HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

AKP kadınların öfkesinden kaçamayacak

Suriye merkezli Ortadoğu gündemine kısa bir “Filistin molası” verildi, geçen günlerde. İsrail ile Gazze arasında 14 Kasım’da başlayıp 21 ...

Suriye merkezli Ortadoğu gündemine kısa bir “Filistin molası” verildi, geçen günlerde. İsrail ile Gazze arasında 14 Kasım’da başlayıp 21 Kasım’daki ateşkesle sona eren, 200’e yakın insanın öldürüldüğü bir roket atma-bombalama savaşı yaşandı. Çıkış biçimi bir yana, bu sekiz günlük çatışma önemli siyasi sonuçlar oluşturdu. İsrail, yıllardır Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kaldırmak için kendi iç kamuoyunda kısmi bir meşruluk zemini oluşturdu (ateşkesin şartlarından biri aynı zamanda). Mısır, daha doğrusu Muhammed Mursi ateşkesi sağlayan lider olarak, Filistin sorunu üzerinden yeniden bir siyasal güç oluşturmada önemli bir mesafe aldı. Ve bunu iç politikada kullanmaya başladı bile. Bu konuda ABD’nin açık desteği çok büyük katkıda bulundu. (Ateşkesin ilan edilmesiyle noktalanan son 24 saat içinde Obama, Mursi ile üç kez telefon görüşmesi yapmış.) ABD’nin yeni gözdesi Katar, Suriye sorunundan sonra Filistin sorununda da aktif-gizli ve paralı güç konumunu pekiştirmiş oldu. Katar Şeyhi ile Ortadoğu sorunlarında ABD’nin “paralı temsilcisi” olarak daha sık karşılaşacağız. 

Hamas, daha doğrusu siyasal kanadın lideri Meşal, yüzde 20’lere düşen halk desteğine rağmen siyasal pozisyonunu, bu 8 günlük çatışma sonunda “şimdilik” güvence altına aldı. Bu durumu sağlayan sadece Meşal’in siyasal muhatap alınarak konumunun güçlendirilmesi değil, aynı zamanda önemli bir rakibi olan Hamas’ın askeri kanat lideri Ahmed El-Caberi’nin (İran yanlısı olarak bilinen) İsrail tarafından bir bomba ile öldürülmesi oldu. Artık Hamas, Mısır-Katar ekseninde daha rahat hareket edebilecek. Bu durum ise Filistinliler içerisinde iktidar kapışmasını daha da sertleştirecektir. 

“Kazananlar” içinde kaybeden ise Tayyip Erdoğan oldu. Aktörler oyunun içinde pozisyonlarını güçlendirirken o, tribünlere oynamayı tercih ediyordu. Ve her zamanki ikiyüzlü, popülist söylemiyle İsrail’e “terörist devlet” diyordu ama İsrail ile ilişkileri “normalleştirmek” için gizli gizli görüşmeler yaptırıyordu. ABD’ye bile çıkıştı, İsrail’e arka çıkıyor diye. Hatta Washington’da Obama’nın Ortadoğu politikası için “Erdoğan out, Mursi in” denilmeye bile başlandı. Ancak artık çok daha iyi biliniyor ki tüm bunları, işbirlikçi, aktif taşeron tutumunu gizlemek için yapıyor. Bu gizleme çabası (iç politika gündemini Filistin sorunundan hızla uzaklaştırmak) artık iyice komik olmaya bile başladı, şimdi de kafayı TV dizilerine taktı. Neymiş, Süleyman ecdadı haremde gezmez at sırtında gezermiş![1] (Haremdeki kadınlar da koleksiyon merakından olsa gerek.) 

