Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

EMEK/SINIF/HALK

İSLAMIN TARİHSELLİĞİ!

İlahiyat Fakültelerinden profesörler niçin ziyaretime gelmişlerdi? O unutulmaz görüşmenin anahtar sözcüğü neydi? Marmara Üniversitesi İ...

İlahiyat Fakültelerinden profesörler niçin ziyaretime gelmişlerdi? O unutulmaz görüşmenin anahtar sözcüğü neydi? Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Toprak Hattı’ndaki elektrik akımı? O imam Hazreti Muhammet’i en çok ne zaman sevmişti? Kutsal kitaplar, bilimin kaynağı olabilir mi? İman ve bilim düzlemleri niçin ayrılır? Laiklik olmayan yerde bilim olur mu?

2001 yılı olacak. Nazlı Ilıcak ve İsmail Nacar ile bir televizyon tartışmasına katılmıştım. Konu laiklikti. Dün bu köşede okuduğunuz gerçekleri dile getirdim, Kutsal kitapların hükümleriyle bugünkü toplumun düzenlenemeyeceğini, bunun mümkün olmadığını anlattım. Bu arada Kur’an’da kölelik ve cariyeliğin olduğunu ilgili ayetleri tek tek okuyarak hatırlattım. Kölelik ve cariyeliğin Roma ve Atina’da olduğu gibi İslam toplumlarında da geçerli sınıfsal ilişkiler olduğunu belirttim. Tartışma adabı içinde olmayan tavırlarla karşılaştım.

Ertesi günü bir ilahiyat fakültesi profesörü beni aradı. Diğer konuşmacıların saldırgan bağnazlıklarını üzüntüyle karşıladıklarını, benim doğruları belirttiğimi ve ziyaret etmek istediklerini söyledi. “Hay hay buyurun” dedim.

Unutamadığım görüşme
O görüşmeyi hiç unutmam. İşçi Partisi Genel Merkezi’nde ağırladık ilahiyatçılarımızı. Hemen hepsi profesör, aralarında birkaç doçent de var, tam 11 kişilik bir heyet.
Büyük toplantı masasının çevresine oturduk, konuklarımız tek tek kendilerini tanıttılar, ben de arkadaşlarım Hasan Yalçın ve Bedri Gültekin’i tanıttıktan sonra, bir konuğumuz söze başladı, “Doğu bey orada siz doğruyu söylediniz, bizler ilahiyat fakültelerinde öğretim üyeleriyiz, içimizde fıkıh uzmanları var, hadis uzmanları var, İslam hukukunda kölelik ve cariyelik kurumunun bulunduğu bir gerçektir. Dünyada varolan her şey gibi İslam da tarihseldir.”
Hayatımdaki en güzel söyleşilerden biriydi. Muhabbet sözcüğü daha yakışır.
Türkiyemizde birbirine kuşkuyla uzaktan bakan, birbirini bilmeyen topluluklar olduğunu gördüm. Televizyonlara çıkmaktan, gösterişten, hele toplumu aldatmaktan hiç hazzetmiyorlardı. Faziletli insanlardı.
O dostlarımız İslamiyat ve Kitabiyat adında dergiler çıkarıyorlardı. Bana da lütfedip birer takım armağan ettiler. Bilimsel araştırma ve incelemeler vardı, çok şey öğrendim. Daha sonra biz de onları ziyaret ettik, dostluğumuz devam etti.

