21. Yüzyılda Emperyalizm: Militarizm, İşbirlikçiler ve
Halkın Direnişi
James Petras

 
Giriş
Emperyalizm 21. yüzyılda sömürgeci politikalarını belirlerken hem geçmişteki yöntemlerini kullanmaya devam ediyor hem de bugünün koşullarına göre yeni yağma, talan ve yoksullaştırma yöntemleri geliştiriyor. Bu yazıda, yöneten sınıfların uluslararası ittifakını meydana getiren koşulları anlamak için emperyalizmin yeni sömürü yöntemlerini inceleyeceğiz. Merkezi askeri güçlerin, üst sınıfların sermayenin yayılış sürecinde ABD ve AB ile yıllardır yaptıkları işbirliğini, değişen sınıf kavramını ve antiemperyalist mücadeleleri anlamlandırmaya çalışacağız.

Emperyalizm siyasi hegemonya, ekonomik sömürü, askeri operasyonlar yoluyla kültürel nüfuz, iktisadi baskı, siyasi istikrarsızlık, ayrılıkçı hareketler ve egemen işbirlikçiler kavramlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de emperyalizm piyasaları güvence altına almaya, hammadde temin etmeye, kâr oranını arttırmak için ucuz iş gücü bulmaya, sermaye biriktirmeye ve siyasi hâkimiyetini yoğunlaştırmaya ve yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bugün küresel düzlemde kâr elde etme yöntemleri piyasaların, kaynakların ve iş gücünün ele geçirilmesinin çok ötesine geçmiş durumda; artık sadece Afrika, Asya ve Latin Amerika değil; “Avrupa’nın borçlu devletleri olarak adlandırılan İrlanda, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İzlanda’nın da dâhil olduğu pek çok ülke, halk, hazine kuşatma altında.   

Günümüzde Avrupa ile Amerika Birleşik Devletlerinin emperyalist gücü “Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın tekrar paylaşılması uğruna” yeni bir mücadeleye girişmiş durumda. Gerek dışarıdan militarist güçler göndererek fiili işgallerle gerekse içeride kurulan polis devletleri ile sömürü politikaları uygulamaya koyuluyor. İmparatorlukların diğer ülkeleri işgal ederek inşa edilmesi sürecinde karşılaşılan antiemperyalist direnişlere ve içerideki ekonomik krizlere karşı politikacılar işgal masraflarını karşılamak amacıyla sömürdükleri ülkelerde ve bölgelerdeki işbirlikçilerinin yardımıyla çözüm üretmeye çalışıyor.

21. yüzyılda imparatorlukların inşasında ortaya çıkan hızlı büyüme ve saldırılar gibi meselelerin çözümü için koşulların analiz edilerek tartışmalar yürütülmesi şarttır. Öncelikle “işbirlikçi yöneticiler ve sınıflar” incelenmelidir. İkinci olarak toplumlar ve ülkeler üzerinde borçlandırma ve finans ağları kanalıyla egemenlik kurmanın yeni yöntemleri irdelenmelidir. Son olarak küresel düzlemde sermaye birikimi oluşturulurken kullanılan mücrim operasyonlar araştırılmalıdır.  

Avrupa’daki Borçlu Ülkelerin Talan Edilmesi 
İşçiler ile memurlardan toplanan paraların Avrupa Birliği, Kuzey Amerika ve Japonya’daki hazinelere, çok uluslu bankalara aktarılması işlemine “borç krizleri” adı veriliyor. Kapitalist sınıfın finans, sigorta ve emlak sektörleri (kısaca FIRE) üzerindeki siyasi hegemonyası ile hazinesi sermaye birikimin, şirket kârlarının ve kişilerin mal varlıklarının temel kaynağı haline geldi. Spekülatif yatırımları bahane eden FIRE’ın yönetici sınıf hazineden yüz milyarlarca dolar, vergi mükelleflerinden ise yüz milyonlarca dolar topladı. Hazinelerden alacağı para miktarının artması için sosyal harcamaların mümkün mertebe ortadan kaldırılması, maaşların düşürülmesi ve milyonlarca kamu çalışanının işten çıkartılması talep edildi. 

Devletler FIRE sektörlerinin kârını güvence altına almak için kişilere borçlandı ve bunun sonucu olarak da işçiler ile memurların maaşları düşürüldü. İmparatorlukların yeni talan düzeninin en önemli özelliği AB ile Kuzey Amerika’daki sermaye, finans ve emlak çıkarına göre hareket edilmesidir.

