrasi yanlısı kesimleri Kürt halkının yürüttüğü direniş mücadelesiyle dayanışmaya çağırıyoruz. Kardeşlik ancak bu platformda olabilir. Yani direniş içerisinde omuz omuza vererek kardeşliği pekiştirebiliriz. Yoksa sömürgeci temsilcilerin kardeşlik naraları biz biliyoruz ki bize mermi, top ve uçak olarak dönmektedir. Kürt halkı bunu onyıllardan beri biliyor ama temiz-sade kardeşliği arıyor. Bu konuda umudunu yitirmemişse ne ala. Bugün ortak mücadele koşulları her zamankinden daha fazla gelişmiş bulunuyor. Bu açıdan hem Türkiye demokrasi güçlerini hem de demokratik-yurtsever tüm Kürt kesimlerini AKP’nin halkımıza karşı geliştirmiş olduğu bu topyekun savaş saldırılarına karşı direnmeye, boyun eğmemeye ve direnişi sürdüren Kürt siyasetçilerini yalnız bırakmamaya çağırıyorum.
KÜRT SİYASETİNİN ERKENDEN ÇÖZÜLECEĞİNİ SANIYORLARDI
* Kürt siyasetçilerinin direnişinden bahsettiniz. Bu direnişin geldiği boyutu açar mısınız?
Bugün gerçekler çok daha netleşmiş bulunuyor. 3 yıldan bu yana Kürt siyasal demokratik sivil siyasetine karşı AKP’nin geliştirdiği bir rehin alma operasyonu, siyasal soykırım operasyonu söz konusudur. Bugün 8 bine yakın Kürt siyasetçisi zindana atılmış ve rehin olarak tutulmaktadır. Gerek zindanda bulunan tüm Kürt siyasetçilerinin bugüne kadar sergilemiş oldukları onurlu tutum, gerekse de dışarıda bulunan parlamenterlerin, belediye başkanlarının ve yine değişik düzeyde rol üstlenen Kürt siyasi aktivistlerin ve kadroların sergilediği direniş gerçekten çok anlamlı bir direniş olmuştur. Bugün Kürt siyaseti BDP şahsında kendisini kanıtlayan bir pratik sergilemiştir. Hakkını vermek gerekiyor. Bu insanlar bizler gibi, belki militan koşullara imkanlara sahip olmamasına rağmen Türk devletinin siyasal soykırım uygulamalarına karşı boyun eğmeden yurtseverlik çizgisinde bir duruşu geliştirmişlerdir. Bu siyasal soykırımı yürüten odaklar, yani Gülen ve AKP koalisyonu, esas olarak Kürt siyasetinin erkenden çözüleceğini, dağılacağını, birbirine gireceğini bekliyordu. Hesapları buydu. Ancak gerek cezaevindeki gerekse de dışarıdaki Kürt siyasetçilerinin yürütülen bu faşizan uygulamalara karşı göğüs germesi, cesaretli ve kararlı bir direnişi sergilemesi, kendi halkının yanında yer alması, değerleriyle bağlarını güçlendirmesi ve şehitlerine sahip çıkması çok anlamlıdır.
VAN’DA KÜRT SİYASETÇİLERİ DİRENİŞTEKİ KARARLILIKLARINI ORTAYA KOYDU
İşte en son Van’da gördük, Kürt siyasetçilerinin yaptıkları konuşmalar ve sergiledikleri tutum var. Gerek Aysel Tuğluk’un, gerekse de Osman Baydemir’in, Özdal Üçer’in, yine Esat Canan’ın basına yansıyan konuşmaları var. Direnişte ne kadar kararlı olduklarını ortaya koyuyorlar. O zaman halkımız da siyasetçilerini yalnız bırakmamalı, sahip çıkmalı, etrafında kenetlenmeli. Kürt halkının kazanması ancak böyle gelişebilir. Bu anlamda Kürt siyasetçilerinin özellikle de bu dönemde gerek cezaevinde sergiledikleri duruş, gerek Kürtçe anadil savunma hakkı konusunda sergiledikleri tutum ve gerekse de faşizan uygulamalara karşı cesaretlice aldıkları tavır çok anlamlıdır. Tarihte ilk kez olan bir şeydir.
Kenetlenme, birlik olma, birbirini sahiplenme olduğu müddetçe biz hiçbir zaman gerilemeyiz; ilerler ve kazanırız. Kürt halkı bunu bilmeli. Artık Önder Apo’nun çizgisinde Kürt siyaseti de yasal siyaseti, sivil siyaseti, genel siyaseti ve gerillası sivili bir eksende birleşmişse bu başarının işaretidir. Bu eksen Önder Apo eksenidir. Biz bununla zafere gideriz, başarıya gideriz. Onların çılgınlığı başarısızlıklarının verdiği bir çılgınlıktır. AKP başarısız kalacaktır. Başarı kesinlikle onurlu ve şerefli direnişi gerçekleştiren Kürt halkının ve bu halkın öz evlatlarının sergiledikleri kahramanlık direnişinin olacaktır. Kısaca Kürt siyasetinin sergilediği tutum çok anlamlıdır.
CEZAEVLERİNDEKİ BARIŞ GRUBU ÜYELERİNİ SELAMLIYORUM
Ben buradan şunu da söylemek istiyorum; barış gruplarını buradan bizzat ben örgütleyip gönderdim. Şimdi barış gruplarında gönderdiğimiz o arkadaşlar ceza aldılar ve davalarına yüksek bir kararlılıkla olan bağlılıklarını mahkeme salonlarında da gösterdiler. Bu çok anlamlı ve değerli bir tutumdur. Barış grubu olarak gidip şu anda cezaevinde olan tüm devrimci-demokratları selamlıyorum, onların duruşunu takdir ediyorum.
Dikkat edilirse, Kürt halkı her cepheden çok güzel örnekler sergilemektedir. Bütün bunlar Kürt davasının artık sonuca doğru gittiğinin işaretleridir. Eğer sömürgecilik bugün bu kadar telaşa düşmüşse onun nedeni de budur. Zafer artık mutlak bir biçimde Kürt halkının olacaktır. Kürt halkının davası haklıdır, çizgisi ve yolu doğrudur. Bu nedenle bu dava başarıya da gidecek, hiçbir güç bu başarılı yürüyüşün önüne geçemeyecektir.
KÜRT SİYASETİ BU DÖNEMDE HİÇBİR FİRE VERMEDİ, BU BİR BAŞARIDIR
* Erdoğan’ın Kürt siyasetine karşı bu kadar öfkeli açıklamalar yapmasının esas nedeninin de bundan kaynaklı olduğunu mu anlamak gerekiyor? Erdoğan en son BDP ile MHP’yi bir kefeye koyarak “morg önünde nöbet tutmayı bırakın” diyerek ağır saldırılar yaptı. Bütün bunların nedeni sözünü ettiğiniz direnişin sergilenmesinden midir?
Elbette ki öyle. Onlar kendi halkının yanında yer aldıkça sömürgeciliğin temsilcileri tabi ki onlara karşı öfkelenmektedir. Kürt siyasetinin bu dönemde başardığı en önemli şey halkının yanında yer alarak direniş sergilemesi ve birliğini muhafaza etmesidir. Dikkat edin hiç fire vermemesi önemli bir başarıdır. Demek ki, bu mevcut direniş süreci ve Kürt halkının Önder Apo etrafında kenetlenerek yürüttüğü yol, doğru bir yoldur. Herkesin tam kenetlendiği bir yoldur ve Kürt siyaseti de bu eksende ilk kez güçlü bir direniş ve birlik ruhuyla mücadelede yerini almış bulunmaktadır. Gerektiği yerde öncülük yapabilmeyi önüne koymuş bulunmaktadır. Bu açıdan bu önemli bir duruştur ve bu duruştan dolayı da tabi ki sömürgecilik tarafından tepki ile karşılanmakta ve çeşitli saldırılara maruz kalmaktadırlar.
O MORGLARIN CENAZE DOLMASINA YOL AÇAN KİM?
Şimdi “morg nöbetini bırakın” demek de ayrı bir şeydir. Peki, o morgların cenaze dolmasına yol açan kim? Kimin talimatı ile bu savaş oluyor? Kim morgların Kürt ve Türk gençlerinin cenazeleriyle dolmasını kendi talimatı ile yol açıyor? Erdoğan değil mi? Bakınız, Kürt sorununun çözüm zirvesi tam da geçen yıl bu ayda -ki yarın 12 Haziran seçimlerinin yıldönümüdür- 15 Haziran önemli bir tarihti. Niye önemli bir tarihti? Çünkü Erdoğan’ın protokollere cevap vermesi gereken bir tarihti. Ama 12 Haziran Seçimleri’nden aldığı sonuçla sarhoş olarak cevap vermeyi bir yana bırak, bize karşı savaş ilan etti. Yani eğer bugün morglar doluyorsa, bu tamamen Erdoğan’ın kararı ve duruşu sonucu gerçekleşmektedir. Bu konuda değişik zamanlarda bizi de suçlayan davranış ve tutumları olmaktadır. Yine birçok Türk basın kuruluşu aynı yönde çeşitli teraneler yazmaktadır ama gerçek öyle değildir. Biz barış ve çözüm istedik. Biz çözüm için çıtaları en olması gereken noktalara çektik. Bunun için ciddi çabalar sergiledik. Önder Apo yıllardır bunun için çaba sergiliyor. Türk-Kürt birliğini teorileştiren, bunun teorisini kuran, demokratik cumhuriyet eksenini bir teorik bilince dönüştüren Başkan Apo’dur ve biz bunu samimice uygulamak istedik.
BU SORUN SENİN YÜZDE 50 OY ALMANLA ÇÖZÜLMEZ!
Ama neyle karşılaştık? Saldırıyla karşılaştık. Bir kere bu KCK Operasyonları adı altındaki operasyonlar durmadı. Kürt halkına karşı yapılan zulüm durmadı. Yani AKP kendini aşırı abarttı. Erdoğan, artık gücünün her şeye kadir olduğunu sandı. Ama Kürt sorunu toplumsal bir sorundur. Cumhuriyetten önce de Osmanlı döneminin son yüzyılında gündemdeydi ve Cumhuriyetten bu yana da Kürt sorunu çözülmemiş bir sorun olarak Türkiye’nin gündemindedir. Bu sorun senin %50’den fazla oy almanla çözülmez. Bu toplumsal bir sorundur. Ciddi bir sorundur. Ciddiyet istiyor. Ama Erdoğan tek başına her şeyi çözebileceği kanaatine vardı. Kimseyi tanımaz oldu, kimseyi ciddiye almaz oldu. Her önüne geleni tehdit etti, her önüne gelene laf çattı. Her önüne gelene saldırı yaptı. Tüm Türkiye’de bu açıkça görülüyor. Herkes önünde diz çöktü ve bize de diz çökerteceğini sandı. Biz diz çökmeyiz. Biz bir halkız ilkeleri uğruna her şeyi feda etmeyi göze alan bir hareketiz. Çözüm istiyorsanız Kürt halkını siyasal irade olarak tanıyın ve öz yönetim hakkını tanıyın. Kürt halkının yürüttüğü mücadele haklıdır. Öyle terörizm ile suçlayarak bir kenara atamazsınız.
Bu haklı davada hareket içerisinde ve Kürt gençliğinde gözünü kırpmadan canını feda edecek binlerce fedai vardır. Buna en çarpıcı örnek, en son fedai eylemi gerçekleştiren ve engel tanımaz bir tutumla sonuca gitmeyi hedefleyen Andok (Ramazan Yılmaz) ve Êrîş (Cengiz Özek) arkadaşlardır. Bu arkadaşların cenaze töreninin Gever ve Farqîn’de görkemli bir biçimde yapılmasına tahammül edemeyen AKP polisi törene saldırdı ve Özgür Taşar isimli 15 yaşındaki gencimizi de şehit etti. Ama Kürt gençliğinde fedai tarz sadece gerilla içinde değil toplum içinde de gelişmiştir. Her ne kadar tasvip etmediğimiz bir yöntem de olsa M. Şerif Saklı adında 25 yaşındaki Kürt gencinin Önderlik üzerindeki işkence uygulamasını protesto etmek amacıyla bedenini ateşe vermesi herkesi düşündürtmesi gereken bir çıkış değil midir? Biz bu gencimizin ailesine başsağlığı diliyor, onun fedai ruhunun mücadelede yaşatılacağını belirtmek istiyoruz. Şimdi bu dönemde biz bu tür kendini yakma çıkışlarını doğru görmüyoruz ama Türk devletinin ve AKP’nin, Kürdistan gençliğinin içinde bulunduğu kararlı mücadele tutumunu görmesi açısından bu çıkışlar çarpıcı örneklerdir.
ROBOSKİ İÇİN YARGILAMA YOK ÇÜNKÜ KATLİAMI KENDİLERİ YAPTI
* Roboskî, kanayan bir yara olarak gündemde olmasına rağmen hükümet yetkilileri konunun esasına ilişkin açıklama yapmadığı gibi, her konuştuklarında bu yarayı daha da derinleştiriyorlar. Katliamın üzerinden 6 ay geçmesine rağmen niye hiçbir sonuç alınamıyor?
