Meslektaşım ve dostum Doğan Akın, yine iyi bir gazetecilik yapmış ve Fethullah Gülen’in avukatları Abdülkadir Aksoy ile Orhan Erdemli’nin Ankara 2 No’lu DGM Başkanlığı’na verdikleri “savunma”dan bazı önemli bölümleri dikkatimize sunmuş. Doğan’ın yöneticiliğini yaptığı www.t24.com.tr internet sitesinde “Sanık Fethullah Gülen’in savunmasından cemaate hatırlatmalar” başlığıyla yayınlanan yazısına geçmeden önce hafızalarımızı tazeleyelim:
Bir zamanlar Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) yerine Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı ve buralarda görev yapan savcılar, devletin güvenliği adına özellikle “irtica”, “bölücülük” ve “yıkıcılık” gerekçesiyle ‘hayli iddialı iddianameler’ düzenliyorlardı. Bu savcıların en ünlülerinden olan Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, 31 Ağustos 2000 günü “laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıyla Fethullah Gülen hakkında kamu davası açtı. Bu dava yıllar sonra beraatle sonuçlandı ve Yargıtay da bu kararı onayladı.
Yasadışı kayıtlar
Akın’ın yazısından Gülen’in avukatlarının çok güçlü bir savunma yapmış olduklarını anlıyoruz. Bu yazıda o savunmanın sadece bir bölümünden hareketle, günümüzde süren bir tartışma hakkındaki görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Malum, iktidar partisi yasadışı yollarla yapılan ses ve görüntü kayıtlarını yayınlayanlara çok ağır cezalar getirmek istiyor. Özellikle Gülen cemaatine yakın yayın organları da bir süredir bu düzenlemeyi engellemek için yoğun bir kampanya yürütüyor. Söz konusu kampanyayı desteklemek için olsa gerek, tutuklu bulunan çok sayıda yüksek rütbeli subayın ses kayıtları peş peşe yayınlanıyor.
Düzenlemeyi tartışmaya geçmeden önce AKP’nin neden şimdi böyle bir arayışa yöneldiğini sorgulamalıyız. Biliyoruz ki iktidar partisi, her ne kadar açıkça dile getirmemiş olsa da, bugüne kadar yapılan yasadışı kayıt yayınlarının hemen hepsinden (Ergenekon, Balyoz, KCK, MHP, Deniz Baykal vs.) geniş bir şekilde istifade etti. Bu süreçte başta Erdoğan olmak üzere AKP ve hükümetin üst düzey isimlerinin, yasadışı kayıtları ilkesel olarak lanetlediklerine pek tanık olmadık; hatta birçok kez bu yasadışı kayıtların içeriğini rakiplerine karşı koz olarak kullandıklarını gördük.
Peki değişen nedir? Öncelikle, iktidar partisinin tutum değişikliğini, bir süredir bu köşede gündeme getirdiğimiz “yeni tür iktidar savaşları” perspektifinden değerlendirmemiz gerekiyor. 2007’den itibaren görünür olan AKP-Gülen cemaati ittifakının çatırdadığını MİT kriziyle birlikte gözlüyoruz. O andan itibaren birçok temel konuda tarafların farklı, hatta zıt pozisyonlar aldıklarını görüyoruz. ÖYM’ler ve yasadışı kayıtlar şu anda öne çıkan iki kritik konu. Hükümetin yasadışı kayıtları şiddetli bir şekilde cezalandırmak istemesinde, pekala, bundan sonra doğrudan kendisini rahatsız etme ihtimali yüksek olan benzer yayınların önünü alma arayışı etkili olmuş olabilir.
Aleniyet konusu
Ekrem Dumanlı dün Zaman’daki köşesinde, hükümetin yeni yasa girişimini şöyle eleştirdi: “Yeni yargı paketinde gazetecilere verilecek ceza ağırlaştırılıyor. Neden? Aleniyet kazanmış, kamunun bilmesinde fayda olan ‘ses kayıtları’nı yayınladılar ve yorumladılar diye. Halbuki bazı ses kayıtları olmasaydı ülke bambaşka bir yere savrulmuştu. Kaydedeni cezalandır. Ama haber yapana ceza vermenin ne mantığı olabilir?”