İktidardaki siyasal sınıflar ile yereldeki finans elitlerinin işbirliği yerli ekonomilerin, vergi mükelleflerinin, memurların uzun vadeli ve geniş kapsamlı sömürüsü için zorunludur. İrlanda, Yunanistan, İspanya ve Portekiz emperyalist ülkelere kaynak sağladıkları için müzakere sürecinde önemli bir yer edinmişlerdir. Çalışan kitleler kendileri yoksullaşarak gelecekteki nesillere varlık aktardıkları ve imparatorlukların zenginleşmesinde itici güç oldukları için modern tarih için elzemler.
Emperyalizm, borçlarını bin bir güçlükle ödemeye çalışan halkları sömürerek imparatorluklarını zenginleştirecek; sınıflar ve bölgeler arasındaki eşitsizliklerin derinleştirecek, evleri, fabrikaları ve ülkeleri istimlâk edecek mükemmel düzeni oluşturmuş durumda. Ucuz iş gücü, azalan vergi oranları, açık pazarlar, işsizler havuzu… Bütün bunlar imparatorlukların finansal diktalarının yereldeki siyasi işbirlikçileri, küçük bir medya uzmanı grubu, akademiden ekonomistler ve sendika bürokratları ile birlikte (bu işbirlikçiler muhafazakâr, liberal veya sosyal demokrat olabilir)oluşturdukları düzenin sonuçlarıdır.  

 “İleri Düzey” İmparatorlukların İnşasında İşlenen Cürümler
Lenin, tekelleşmiş finans sermayesinin emperyalizmin en yüksek aşaması olduğunu belirtiyor. Onun yaşadığı dönemde yeni ve daha tehlikeli devlet modelleri oluşturulmaya başlanmıştı; sömürü düzeni büyük suç ortaklıkları sayesinde yaygınlaşıyordu.  

Çok saygın oldukları düşünülen yatırım bankalarının, finans merkezlerinin, kredi kuruluşlarının Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’daki trilyon dolarlık yolsuzlukları öğrenmek için belli başlı finans gazetelerinin manşetlerine göz atmak yeterlidir. Ünlü Fransız romancı Honore Balzac’ın bu konudaki sözü durumu tam olarak karşılıyor: “Her büyük servetin ardında büyük bir yolsuzluk yatar”. Balzac, bugünün finans dünyasını görseydi finans merkezlerinde mütemadiyen büyük suçların işlendiğini söylerdi. Özellikle uluslararası finans ağlarındaki sermaye birikimi sürecinde en azından üç büyük finans hareketinde cürüm işlendiğine şüphe yoktur.     

Büyük bankalar trilyon dolarlık yolsuzluklarını bankalar arası faiz oranlarında hile yapmak, menkul kıymetler borsasındaki artış ve azalışlar ayarlamak, emekli fonları adı altında milyonlarca yatırımcıyı milyarlarca dolar kazıklamak gibi yöntemlerle başarıyor. Küçük yatırımcılara işe yaramaz ipotekler ve güvenceleri satma yoluyla da trilyonlarca dolar gelir elde ediliyor. Bu süreçte riskli yatırımlar yapan devletler altından kalkamayacakları borçlara girerek alaşağı düşüyorlar. Son yirmi yıldaki finans sistemi sistemli yolsuzluklardan, sahte mali raporlar ve kredilerle devletlerin varlıklarının talan edilmesinden ibarettir. Süreçten kârlı çıkan elbette küresel düzlemde yeni yöntemlerle yaygınlaşan sermaye birikimi oldu. Adam Smith’in “ulusların zenginliği” sözünün “kapitalist dolandırıcıların zenginliği” olarak değiştirilmesinin zamanı geldi.     

Dolandırıcılık ve yolsuzluklar bunlarla sınırlı kalmıyor; bankalar uyuşturucu şebekeleri, seks köleleri, organ ticareti, yozlaşmış siyasi liderler ve vergi kaçakçılığı gibi kanallardan beş kıtada yasadışı yollardan yüz milyarlarca dolar kazanıyor. Oxford, Cambridge ve Harvard gibi okullardan mezun olup Barclays, Citibank, UBS ve öteki büyük finans kuruluşlarında işe girenler her yıl buralardan “topladıkları” paraları Londra, Manhattan, Riviera, Dubai gibi emlak şehirlerinde “aklıyorlar”. 