Çünkü bu, devletin organize ettiği bir uygulamadır. Komisyon kurmuşlar, soruşturma açmışlar. Burada askeri sistem var. Soruşturma bir gün içerisinde de kimin talimat verdiğini, hangi pilotların hangi uçakları kullandığını tespit edebilir. Bu bir günlük bir iştir. Eğer gerçekten yargılamak istiyorlarsa, onları mahkemenin karşısına hemen çıkarabilirlerdi. 6 aydır niye oyalıyorlar? Çünkü bu katliamı kendileri yapmıştır. Bilinçli yapılmış bir katliam faaliyetidir. Hatta Roboskî Köyü bilinçli hedeflenmiştir. Bu Türk devletinin yaptığı ilk bir katliam değildir. Tarih sayfalarına bakın, bunun gibi onlarca katliam var. Mustafa Muğlalı’nın 33 Kurşun diye anılan 33 kişiyi kurşuna dizmesi olayı var. Onlar da güya kaçakçı adıyla kurşuna dizilmişti. Şimdi Roboskî’de 34 insanımızın kurşuna dizilmiş olması Türk devletinin öteden beri uyguladığı bir icraatıdır. Bu bizzat Erdoğan talimatı veya inisiyatifi altında yapılmıştır.
Dikkat edin, Erdoğan’ın son Roboskî ile ilgili konuşmaları aslında onların bilinçli bir şekilde bunu yaptığını gösteriyor. Hatırlayın, herkes özür dilemesini beklerken, bu uygulamayı yapan komuta kademesi ile Genelkurmayı kutladı ve sandı ki Kürtler öyle onursuzdur, para gönderirlerse, karınları doyarsa ses çıkarmaz. Kürtlere de para verdiğini söyledi. Bakınız, o şehit aileleri devletin paralarını reddetti. Şimdi onurlu bir duruş sergiliyorlar. Oraya giden bir kaymakama birkaç tokat vuruldu diye köy halkının gözünü korkutmak için birçok kişi tutukladılar. Niye kaymakama tokat vuran insanları tutukluyor da, 34 kişiyi öldüren kişileri tutuklayamıyorlar? Bu Kürt halkına karşı yapılmış iradi bir katliamdır. Yani Kürt halkının iradesine karşı yapılmıştır. Bunun için Erdoğan “bunlar sadece kaçakçı değiller, aynı zamanda PKK ile de ilişkilidirler” anlamına gelen sözler sarf etmektedir. Yani hak ettiler anlamına getiren sözler sarf etmektedirler. Sadece İçişleri Bakanı değil, bizzat Erdoğan’ın kendi konuşmaları aslında bunu ele veriyor. Onların mevcut konuşmaları aslında onların icraatlarının bir sonucu olarak geliştiğini gösteriyor ve bunun için oyalıyorlar ve hiç kimseyi yargılamayacaklar. Çünkü bu katliamı yapanlar kendileridir, sömürgeci uygulamalarıdır.
Şimdi Türk devletinin Van depreminde Van halkına karşı geliştirdiği o çifte standart, depremi küçük gösterme, depremin ilk haftasında uluslar arası güçlerin yardımını engelleme, küçük gösterme, sonra da bölgeyi afet bölgesi ilan etmeyip Van’ı boşaltma taktiği ile Roboskî Katliamı’nda sergilediği bu tutum, Kürt halkı açısından ciddidir. Sömürgeci uygulamalar olarak görülmek durumundadır. Biz çok iyi biliyoruz. Biz Van’da yapılanı ve şimdi yaptıklarını unutamayız. Biz Roboskî’de 19’u çocuk yaşta gençlerimizin açık açık katletmelerini hiçbir zaman unutamayız. Bu Kürt halkına karşı yapılmış bir saldırıdır. Bu açıdan sömürgeciliğin uygulamaları açık ortadadır. Şimdi ABD’nin de, Avrupa’nın da, tüm dünyanın da artık görmesi gereken şey şudur; Kürt halkı burada büyük bir eziyet ve zulüm altındadır. Saldırılar vardır. Kürt insanları öldürülüyor, kimse yargılanmıyor. Her gün sınırlarda, her gün şu caddede bu caddede çeşitli vesilelerle Kürt insanları öldürülüyor. İşte biz uluslararası güçlerin buna ortak olmamalarını belirtiyoruz. Bakın, ABD Roboskî Katliamı’na ortak mıdır, değil midir? ABD’de yayın yapan bir gazetede, kendileri biz istihbarat verdik dedi. Demek ki ortaktır. Biz diyoruz ki, Katliam’a ortak olmayın. Çünkü tarih karşısında Kürt halkına karşı sömürgeci amaçlarla bir insanlık dışı uygulama var, sömürgeci bir siyaset var, sömürgeci bir hukuk uygulanmaktadır. Buna hiç kimse ortak olmamalıdır. Çağımızda bu tür çirkef politika sahipleri kendilerini fazla gizleyemez, er ya da geç açığa çıkacak ve uluslararası kamuoyu önünde gereken hesabı vereceklerdir. Bu gerçekliği dikkate alarak Kürt halkının meşru, demokratik taleplerinin yerini bulması gerekmektedir.
PKK hareketi Kürt halkının meşru taleplerini savunan bir harekettir ve gelişen saldırılar karşısında savaşı değil, savunmayı yürüten bir harekettir. PKK bir saldırı savaşını geliştirmiyor; bir savunma savaşını yürütüyor. Devrimci halk savaşı özünde bir savunma savaşıdır. Neden? Çünkü değerlerine, ülkesine, siyasi alanına bir saldırı vardır. Bu saldırı karşısında var olabilmek için halk olarak direnmeyi ve savunma savaşını geliştirmeyi bir görev olarak bilmektedir. Bunun tüm uluslararası güçler tarafından doğru görülmesi gerekmektedir.
GERÇEK TÜRK YURTSEVERLERİ VE MİLLİYETÇİLERİ ÇÖZÜMDEN YANA OLMALILAR
* Basına yansıdığı kadarıyla Avni Özgürel Kandil’e gelip sizinle bir röportaj yapmış. Fakat şimdiye kadar yaptığı röportajı yayınlamış değil. CNN Türk kanalında katıldığı bir programda bundan söz etti, ancak ondan sonra herhangi bir yazısı veya açıklaması olmadı. Sizce bu röportaj neden yayınlanmadı?
Evet, doğrudur. Sayın Avni Özgürel yanımıza gelerek bir görüşme, röportaj yapmıştır. Türkiye’de barıştan ve çözümden yana olan bir takım aydın, yazar kesim vardır. Hemen şunu belirteyim ki, Kürt halkı açısından Türkiye aydın-yazar kesiminden olup da barışçıl çözüm isteyenlerin bir değeri ve kıymeti vardır. Biz bu tür dostlara değer biçiyoruz. Avni Özgürel de daha önce bir kez Önderliğimiz ile Lübnan’da görüşen ve ikinci olarak da yanımıza gelen bir gazetecidir. Milliyetçi bir insandır, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümünden yana olan bir çizgiye sahiptir. Bana göre Türkiye’yi seven gerçek milliyetçiler, gerçek Türk yurtseverleri Kürt sorununun çözümünden yana politika gütmelidirler, tavır geliştirmelidirler. Biz gerek sol-demokratik kesimlerden, gerekse de daha değişik kesimlerden Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümünü isteyen insanlara saygı gösteririz. Çünkü biz de gerçekten barışçıl yöntemlerle çözüm istiyoruz ve Türkiye’nin mevcut sınırları içerisinde gerçek anlamda Kürt-Türk kardeşliğini, eşit, özgür birliğini esas alan bir çözümü arzu ediyoruz. Mücadelemiz bunun içindir. Yani halkların kültürleri önünde engel olunamaz, kültürlere yasak getirilemez. O eskinin biçimlendirilmiş toplum yaratma konseptini geliştirmenin artık aşılması gerekiyor. Çağımızda çoğulculuk, katılımcılık demokrasinin temel ilkelerinden birisidir. Dolayısıyla Türkiye de demokratikleşmek istiyorsa artık Kürt halkına zorla Türkleşmeyi dayatma değil de, Kürt kültürü önündeki engelleri kaldırmayı ve Kürt halkını da bir halk olarak, bir toplum olarak kabul etmelidir. Bunun için çaba gösteren, bu doğrultuda çözümü düşünen değişik düzeylerde insanlar vardır. Bu çerçevedeki yaklaşımımızdan dolayı Sayın Avni Özgürel’in röportaj talebini kabul ettik. Kendisi röportajı yapıp memnun ayrıldığını biliyorum.
AVNİ ÖZGÜREL’İ ENGELLEDİLER
Belli ki, çeşitli devlet organlarıyla sağladığı temaslar sonucu engellemişlerdir. Ben de o CNN kanalında yayınlanan programını izledim. Aslında Ankara’da görüşmeler yaptığını ve yayınlayacağını söyledi. Ama herhalde daha sonradan uyarılmış, engellenmiştir. Öyle olduğu anlaşılıyor. Bu, bizim açımızdan pek önemli değil ama Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımını gösteren ve AKP politikalarını yansıtan bir veridir. Hatta şunu da belirteyim; o röportajdan sonra Erdoğan’ın üslubu daha da sertleşti, operasyonlar daha da arttı. Belli ki, bizim ilkesel tutumuzu görünce, onlar irademizi kırmaya dönük daha fazla yüklenme kararını almışlardır. Olabilir. Halbuki biz açıklığı esas aldık. Biz çözüm yolu nedir net koyduk. Çözüm yolunun nereden geçtiğini, nasıl esas alınması gerektiğini, neyin esas alınması gerektiğini belirttik.
ÇÖZÜM YOLU İMRALIDA’DIR
Sizinle yapmış olduğum bu röportajda da söyledim; çözüm yolu İmralı’dır; İmralı’da başlatılan savaşı sona erdirme ve Önderliğimizin ifade ettiği şartların yerine getirilmesidir. Başka bir çözüm yolu yoktur. Biz orayı gösterdiğimiz için Başbakan öfkelenerek, bize çeşitli saldırılar yaptı. Bize “savaş baronları” dedi. “Ülkeden çıkaracağım” dedi. Sonra “kalleş” dedi. Yani tarihine dönük ne kadar kalleşlik yaptıklarını görse bari insan anlam verebilir. Başbakanın bu son haftalarda üslubunun böyle daha saldırganlaşmasının bir nedeni de, bizim tutumumuzu öğrenmiş olmasıdır. Bizim bu tutumumuz ilkesel bir tutumdur. Asla değişmeyecektir. Evet, biz çözüme varız ama hiçbir biçimde boyun eğmeyeceğiz, halkımızın onurlu direnişinin başarıya gitmesi için yılmadan mücadele edeceğiz.
HAKKARİ’DE KİMSE YOK Kİ, KİMİNLE KONGRE YAPACAKLAR?
Bu konuda yanlış içerisinde olan biz değil; AKP hükümeti ve Erdoğan’dır. Bu şiddetle sonuç alma tarzına son vermelidir. İmralı’da uyguladığı şiddete son vermelidir. Kürt siyasetine karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Kürt sokaklarında Kürt gençlerine, kadınına karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Gerillaya karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Çözüm de öyle gelişebilir. Yoksa “Kürtleri vuracağım, iradesini kıracağım, keklik soylu bazı Kürtleri de yanıma alıp öyle sorunun çözümüne gideceğim” diyerek çözüm geliştiremez. Tarihin her döneminde bazı Kürtler ihanet etmişlerdir. Egemen devletin yanında yer almışlardır. Ama hiçbir zaman Kürt halkı onları kaale almamıştır. Şimdi de birkaç tane keklik soylu Kürdü yanına alıp bakan rütbesini vermiş ve Hakkari’ye gönderiyor, “kongre yapın” diyor. Kimse yok ki, kiminle kongre yapacak? Onların onuru olsa öyle oraya gelirler miydi? Yani devletin imkanlarını, maddi olanaklarını, devlet olma gücünü kullanarak bazı Kürtleri yanına alabilirsin. Her dönemde devletler bazı Kürtleri yanına almıştır. Zamanında CHP de birçok Kürdü yanına alarak Kürt isyan hareketlerini bastırmak istedi. Bastırabildi mi? Hayır. Siz de bastıramazsınız. Öyle “benim Kürt kökenli vatandaşlarım” diyerek kimseyi kandıramazsınız. Kürt halkı hakkını istiyor. Siz devlet olduğunuz için bir kesimi size karşı hemen tavır almıyor. Ama buyurun bağımsız ve baskısız bir referandum yapalım. Bakalım, Kürtler ne istiyor? Hem kendileri her gün baskı uyguluyor, hem de “bize baskı uyguluyorlar” diyor. Bu kadar çarpıtma ile hiç kimse bir yere varamaz.
Bir de, biz de Kürt halkı olarak siyasetten de anlıyoruz, kendimizi savunabilecek kadar savaştan da anlıyoruz. Bu açıdan ortada çoluk çocuk yoktur. Ortada böyle 4-5 bin kişiden oluşan bir yapılanma, bir örgütlenme yoktur. Ortada kökeni tarihin derinliklerine dayanan bir halk vardır, bir toplumsal hareket vardır. Bu hareketin direnen gücü vardır. Bunun doğru görülmesi ve bu temelde bir çözümün geliştirilmesi için projeye ulaşılması gerekmektedir. Projesiz, herhangi bir şey olmadan, ben sürekli Kürtlere küfreden bir TV kanalı açacağım; bu kanal Kürtçe konuşacak ve ben sorunu çözdüm diyeceğim. Böyle çözüm mü olur? Bu çözüm ile alay etmektir. Çözümü hafife almak sorunu hafife almak demektir. Böyle hafif yaklaşımlarla olmaz. Eğer devletseniz oturup düşüneceksiniz. Bu kadar yıldır bu sorunu niye çözmedik? Bu soruyu ciddi bir biçimde kendinize sorsanız ve samimi olarak üzerinde düşünürseniz, kendiniz de cevabı bulursunuz. Bizim bu konuda söyleyeceğimiz budur.