İşte tam da bu noktada, “aleniyet” kavramını temel alarak Gülen’in savunmasına bakabiliriz. Bilindiği gibi 28 Şubat sürecinin tam ortasında ATV Gülen’in bir sohbet ortamında söylediklerinin kasetini yayınlamış ve o andan itibaren Gülen ve cemaatinin başına bir dizi kötülük gelmişti. Savcı Yüksel’in iddianamesinin en temel dayanaklarından biri de o kasetti.
Gülen’in avukatları “Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında yapılmış olup ancak belirli kişilerin katılabildiği bu özel sohbet ortamları açısından aleniyetin varlığından söz edilemez” demişler ve bu tür kayıtların delil olarak kullanılamayacağı temelinde güçlü bir savunma yapmışlar. (D. Akın’ın Gülen’in savunmasından yaptığı alıntıların günümüzdeki birçok tartışmaya kolaylıkla uyarlanabileceğini görünce şaşırıyor insan.)
“Basın özgürlüğü” mü?
Yasadışı kayıtlar konusunda tavrım çok açık: Kim, kime karşı ve ne amaçla yapmış olursa olsun, yasadışı kayıtların yayınlanması asla savunulmaz. Bu bağlamda AKP’nin yapmak istediği düzenlemeyi gecikmiş ama doğru buluyorum. Bu düzenlemeye siyasi açıdan karşı çıkanlar olabilir ama itirazlarını “basın özgürlüğü” üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak anlaşılır gibi değil. Hele son dönemde yaşanan onca basın ve ifade özgürlüğü ihlaline ses çıkarmayan, hatta bunların bir kısmını alkışlayanların yasadışı kayıtların yayınlarının sürmesini sağlamak adına basın özgürlüğü kahramanlığına soyunması hiç inandırıcı değil.
“Peki darbecilerle, çetecilerle nasıl mücadele edeceğiz o zaman?” diye soranlara verilecek cevap çok basit: Tamamen yasal sınırlar içersinde kalarak. Aksi takdirde sizin de onlardan bir farkınız kalmaz.
Suçla, suç işleyerek mücadele edemezsiniz.RUŞEN ÇAKIR-VATAN
Bir zamanlar Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) yerine Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı ve buralarda görev yapan savcılar, devletin güvenliği adına özellikle “irtica”, “bölücülük” ve “yıkıcılık” gerekçesiyle ‘hayli iddialı iddianameler’ düzenliyorlardı. Bu savcıların en ünlülerinden olan Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, 31 Ağustos 2000 günü “laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıyla Fethullah Gülen hakkında kamu davası açtı. Bu dava yıllar sonra beraatle sonuçlandı ve Yargıtay da bu kararı onayladı.
Yasadışı kayıtlar
Akın’ın yazısından Gülen’in avukatlarının çok güçlü bir savunma yapmış olduklarını anlıyoruz. Bu yazıda o savunmanın sadece bir bölümünden hareketle, günümüzde süren bir tartışma hakkındaki görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Malum, iktidar partisi yasadışı yollarla yapılan ses ve görüntü kayıtlarını yayınlayanlara çok ağır cezalar getirmek istiyor. Özellikle Gülen cemaatine yakın yayın organları da bir süredir bu düzenlemeyi engellemek için yoğun bir kampanya yürütüyor. Söz konusu kampanyayı desteklemek için olsa gerek, tutuklu bulunan çok sayıda yüksek rütbeli subayın ses kayıtları peş peşe yayınlanıyor.
Düzenlemeyi tartışmaya geçmeden önce AKP’nin neden şimdi böyle bir arayışa yöneldiğini sorgulamalıyız. Biliyoruz ki iktidar partisi, her ne kadar açıkça dile getirmemiş olsa da, bugüne kadar yapılan yasadışı kayıt yayınlarının hemen hepsinden (Ergenekon, Balyoz, KCK, MHP, Deniz Baykal vs.) geniş bir şekilde istifade etti. Bu süreçte başta Erdoğan olmak üzere AKP ve hükümetin üst düzey isimlerinin, yasadışı kayıtları ilkesel olarak lanetlediklerine pek tanık olmadık; hatta birçok kez bu yasadışı kayıtların içeriğini rakiplerine karşı koz olarak kullandıklarını gördük.