Tayyip Erdoğan’ın, “çetrefilli” icraatlarını gizleyemediği durumda ise manipülasyona sık sık başvurduğunu hatırlamakta fayda var. Benzer bir durumu, Suriye krizinin bu aşamasında gündeme gelen “patriot” tartışmasında görebiliriz. İlk olarak bu füzelere neden ihtiyaç duyulduğu bir muamma. Çünkü Suriye ya da başka bir ifade ile Esad, Türkiye’ye savaş açmak, füze göndermek niyetinde değil. Ta ki ne zamana kadar, AKP hükümeti Suriye’yle savaşmaya başlayıncaya kadar. O zaman anlaşılıyor ki AKP, Suriye ile savaşmaya kararlı, böyle bir gelecek için hazırlık peşinde. Bu patriotları AKP’ye verenler de (NATO) Türkiye’nin Suriye ile savaşması için AKP’nin sırtını sıvazlıyorlar. 

İkinci olarak, uzun yıllardır TSK’nın en büyük eksikliğinin uzun menzilli hava savunma sisteminin olduğu sürekli pişiriliyordu. Sonunda bu projenin ihalesi 2009’da açıldı. Proje 4 milyar dolarlık. Bu projede, Amerikan Lockheed Martin ve Raytheon, Türkiye’nin, NATO’dan ödünç alacağı Patriot sistemlerinin hemen hemen aynısı olan PAC3, Rusya’nın resmî Rosoboronexport firması S-300, Çin’in CPMIEC firması HQ9 ve İtalyan-Fransız konsorsiyumu olan Eurosam SAMP/T Aster 30 füze sistemleri ile yarışıyor. Ve mutlu son; (büyük olasılıkla) 17 Aralık’ta Başbakan Erdoğan başkanlığında, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in katılımıyla toplanacak olan Savunma Sanayii İcra Komitesi, (4 milyar dolarlık 17 milyar lira) uzun menzilli bölge hava ve füze savunma sistemi ihalesinde kazanan firmayı açıklayacak.[2] Ve AKP, NATO’nun envanterindeki Amerikan yapımı Patriot’ları topraklarına konuşlandırması halinde, devamı niteliğinde hemen hemen aynısı olan Amerikan füzelerini “büyük olasılıkla” tercih edecek. Böylece, savaş lobisiyle AKP’nin ortak tezgahı sonlanmış olacak. 

Aslında sonlanmış olmayacak! Çünkü savaş lobisinin, silah tacirlerinin isteği bununla sınırlı değil. Onlara göre, “Ankara’nın önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak daha büyük tehditler karşısında acilen milli bir savunma sanayi tesis etmesi şart. Bunun için de sektörün rekabete açılması ve müteşebbislerin teşvik edilmesi gerekiyor. Yine aynı şekilde hemen hemen bütün ihalelerin TAI, Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi TSK Güçlendirme Vakfı’na bağlı şirketlere tek kaynak olarak verilmesinden de vazgeçilmesi gerekiyor”. Sermaye taleplerinde de cüretinde de sınır (her anlamda) tanımıyor. 

Diğer yandan Tayyip Erdoğan ustalık dönemi icraatlarına her gün bir yenisini eklemekle meşgul. Kürt siyasi hareketine “kazık atma” konusunda artık iyice ustalaştı. Ve bu konudaki güvenilmezliğini her gün bir kez daha kanıtlıyor. Daha dün, açlık grevlerini bitirin diye yalvarır haldeyken, bugün KCK tutuklamalarına devam ediyor, dokunulmazlıkların kaldırılması için icraata girişiyor, kosterin mazotunu boşaltıyor. Tüm bunları yapmasındaki amacı, Kürt hareketini siyaset yapamaz hale getirmek olduğu kadar milliyetçi-sağcı topluluğu ve temsiliyeti kendi şahsında birleştirmek. 

