18 yıl önce kurulduklarında ilk altı ay arkadaşlarının ofisini adres
gösterdiler. Abdullah Keskin ilk başlarda başka yerde çalışıp para
kazandı, kalan zamanını yayınevine ayırdı. Kitaplarına el konuldu,
haklarında pek çok dava açıldı.
Avesta bugüne kadar yarıdan fazlası 15 dilden çeviri, kalanı da yarı yarıya Kürtçe-Türkçe telifli eserlerden oluşan 440 kitap yayımladı.
Peki, bunca yıl neler yaşadılar? Kürt edebiyatı kitabevlerinde, fuarlarda, medyada yeterince ilgi görüyor mu? Türkiyeli okur Kürt edebiyatını biliyor mu?
Yayınevinin kurucularından Abdullah Keskin Avesta Yayıncılık’ı ve Kürt edebiyatını anlattı.
Avesta 1995’te nasıl bir ortamda kuruldu?
2932 Sayılı Yasa ile 1991’de Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, Kürt kültürü için önemli dönemeçti. Aslında o değişiklik yayın serbestisi getirmiyordu ama devlet kısmen göz yumdu ve kamuoyunda yasak kalkmış havası esti. Kürtçe gazeteler ve dergiler yayımlandı.
1992’de Welat gazetesinin yayın yönetmenliği için Ankara’dan İstanbul’a geldim. Hayatımda yazdığım ilk Kürtçe metin Welat’ın başyazısıydı. Hatta tereddüt etmiştim. Sonra yaklaşık bir yıl Özgür Gündem’de kültür-sanat editörlü yaptım. Ama gözüm yayıncılıktaydı.
O dönemlerde birçok yazarla tanışıyordum, Mehmet Uzun Türkiye’ye gelip gidiyordu ve onunla Welat’ta söyleşi yapmıştım. Kardeşim gazetede teknik işlerde çalışmak için İstanbul’a gelmişti, eşim de Soranice ve İngilizceden Kürtçe çeviri yapıyordu. Yayıncılık için belli bir birikim vardı ve herkes de teşvik ediyordu.
Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
1990’larda Kürt meselesi yoğun tartışılıyordu ve dünyada Kürtlere ilişkin çalışmalar yapılıyordu. Türkiye’de ise bu konuda üretilen bilgi çok azdı. 1995’te Kürtlerle ilgili Türkçe üç kitap yayımlanmıştı. Oysa bu mesele en fazla bizi ilgilendiriyordu.
Geçmişten bugüne farklı dillerdeki çalışmaları Türkçe ve Kürtçe okurunun ilgisine sunmak istedik. Bu konudaki düşüncelerin rahatça tartışıldığı bir platform düşündük. Prensip olarak da Kürtçe ile başladık. İlk kitabımız Güney Kürdistanlı şair Şêrko Bêkes’in şiirlerinden bir seçkiydi: “Ji nav şiîrên min”.
Başta ekonomik ve siyasal şartlar aleyhimizeydi. Neredeyse 100 yıl Kürtçe sokakta bile yasaktı. 1920-1990’da toplam 10 civarında Kürtçe kitap basılabilmiştir. O yüzden 1990’ların başında, standartların gerisindeki Kürtçe eserler bile heyecanla karşılandı.
Biz daha profesyonel yaklaşmaya, nitelikli yayımlar yapmaya çalıştık. O dönemki söyleşilerde “Kürtçe yayınlardan para kazanmayı umuyorum” demiştim. Alay edenler olmuştu.
Sonra çeviriler arttı. Mıgırdiç Margosyan’ın "Gavur Mahallesi"ni Kürtçeye çevirdik. Yazarlardan da ciddi ilgi oluştu, Suzan Samancı’nın “Ölüm Kenti”ni yayımladık.
O dönemde Güney Kürdistan’dan yayıncı bir arkadaşım neler yayımladığımızı sorunca saymıştım: “Ölüm Kenti”, “Ölüler Uyumaz”, “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık”… Arkadaşım da “Yayınevi değil, mezarlık oluşturmuşsunuz” demişti. Bu eğilim aslında yaşadıklarımızla bağlantılıydı.
Uzun dönem kitapları getirtmek sıkıntıydı. Postada, kargo kontrolünde veya başka sebeple polisler yayınevine uğradığında yayınlara el koyuyordu. İlle toplatma, yasaklama kararına gerek yoktu.
Mesela Suriye’den bir yazar Celadet Alî Bedirxan’ın bir kitabını kaçak yollarla Şam’a, sonra Beyrut’a götürdü. Postayla Almanya’ya yolladı. Burada başka adres verdik. O kitap ancak böyle elimize geçti. Hazine bulmuş gibi sevinmiştik.