İmparatorlukların sermaye kârları ile gelirlerinin büyük bir kısmı “gelişmekte olan ülkelerdeki” uluslararası sermaye odakları tarafından yasadışı yollarla temin ediliyor. Gelişmekte olan ülkeler 2001 ile 2010 yılları arasında 5,86 trilyon doları yasadışı sermaye akışı nedeniyle “kaybetti”. Çin’in yeni milyarder kapitalistleri son on senede uyguladıkları ağır çalışma koşulları “sayesinde” kazandıkları 2,74 trilyon doları Batılı imparatorlukların bankalarına yatırdı. Çinlileri İngiltere ve Orta Doğu’daki büyük bankalara yaptıkları yatırımlarla diğer ülkeler izliyor; 476 milyar dolar ile Meksikalı plutokratlar, 129 milyar dolarla Nijeryalı petrol zenginleri, 123 milyar dolarla Hindistan’ın önceki ve şimdiki yöneticileri. Sermayenin sistemli olarak işlediği cürümleri anlamlandırmak için elbette Marx ve Lenin’in sermaye birikimi ile ilgili söylediklerini bugünün şartlarına uyarlamamız gerekiyor. Dünyada sermaye gittikçe suça batarken, suçlular da kapitalistlere dönüşüyor.   

Emperyalizm ile “Yerli” İşbirlikçilerinin Merkezi Rolü
Günümüzde imparatorlukların kurulması sürecinde sınıfsal, siyasi ve askeri bağlar kurulan yerli işbirlikçiler sömürünün yaygınlaşmasında imparatorlukların kârını arttırma ve çıkarlarını savunma noktasında çok önemli bir rol üstleniyor. Emperyalist ordular, bankalar ve çok uluslu kuruluşlar çıkarlarına uygun olarak seçtikleri işbirlikçilerini eğiterek onlara imparatorluklarının yereldeki kazanımlarına bekçilik görevi veriyor. 

ABD ile Fransa diğer NATO kuvvetleriyle birlikte, kurdukları Afrika ordusundaki askeri birliklerin kendilerini antiemperyalist asilere karşı korumaları için eğitim veriyor. Diğer yandan oluşturdukları kukla yönetimlerle sömürdükleri ülkelerdeki doğal kaynakların devamlılığını sağlıyorlar. Emperyalist güçler Afrika ordusunu Etiyopya, Uganda, Kenya, Nijerya, Mali ve Libya gibi ülkelerden idare ediyor. Eğer bu birlikler olmasaydı emperyalist politikacılar daha büyük direnişlerle doğrudan karşılaşıp hem çok sayıda askerlerini kaybedecek hem de yüksek askeri harcamalar yapmak durumunda kalacaktı.  

Avrupalı ve Amerikalı kuvvetlerin Körfez Ülkelerine saldırıları Libya ile devam ediyor; buraya 26,000’in üzerinde bombalı saldırı gerçekleştirildi. Emperyalist güçler petrol kaynaklarının güvenliğini sağlamak ve kamu kurumlarının özelleştirilmesi sürecine zemin hazırlamak amacıyla bölgede askeri bir birlik oluşturdu.  Altın, uranyum ve diğer değerli madenlere gözünü diken Fransa, Mali’de siyasi kontrolü tekrar eline geçirerek kukla rejimini oluşturmayı hedefliyor. Mevcut imparatorlukların sonunu getiren Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmaların ardından Avrupa ve ABD emperyalizmi çıkarlarının devamlılığını sağlamak amacıyla bu ülkelerde yeni işbirlikçilerini İslamcılardan seçmeye karar verdi. 
Asya, Afganistan, Irak ve Kürdistan’daki yöneticiler on yılı aşkın bir süredir rejimlerinin devamlılığını sağlamak için Irak ve Kürdistan’daki petrolleri yağmalamak ve Afganistan’da Çin’e karşı cephe oluşturmak amacıyla yılmadan çabalıyorlar. ABD, Afganistan’da 12 yıldır devam eden savaştan zafer kazanamadan, geride çıkarlarını savunmasını umduğu 350,000 Afgan asker bırakarak, dönüyor. Avrupalı ve Amerikalı emperyalistler, Irak işgalleri de başarısızlıkla sonuçlanmış olmasına rağmen yüzlerini İran’a dönmeye başladılar.