Milliyetçi-sağcı topluluğu ve temsiliyeti kendi şahsında birleştirmek için ise ezberinde tek bir güzergah var; daha fazla totaliterleşme, daha fazla patronaj ilişkisi ve daha fazla ırkçı-İslamcı ideoloji. Bunun adımlarını, Kürt sorunundaki tutumunda, başkanlık rejimi hayalinin ilerletilmesinde, polisin icraatlarında görmek mümkün. Ekonomik alandaki patronaj ilişkilerini bu dönem siyasi alanda da sıkça göreceğiz. Numan Kurtulmuş’un ve DP’nin eski Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun AKP bünyesine iç edilmesinden sonra BBP Genel Başkanı Mustafa Destici sırada bekliyor. Bu kervana Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan da katılırsa kimse şaşırmasın. 

Milliyetçi-sağcı topluluğun AKP çatısı altındaki kalıcılığı için ise ırkçı-İslamcı söylemin (uygulamaların) sürekliliği gerekli. Bunu çok iyi bilen Tayyip Erdoğan, yine bir İspanya gezisinde[3] “ilköğretimde kılık kıyafetin serbest olacağı” fetvasını verdi. İmam Hatip ortaokullarındaki öğrenciler sürekli olarak, diğer okullardaki öğrenciler de Kuran derslerinde başlarını “artık örtebilecek”. Böylece AKP, muhafazakar-gerici topluluklara “şirin” gözükürken toplumun gericileşmesinde bir adım daha atmış olacak. Ama bunun önemli sonuçlarından biri de toplumun hızla kutuplaşması ve ayrışması oluyor. Ekonomik ve sosyal farklılıklar artık ilköğretimden başlamak üzere çocukların günlük hayatında bile cisimleşen ayrışmalara yol açacak. Türkiye gibi bir ülkede yani ekonomik gelir farklarının büyük uçurumlarla ayrıştığı, etnik kökenlerin ortaklaşmak yerine uçlara savrulduğu, mezhepsel farklılıkların hergün daha belirginleştiği, kapitalist kültürün hiçbir sınır tanımadan yaygınlaştırıldığı bu ülkede, ilköğretimdeki bu uygulama basitçe “kılık-kıyafet özgürlüğü” olarak değerlendirilemez ve bu eksenden tavır geliştirilemez. Bu noktada, AKP’nin “kılık kıyafet düzenlemesi”nden önce, özellikle türbanla okula giren öğretmenlere vs. tepki olarak, Eğitim-Sen’in aldığı “o zaman öğretmenler de eşofmanla okula gidecek” kararı son derece yanlıştır. (Arkadaşlar eleştirince bozuluyorlar ama). Bu tercih Tayyip Erdoğan’ın istediği eksendir; yani durumun “kılık-kıyafet özgürlüğü” ekseninde değerlendirilmesi ve bu eksende tutum alınması. Oysa sorun gerici-siyasi simgelerin (dolayısıyla zihniyetin) yaygınlaştırılmasıdır. Ayrıca sınıf, ırk, mezhep ve cinsiyet ayrıştırmasının çocuklar arasında yerleştirilmesidir. Eğitim-Sen bu konuda tavır geliştirecekse biraz daha kafa yormalı, akla ilk gelen orijinal önerilerin peşinden koşmamalı, öğretmenleri de bu yanlışın peşinden koşturtmamalıdır. 

AKP iktidarda olduğu ve özellikle Ömer Dinçer bakanlık koltuğunda oturduğu sürece eğitim gündemi de sorunları da süreklilik arz edecek. 4+4+4’ün artık halledildiğini varsaydıklarından yeni “ilerleme” icraatlarına giriştiler. Gerek ilköğretimde gerekse yükseköğretimde[4] bu kadarla bile kalmayacaklarını biliyoruz, çünkü patronlara verdikleri sözler ve ellerindeki “yapılması gereken işler listesi” henüz tamamlanmadı. 4+4+4’ün bitmiş, tamamlanmış ve artık yapacak bir şey kalmadığı şeklinde bir algı toplumsal muhalefetin yapacağı en büyük yanlışlardan biri olacaktır. Tam tersine eğitim alanı AKP’nin “yumuşak karnı”dır, bunu iktidarını pekiştirmek için kullanmasına izin vermemek gerek. 