Bastıklarımızdan birkaç nüsha yurtdışına ulaştığında, kaybolmaktan kurtardık diye ferahlıyorduk. Çünkü Türkiye’de hiçbir işin hiçbir garantisi yok. İstanbul’da basılan eserler bile buradaki kütüphanelerden değil, Avrupa kentlerinin kütüphanelerinden temin ediliyor.
Bugüne kadar kaç kitap yayımladınız?
440 kitap yayımladık. Yarıdan fazlası 15 dilden çeviri, kalanı da yarı yarıya Kürtçe-Türkçe telif kitaplar. Kürtçe kitaplar genellikle Kurmanci, dört-beş Zazaca kitap da bastık.
Kürtçe okuru genellikle telif eser istiyor. Avesta’da Türkçeden Kürtçeye pek çeviri yapmıyoruz. Çünkü Kürtçesi iyi okurun Türkçesi de genellikle iyi ve herkes yazarı orijinal dilinde okumayı tercih ediyor.
İlk dönemde çevirmenler kimdi?
2000’lere kadar çevirmen bulmak sıkıntıydı. Çünkü korkudan fazla ücret istiyorlardı. O yüzden buradaki, diasporadaki Kürtçe-Türkçe bilen yüksek lisans, doktora öğrencilerine yöneldik.
Şimdi yayınevinde sabit üç editör ve dışarıdan gerektiğinde çalıştığımız editörler var. 60-70 civarında çevirmenle de çalışıyoruz. Dünyanın dört yanından akademisyenler, yazarlar kitapları çıktığında gönderiyor, sayısı giderek artan gönüllü danışmanlarımız var. Okurlar bile kitap öneriyor.
Nasıl bir yayın politikası yürüttünüz?
Seçilen eserlerin ideolojik ve tarafgir olmamasına gayret ettik. Propagandist, ırkçı, cinsiyetçi eserler basmamaya özen gösterdik. Mesela araştırma kitabı yayımlayacaksak alanında ne söylediğine baktık. Siyasi meselelerde nötr durmaya çalıştık.
Avesta’nın okur profili nasıl?
En başta Kürt üniversite gençliği okuyor. Ama Kürt olmayan üniversiteliler de ilgi gösteriyor. Kürt ve Kürt olmayan akademisyenler de yayınları izliyor. Kitap o meseleye ilgi duyan herkes için. Aklınıza gelmeyecek pek çok kişi okuyabilir. Mesela Milli Güvenlik Akademisi’nde ders veren hocalardan emekli askerlere, stratejistlerden evkadınlarına geniş bir yelpazeden bahsetmek mümkün.
Hiç otosansür uyguladınız mı?
Kürtçe Küçük Prens’te okurlar “Türk diktatör” lafı var mı diye baktı. Türkçesinde bu laf geçmez ama biz sansürlemedik.
Bugüne kadar sadece “Zerdüşt, Konfüçyüs ve Muhammed” kitabında bir rötuş yaptık ve başında da yazdık. Çünkü orijinalinde kelimenin anlamı daha yumuşaktı ama çeviride “sapkın”, “dolandırıcı” gibi ifadeler tahrik edici olacaktı.
2006’da kadın dizimiz Şahmaran’a başladık. 10’dan fazla kadın şairin 22 şiir kitabını bastık. O eserler için Kadın Şairler Buluşması düzenledik. Türkçelerini Jülide Kural okumuştu.
Asuri, Keldani, Süryani, Yaresan, Ermeni ve Yezidilerle ilgili kitaplar Mezopotamya Kültür dizisinden çıkıyor. Avesta Z’de, “Meleklerin Küllerinden”, “Tutankhamun” gibi popüler yayınlar yer alıyor. Metabole’de yeni Alman filozoflarından fenomoneloji çevirileri yaptık. Doğu Rüzgarı’nda modern Ortadoğu edebiyatından Kürt, Süryani, Fars ve Arap edebiyatından 15'e yakın kitap var.
Eski dönemde Kürtlere ilişkin çalışmalardan oluşan Kürdoloji dizimiz var. Misyonerlerin, rahiplerin, askerlerin seyahatnameleri, anıları, subjektif ve oryantalist değerlendirmeler de içeriyor. Ama Kürtçe okurumuzun tahammül olgunluğuna güvendik ve sansürlemedik.
Kürtçe edebiyat dizimizde 100 civarında kitap görünüyor. Oysa 200'ü bulur. Celadet Alî Bedirxan, Ehmedê Xanî ve Cegerxwîn’un eserlerini ayrı başlıklarda bastık.
Çeşitlilik neden önemli?
Bizim ötekimiz yok. Bu, yaşadığın yerle ilişkili, Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer” diye bir dizesi var ya... Müslüman, Şafii bir ailede büyüdüm. Ailemin Süryani dostları, benim Ermeni arkadaşlarım vardı. Araplarla iç içeydik. Hep çoğul ortamda yetiştim. Bu kültürlerin hepsini kendi kültürüm olarak gördüm.