Afrika’daki kaynakları talan etme mücadelesinde emperyalist ortaklarla yeni yerel işbirlikçilere gereksinim duyuluyor. Yozlaşmış Afrikalı milyarderlerin oluşturduğu grup, ülkelerini sömürücülere açmaya hazır. Afrikalı işbirlikçiler çok uluslu emperyalistlerin talep ettiği yüzlerde milyar dolar maden kaynakları gelirini şimdiden, yasadışı kanallardan, emperyalist finans merkezlerine aktarmaya başladı bile. Afrika 2001-2010 yılları arasında, %24 oranıyla, yasadışı para transferi artışında birinci geldi.    

Batı emperyalizmi finans merkezlerine gelir sağlayacak, ülkelerini yağmaya açacak ve muhalif ayaklanmaları bastıracak daimi işbirlikçi rejimlere, politikacılara, askeri birliklere ve ticaret elitlerine bugün daha önce hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyor.

Anti-emperyalist muhalefet yerellerdeki işbirlikçilerini kovmayı başardığı zaman büyük emperyalist sömürü düzeni de alaşağı edilecek.

Avrupa’daki büyük finans kurumları, özel finans borçları temin edip haraç olarak emperyalist merkezlere aktarmak anlamına gelen, “tasarruf tedbiri programlarını” uygulatmak için ülkelerde çıkarlarını savunacak siyasi işbirlikçilere ihtiyaç duyuyorlar. Emperyalist yönetimler, haraçlarının devamlılığı için işbirlikçi rejimlere ihtiyaç duyuyorlar.

Emperyalizm, Militarizm ve Siyonizm
ABD emperyalizmi ile Çin’in küresel bir güç olarak yükselişini karşılaştıracak olursak yöntem ve yönelimleri bakımından oldukça farklı yollar izledikleri sonucuna varırız. Çin’in yükselişi temelde ekonomiye dayanıyor; hammaddeye, ürünlerin pazarlanmasına ve ihracat ile ithalatı dengede tutmak için ticarete önemli yatırımlar yapılıyor. Ekonomik büyümenin finansal teşvikler, düşük vergi oranları ve süreçten nemalanan işbirlikçi elitler sayesinde başarıldığı ileri sürülüyor. 

ABD ile AB emperyalizmi ise 700’den fazla askeri birliği ile yürüttüğü askeri müdahalelere bağlı durumda. Pek çok ülkede askeri danışmanları bulunan emperyalistler; Pakistan, Yemen, Afganistan ve Somali gibi ülkelerde savaş rüzgârları estiriyor. Askeri operasyonlar sayesinde ABD’nin askeri varlığı yaygınlaştı; ancak bunun ekonomik faturası ağır oldu. Mali ve ticari alan ile özel sektörde milyarlarca dolar kaybedildi. Irak ve Libya’da yürütülen savaşlar ile İran’a karşı uygulanan ekonomik ambargo petrol gelirlerini milyarlarca dolar azalttı. ABD ekonomisi artık çöküyor; Çin ise küresel bir ekonomik güç olarak yükselişte. İki ülke arasındaki rekabet ve anlaşmazlıkların derinleşeceği söylenebilir.     

İmparatorluğun ekonomik faktörler arka planda kalacak şekilde askeri temelli olarak yükselmesi birbiriyle bağlantılı üç sebeple açıklanabilir. Öncelikle Siyonist kuvvetlerin ABD imparatorluğunun gücünü İsrail’in bölgedeki askeri hedefleri doğrultusunda yönlendirdiği söylenebilir. İkinci sebep olarak finans sermayesi ve kaynakların kapitalistlerin egemenliğini perçinleyici biçimde kullanılması gösterilebilir. Üçüncü sebep ise imparatorlukta askeriye ile istihbarat kurumlarının “teröre karşı yürütülen küresel mücadele” kapsamında geliştirilmesidir. 

ABD emperyalizminin küçük, ekonomik olarak zayıf ve izole edilmiş devletler üzerinde hegemonya kurma çabası dünya tarihinde emsali görülmemiş İsrail örneğini andırıyor. İsrail’e sadakatle bağlı ABD vatandaşları Beyaz Saray, Pentagon, Dışişleri Bakanlığı ve meclis gibi devletin Orta Doğu ile ilgili siyaset üretme aşamalarındaki stratejik konumlara yerleşmiş durumdalar. Amerika’daki Yahudileri temsil eden 52 vekil meclise, partilere de seçim kampanyalarına milyon dolarlar harcayarak hem birebir görüşmelerde hem de basın üzerinde etkili olmayı başardı.  