Ben eminim ki, bizi ziyarete gelen dostların belli çabaları her zaman olacaktır. Çünkü biz gerçekleri ifade ediyoruz. Çünkü biz samimiyiz. Bunu gören insanların azıcık vicdanı varsa mutlaka etkilenip bir şeyler yaparlar diye düşünüyorum.
3 ÇEÇEN MİLİTANI VURUYORLAR, SONRA RUSYA İLE PKK KONUSUNDA PAZARLIK YAPIYORLAR
Şimdi farklı yolları deneyerek Kürt sorununda çözüme gideceğini sanmak yanlıştır. Özellikle tüccar mantığıyla kar olsun diye her türlü yöntemi denemek ahlaki değildir. Bakın size bir şey söyleyeyim; Türkiye’de Çeçenler var AKP onlarla dostluk kuruyor ama gidip Rusya ile Çeçenler üzerinde pazarlık yapıyorlar. 3 tane Çeçen militan İstanbul’un göbeğinde vuruluyor, karşılığında Rusya’dan bizden bir kişinin teslim edilmesini istiyor. Bu tür kirli pazarlıklarla toplumsal sorunlar çözülemez. Yanına aldığına ihanet et, karşına aldığını komplolarla ele geçir. AKP bu mantıkla sorunu nasıl çözecek? Şimdi Rusya’dan istediği bir Kürt siyasetçisi var. Sözüm ona Rusya verecek. Putin böyle bir politikaya gelir mi gelmez mi bilemem. Umarım Rusya böyle kirli bir hesaplaşmanın ortağı olmaz. Çünkü bu gerçekten çok kirli bir şey. İşte ben senin karşıtlarını şöyle yapacağım, sen de şöyle yap gibisinden pazarlıklar çirkef pazarlıklardır. Rusya’nın böyle bir pazarlık temelinde herhangi bir Kürt siyasetçisini vermesi Rus-Kürt dostluğuna vurulacak en büyük bir darbe olur ve Rusya’nın mevcut imajına ve geleneksel yapısına ters bir yaklaşım olur. Bu nedenle Rusya tarafından yani Rusya devleti erkanında onaylanacağını pek zannetmiyorum.
İşte böyle kirli bir pazarlık yapıyorlar. Bunun üzerinden hesap yapıyorlar, bize karşı kullanıyorlar. Bunun üzerinden gidip Amerika ve farklı ülkelerle pazarlıklar yapıyor. Yani bize karşı sonuç elde etmek için, geriletmek için bu AKP elinden gelen her şeyi yapıyor, her türlü oyununda aleti olabiliyor. İlke, gurur, onur bunlara bakmıyor. Ölçüsünde bunlar yok, tüccar mantığı vardır. Salt tüccar olup da ilkeler olmayınca tabi ki her türlü rezil siyaset anlayışı da uygulanabiliniyor. ANF
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, gündemdeki yerini koruyan konular ile güncel siyasi gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
*Öncelikle, bir yandan 320 gündür dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilen PKK lideri Öcalan üzerindeki tecrit sürerken, paralel olarak tutuklamalar devam ediyor. Bu süreç nere kadar gidecek?
AKP önderliğindeki Türk devletinin 2011 Temmuz ayından bu yana İmralı’da yürürlüğe koymuş olduğu ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence sistemi, AKP’nin Hareketimize ve tüm Kürt halkına karşı başlatmış olduğu bir savaş ilanıdır. Nitekim İmralı’daki bu işkence sisteminin yürürlüğe konulmasıyla birlikte Başbakan bizzat kendisi Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni yok edeceğini ve artık eskisi gibi yaklaşmayacağını açıkça ifade ederek topyekun bir yönelimin gelişeceğini beyan edip süreci başlatmıştır. O dönemden bu yana Kürt toplumuna karşı çok yoğunlaştırılmış-kapsamlı bir savaş durumu gündemdedir. Kürt halkı ve Kürt demokratik kurum ve kuruluşları, yine siyasal çevreleri defalarca “İmralı’ya yaklaşım bizlere yaklaşımdır” diye beyanda bulunmuşlardır. Buna karşın AKP devleti de İmralı’daki tecrit ve ağırlaştırılmış işkence sistemiyle Kürt halkına nasıl yaklaştığını ortaya koymakta ve bu çerçevede yaygınlaştırılmış bir sindirme, teslim alma, geri adım attırma ve tasfiye sürecini yaygın bir biçimde geliştirmektedir.
İMRALI’DAKİ UYGULAMANIN NE YASAL, NE DE AHLAKİ TEMELİ YOK
Her şeyden önce, İmralı’daki mevcut uygulamaların ne ulusal ne de uluslararası düzeyde yasal bir zemini yoktur. Ahlaki bir temeli ise hiç yoktur. Tarih boyunca birbirine karşı savaşan güçler arasındaki savaşlara bakıldığında çoğu zaman bir tarafın diğer tarafı esir aldığına tanık olunacaktır. Ama esir alan taraf esaret altındaki karşıtına saygılı yaklaşmayı bir insanlık erdemliliği olarak ele almışlardır. Ancak bugün AKP devletinin mevcut uygulamalarına baktığımızda bu erdemliliğin olmadığı açık görülmektedir. Eğer Başbakan Erdoğan’da bu erdemlilik olsaydı, 11 ay boyunca Kürt Halk Önderliği’ne dönük böylesine alçakça ve ahlaksızca bir uygulama yapmazdı. AKP hükümeti, psikolojik harp yöntemlerini kullanarak Önderlik iradesi üzerinde etki yaratmak ve ona geri adım attırmak istemektedir. Gayrı insani bir yöntemle sonuç almak istemektedir. Bir kere bu, AKP devletinin niyetini açığa vuran en çarpıcı pratiktir.
Yine Kürtler zulme hiçbir zaman boyun eğmemiş, direnmiş bir halktır. Tarih boyunca Kürtlerin isyanları hep yaşanmıştır. Cumhuriyet dönemindeki tüm isyan önderleri Cumhuriyet yönetimi tarafından idam edilmiştir. Bugün, Kürdistan halkının son isyanı olan Hareketimizin geliştirdiği özgürlük mücadelesinin önderliği uluslararası komplo sonucu Türk devletinin esareti altındadır. Türk devleti, Önder Apo’yu diğer Kürt isyan önderlikleri gibi, bir Şêx Sait, yine bir Seyit Rıza gibi idam etme değil de canlı canlı çürütme yöntemiyle aynı sonuca gitmek istemektedir. Daha önce bir general de “biz onu direk öldürmeyeceğiz ama onu yavaş yavaş eriterek öldüreceğiz” demişti. Şimdi AKP’nin yaptığı da budur. Zaten Başbakan gayrı ahlaki bir biçimde ikide bir milliyetçilikte ve ırkçılıkta MHP’den daha keskin oluğunu göstermek ve MHP’nin tabanını etkilemek için “Öcalan’ın idamını durduran sen değil misin?” diyerek yüklenmektedir. Geçmişte de “ben olsaydım idam ederdim” demişti. Şimdi gösterdikleri yaklaşım ise çürüterek yok etme yaklaşımıdır. Politikaları budur.
KOCA BİR DEVLET HER GÜN YALAN SÖYLÜYOR
Koskoca bir devlet kamuoyunun gözlerinin içine baka baka resmen yalan söylüyor. Her hafta iki kez “koster bozuk” diyerek resmen yalan söylüyor. Geçen 11 ayın içerisinde 44 hafta vardır. 44 hafta boyunca Türk devleti 88 kez “koster bozuk” diyerek resmen yalan söylemiştir. Devletin bu yalanına karşılık en iyi cevabı ise birkaç gün önce basına yansıyan değerli bir anne “bozuk olan koster değil, devletin kafasıdır” diyerek vermiştir. Yani bir devletin bir ciddiyeti olur, bir resmiyeti olur. 11 aydır İmralı’da sürdürülen bu uygulamanın yasal temeli nedir? Bu uygulama kimin kararıdır? Açık ki sadece ve sadece Erdoğan’ın almış olduğu bir karar sonucu orada Önderlikle birlikte 6 kişinin hiçbir hakkı tanınmamaktadır, kendilerinden haber bile alınmamaktadır. Yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı haber bile yoktur. Bu nasıl devlettir? Bu nasıl hukuk yaklaşımıdır? Bu nasıl anlayıştır? Açık ki bu, bir savaş ilanı sonucu geliştirilen bir uygulamadır.
Öbür yandan aynı şey Kürt siyasetine karşı da geliştirilmektedir. Şimdi bakın, bu ülke tarihinde en yaygın gözaltı ve tutuklamalar 12 Eylül cunta döneminde geliştirildi. O dönem belki gözaltılar fazla olmuş olabilir ama tutuklanan Kürt siyasetçisi ve militan sayısı hiçbir zaman 6-7 bini geçmedi. Ama şimdi tamı tamına 10 bin Kürt siyasetçisi ve özgürlük militanı zindanlardadır. Bunun 2-3 bini PKK davası nedeniyle yakalanan insanlar olurken, diğer 7-8 bini de TC yasalarına göre siyaset yürütmüş olan Kürt siyasetçilerinin rehin alınarak zindanlara atılması sonucu tutuklanan insanlardır. Peki, bu zulüm değil de nedir? Bu insanlar ne suç işlemişlerdir? Bu insanlar Kürt halkı tarafından teveccüh görmüş, seçilmiş insanlardır. 32 tanesi belediye başkanıdır, 6 tanesi milletvekilidir. Toplam 190’ı seçilmiş kişilerdir; yani belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, vs toplam 190 kişi seçilmiş insanlardır. Diğerleri de Kürt halkının demokratik-siyasal kurumlarının temsilcileridir.
Bu halkın siyasetçilerini hedefliyorsunuz, hukukçularını hedefliyorsunuz, sendikacılarını hedefliyorsunuz, öğrencilerini hedefliyorsunuz, kadın hareketini hedefliyorsunuz. En son tıp öğrencilerini, basıncılarını hedefliyorsunuz ve sağlık emekçilerini hedeflediniz. Yani toplumsal yaşamdaki iş kollarına göre hedeflemediğiniz kimse kalmadı. Sanatçılarını, basın mensuplarını, siyasi çevrelerini, hukuk çevrelerini, bütün toplumun ileri gelen kesimlerinin hepsini tutuklayıp içeri atıyorsunuz. Neymiş KCK’liymişler. KCK diye bir örgüt yoktur. Olmayan bir örgütü varmış gibi göstererek tamamen senaryoyla bu kadar insanı içeri atıp Kürt siyasetini tasfiye etme ve toplumu teslim alma projesini uyguluyorsunuz. Bu kadar insanın KCK örgütlenmesi içerisinde yer almayla ne alakası var? Kaldı ki KCK örgütlenmesi diye bir örgütlenme nerede? Bu konuda nerede bir tespitiniz var? Açık ki bu, Kürt siyasetini tasfiye etme senaryosudur. Bu bir yalandır, bir tiyatrodur. Bu, Kürt halkına karşı yapılmış bir haksızlık, bir zulüm değil de nedir? Hangi Kürt bunu yutar? Bu, tüm onurlu Kürtlerin onuruna derinliğine etki eden vahşi bir saldırıdır.
GÜLEN’İN BİRÇOK ADAMI LEGAL KURUMLARA SIZDIRILMIŞ, RAPOR HAZIRLIYORLAR
Toplum içerisinde kim bilinçliyse, kim onurlu bir duruşa sahipse, kim kimlikli bir Kürt olmayı savunuyorsa onları alıp içeri atıyorsunuz. Formül budur. İşte, Gülen’in birçok adamı bölgelerde legal kurumlara sızdırılmış, polis onların verdiği raporları esas alıp izleyerek kim aktif ise, kim oradaki Kürt toplumunu toparlamada rol oynuyorsa, bu belediye başkanı mı, il başkanı mı, mahalle komisyonu başkanı mı, il encümeni mi, her kimse, onları belirleyip tutukluyorsunuz. Bunlar tamamen Fethullahçıların toplum içerisinde oluşturmuş oldukları işbirlikçi ajan yapıların bilgilendirmeleri sonucu polisin takip ederek ve sıradan konuşmaları örgüt konuşmaları gibi gösterip devreye koyduğu tutuklama senaryolarıdır. Burada hukuk diye bir şey yoktur. Sömürgeci savaş hukuku vardır. Zaten Van belediye başkanı ve beraberindekiler operasyondan çok önce cezaevinde yerlerini hazırlamış oldukları açığa çıktı. Tamamen siyasi kararlar sonucu Kürt siyasetçileri tutuklanmaktadır. Bunlarla Kürt siyasetinin çökertilmesi ve bitirilmesi hedeflenmektedir. Siyasetsiz kalmış, öncüsüz kalmış bir toplumu istedikleri gibi yönetmeyi düşünüyorlar. Bu, bir savaştır. Bu, Kürt halkına ve Kürt siyasetine karşı geliştirilmiş bir soykırımdır.