Kürtlerin kendi kimliklerinden ötürü sürekli baskıyla karşılaşmasının verdiği bir şey de vardır bu çeşitlilikte.
Hayır, Türkiye'de ilgi çok az ve Türkçe üzerinden tanınıyor. Kürt edebiyatında iyileşme Mehmed Uzun ile başladı. Uzun'un Türkçede ilgi görmesi yayıncıların ilgisini de besledi.
Şu ana kadar çekingenlik de vardı. Ama üç, beş sene sonra Kürt edebiyatı farklı yerde olacak. Çünkü büyük yayınevleri de Kürt edebiyatının örneklerini Türkçeye çevirmeye başlıyor.
Burada temel sıkıntı Kürtçeden Türkçeye çeviri yapabilecek Türk çevirmenlerin olmaması. Sözde bin yıldır birlikteyiz. Bir yerde Kürtçe konuşurken yan masadan kulak kabartıp “Hangi dildi?” diye soran oluyor hâlâ. Bu komedi değil mi? Bin yıldır seninle yaşıyorum. Ama hangi dili konuştuğumu bile çıkaramıyorsun.
Kürt edebiyatındaki eksiğimizi neye bağlamalıyız?
Bir kısmı okurdan, diğer kısmı Türkiye’deki kültürel atmosferden kaynaklanıyor. Tanzimat’tan beri Batılılaşma serüveniyle yüzü çok Batıya dönük yetiştik.
Aslında Batı bildiğimiz Batı değil. Mesela Fransa’da Arap Dünyası Enstitüsü’nün kütüphanesinde Fransızca yazan Arap yazarların binlerce kitabı yer alıyor. Bizim Arapçadan Kürtçeye çevirdiğimiz, henüz Türkçede olmayan bir sürü yazarın Fransızca ve İngilizce çevirileri var.
Mesela Cezayirli kadın yazar Ehlam Misteğanmi’nin “Bedenin Hafızası”nı (Bireweriya Laş) Fransızcadan Kürtçeye çevirdik. Türkçesi yok. Müzik tarihinin en büyük seslerinden Ûm Kelsûm (Ümmü Gülsüm) ile ilgili “Ûm: Şark Yıldızı” kitabını hazırlarken Türkçe hiçbir kaynağa rastlamadık ama Almancada bir sürü kitap vardı.
Kürt edebiyatı ders kitaplarında yer almıyor...
Hayır, bırakın ders kitaplarını geçenlerde bir yayınevi Türkiye Edebiyat Ansiklopedisi çıkardı. Kürt edebiyatından bir yazar bile yer almıyor. Mesela Diyarbakır Müze Kent kitabında Kürtler ara başlık olarak bile yok.
Bakanlıklar kütüphaneler için toplu kitap alıyor mu?
Kütüphanelere girecek onlarca kitabımız var ama şu ana kadar bir kitap bile alınmadı. Üzeyir Hacıbekov’un “Azeri Müziği”ni basmadan önce Kültür Bakanlığı’nın programında olduğunu biliyorduk. Buna rağmen bizden almadılar.
Son 3-4 senedir bakanlığa internet üzerinden öneri veriliyor ve örnek gönderiyorsunuz. Bu yıl başvuracağız.
Kendimizle barışık ve daha normal olurduk. Kürtçe bilen Türk sayısı üçü bulmaz. Genel algı çok kötü. Bir aralar “Kürtçe okunmuyor” denilirdi. Kürtlerin en düşük hesapla BM’ye üye pek çok devletten fazla nüfusu var Türkiye’de. Mesela Turgut Özal Kürtçenin serbest bırakılması konusunda bizi çileden çıkarırdı. “Kimse okumaz” diyordu.
Bir halkın dilinden bahsederken bunu demek ne menem biri olduğunu gösterir. O zaman karikatürist arkadaşımız “Özal’ı sevindirmeyin Welat okuyun” diye karikatür yapmıştı.
Ben hayatımda en fazla İstanbul’da yaşadım. Ama burada bir ölçüde kendimim. Benimle Türkü fiziksel olarak ne ayırt edebilir ki? Zaten kafalarda garip bir Kürt imajı var. “Kürdüm” dediğimde “Kürtlere benzemiyorsun” denmesi çok aşağılayıcı.
Türkiye’deki entelijansiya, herkes gibi normal bir Kürt imajına alışık değil. Onların kafasındaki imaj Yeşilçam filmlerindeki gibi.