Her ne kadar kendini Yahudi olarak tanımlayanların sayısı son yirmi senede %14 düşse ve ABD’de herhangi bir dine inananların oluşturduğu toplamda oranları yalnızca %1 ile sınırlı kalsa da İsrail yandaşları güçlerini, servetlerini, örgütlülüklerini kurumlarda önemli yerlere gelerek arttırmayı sürdürüyor. ABD’nin Irak işgalinde de etkin rol oynayan Siyonist politikacılar (Irak, Filistin’in en büyük destekçilerinden biriydi) Filistin karşıtı fikirlerini yaygınlaştırmayı sürdürüyor. Siyonistler, siyasi güçlerini arttırmak için büyük masraf yapıyor. İsrail, ABD’nin Araplar, Müslümanlar ve Filistin halkının kurtuluş hareketini destekleyen seküler rejimler karşısında mücadele yürütmesi için yılda yaklaşık 3 milyar dolar harcıyor. Son 30 senede ise 100 milyar dolardan fazla para harcadı. Modern emperyalizm tarihinde daha önce hiçbir devlet dış politikasını ikinci bir devletin talepleri doğrultusunda belirlememişti. Bu tarihi anormallik Emperyalist İmparatorluğun
Yahudilerin Filistin’i sömürme çabasındaki rolüne bakıldığında kolaylıkla görülüyor. 

Uzun lafın kısası, ABD emperyalizmi yüzlerce milyar dolarlık petrol gelirlerini de içeren büyük ekonomik çıkarları tehlikeye atarak İsrail’in talepleri doğrultusunda Irak ve Libya’ya karşı savaşlar yürütüyor, İran’a ekonomik ambargo uyguluyor. ABD’nin emperyalist politikalarına militarizm ve Siyonizm yön veriyor. Sonuç, ülkedeki yerel güçlerin büyük oranda zayıflaması sonucu yaşanacak ekonomik çöküş olacaktır. 

Militarizm, Dışarıdaki Cürümler ve İçerideki Polis Devleti
Geçmişte ülkemizde emperyalizmin demokrasi ile bir arada olabileceği zannediliyordu. Emperyalist savaşlar kısa sürdüğü, hazineye yük getirmediği, başarıyla sonuçlandığı, kaynak temin ettiği ve işbirlikçilerin orduları aracılığı ile yürütüldüğü müddetçe destekleniyor; kitleler egemen güç olma sanrılarının tadını çıkarıyordu. 

Günümüzde ise ABD ve AB’nin emperyalist işgalleri ne fiilen ne de teorik olarak destekleniyor. Savaşlar uzun sürüyor, işgallerde kazanımlar elde edilemiyor, bütçe zarar görüyor ve emperyalist ordular önemli kayıplar veriyor (intihar oranı da oldukça yüksek).

Terör karşıtı ideolojinin geçerliliğini yitirmesi ile güven vermeyen yoz işbirlikçiler askeri savaşlara karşı siyasi muhalefetin yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Halk artık ABD polisinin süreci kontrol altında tuttuğuna ve ihzar emirleriyle teröre karşı mücadele edildiğine inanmıyor. Dışarıdaki militarizm ile cürümler içeride halkın politikleşmesine yol açtı. 

Sonuç: Emperyalist Savaşlar Yereldeki Temsilciler Aracılığıyla Yürütülüyor
Günümüzde emperyalizm ülkedeki krizler ile doğrudan bağlantılı; dışarıdaki emperyalist savaşlar için milyarlarca dolar harcanıyor. Sömürülen ülkelerden elde edilen kazanç ise FIRE yönetici sınıfına kalıyor. Lenin’in imparatorluktan nemalananları kastetmek için kullandığı “işçi aristokrasisi” - özellikle tasarruf tedbirlerini ve sözde kurtarma paketlerini onaylayan kesim - ise sendikalardaki üst kademe bürokrasinin içine kapanarak gittikçe daralıyor. Emperyalizm, borçlu yeni sömürge ülkelerde ekonomileri ve bütçeleri tekrar düzenleyerek oralardaki sınıfsal yapıları yeniden biçimlendirdi. Bu sürecin sonucunda öncelikle orta sınıf proleterleşti, sınıflar arasındaki ayrımlar netleşti, geliri ellerinde tutan %5’lik asalak ve mücrim finans elit kesiminin serveti gittikçe çoğalırken hem kamudaki hem de özel sektördeki işçilerin ve işsizlerin %70’inin yaşam standardı düştü. 