KAPSAMLI BİR SAVAŞ VAR
Bu soykırıma karşı direnen, sokağa çıkıp demokratik tepkisini gösteren insanlara karşı biber gazı başta olmak üzere bütün silahları kullanıyorsunuz. Yeri geldiğinde ise silah kullanıp öldürüyorsunuz. Özgür Taşar; 15 yaşındaki bir Kürt çocuğu! Ne suçu vardı? Peki, bunu vuran herhangi bir yargılanmaya, soruşturmaya veya tahkikata tabii tutuldu mu? Hayır. Şimdiye kadar yüzlerce Kürt çocuğu ve Kürt genci bu biçimde sokaklarda, şurada burada katledildi, hiç birisinin de hesabı sorulmadı. Yani topluma karşı da bir savaş başlatılmış; toplum sindirilmek, düşürülmek isteniyor. Toplum, korkutulmak ve teslim alınmak isteniyor. Önderliği tecrit altında, siyaseti rehin altında, direnenlere karşı ise büyük bir faşizan saldırı var.
Gerillaya karşı zaten yüksek teknolojiye dayalı yoğun bir imha hareketi söz konusu. Şu anda Dersim’de, Amed’de, Şırnak’ta, Hakkari’de, Serhat’ta, her yerde operasyon var mı? Var. İşte bu kapsamlı bir savaştır. Ama bu savaş bir özel savaştır; bu savaş özenle kamuoyuna yansıtılmayan bir savaştır.
BASIN SUSTURULDU, HERKES KORKUTULDU
Dikkat edin, önce basın susturuldu. Herkes korkutuldu, herkese gözdağı verildi. Sadece Kürt halkı değil, Türkiye’de bu faşizan sisteme karşı ses çıkaran herkes susturuldu. Birçok basın mensubu işsiz bırakıldı. İşte bir genç puşi taktığı için 11 yıl hapis cezası alıyor, 2 genç “Parasız eğitim istiyoruz!” diye pankart açtığı için 8,5 yıl ceza alıyor. Bunlarla toplumun en dinamik gücü olan gençliği bastırmak istiyorlar. Gençliği bastırıyorsun; en son havayollarında olduğu gibi işçiyi bastırıyorsun, işten atıyorsun; basın mensubunu işten atıyorsun, işsiz bırakıyorsun! Yani herkesi bir biçimde bastırma suretiyle sonuca gitmek istiyor ve Kürdistan’da yürütülen savaş topluma yansıtılmıyor. İşte en son bir siyasetçi, CHP’li Gürsel Tekin ne dedi? “Son 3 ayda 168 askerimiz öldü” dedi. Doğru söylüyor. Yani savaşı halktan gizleyen yansıtmayan bir tarz söz konusu. Kürdistan’da bir savaş var. Kürt halkını güçsüzleştirme, gerillasıyla, Önderliğiyle, siyasetiyle, gençliğiyle, kadınıyla çökertme, tasfiye etme savaşı var.
* AKP’nin bu savaştaki amacı ve yöntemleri nelerdir?
Evet. Bu 1925’teki Şark Islahat Planı’nın güncelleştirilerek uygulanmasından başka bir şey değildir. Kürt toplumunu iradesiz kılma ve teslim alma faaliyetinin esas kaynağı, o dönemin geliştirilen çeşitli raporlarında ve devlet kararlarında da mevcuttur. Bugünse AKP bunları kısmi üslup ve taktik değişikliği yaparak uyguluyor. Mesela; İttihatçı-Kemalist siyaset döneminde -şimdiki MHP gibi- “Kürtler yoktur, Kürt sorunu yoktur, Kürtler yoktur diyerek herkes Türk’tür” diyerek zorla Türkleşme dayatıldı. Şimdi bunlar, “hayır, ‘Kürtler yok’ demekle Kürt yok olmuyor, Kürtler vardır, kardeşlerimizdir ama onlarda Türk milletidir” diyerek başka bir yoldan aynı kapıya çıkmaktadır. Yani bir üslup değişikliği var. İşte, “Kürtler var, dilini kullanabilir, TV de açabilir, isterse kendi diliyle seçmeli ders de görebilir ama nihayetinde herkes Türk milletidir” diyorlar. Erdoğan, “Tek millet, tek devlet, tek din, tek dil, tek bayrak, tek, tek, tek…” diyerek Hitler döneminin o tekçi-milliyetçi-ırkçı söylemini ikide bir tekrarlamasının nedeni de budur.
Kısaca, daha önce kaba bir biçimde dayatılan asimilasyon ve yok etme sonuçsuz bırakıldığı ve Türk devletinin sömürgecilik politikası iflas ettiği için AKP adeta sömürgeciliğin imdadına koşarak, “sizin yapamadığınızı ben yaparım, hem de daha ustaca yaparım, işte dini kullanırım (Fethullah Gülen dedi ya din tutkaldır diye), işte parayı kullanırım, işte Kürt kardeşliğini de kullanırım (Osmanlı dönemine benzer bir espriyle), böylece Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye eder, Kürtleri de o meşhur deyimle kendime mal ederim” diyor. Zaten “benim Kürtlerim” diyor. Kürtleri kendimize mal etme sözü taa Sultan Abdulhamid’e ait bir sözdür. O da şimdi “ benim Kürt kökenli vatandaşlarım” diyerek kendine mal etme politikası güdüyor. Bu, sömürgeciliğin derinleştirilmiş bir biçimidir. AKP bunu faşist uygulamalarla toplumu sindirerek, iradesizleştirerek gerçekleştirmek istemektedir. İşte bu savaşın esas amacı budur.
KILIÇDAROĞLU’NUN NİYETİ KONUSUNDA BİR ŞEY BELİRTMEK İSTEMİYORUM
* Son günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununa ilişkin girişimiyle birlikte siyasette de farklı bir hava yansıtılmak isteniliyor. Bir nevi bir çözüm olabilecekmiş gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. Sizce, Erdoğan niçin bu randevuyu kabul etti ve “birlikte çalışalım” dedi?
AKP hükümeti Türkiye’de iktidar olmayı önemli oranda istihbarat ve psikolojik savaş yöntemlerine dayanarak gerçekleştirmek istiyor. Bunda medyayı çok iyi ve yaygın bir tarzda kullanıyor. Enformasyonu iyi kullanıyor. Yani bir taraftan en keskin şiddet ve savaşı yaparken öbür taraftan barış demokrasi, özgürlük, vb. söylemleri gündeme hakim kıldırmaya çalışıyor. Bunlar genel anlamda bakıldığında birbirine tezatmış gibi gözüküyor ama esasında tezat değildir; özünde hepsi bir amaca hizmet etmektedir. Şimdi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun hangi amaçla bu girişimi başlatmış olduğu konusunda ben şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. Niyeti hakkında herhangi bir şey belirtmek istemiyorum; Ama bunu AKP’nin hareketimize ve Kürt halkına karşı geliştirdiği bu topyekun savaş çerçevesinde kullanacağı kesindir.
ERDOĞAN, CHP’Yİ YEDEĞİNE ALMAK İSTİYOR
Kılıçdaroğlu’nun bu teklifi adeta imdadına koşmuştur. Bunun için Erdoğan kabul etmiştir. Bunu da psikolojik harp çerçevesinde kullanacaktır. Topluma “sorunu biz çözeceğiz” umudunu verme tarzını hep uyguluyor. Hatta “sorunu çözdüm” bile dedi. Zaten şimdi, “Kürt sorunu yok, PKK sorunu var” diyor. Yani dikkat edelim, Kılıçdaroğlu’nun teklif götürmesini neye bağladı? MHP şartına bağladı. MHP’nin kabul etmeyeceği baştan belli, bunu herkes biliyor. Ama o bunun üzerine “ikimiz birlikte yürütelim” diyerek BDP’yi ve Kürtleri de hedefleyen merkezileşmiş bir siyaseti egemen kıldıracak bir politikaya işaret etti. Açık ki devletin amaçladığı politikası çerçevesinde CHP’yi de yedeğine almak istiyor.
Bana göre Erdoğan’ın kabul etmesi ve o tarz bir üslubu kullanmasının esas amacı kendi konseptinin hizmetine sokmak içindir. Konsepti ise Kürtleri tamamen iradesizleştirme, tasfiye etmedir. Dikkat edelim, uygulamalarda herhangi bir gevşeme var mı? Yoktur. Hatta görüşmelerinin gerçekleştiği gün Van’da en kapsamlı operasyon başladı. Bu, tezat gibi gözükebilir ama tezat değildir. Bu da AKP devletinin geliştirdiği, savaşı perdeleyen, örten bir psikolojik savaş projesine entegre edilmiş olmaktadır.
* Peki, siz yapılan öneriler ve bu çerçevede yürütülen tartışmaları nasıl görüyorsunuz?
Biz, gerçek anlamdaki bir çözüme kapalı değiliz. Eğer gerçekten sorunu çözmek için TC devletinin tüm organları bir araya gelip tartışsa bundan biz gocunmayız. Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunudur. Elbette ki esas olarak Meclis’in sorunudur. Bunu daha önce Başkan Apo da defalarca ifade etti. Sorun TBMM’nin ve TC hükümetinin sorunudur. Sorunu Meclis çözmelidir ama bu konuda samimi yaklaşmadıkları izlenimi ağır basmaktadır. Bize herhangi bir ikna edici, samimi gelen bir tarafı gözükmemektedir. Daha çok tırmanan savaşın amaçlarına ulaşması için yedek bir kuvvet olarak kullanma hesabı var diye düşünüyoruz. Eğer böyle değil de samimi bir tartışma ve çözüm projesi oluşmuş olsaydı o ayrı bir konuydu ama proje nedir, ortada bir proje var mı? Hayır. Laf kalabalığı vardır. Zaten daha önce de aynı parti 3 yıl boyunca “Demokratik Açılım” diye laf kalabalığını hep gündemde tutup içi boş bir söylemle Türkiye kamuoyunu oyalamadı mı? Demokratik açılım projesi neydi, üzerinden bu kadar zaman geçmiş, kimse içeriği hakkında bir şey biliyor mu? Hayır, bilmiyor. Bunlar zaten bu konuda ustalaşmışlar. Toplumu oyalama, beklentiye sokma ama esas amaçlarına da farklı araçlarla gitme yöntemini hep uygulamaktadırlar. Şimdi onlar başlattığı bu savaşla sonuç almayı önüne koymuşlar. Bu açıdan bizim bu tür görüşmelerden herhangi bir beklentimiz yoktur ama gerçekçi bir yaklaşım söz konusu olursa o ayrı bir şeydir.
* Gerçekçi yaklaşım nasıl olabilir?
Şimdi bakın. 4 kolda saldırı ve savaş var. Bir, İmralı’da; iki, siyasi alanda; üç, Kürt halkına karşı her gün gaz, cop ve öldürme; dört, gerillaya karşı. Bu dört cephede hükümet politikasını değiştirir ve bu yürüttüğü savaşın verdiği zararı telafi etme yöntemine giderse biz o zaman inanırız. Bu dört cephede de savaş yürüyecek ama öbür taraftan da “çözüm geliştireceğiz” diyecekler. Halkımız buna inanmaz. Çünkü Kürdistan’da her şey açık, ayan beyandır. Bir de bu konuda öncelikle pratik adımlara ihtiyaç vardır. Bizim lafa karnımız tok. Kürt halkı tarih boyunca hep oyalanmış, söz verilmiş, sözler yerine getirilmemiş bir halktır. Hep kalleşlikle karşılanmış. Dolayısıyla biz söyleme değil pratiğe bakarız. Pratikte de bakıyoruz şimdi savaş var. Dikkat edin, savaş da son hafta içerisinde tırmandırılmıştır; son hafta içerisinde 267 kişi gözaltına alınmış ve bunların 111’i tutuklanmıştır. Şimdi bu büyük saldırının tozu, dumanı içerisinde bir de çözüm söylemleri ortaya atılıyor. Bunlar ne yazar ki? Önemli olan pratiktir.
ATALAY DEMOGOJİ USTASI, SÖYLEDİKLERİNİN TEMELİ YOK
* Bu durumda Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, “Kuzey Irak’ta tartışmalar var, hatta silahsızlandırmaya kadar gidecek bir tartışma var, ABD de işin içinde” şeklindeki söylemi de aynı şeye mi hizmet ediyor?
Gayet tabii. Beşir Atalay bu konularda ustalaşmış bir kişidir. Demagoji ustası denilebilir ona. Yani olmayan bir şeyi oluyormuş gibi göstermede, gerçekçi bir şeymiş gibi bir ifadeye kavuşturmada çok usta bir kişilik. Söylediği sözlerin hiçbir temeli yoktur. Biz Güney Kürdistan’da ABD ile birlikte neyi tartıştıklarını bilmiyoruz. Bu, bizim dışımızda bir şey. Bizim dışımızda zaten öteden beri çok çeşitli senaryolar tartışılmıştı. Şimdi de neyi tartıştıklarını bilemeyiz ama sanki gerçekten böyle bir şey olacakmış gibi yansıtması, tamamen demin belirttiğim gibi Kürt Özgürlük Hareketini ve Kürt toplumunun iradesini kırarak tasfiye etme konseptinin farklı bir versiyonla besleme, toplumda çözüyoruz beklentisini yaratmaya dönük bir psikolojik harp uygulamasıdır. Gerçekte böyle bir durum yok. Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi’nin saldırı altında olduğu böylesi bir dönemde yumuşatıcı herhangi bir gündemin sözle ya da bilmem farklı zeminlerde tartışmayla gelişmesinin mümkünatı yoktur.