Ve kadınlar … 

25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele ve dayanışma günü bu yıl ülkemizde yaygın ve güçlü geçirildi. Bu nedensiz değil. AKP iktidarı döneminde kadına yönelik erkek şiddetinin, cinsel saldırıların artışı, yaşamın her alanında kadınlara yönelik baskı ve eşitsizliklerin, kadınların emekleri ve bedenleri üzerineki sömürünün katmerleşmesi kuşkusuz iktidarın varlığı ve iktidarın kadınları etkileyen gerici söylem ve uygulamalarıyla doğrudan ilişkilidir. AKP’yi var eden ideolojinin önemli sacayaklarından biri kadını ikinci sınıf kabul etmektir. Ve bu zihniyet artık AKP ne kadar kendine makyaj yaparsa yapsın alttan sırıtmaktadır. Geçtiğimiz 25 Kasım öncesi şiddete karşı yasal düzenlemeler gündemiyle kadınları kendi kurduğu “masaya” davet eden AKP’nin, bugün artık kadın sorununa ilişkin en ufak bir “güvenilirlik” ve “meşruluğu” kalmamıştır. Mücadeleyi sokakta kuran kadınların AKP’nin gericilikle kaynaşmış kadın düşmanlığına ve kürtaj yasağı girişimine karşı eylem çizgisi, AKP gericiliğini teşhir etmiştir. Kürtaj yasağına karşı militan, kitlesel eylemleri ve ısrarlı mücadeleleriyle AKP’ye geri adım attıran, her adımında, kadın düşmanlarının karşısına dikilen kadınlar, AKP’nin en yumuşak (!) en parlak (!) ismi Fatma Şahin’in dahi maskesini düşürmüş, iki yüzlülüğünü ortaya sermiştir. Kadınların kendi yaşamları üzerinde kurulan gerici-erkek egemen tahakküme, bu tahakkümü bayrak haline getiren iktidara karşı mücadelesi hiç kuşkusuz gerici-faşist sermaye dostu, kadın düşmanı AKP iktidarını sarsan önemli dinamiklerden biridir. Kadınların mücadelesi uzun vadeli bir program ve ısrarlı kararlı bir çizgiyle bugün görülebilenin çok ötesinde sonuçlar yaratacaktır. 

Dipnotlar:
[1]
 Tarih benzer komikliklerle dolu. Turgut Özal’ın eşi Semra Özal, o şaşalı günlerinden birinde Londra’ya Kanuni Sultan Süleyman’ın sergisini açmak için gitmişti de eline verilen İngilizce metni yanlış telaffuzla okumuştu. Süleyman’ı tanıtırken “Lawful”(kanuni) diyememiş, “lovful” (aşk dolu) deyivermişti. Ve iki ülke arasında ufak çaplı bir diplomatik kahkaha krizi yaşanmıştı. 
[2] Artık Numan Kurtulmuş da yok. Kurtulmuş, HAS Parti Genel Başkanı olduğu dönemde, sonuçlanan (Nisan 2011) genel maksat helikopter ihalesinin şaibeli olduğunu açıklamıştı. Hatta Wikileaks belgelerini kanıt olarak göstermişti. 
[3] Hatırlanacağı gibi Başbakan , 15 Ocak 2008’de yine bir İspanya gezisinde "Velev ki türbanı simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasî simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?" diye sordu. 
[4] Yeni YÖK yasası bu alandaki en önemli gündemleri. Şimdiye kadarki fiiliyatın yasalaştırılarak sonlandırılması amaçlanırken yeni dönem uygulamaları için de başlangıç. Tüm toplumu doğrudan etkileyecek sonuçlar doğuracak. Tam da bu yüzden bu konu sadece üniversitelerin ve üniversitelilerin mücadele konusu değil, tüm muhalif kesimler bu konuya yüzünü dönmeli.SENDİKA.ORG

Business News