İmparatorlukta kitleler ile ayrıcalıklı, süreçten faydalanan azınlık arasındaki uçurum derinleşirken ülkenin devamlılığı yerellerdeki işbirlikçilerinin emperyalist çıkarlara tabi tutulmasına bağlı kalmayı sürdürüyor. Sermaye akışının devam etmesi için gerekli olan ortaklar sahte seçim süreçleri ile belirleniyor. Bunun mümkün olmadığı yerlerde ise şiddetli baskılar uygulamaktan kaçınılmıyor.

Uzun yıllardır devam eden gerilemeyi ve “yukarıdan yürütülen sınıf savaşını” gören, emperyalizm ve kapitalizm ile kalkınmanın mümkün olmadığının bilincine varan işçi sınıfı artık doğrudan eyleme geçiyor. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi ülkelerde evlerinden atılanlar, iflas edenler, işsiz kalanlar ve iş bulamayan gençlerden oluşan milyonlar çareyi oy sandıklarında aramaktan vazgeçerek genel grevler örgütlemeye başladılar.  Milyonlarca köylü ve esnaf orak ve örslerle eylemlere katılarak emperyalist güçlere ve Güney Asya, Orta Doğu ve Afrika’daki siyasi işbirlikçilerine karşı cepheleşme çağrısında bulundu. İlk seferinde İslami işbirlikçilerin kontrolü eline geçirdiği Arap devrimleri de yeniden yükselmeye başladı; bu sefer daha köklü değişiklikler bekleniyor. 

Güçlü bankalar ile gelişmiş ordulara sahip emperyalizm, yüzlerce askeri birliği ve inanılmaz masrafları ile oldukça hassas bir aşamada. Şu anda kimler “terör karşıtı savaşların” sınıf savaşının yerini aldığını iddia ediyor? Artık halkın büyük çoğunluğu asıl suçluların Wall Street, Londra ve Brüksel’de bulunan ve yasadışı finans akışı ile devlet hazinesini talan edenler olduğunu biliyor. Bugün kimler kapitalizm ile kalkınmanın sağlanabileceğini zannediyor? Kimler İsrail’in “seçilmiş insanların” çıkarları doğrultusunda Arapları hapsetmek için dünyanın en büyük açık hava toplama kampını kuran vahşi bir polis devlet olduğunu inkâr ediyor? 

Bugün emperyalizme karşı çıkmak, öncelikle emperyalist merkezlere kaynak tedarik eden yerel politikacılar ile yatırımcılara, yani yerel işbirlikçilere, karşı sınıf mücadelesi yürütmeyi gerektiriyor. Şu anda bu işbirlikçilere karşı hâlihazırda mücadele yürütülüyor. Avrupa’daki muhafazakâr, liberal ve sosyal demokrat işbirlikçiler inandırıcılıklarını ve meşruiyetlerini yitirmiş durumdalar. Kitlesel hareketlerin şimdiki görevi iktidarı elde etmek için örgütlenmektir. 
Afrika ve Asya’daki emperyalist saldırılar güven vermeyen paralı askerler ile yozlaşmış yöneticiler aracılığıyla yürütülmeye çalışılıyor. Emperyalist ordular geri çekildiğinde oradaki işbirlikçi yöneticiler yıkılacak. Yeni antiemperyalist devletler buralarda küllerinden yeniden doğacak.

Latin Amerika’da, Venezüella’da işbirlikçilerin askeri darbe teşebbüsleri geri püskürtüldü; bu durum sosyalizme geçişin hala mümkün olduğunu gösteriyor. Çin’de sosyalist devrim emperyalist kapitalistleri ve siyasi işbirlikçileri milyonerleri protesto eden yüz binlerce insanın eylemlerinde devam ediyor. Kapitalist karşı devrim, sosyalizme geçiş sürecini durduramadı; yalnızca devrim yolunu biraz uzattı.      
*Muhalefet.org için petras.lahaine.org/ adresinden çeviren Feride Tekeli.
Daha yeni Daha eski