Toprak Hattı’ndaki gerçekler
Yıllar sonra yine böyle bir İlahiyatçı grubuyla bu kez Marmara Üniversitesi’nde güzel bir sohbette bulundum. “Toprak Hattı” adı altında buluşuyorlardı. “Hazreti Muhammed’in Önderlik Ettiği Medeniyet Devrimi” konusunda görüşlerimi dinlemek için çağırmışlardı, anlattım, sonra tartıştık ve birlikte yemek yedik. Prof. Dr. Emin Gürses ve Erkan Önsel kardeşlerim de vardı.
Sonra vücutlardaki elektrik yükünün toprağa verildiği, ifade özgürlüğünde sınırların kalktığı, her tür bağnazlığın ve önyargının geçersiz olduğu neşeli bir gündeme geçildi. Hiç bilinmeyen dualar, şiirler vb okundu. Orada da hoşgörünün ve bilimsel özgürlüğün geçerli olduğunu gördüm ve çok sevindim.

O aydın imam
O imam kardeşim Ürkmez’de Bilim ve Ütopya Kampı’nda ziyaretime gelmişti. Sonra beni köyüne davet etti. Belediye Başkanı, muhtarlar, hepsi ordaydı. İmam, Bilim ve Ütopya dergisinde “Büyük Devrimci Hazreti Muhammet” başlıklı yazımı okumuş. “Hayatımda Hazreti Muhammet’i en çok o yazıdan sonra sevdim” dedi. İlahiyat mezunuydu, “bize Hazreti Muhammet’i insanlığa yaptığı dünyevi hizmetlerle anlatmadılar” diye yakınıyordu.

Kutsal kitaplar bilimin kaynağı olabilir mi
Tanıdığım o iki topluluğun ve aydın görüşlü imamın ortak özelliği, İslamın da zamanın içinde olduğunu bilmeleriydi.
İslam uygarlığını yükselten, bağnazlık değil fakat akılcılıktı. Yükseliş döneminin büyük âlimleri, İslam dinini tarihin içinde açıklıyorlardı. Bilim ve Ütopya dergisi, yıllardan beri onları tanıtan sayılar ve İslam-Türk Uygarlığında Bilim kitapları yayımladı.
Firdevsî, 11. yüzyılda, akla önem veriyor, takiyyeyi aşağılıyordu. Dinsel dogmalara değil, yer çekimi kanununa itibar ediyordu, “Hiç kimse göğe diri diri çıkamaz” diyordu (Şahnâme, Kabalcı Yayınevi, s.77)
İbn Haldun, 14. yüzyılda, Tanrıyı, “hem yasaları koyan, hem de yasaların kendisidir” diye açıklıyordu. Peygamberleri büyücü ve kâhinlerle aynı sırada görüyordu, ancak peygamberlerin rütbesi bir derece yüksekti (Mukaddime).

Dünyayı yeniden öküzün boynuzları üzerine oturtamazsınız
Her şey gibi dinleri anlamak için de, anahtar sözcük, tarihselliktir.
Bütün toplumsal hareketler, elbette tarihseldir. Her şey tarihin içindedir ve ancak tarihin içinde anlayabilirsiniz.
Hiçbir toplumsal süreci, zamanın dışında açıklayamazsınız. Açıklasanız da o açıklama bilimsel değildir. İman edebilirsiniz ama kanıtlayamazsınız.
Kutsal kitaplar, bugün yalnız hukukun değil, bilimin de kaynağı olamaz.
Dünyayı yeniden öküzün boynuzları üzerine oturtamazsınız, gücünüz yetmez.
Din, bilimin kaynağı değil, fakat konusudur. Bilimi dinle açıklayamazsınız, fakat dini bilimle açıklayabilirsiniz.

Bilim ve iman düzlemlerini ayırmak
Laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Eğer ayırmazsanız, bilim yapamazsınız. İman ve kanıtlama birbirinden bütünüyle ayrı düzlemlerdir. Bu düzlemleri birbirine karıştırırsanız, atın ağzında kaç diş olduğunu bilmek için yüzyıllarca İncil’e bakar, fakat atın ağzını açıp dişlerini saymazsınız!
Laiklik, bilim için de zorunludur.
Laiklik olmayan ülkede, bilim zincirlenmiştir.
DOĞU PERİNÇEK-AYDINLIK

SON YAZIDAN