İMRALI SOLLANARAK HERHANGİ BİR YUMUŞATICI ADIM ATILAMAZ
Her şeyden önce herkes şunu çok iyi bilmeli: En başta Başbakan Erdoğan çok iyi bilmeli, Başkan Apo İmralı’da tecrit ve psikolojik işkence altında bulunduğu müddetçe hiç kimse, hiçbir Kürt siyasetçisi, ne ben ve PKK olarak biz, ne Sayın Mesut Barzani, ne Sayın Celal Talabani, ne de başka bir kimse kalkıp da İmralı’yı sollayarak herhangi bir yumuşatıcı adım atamaz. Bu konuda kesin ve net bir biçimde belirtiyorum: Biz sorunu barışçıl yöntemlerle çözmek için yapılması gereken şeyleri yaptık. Top bizde değildir, top AKP’dedir. Erdoğan ise topa vurarak savaş sahasına atmıştır. Biz geçen yıl bu ayda Başbakan’ın gündemine sunulan protokollerle yapılması gerekeni yaptık. Onların cevabı ise bize savaş olmuştur ve eğer AKP Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa AKP veya CHP, TC devleti ve kurumları gerçekten sorunu çözmek istiyorlarsa bu sorunu Türkiye’nin de hassasiyetlerini dikkate alma temelinde çözme gücüne sahip tek kişi Başkan Apo’dur. Başkan Apo’yu tecride almışlarsa başka kim çözebilir ki? Hiç kimse çözemez. Başkan Apo’nun sunmuş olduğu çözüm protokolleri, TC devletini demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözecek en makul ve en gerçekçi çözüm projesidir. Kimse onu aşan herhangi bir proje geliştiremez. Bunun böyle bilinmesi lazım.
10 BİN KİŞİ İÇERDEYKEN, TECRİT SÜRERKEN NE DİYEBİLİRİZ Kİ?
Eğer çözmek istiyorsanız (ki birçok çevre geliyor bize de başvuruyor, “yumuşatmak lazım, yumuşatıcı yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor” diyorlar, biz çözmek isteyen bütün çevrelere saygı duyuyoruz) biz PKK olarak sorunun elbette ki barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümünden yanayız. Ama hiçbir biçimde biz baskıya boyun eğemeyiz. Eğer sorun çözülmek isteniyorsa bu konuda adım atması gereken biz değil Türk devleti ve hükümetidir. Onlar savaşı bize karşı başlatmış, her yerde bize karşı saldırı vardır. Yani 10 bin kişi içerdeyken, Başkan Apo 11 aydır ağır bir işkence altındayken biz ne diyebiliriz? Biz sadece direnebiliriz. Bu açıdan eğer çözüm istiyorlarsa bizim temsilcimiz -ki tüm Kürtler, ilgili kurumlar da bunu ifade etmişlerdir- Başkan Abdullah Öcalan’dır. Başkan Abdullah Öcalan’ın da üç şartı vardır. Bu şartlar da sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme koşullarının yaratılmasıdır. Bunlar temin edildikten sonra kendisi görüşme yapabilir.
Artık İmralı koşullarında görüşmelerin de sonuç vermeyeceği anlaşılmıştır. İmralı koşullarında yapılacak olan görüşmenin de eskinin bir tekrarı olacağı açıktır. Koşullar değişmiştir, dolayısıyla artık İmralı koşullarının dışında Kürt Halk Temsilcisi olarak Başkan Apo görüşmeleri sürdürebilir, bu sorunu çözebilir. Çözüm yolu budur. Ben “birden bire bu kararı alın” demiyorum; düşünün, tartışın. Görüşme mi yapıyorsunuz, mecliste ortak platform mu oluşturuyorsunuz, Akil Adamlar Komisyonu mu oluşturuyorsunuz; her ne yapacaksanız yapın. Yapmazsanız o zaman biz de başımızın çaresine bakabiliriz.
STATÜ ALARAK TÜRKİYE İLE BİRLİKTE YER ALMAK İSTİYORUZ
Bugün herkesin malumudur, Ortadoğu kaynıyor, Ortadoğu’da sistem çöküyor ve bir yeniden yapılanma süreci gündemdedir. Biz Kürtler de bu süreçte statü alarak Türkiye ile birlikte yer almak istiyoruz. Ama Türkiye bunu kabul etmez ve reddederse biz o zaman farklı yol ve yöntemlerde tabii ki derinleşmeyi esas alacağız.
Bakın, açık konuşuyoruz, samimi konuşuyoruz; içinde siyaset yoktur, net koyuyorum: Bunun imkanları vardır. Öbür yandan, “PKK’yi zayıflatacağız, PKK’nin bilmem Kuzey Irak’ta zemini daralmıştır, yok uluslararası koşullarda daralmıştır” gibi senaryolarla kimse kendisini yanıltmasın. PKK’nin imkanları ve olanakları şimdi daha fazladır, yüksek düzeyde savaşabilecek direnebilecek bir güçtedir. Kürt halkı gencinden yaşlısına kadar bir bütün olarak öyle AKP’nin bu zulmüne karşı boyun eğecek durumda değildir. Kürt halkı kararını vermiştir, PKK de buna öncülük edecek güç ve kudrete sahiptir. Mevcut durumda bu geliştirilen insanlık dışı uygulamalara, bu saldırılara karşı direnmek bizim boynumuzun borcudur. Siz zaten bunun dışında bir yol bırakmadınız. Kürt halkı sizin bu faşizminize, bu zulmünüze boyun eğemez. Hiç kimse saldırıların bu kadar pervasızlaştığı bu ortamda PKK’den cevap verme hakkını kullanmamasını isteyemez. Bizim bu saldırılara karşı cevap verme hakkımız meşrudur. Biz saldıran taraf değiliz. Kürdistan gerillası saldıran taraf değildir; gelişen yok etme operasyonlarına karşı direnme hakkını kullanmaktadır ve kullanacaktır. Ve biz gerilla olarak, halk olarak, Kürdistan kadını, gençliği, bütün toplumsal kesimlerinin bu direnişi etrafında kenetlenerek zafer kazanacağına her zamankinden fazla inanıyoruz.
ARTIK FİNAL SÜRECİNİ YAŞIYORUZ
Artık mücadelemiz 4. stratejik mücadele aşamasına gelmiş bulunuyor, final sürecini yaşıyor. Artık başarıya kilitlenerek kendi öz gücümüze dayanarak çözüme gidebilecek mücadele biçimini ortaya koymak durumundayız. Bu açıdan saldırılara karşı bizim direnişimiz sadece direnmekle kalmayacak, aynı zamanda başarıyı getirecek bir direniş olarak gereken cevabı verecek durumdadır. Bu konuda işte gerillanın yaşadığı bazı yetersizliklere dayanıp da kış boyu noktaların tespit edilmesi temelinde bazı darbeleri vurmayla kendilerine zafer senaryolarını oluşturan bütün o savaş teorisyenleri boşa çıkacaktır. Kürdistan gerillasının 30 yıllık tecrübesi vardır ve tüm Kürdistan coğrafyasında hareket olanağı ve hakimiyeti vardır. Hiçbir güç, hiçbir ordu düzeni ve hiçbir kontrgerilla faaliyeti Kürdistan’daki gerillayı yenemez.
KİM BU GERİLLAYI DURDURABİLİR?
Şimdi AKP kontrgerillaya bel bağlıyor. Yani daha çok istihbarata, yüksek teknolojiye ve psikolojik harp yöntemlerine dayanan kontrgerillanın sonuç alacağını düşünüyor. Bunun için özel ordu kurmuş, özel harekat polisi var, özel mahkemeler var. Yani özellerle özel bir savaş yürütüyor. Bu özel savaşla Kürt halkının direnişini kıracağını hesaplıyor. Ancak tarih bu hesabın tutmayacağını bir kez daha gösterecektir. Onlar kendilerini bir ölçüde yenilemiş olabilirler biz daha fazla kendini yenileyebilme yeteneğine sahip bir hareketiz. Gerillanın 30 yıllık tecrübesi vardır, yoğunlaşması vardır ve bir de kararlılığı ve amaca kilitlenmiş fedai ruhu vardır. Kim bu gerillayı durdurabilir. Kısaca biz köklü ciddi bir çözüme açığız. Çözüm koşulları az önce belirttiğim gibidir ama biz saldırılara karşı da meşru müdafaa hakkımızı kullanma temelinde sonuna kadar direneceğiz ve bu direnişi başarıya taşıma noktasında hedefe kilitlenerek sonuca gitmeyi başaracağız.
Bizim bu konuda propaganda yaptığımızı, işte bilmem fazladan şeyler söylediğimizi düşünenler varsa uygulamalarla sonuçları görürler. Başka bir şey belirtmek istemiyoruz. Biz hep barış dedik, çözüm dedik; bunun için Önderliğimiz çok yönlü çabalar gösterdi. En büyük çabayı Başkan Apo gösterdi, ancak şimdi Başkan Apo’ya reva görülen uygulamayı görüyoruz. Daha ne diyebiliriz ki! Bütün halkımız, bütün yurtseverler, bütün samimi dostlar, çözümden yana olan bütün kesimler şunu çok iyi bilmeli; biz çözüm istiyoruz. Biz Türkiye’nin birliği çerçevesinde Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde Demokratik Özerklik perspektifini esas alıyoruz. Ancak Türkiye buna gelmezse biz direnen bir halk olarak başımızın çaresine bakmak zorundayız. Dolayısıyla bizi öyle kendine mahkum kılmaya çalışan, bize köleleşmeyi dayatan sömürgeci uygulamalardan vazgeçilmelidir. “Vururum, hizaya getiririm, sopayla yola getiririm” uygulamalarından vazgeçilmelidir. Ne İmralı’daki zorba uygulama, ne Kürdistan caddelerinde polisin yürüttüğü zorbalık, ne Kürt siyasetinin haksız hukuksuz yere alınıp rehin tutulması, ne de gerillaya karşı geliştirilen imha operasyonları sonuç almayacaktır. Kürt halkı her yerde direnecek ve bu direnişi de zafer kazanacaktır.
VAN ADETA İKİNCİ AMED OLMA DÜZEYİNE GELDİ
* Peki, Van merkez ve ilçelerindeki belediye başkanları ile BDP yöneticilerine böyle bir yönelimin özel bir amacı var mı?
Evet, bizce özel bir amacı vardır. Biliyorsunuz, bugün de hem Hakkari’de, hem Doğubayazıt’ta hem de Bursa’da siyasi soykırım saldırısı devam etti 30’dan fazla kişi gözaltına alındı. Birçok insanımızı haksız yere tekrardan gözaltına aldılar. Çok ciddi, boğaz boğaza bir hesaplaşma ve bir savaş durumu siyasal alanda sürdürülmektedir.
Şimdi Van’a yönelimleri planlı bir yönelimdir. Her şeyden önce Erdoğan, Van Belediyesi’nin AKP’den alınmış olmasını hiçbir zaman hazmedemedi. Bunu sanırım 1-2 kez konuşmalarında da ifade etti. Bunun için Van her zaman AKP’nin hedefleri arasında. Genelde ise Van Serhat’ın kapısıdır. Serhat’ın kitlesi yurtsever siyasete dönük bir tırmanış içerisindedir. Ben Serhat kitlesinin yurtseverlik mücadelesinin giderek tırmanacağını düşünüyorum. Van bu konuda bir merkez rolünü oynuyor. Van işte adeta ikinci bir Amed olma düzeyine geldi. Devlet bundan ciddi kaygılar duymaktadır. Çünkü devletin politikası Kürt yurtseverliğini Karacdağ’ın ötesine geçirmemek. Bunun için başta Urfa olmak üzere birçok şehre dönük çok özel uygulamalarda bulundular. İşte GAP projesi, vb. şeylerle, bir barajlama hattını Urfa, Adıyaman, Elazığ, Bingöl, böyle Serhat’tan hatlar oluşturup Kürt yurtseverliğini Amed, Mardin ve Botan’la sınırlama politikası doğrultusunda bu kenar alanlara yönelme durumu vardır. Aynı özel politika Dersim’e dönük de sürdürülmektedir. Yine Serhat vilayetlerine dönük çok özel bir uygulaması vardır. Bu konuda Serhat halkının son yıllarda göstermiş olduğu kalkış ve direniş bu politikayı yırttı. Bunda Van’ın önemli rolü var. Bir bu yanı var.
AKP DEPREMİ FIRSAT BİLİP VAN’I BOŞALTMAK İSTEDİ
İkincisi ise Van’da bildiğiniz gibi geçen yıl acı bir olay yaşandı; bir deprem yaşandı. AKP bunu fırsat bilip Van’ı boşaltmak istedi. Van halkını adeta yaşamından bezdirmek istedi. Aç bırakarak o kış ortasında soğuk içinde bırakarak teslim almak istedi. Yurtsever Van halkı buna karşı direndi. Bu direnişte Van Belediyesi’nin ve Bekir Kaya’nın belli bir rolü olması gerekir ki onu da hedeflediler. Sadece onu değil Van’da Kürt siyasetinin direnen kadrolarını, yine çevre belediyelerin kimlikli duruşunu hedefleyen topyekun bir yönelim durumu söz konusudur. Aslında bunun amacı adeta Van’da ikinci bir depremle Van’ı düşürmektir, Van yurtseverliğini tasfiye etmektir. Van halkı daha depremin yaralarını sararken, -ki bu yaraları sararken Van belediye başkanının belli bir rolü ve işlevi vardır. Bunu AKP de dahil olmak üzere herkes biliyor- darbeleyerek, bu insanları tutuklayarak Van halkını acılarıyla baş başa bırakmaya ve onlara tek yol olarak gelip AKP’e ye teslim olmaya, ya da Van’ı terk etmeye, Serhat’ta yükselen yurtseverlik direnişini böylece darbelemeye dönük bir konsepttir bu. Bu, çok ölçülmüş, biçilmiş ve ardından uygulamaya konulmuş bir konsepttir. Bu, çok hayinane, çok alçakça bir şekilde Kürt yurtseverliğini tasfiye etme politikasıdır.