Peki değişen nedir? Öncelikle, iktidar partisinin tutum değişikliğini, bir süredir bu köşede gündeme getirdiğimiz “yeni tür iktidar savaşları” perspektifinden değerlendirmemiz gerekiyor. 2007’den itibaren görünür olan AKP-Gülen cemaati ittifakının çatırdadığını MİT kriziyle birlikte gözlüyoruz. O andan itibaren birçok temel konuda tarafların farklı, hatta zıt pozisyonlar aldıklarını görüyoruz. ÖYM’ler ve yasadışı kayıtlar şu anda öne çıkan iki kritik konu. Hükümetin yasadışı kayıtları şiddetli bir şekilde cezalandırmak istemesinde, pekala, bundan sonra doğrudan kendisini rahatsız etme ihtimali yüksek olan benzer yayınların önünü alma arayışı etkili olmuş olabilir.
Aleniyet konusu
Ekrem Dumanlı dün Zaman’daki köşesinde, hükümetin yeni yasa girişimini şöyle eleştirdi: “Yeni yargı paketinde gazetecilere verilecek ceza ağırlaştırılıyor. Neden? Aleniyet kazanmış, kamunun bilmesinde fayda olan ‘ses kayıtları’nı yayınladılar ve yorumladılar diye. Halbuki bazı ses kayıtları olmasaydı ülke bambaşka bir yere savrulmuştu. Kaydedeni cezalandır. Ama haber yapana ceza vermenin ne mantığı olabilir?”
İşte tam da bu noktada, “aleniyet” kavramını temel alarak Gülen’in savunmasına bakabiliriz. Bilindiği gibi 28 Şubat sürecinin tam ortasında ATV Gülen’in bir sohbet ortamında söylediklerinin kasetini yayınlamış ve o andan itibaren Gülen ve cemaatinin başına bir dizi kötülük gelmişti. Savcı Yüksel’in iddianamesinin en temel dayanaklarından biri de o kasetti.
Gülen’in avukatları “Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında yapılmış olup ancak belirli kişilerin katılabildiği bu özel sohbet ortamları açısından aleniyetin varlığından söz edilemez” demişler ve bu tür kayıtların delil olarak kullanılamayacağı temelinde güçlü bir savunma yapmışlar. (D. Akın’ın Gülen’in savunmasından yaptığı alıntıların günümüzdeki birçok tartışmaya kolaylıkla uyarlanabileceğini görünce şaşırıyor insan.)
“Basın özgürlüğü” mü?
Yasadışı kayıtlar konusunda tavrım çok açık: Kim, kime karşı ve ne amaçla yapmış olursa olsun, yasadışı kayıtların yayınlanması asla savunulmaz. Bu bağlamda AKP’nin yapmak istediği düzenlemeyi gecikmiş ama doğru buluyorum. Bu düzenlemeye siyasi açıdan karşı çıkanlar olabilir ama itirazlarını “basın özgürlüğü” üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak anlaşılır gibi değil. Hele son dönemde yaşanan onca basın ve ifade özgürlüğü ihlaline ses çıkarmayan, hatta bunların bir kısmını alkışlayanların yasadışı kayıtların yayınlarının sürmesini sağlamak adına basın özgürlüğü kahramanlığına soyunması hiç inandırıcı değil.
“Peki darbecilerle, çetecilerle nasıl mücadele edeceğiz o zaman?” diye soranlara verilecek cevap çok basit: Tamamen yasal sınırlar içersinde kalarak. Aksi takdirde sizin de onlardan bir farkınız kalmaz.
Suçla, suç işleyerek mücadele edemezsiniz.RUŞEN ÇAKIR-VATAN