İşte basında “Van’ı istiyorum, Amed’i istiyorum” diyen Başbakan’ın sözleri de var ama esasında daha derin bir sömürgeci amaç taşıyan bir politikanın sonucu bu insanlar tutuklanmışlardır. Neymiş? KCK üyesiymiş. Ne alakası var? Kim demiş orada KCK var. Varsa bizim bilgimiz yok, o zaman onlar biliyorlarsa nerede nasıl oluşmuş bu KCK, açıklasınlar? Tamamen safsata. Amaç bu insanları alıkoymak ve toplumu sindirmektir. Biliyorsunuz aynı çerçevede bugün Doğubeyazıt’ta da yönelim oldu, zaten daha önce Kars’ta yönelim olmuştu, bugün Hakkari’de de oldu. Mesela Hakkari’ye yönelim onlarca kez gelişmektedir.
ERDOĞAN KENDİSİ NE YAPIYORSA KARŞITINI ONUNLA SUÇLUYOR
* Başbakan, Hakkari ve Amed halkının AKP kongrelerine ilgisizliği ve tepkisini de eleştiri konusu yaptı…
Elbette ki ciddi rahatsızlığı vardır. Şimdi şöyle bir şey var. Başbakan bir taktik yürütüyor. Kendisi neyi yapıyorsa karşıtını onunla suçluyor. Yaptığı uygulamadan başkasını sorumlu gösteriyor. Örneğin; “zulümle abad olunmaz” diye bir sözü vardır. Tamam da zulüm yapan kendisidir. Şimdi Allah aşkına Kürdistan’da yaptığı zulüm değil de nedir? Zulüm siyasetini yürütüyor ve zulümle abad olmak istiyor. İşte sürekli Hakkari’yi gündeme getiriyor. Yurtsever Hakkari halkının aldığı demokratik tutumu görmek istemiyor. Hakkari halkı dayattığı tekçi anlayışı kabul etmiyor. Bu yüzden kimse AKP’nin kongresine katılmamıştır. Şimdi orada Hakkari halkının vurduğu bir tokat var bunu farklı gösteriyor. “Orada PKK’nin BDP’nin baskısı olmuş, insanlar perde arkasından beni seyretmiş” diyor. Yani orada kendi siyasi gerçeğini göreceğine baskıyla izah edip işin içinden çıkıyor. Amed halkının verdiği bir ders vardır. Hatta AKP tabanının dahi katılım göstermeyerek verdiği bir mesaj vardır. Bu mesajı doğru okuyacağına “BDP’nin, PKK’nin baskısı olmuştur” diyerek işin içinden çıkmaktadır.
İNSANLAR HER GÜN 650 BİN POLİSLE TEHDİT EDİLİYOR
Elinde 650 bin polis var. Bu polis Kürdistan’da her gün cinayet işliyor, her gün insan dövüyor, her gün terör estiriyor, her gün insan tutukluyor. Elinde yargısı var, 10 bin kişiyi tutuklamış, herkesi korkutmuş. Demin de belirttiğimiz gibi Türkiye de basın organlarına, iş çevrelerine, işçi sınıfına, öğrenci kesimine, kadın kesimine, herkese yönelmiş, herkesi ürkütüyor, korkutuyor, şimdi kalkıp diyor ki, “PKK tehdit ederek, toplumu ürküterek, korkutarak oy toplamış.” Bu kadar çarpıtma olamaz. El insaf. Senin de elinde bu kadar imkanın var, gücün var; her gün milletin başında cop sallıyorsun. Nasıl oldu da PKK bu kadar baskıyı aşacak bir baskı uyguluyor da kimse görmüyor. Açık ki kendisi baskı uyguluyor, bizleri baskı uygulamakla suçluyor.
Kendisi zulüm yapıyor, faşizm uyguluyor, tutup komşu ülkeleri, bilmem İsrail’i, bilmem Suriye’yi zulüm yapmakla, katliam yapmakla suçluyor. Sen kendin de ülkende zulüm uyguluyorsun, katliam yapıyorsun. Bu kadar Kürt genci öldürüldü, hiçbirisinin faili yargılandı mı? Hayır. Yani kendi yaptıklarını başkasına yükleme. Yavuz hırsız misali denilene en iyi örnek herhalde budur. Türk devletinin Kürt halkına karşı yapmadığı kalleşlik kalmamıştır, kalkıp bizi kalleşlikle suçluyor. Yani taktiği odur; neyi yapmışsa karşıdakini onunla suçlama taktiğidir. Kürdistan’daki sömürgeciliği böylece örtmeyi hedefleyen bir taktik girişimidir. Kısaca aslında Amed ve Hakkari halkının verdiği cevap açık ortadadır. Onu göreceğine onu farklı yorumlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Hayır. Kürt toplumu artık bir tavır alıyor. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu Kürt halkının iradesidir. Bu iradeye saygısızca yaklaşıp “baskı altında bunu yapıyorlar” diyerek bu iradeyi görmemek sizi bir yere götüremez.
KOMŞULARLA SIFIR PROBLEM, TÜMDEN PROBLEME DÖNÜŞTÜ
Şimdi nihayetinde Türk devletinin yaptığı bu zulme karşı Kürdistan Özgürlük Hareketi elbette ki direnecektir. Bu direnişi başarıya taşımak için bölgesel, uluslararası ve yine örgütsel koşullarımız müsaittir. Halkımız güvenle bu sürece yaklaşmalı. Bu süreç bizim kazanacağımız bir süreçtir. AKP’nin yaşadığı telaşın kaynağı da budur. AKP bölge için “komşularla sıfır problem” dedi, o sıfır problem tümden probleme dönüştü. Politikasında başarısızdır. Mevcut bölgede yaşanan gelişmeler ve ülkemizdeki bu faşizan zulme karşı halkımızın mevcut duruşu Kürdistan halkının geleceğinin parlak olduğunu göstermektedir.
ZULÜM DİZ BOYU AMA DİŞİMİZİ SIKALIM
Biliyorum, zulüm diz boyudur. Birçok insanımız bugün zindana atılmıştır, onların aileleri ve çocukları vardır, perişan da olabilirler. Ama dişimizi sıkalım, direnişi daha da yükseltelim. AKP faşizmine karşı Türk sömürgeciliğine karşı sadece gerilla direnişi değil her yerde ve her zeminde direniş göstererek bu faşizan uygulamaları geriletmeyi hedeflemeliyiz. Biz bunu geriletebiliriz. Çağımızda yeryüzünde hiçbir yerde 40 milyon insanın anadilde eğitim hakkı yasaklanmamıştır. Hiçbir yerde 40 milyonluk bir toplum statüsüz değildir. Bizim istediğimiz meşru haktır. Halk olmaktan kaynaklı olan doğal haklarımızı istemekteyiz. Kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Haklıyız ve kazanacağız. Buna güvenmeliyiz, buna inanmalıyız. Halkımız her yerde direnmeli. Yurtsever direnişçi Kürt kadını, sevgili yurtsever anneler, yurtsever-demokratik Kürt gençliği, bütün toplumsal kesimler bu dönem direnişle kazanılacak bir dönemdir. Direnişin sonuca gideceği bir dönemdir ve direnmek bir onurdur. Onurlu duruşu bu dönemde mutlaka göstermeliyiz. Bugün Van’da yapılan zulme, yapılan büyük hakarete, başta Van belediye başkanı ve diğer belediye başkanları ile Kürt siyasetçilerinin tutuklanmasına karşı Van halkının 3 günden beri sergilediği direniş çok anlamlıdır. Bu direnişi selamlıyorum. Bu direnişi destekleyelim, etrafında kenetlenelim, Van Belediyesi’nin önündeki direnişi güçlendirerek, süreklileştirerek genelleştirelim. Biz Kürt halkı olarak bu zulme “Êdî Bes e!” diyelim. Benim bütün Kürt yurtseverlerine çağrım budur; direnerek kazanacağımız bir döneme gelmiş bulunuyoruz. Van halkının gösterdiği direnişi yalnız bırakmayalım bu direnişe sahip çıkarak güçlendirelim.
DİRENİŞ İÇİNDE OMUZ OMUZA VEREREK KARDEŞLİĞİ PEKİŞTİREBİLİRİZ
Yine AKP’nin tek yanlı bir biçimde geliştirdiği faşizan uygulamaların tüm Türkiye emekçi sınıfları ve demokrasi güçleri üzerinde kendisini hangi düzeyde hissettirdiğini iyi biliyorum. Ama Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve emekçi kesimlerin şunu iyi bilmesi gerekir; Kürt halkının bugün AKP’nin bu faşizan uygulamalarına karşı göstermiş olduğu direniş Kürt halkı açısından çok onurlu ve şerefli bir direniş olurken aynı zamanda Türkiye demokrasisini temsil eden bir direniştir. Bunun için Kürt halkının bu zulme karşı geliştirmiş olduğu direnişi Türkiye cephesinde de katılım göstererek genelleştirelim ve demokratik ortak özgür vatan inşasında omuz omuza mücadele yürütelim. Türkiye’de demokrasiden yana olan bütün samimi dindarların, samimi solcuların, samimi demokratların, Kürt halkının bu özlü, onurlu, şerefli direnişiyle ortaklaşarak güzel günlere doğru giden bir Türkiye’yi yaratma görevi vardır. Biz bu anlamda Türkiye’deki tüm barış ve demokrasi yanlısı kesimleri Kürt halkının yürüttüğü direniş mücadelesiyle dayanışmaya çağırıyoruz. Kardeşlik ancak bu platformda olabilir. Yani direniş içerisinde omuz omuza vererek kardeşliği pekiştirebiliriz. Yoksa sömürgeci temsilcilerin kardeşlik naraları biz biliyoruz ki bize mermi, top ve uçak olarak dönmektedir. Kürt halkı bunu onyıllardan beri biliyor ama temiz-sade kardeşliği arıyor. Bu konuda umudunu yitirmemişse ne ala. Bugün ortak mücadele koşulları her zamankinden daha fazla gelişmiş bulunuyor. Bu açıdan hem Türkiye demokrasi güçlerini hem de demokratik-yurtsever tüm Kürt kesimlerini AKP’nin halkımıza karşı geliştirmiş olduğu bu topyekun savaş saldırılarına karşı direnmeye, boyun eğmemeye ve direnişi sürdüren Kürt siyasetçilerini yalnız bırakmamaya çağırıyorum.
KÜRT SİYASETİNİN ERKENDEN ÇÖZÜLECEĞİNİ SANIYORLARDI
* Kürt siyasetçilerinin direnişinden bahsettiniz. Bu direnişin geldiği boyutu açar mısınız?
Bugün gerçekler çok daha netleşmiş bulunuyor. 3 yıldan bu yana Kürt siyasal demokratik sivil siyasetine karşı AKP’nin geliştirdiği bir rehin alma operasyonu, siyasal soykırım operasyonu söz konusudur. Bugün 8 bine yakın Kürt siyasetçisi zindana atılmış ve rehin olarak tutulmaktadır. Gerek zindanda bulunan tüm Kürt siyasetçilerinin bugüne kadar sergilemiş oldukları onurlu tutum, gerekse de dışarıda bulunan parlamenterlerin, belediye başkanlarının ve yine değişik düzeyde rol üstlenen Kürt siyasi aktivistlerin ve kadroların sergilediği direniş gerçekten çok anlamlı bir direniş olmuştur. Bugün Kürt siyaseti BDP şahsında kendisini kanıtlayan bir pratik sergilemiştir. Hakkını vermek gerekiyor. Bu insanlar bizler gibi, belki militan koşullara imkanlara sahip olmamasına rağmen Türk devletinin siyasal soykırım uygulamalarına karşı boyun eğmeden yurtseverlik çizgisinde bir duruşu geliştirmişlerdir. Bu siyasal soykırımı yürüten odaklar, yani Gülen ve AKP koalisyonu, esas olarak Kürt siyasetinin erkenden çözüleceğini, dağılacağını, birbirine gireceğini bekliyordu. Hesapları buydu. Ancak gerek cezaevindeki gerekse de dışarıdaki Kürt siyasetçilerinin yürütülen bu faşizan uygulamalara karşı göğüs germesi, cesaretli ve kararlı bir direnişi sergilemesi, kendi halkının yanında yer alması, değerleriyle bağlarını güçlendirmesi ve şehitlerine sahip çıkması çok anlamlıdır.
VAN’DA KÜRT SİYASETÇİLERİ DİRENİŞTEKİ KARARLILIKLARINI ORTAYA KOYDU
İşte en son Van’da gördük, Kürt siyasetçilerinin yaptıkları konuşmalar ve sergiledikleri tutum var. Gerek Aysel Tuğluk’un, gerekse de Osman Baydemir’in, Özdal Üçer’in, yine Esat Canan’ın basına yansıyan konuşmaları var. Direnişte ne kadar kararlı olduklarını ortaya koyuyorlar. O zaman halkımız da siyasetçilerini yalnız bırakmamalı, sahip çıkmalı, etrafında kenetlenmeli. Kürt halkının kazanması ancak böyle gelişebilir. Bu anlamda Kürt siyasetçilerinin özellikle de bu dönemde gerek cezaevinde sergiledikleri duruş, gerek Kürtçe anadil savunma hakkı konusunda sergiledikleri tutum ve gerekse de faşizan uygulamalara karşı cesaretlice aldıkları tavır çok anlamlıdır. Tarihte ilk kez olan bir şeydir.
Kenetlenme, birlik olma, birbirini sahiplenme olduğu müddetçe biz hiçbir zaman gerilemeyiz; ilerler ve kazanırız. Kürt halkı bunu bilmeli. Artık Önder Apo’nun çizgisinde Kürt siyaseti de yasal siyaseti, sivil siyaseti, genel siyaseti ve gerillası sivili bir eksende birleşmişse bu başarının işaretidir. Bu eksen Önder Apo eksenidir. Biz bununla zafere gideriz, başarıya gideriz. Onların çılgınlığı başarısızlıklarının verdiği bir çılgınlıktır. AKP başarısız kalacaktır. Başarı kesinlikle onurlu ve şerefli direnişi gerçekleştiren Kürt halkının ve bu halkın öz evlatlarının sergiledikleri kahramanlık direnişinin olacaktır. Kısaca Kürt siyasetinin sergilediği tutum çok anlamlıdır.
CEZAEVLERİNDEKİ BARIŞ GRUBU ÜYELERİNİ SELAMLIYORUM
Ben buradan şunu da söylemek istiyorum; barış gruplarını buradan bizzat ben örgütleyip gönderdim. Şimdi barış gruplarında gönderdiğimiz o arkadaşlar ceza aldılar ve davalarına yüksek bir kararlılıkla olan bağlılıklarını mahkeme salonlarında da gösterdiler. Bu çok anlamlı ve değerli bir tutumdur. Barış grubu olarak gidip şu anda cezaevinde olan tüm devrimci-demokratları selamlıyorum, onların duruşunu takdir ediyorum.
Dikkat edilirse, Kürt halkı her cepheden çok güzel örnekler sergilemektedir. Bütün bunlar Kürt davasının artık sonuca doğru gittiğinin işaretleridir. Eğer sömürgecilik bugün bu kadar telaşa düşmüşse onun nedeni de budur. Zafer artık mutlak bir biçimde Kürt halkının olacaktır. Kürt halkının davası haklıdır, çizgisi ve yolu doğrudur. Bu nedenle bu dava başarıya da gidecek, hiçbir güç bu başarılı yürüyüşün önüne geçemeyecektir.
KÜRT SİYASETİ BU DÖNEMDE HİÇBİR FİRE VERMEDİ, BU BİR BAŞARIDIR
* Erdoğan’ın Kürt siyasetine karşı bu kadar öfkeli açıklamalar yapmasının esas nedeninin de bundan kaynaklı olduğunu mu anlamak gerekiyor? Erdoğan en son BDP ile MHP’yi bir kefeye koyarak “morg önünde nöbet tutmayı bırakın” diyerek ağır saldırılar yaptı. Bütün bunların nedeni sözünü ettiğiniz direnişin sergilenmesinden midir?
Elbette ki öyle. Onlar kendi halkının yanında yer aldıkça sömürgeciliğin temsilcileri tabi ki onlara karşı öfkelenmektedir. Kürt siyasetinin bu dönemde başardığı en önemli şey halkının yanında yer alarak direniş sergilemesi ve birliğini muhafaza etmesidir. Dikkat edin hiç fire vermemesi önemli bir başarıdır. Demek ki, bu mevcut direniş süreci ve Kürt halkının Önder Apo etrafında kenetlenerek yürüttüğü yol, doğru bir yoldur. Herkesin tam kenetlendiği bir yoldur ve Kürt siyaseti de bu eksende ilk kez güçlü bir direniş ve birlik ruhuyla mücadelede yerini almış bulunmaktadır. Gerektiği yerde öncülük yapabilmeyi önüne koymuş bulunmaktadır. Bu açıdan bu önemli bir duruştur ve bu duruştan dolayı da tabi ki sömürgecilik tarafından tepki ile karşılanmakta ve çeşitli saldırılara maruz kalmaktadırlar.
O MORGLARIN CENAZE DOLMASINA YOL AÇAN KİM?
Şimdi “morg nöbetini bırakın” demek de ayrı bir şeydir. Peki, o morgların cenaze dolmasına yol açan kim? Kimin talimatı ile bu savaş oluyor? Kim morgların Kürt ve Türk gençlerinin cenazeleriyle dolmasını kendi talimatı ile yol açıyor? Erdoğan değil mi? Bakınız, Kürt sorununun çözüm zirvesi tam da geçen yıl bu ayda -ki yarın 12 Haziran seçimlerinin yıldönümüdür- 15 Haziran önemli bir tarihti. Niye önemli bir tarihti? Çünkü Erdoğan’ın protokollere cevap vermesi gereken bir tarihti. Ama 12 Haziran Seçimleri’nden aldığı sonuçla sarhoş olarak cevap vermeyi bir yana bırak, bize karşı savaş ilan etti. Yani eğer bugün morglar doluyorsa, bu tamamen Erdoğan’ın kararı ve duruşu sonucu gerçekleşmektedir. Bu konuda değişik zamanlarda bizi de suçlayan davranış ve tutumları olmaktadır. Yine birçok Türk basın kuruluşu aynı yönde çeşitli teraneler yazmaktadır ama gerçek öyle değildir. Biz barış ve çözüm istedik. Biz çözüm için çıtaları en olması gereken noktalara çektik. Bunun için ciddi çabalar sergiledik. Önder Apo yıllardır bunun için çaba sergiliyor. Türk-Kürt birliğini teorileştiren, bunun teorisini kuran, demokratik cumhuriyet eksenini bir teorik bilince dönüştüren Başkan Apo’dur ve biz bunu samimice uygulamak istedik.
BU SORUN SENİN YÜZDE 50 OY ALMANLA ÇÖZÜLMEZ!
Ama neyle karşılaştık? Saldırıyla karşılaştık. Bir kere bu KCK Operasyonları adı altındaki operasyonlar durmadı. Kürt halkına karşı yapılan zulüm durmadı. Yani AKP kendini aşırı abarttı. Erdoğan, artık gücünün her şeye kadir olduğunu sandı. Ama Kürt sorunu toplumsal bir sorundur. Cumhuriyetten önce de Osmanlı döneminin son yüzyılında gündemdeydi ve Cumhuriyetten bu yana da Kürt sorunu çözülmemiş bir sorun olarak Türkiye’nin gündemindedir. Bu sorun senin %50’den fazla oy almanla çözülmez. Bu toplumsal bir sorundur. Ciddi bir sorundur. Ciddiyet istiyor. Ama Erdoğan tek başına her şeyi çözebileceği kanaatine vardı. Kimseyi tanımaz oldu, kimseyi ciddiye almaz oldu. Her önüne geleni tehdit etti, her önüne gelene laf çattı. Her önüne gelene saldırı yaptı. Tüm Türkiye’de bu açıkça görülüyor. Herkes önünde diz çöktü ve bize de diz çökerteceğini sandı. Biz diz çökmeyiz. Biz bir halkız ilkeleri uğruna her şeyi feda etmeyi göze alan bir hareketiz. Çözüm istiyorsanız Kürt halkını siyasal irade olarak tanıyın ve öz yönetim hakkını tanıyın. Kürt halkının yürüttüğü mücadele haklıdır. Öyle terörizm ile suçlayarak bir kenara atamazsınız.
Bu haklı davada hareket içerisinde ve Kürt gençliğinde gözünü kırpmadan canını feda edecek binlerce fedai vardır. Buna en çarpıcı örnek, en son fedai eylemi gerçekleştiren ve engel tanımaz bir tutumla sonuca gitmeyi hedefleyen Andok (Ramazan Yılmaz) ve Êrîş (Cengiz Özek) arkadaşlardır. Bu arkadaşların cenaze töreninin Gever ve Farqîn’de görkemli bir biçimde yapılmasına tahammül edemeyen AKP polisi törene saldırdı ve Özgür Taşar isimli 15 yaşındaki gencimizi de şehit etti. Ama Kürt gençliğinde fedai tarz sadece gerilla içinde değil toplum içinde de gelişmiştir. Her ne kadar tasvip etmediğimiz bir yöntem de olsa M. Şerif Saklı adında 25 yaşındaki Kürt gencinin Önderlik üzerindeki işkence uygulamasını protesto etmek amacıyla bedenini ateşe vermesi herkesi düşündürtmesi gereken bir çıkış değil midir? Biz bu gencimizin ailesine başsağlığı diliyor, onun fedai ruhunun mücadelede yaşatılacağını belirtmek istiyoruz. Şimdi bu dönemde biz bu tür kendini yakma çıkışlarını doğru görmüyoruz ama Türk devletinin ve AKP’nin, Kürdistan gençliğinin içinde bulunduğu kararlı mücadele tutumunu görmesi açısından bu çıkışlar çarpıcı örneklerdir.
ROBOSKİ İÇİN YARGILAMA YOK ÇÜNKÜ KATLİAMI KENDİLERİ YAPTI
* Roboskî, kanayan bir yara olarak gündemde olmasına rağmen hükümet yetkilileri konunun esasına ilişkin açıklama yapmadığı gibi, her konuştuklarında bu yarayı daha da derinleştiriyorlar. Katliamın üzerinden 6 ay geçmesine rağmen niye hiçbir sonuç alınamıyor?
Çünkü bu, devletin organize ettiği bir uygulamadır. Komisyon kurmuşlar, soruşturma açmışlar. Burada askeri sistem var. Soruşturma bir gün içerisinde de kimin talimat verdiğini, hangi pilotların hangi uçakları kullandığını tespit edebilir. Bu bir günlük bir iştir. Eğer gerçekten yargılamak istiyorlarsa, onları mahkemenin karşısına hemen çıkarabilirlerdi. 6 aydır niye oyalıyorlar? Çünkü bu katliamı kendileri yapmıştır. Bilinçli yapılmış bir katliam faaliyetidir. Hatta Roboskî Köyü bilinçli hedeflenmiştir. Bu Türk devletinin yaptığı ilk bir katliam değildir. Tarih sayfalarına bakın, bunun gibi onlarca katliam var. Mustafa Muğlalı’nın 33 Kurşun diye anılan 33 kişiyi kurşuna dizmesi olayı var. Onlar da güya kaçakçı adıyla kurşuna dizilmişti. Şimdi Roboskî’de 34 insanımızın kurşuna dizilmiş olması Türk devletinin öteden beri uyguladığı bir icraatıdır. Bu bizzat Erdoğan talimatı veya inisiyatifi altında yapılmıştır.
Dikkat edin, Erdoğan’ın son Roboskî ile ilgili konuşmaları aslında onların bilinçli bir şekilde bunu yaptığını gösteriyor. Hatırlayın, herkes özür dilemesini beklerken, bu uygulamayı yapan komuta kademesi ile Genelkurmayı kutladı ve sandı ki Kürtler öyle onursuzdur, para gönderirlerse, karınları doyarsa ses çıkarmaz. Kürtlere de para verdiğini söyledi. Bakınız, o şehit aileleri devletin paralarını reddetti. Şimdi onurlu bir duruş sergiliyorlar. Oraya giden bir kaymakama birkaç tokat vuruldu diye köy halkının gözünü korkutmak için birçok kişi tutukladılar. Niye kaymakama tokat vuran insanları tutukluyor da, 34 kişiyi öldüren kişileri tutuklayamıyorlar? Bu Kürt halkına karşı yapılmış iradi bir katliamdır. Yani Kürt halkının iradesine karşı yapılmıştır. Bunun için Erdoğan “bunlar sadece kaçakçı değiller, aynı zamanda PKK ile de ilişkilidirler” anlamına gelen sözler sarf etmektedir. Yani hak ettiler anlamına getiren sözler sarf etmektedirler. Sadece İçişleri Bakanı değil, bizzat Erdoğan’ın kendi konuşmaları aslında bunu ele veriyor. Onların mevcut konuşmaları aslında onların icraatlarının bir sonucu olarak geliştiğini gösteriyor ve bunun için oyalıyorlar ve hiç kimseyi yargılamayacaklar. Çünkü bu katliamı yapanlar kendileridir, sömürgeci uygulamalarıdır.
Şimdi Türk devletinin Van depreminde Van halkına karşı geliştirdiği o çifte standart, depremi küçük gösterme, depremin ilk haftasında uluslar arası güçlerin yardımını engelleme, küçük gösterme, sonra da bölgeyi afet bölgesi ilan etmeyip Van’ı boşaltma taktiği ile Roboskî Katliamı’nda sergilediği bu tutum, Kürt halkı açısından ciddidir. Sömürgeci uygulamalar olarak görülmek durumundadır. Biz çok iyi biliyoruz. Biz Van’da yapılanı ve şimdi yaptıklarını unutamayız. Biz Roboskî’de 19’u çocuk yaşta gençlerimizin açık açık katletmelerini hiçbir zaman unutamayız. Bu Kürt halkına karşı yapılmış bir saldırıdır. Bu açıdan sömürgeciliğin uygulamaları açık ortadadır. Şimdi ABD’nin de, Avrupa’nın da, tüm dünyanın da artık görmesi gereken şey şudur; Kürt halkı burada büyük bir eziyet ve zulüm altındadır. Saldırılar vardır. Kürt insanları öldürülüyor, kimse yargılanmıyor. Her gün sınırlarda, her gün şu caddede bu caddede çeşitli vesilelerle Kürt insanları öldürülüyor. İşte biz uluslararası güçlerin buna ortak olmamalarını belirtiyoruz. Bakın, ABD Roboskî Katliamı’na ortak mıdır, değil midir? ABD’de yayın yapan bir gazetede, kendileri biz istihbarat verdik dedi. Demek ki ortaktır. Biz diyoruz ki, Katliam’a ortak olmayın. Çünkü tarih karşısında Kürt halkına karşı sömürgeci amaçlarla bir insanlık dışı uygulama var, sömürgeci bir siyaset var, sömürgeci bir hukuk uygulanmaktadır. Buna hiç kimse ortak olmamalıdır. Çağımızda bu tür çirkef politika sahipleri kendilerini fazla gizleyemez, er ya da geç açığa çıkacak ve uluslararası kamuoyu önünde gereken hesabı vereceklerdir. Bu gerçekliği dikkate alarak Kürt halkının meşru, demokratik taleplerinin yerini bulması gerekmektedir.
PKK hareketi Kürt halkının meşru taleplerini savunan bir harekettir ve gelişen saldırılar karşısında savaşı değil, savunmayı yürüten bir harekettir. PKK bir saldırı savaşını geliştirmiyor; bir savunma savaşını yürütüyor. Devrimci halk savaşı özünde bir savunma savaşıdır. Neden? Çünkü değerlerine, ülkesine, siyasi alanına bir saldırı vardır. Bu saldırı karşısında var olabilmek için halk olarak direnmeyi ve savunma savaşını geliştirmeyi bir görev olarak bilmektedir. Bunun tüm uluslararası güçler tarafından doğru görülmesi gerekmektedir.
GERÇEK TÜRK YURTSEVERLERİ VE MİLLİYETÇİLERİ ÇÖZÜMDEN YANA OLMALILAR
* Basına yansıdığı kadarıyla Avni Özgürel Kandil’e gelip sizinle bir röportaj yapmış. Fakat şimdiye kadar yaptığı röportajı yayınlamış değil. CNN Türk kanalında katıldığı bir programda bundan söz etti, ancak ondan sonra herhangi bir yazısı veya açıklaması olmadı. Sizce bu röportaj neden yayınlanmadı?
Evet, doğrudur. Sayın Avni Özgürel yanımıza gelerek bir görüşme, röportaj yapmıştır. Türkiye’de barıştan ve çözümden yana olan bir takım aydın, yazar kesim vardır. Hemen şunu belirteyim ki, Kürt halkı açısından Türkiye aydın-yazar kesiminden olup da barışçıl çözüm isteyenlerin bir değeri ve kıymeti vardır. Biz bu tür dostlara değer biçiyoruz. Avni Özgürel de daha önce bir kez Önderliğimiz ile Lübnan’da görüşen ve ikinci olarak da yanımıza gelen bir gazetecidir. Milliyetçi bir insandır, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümünden yana olan bir çizgiye sahiptir. Bana göre Türkiye’yi seven gerçek milliyetçiler, gerçek Türk yurtseverleri Kürt sorununun çözümünden yana politika gütmelidirler, tavır geliştirmelidirler. Biz gerek sol-demokratik kesimlerden, gerekse de daha değişik kesimlerden Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümünü isteyen insanlara saygı gösteririz. Çünkü biz de gerçekten barışçıl yöntemlerle çözüm istiyoruz ve Türkiye’nin mevcut sınırları içerisinde gerçek anlamda Kürt-Türk kardeşliğini, eşit, özgür birliğini esas alan bir çözümü arzu ediyoruz. Mücadelemiz bunun içindir. Yani halkların kültürleri önünde engel olunamaz, kültürlere yasak getirilemez. O eskinin biçimlendirilmiş toplum yaratma konseptini geliştirmenin artık aşılması gerekiyor. Çağımızda çoğulculuk, katılımcılık demokrasinin temel ilkelerinden birisidir. Dolayısıyla Türkiye de demokratikleşmek istiyorsa artık Kürt halkına zorla Türkleşmeyi dayatma değil de, Kürt kültürü önündeki engelleri kaldırmayı ve Kürt halkını da bir halk olarak, bir toplum olarak kabul etmelidir. Bunun için çaba gösteren, bu doğrultuda çözümü düşünen değişik düzeylerde insanlar vardır. Bu çerçevedeki yaklaşımımızdan dolayı Sayın Avni Özgürel’in röportaj talebini kabul ettik. Kendisi röportajı yapıp memnun ayrıldığını biliyorum.
AVNİ ÖZGÜREL’İ ENGELLEDİLER
Belli ki, çeşitli devlet organlarıyla sağladığı temaslar sonucu engellemişlerdir. Ben de o CNN kanalında yayınlanan programını izledim. Aslında Ankara’da görüşmeler yaptığını ve yayınlayacağını söyledi. Ama herhalde daha sonradan uyarılmış, engellenmiştir. Öyle olduğu anlaşılıyor. Bu, bizim açımızdan pek önemli değil ama Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımını gösteren ve AKP politikalarını yansıtan bir veridir. Hatta şunu da belirteyim; o röportajdan sonra Erdoğan’ın üslubu daha da sertleşti, operasyonlar daha da arttı. Belli ki, bizim ilkesel tutumuzu görünce, onlar irademizi kırmaya dönük daha fazla yüklenme kararını almışlardır. Olabilir. Halbuki biz açıklığı esas aldık. Biz çözüm yolu nedir net koyduk. Çözüm yolunun nereden geçtiğini, nasıl esas alınması gerektiğini, neyin esas alınması gerektiğini belirttik.
ÇÖZÜM YOLU İMRALIDA’DIR
Sizinle yapmış olduğum bu röportajda da söyledim; çözüm yolu İmralı’dır; İmralı’da başlatılan savaşı sona erdirme ve Önderliğimizin ifade ettiği şartların yerine getirilmesidir. Başka bir çözüm yolu yoktur. Biz orayı gösterdiğimiz için Başbakan öfkelenerek, bize çeşitli saldırılar yaptı. Bize “savaş baronları” dedi. “Ülkeden çıkaracağım” dedi. Sonra “kalleş” dedi. Yani tarihine dönük ne kadar kalleşlik yaptıklarını görse bari insan anlam verebilir. Başbakanın bu son haftalarda üslubunun böyle daha saldırganlaşmasının bir nedeni de, bizim tutumumuzu öğrenmiş olmasıdır. Bizim bu tutumumuz ilkesel bir tutumdur. Asla değişmeyecektir. Evet, biz çözüme varız ama hiçbir biçimde boyun eğmeyeceğiz, halkımızın onurlu direnişinin başarıya gitmesi için yılmadan mücadele edeceğiz.
HAKKARİ’DE KİMSE YOK Kİ, KİMİNLE KONGRE YAPACAKLAR?
Bu konuda yanlış içerisinde olan biz değil; AKP hükümeti ve Erdoğan’dır. Bu şiddetle sonuç alma tarzına son vermelidir. İmralı’da uyguladığı şiddete son vermelidir. Kürt siyasetine karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Kürt sokaklarında Kürt gençlerine, kadınına karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Gerillaya karşı uyguladığı şiddete son vermelidir. Çözüm de öyle gelişebilir. Yoksa “Kürtleri vuracağım, iradesini kıracağım, keklik soylu bazı Kürtleri de yanıma alıp öyle sorunun çözümüne gideceğim” diyerek çözüm geliştiremez. Tarihin her döneminde bazı Kürtler ihanet etmişlerdir. Egemen devletin yanında yer almışlardır. Ama hiçbir zaman Kürt halkı onları kaale almamıştır. Şimdi de birkaç tane keklik soylu Kürdü yanına alıp bakan rütbesini vermiş ve Hakkari’ye gönderiyor, “kongre yapın” diyor. Kimse yok ki, kiminle kongre yapacak? Onların onuru olsa öyle oraya gelirler miydi? Yani devletin imkanlarını, maddi olanaklarını, devlet olma gücünü kullanarak bazı Kürtleri yanına alabilirsin. Her dönemde devletler bazı Kürtleri yanına almıştır. Zamanında CHP de birçok Kürdü yanına alarak Kürt isyan hareketlerini bastırmak istedi. Bastırabildi mi? Hayır. Siz de bastıramazsınız. Öyle “benim Kürt kökenli vatandaşlarım” diyerek kimseyi kandıramazsınız. Kürt halkı hakkını istiyor. Siz devlet olduğunuz için bir kesimi size karşı hemen tavır almıyor. Ama buyurun bağımsız ve baskısız bir referandum yapalım. Bakalım, Kürtler ne istiyor? Hem kendileri her gün baskı uyguluyor, hem de “bize baskı uyguluyorlar” diyor. Bu kadar çarpıtma ile hiç kimse bir yere varamaz.
Bir de, biz de Kürt halkı olarak siyasetten de anlıyoruz, kendimizi savunabilecek kadar savaştan da anlıyoruz. Bu açıdan ortada çoluk çocuk yoktur. Ortada böyle 4-5 bin kişiden oluşan bir yapılanma, bir örgütlenme yoktur. Ortada kökeni tarihin derinliklerine dayanan bir halk vardır, bir toplumsal hareket vardır. Bu hareketin direnen gücü vardır. Bunun doğru görülmesi ve bu temelde bir çözümün geliştirilmesi için projeye ulaşılması gerekmektedir. Projesiz, herhangi bir şey olmadan, ben sürekli Kürtlere küfreden bir TV kanalı açacağım; bu kanal Kürtçe konuşacak ve ben sorunu çözdüm diyeceğim. Böyle çözüm mü olur? Bu çözüm ile alay etmektir. Çözümü hafife almak sorunu hafife almak demektir. Böyle hafif yaklaşımlarla olmaz. Eğer devletseniz oturup düşüneceksiniz. Bu kadar yıldır bu sorunu niye çözmedik? Bu soruyu ciddi bir biçimde kendinize sorsanız ve samimi olarak üzerinde düşünürseniz, kendiniz de cevabı bulursunuz. Bizim bu konuda söyleyeceğimiz budur.
Ben eminim ki, bizi ziyarete gelen dostların belli çabaları her zaman olacaktır. Çünkü biz gerçekleri ifade ediyoruz. Çünkü biz samimiyiz. Bunu gören insanların azıcık vicdanı varsa mutlaka etkilenip bir şeyler yaparlar diye düşünüyorum.
3 ÇEÇEN MİLİTANI VURUYORLAR, SONRA RUSYA İLE PKK KONUSUNDA PAZARLIK YAPIYORLAR
Şimdi farklı yolları deneyerek Kürt sorununda çözüme gideceğini sanmak yanlıştır. Özellikle tüccar mantığıyla kar olsun diye her türlü yöntemi denemek ahlaki değildir. Bakın size bir şey söyleyeyim; Türkiye’de Çeçenler var AKP onlarla dostluk kuruyor ama gidip Rusya ile Çeçenler üzerinde pazarlık yapıyorlar. 3 tane Çeçen militan İstanbul’un göbeğinde vuruluyor, karşılığında Rusya’dan bizden bir kişinin teslim edilmesini istiyor. Bu tür kirli pazarlıklarla toplumsal sorunlar çözülemez. Yanına aldığına ihanet et, karşına aldığını komplolarla ele geçir. AKP bu mantıkla sorunu nasıl çözecek? Şimdi Rusya’dan istediği bir Kürt siyasetçisi var. Sözüm ona Rusya verecek. Putin böyle bir politikaya gelir mi gelmez mi bilemem. Umarım Rusya böyle kirli bir hesaplaşmanın ortağı olmaz. Çünkü bu gerçekten çok kirli bir şey. İşte ben senin karşıtlarını şöyle yapacağım, sen de şöyle yap gibisinden pazarlıklar çirkef pazarlıklardır. Rusya’nın böyle bir pazarlık temelinde herhangi bir Kürt siyasetçisini vermesi Rus-Kürt dostluğuna vurulacak en büyük bir darbe olur ve Rusya’nın mevcut imajına ve geleneksel yapısına ters bir yaklaşım olur. Bu nedenle Rusya tarafından yani Rusya devleti erkanında onaylanacağını pek zannetmiyorum.
İşte böyle kirli bir pazarlık yapıyorlar. Bunun üzerinden hesap yapıyorlar, bize karşı kullanıyorlar. Bunun üzerinden gidip Amerika ve farklı ülkelerle pazarlıklar yapıyor. Yani bize karşı sonuç elde etmek için, geriletmek için bu AKP elinden gelen her şeyi yapıyor, her türlü oyununda aleti olabiliyor. İlke, gurur, onur bunlara bakmıyor. Ölçüsünde bunlar yok, tüccar mantığı vardır. Salt tüccar olup da ilkeler olmayınca tabi ki her türlü rezil siyaset anlayışı da uygulanabiliniyor. ANF