Edebiyat, eğitimin, bilimin veremediğini sezgiler yoluyla, hissettirerek verebilir. Mesela “Êvara Perwaneyê”yi tanısaydık Kürt gençlerinin özgürlük tutkularını, geleneksel bir toplumda kadının mücadelesini, alternatif hayat arayışını daha iyi anlardık. Belki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kadıköy’de kadınlar holiganların saldırısına uğramazdı. Bununla birlikte edebiyata çok faydacı yaklaşılmaması gerektiğini de düşünürüm.
Kürt edebiyatına nereden başlamalıyım?
Her okur kendi haritasını çizer. Türkiye’deki okur profilini düşünürsek Kürtçe edebiyata önyargıyı kısmen anlayabilirim. Çünkü Kürt edebiyatının önemli örnekleri Türkçede çok az.
Kürtçe bilenler için Gabriel García Márquez’in büyülü gerçekçiliğini beğenenlere Bextiyar Elî’nin “Êvara Perwaneyê” kitabı hitap edebilir. Eta Nehayî’nin “Gulên Şoran Li pey qedereke winda” (Kayıp Bir Kaderin Peşinde) kitabı çok ilginçtir.
Eskiden diaspora kökenli Kürt edebiyatında nostalji vardı. Yazarlar metropollerde bile yaşasalar köylerini anlatırdı. Artık o hayatlar kalmadı. Ama içerik renklendi. Şimdi kitaplarda genellikle Avrupa’nın belli başlı yerleri, özellikle Paris önemli yer tutuyor. Ferhad Pirbal’ın “Hotel Europe” kitabının kahramanları Fransızlar, İranlılar, Yahudiler. Fotoğrafçı-yazar Beroj Akreyî İsveç’te yaşlı ve bakıma muhtaçlara on yıl bakıcılık yapmış ve oradan “Em li vir in” (Buradayız) kitabını çıkarmış.
Kürt edebiyatını Kürtçe yapınca bir de Türkçesini yapalım demiyoruz. O yüzden buna ağırlık vermedik. Kürtçe bilmeyen okur için ise Hesenê Metê’nin “Tanrı Oku Dedi Yaz Demedi”sini, Fewaz Husên’in “Amidabad Göç, Çocuk ve Irmak” kitabını başlangıç olarak öneririm.
Yayınlarınız kitabevlerinde yer buluyor mu?
Çok satacak gramer, Kürdistan Tarihi gibi kitaplarımız bile büyük kitapçılarda yeteri kadar yer bulamıyor. Bu kitaplara gereken önem verilmiyor. Mesela fuarlarda bile diğer yayınevine tanınan imkanlar tanınmıyor.
Bir dönem gazetecilere önemli mesai harcardık. Kürt olmayan anaakım medya söyleşi yapardı ama yayımlanmazdı. Ama pek fazla kaynak belirtmeden kitaplardan alıntılar yapılıyor, yararlanılıyor. Biraz mesafeli duruyoruz o yüzden.
Yeni yayınlarımız da gazetelerin kitap eklerinde genellikle yer almıyor. Bazen yeni çıkanlarda kısa tanıtımları yapılıyor. Ama asla kapak konusu olamıyor. O yüzden basın açıklaması bile göndermiyoruz bazı gazetelere.
Peki Kürt medyasında durum nasıl?
Devlet politikaları ve medyaya mesafeli olmamıza rağmen anaakım Kürt medyası da yaptıklarımızı görmezden geliyor. Bugüne kadar yayımladığımız 440 kitabın dördü Kürt medyasında tanıtılmadı.
Fuar programlarında yer alan ve ciddi ilgi de gören Kürtçe etkinliklerimize dahi yer vermiyorlar. Sevmediklerinden değil belki fazla sevgiden. Benim güdümümde ol deniliyor sanki. Ama yayıncılık özgür ortam gerektirir.
Bugüne kadar en fazla ilgi gören kitap-yazar hangisiydi?
Şu an en çok okunanlar Suriye, Irak, İran Kürtleri. Mesela Fawaz Husên, Jan Dost, Bextiyar Ali… Bunların bir kısmı diğer yayınevlerince Türkçeye de çevrildi.
Türkçede “Kürdistan Tarihi” gibi çalışmalar birkaç baskı yaptı. Klasikler her zaman okunuyor. “Mem û Zin”in altı yedi versiyonu var bizde, “Şerefname” üç baskı yaptı.
Basmayı planladığınız yeni kitaplar var mı?
Kamışlı Müftüsü Mela Ehmedê Zivingî’nin “Melayê Cizîrî Dîwanının Tefsir”inin Kürtçe çevirisi yayınevimizle yaşıt, neredeyse 20 sene sürdü, bir buçuk senedir de toparlıyoruz. Onu basacağız. Birinci, ikinci cilt 500 tefsir, üçüncü ciltte de orijinal Arap alfabesiyle ve Latin alfabesiyle Dîwan yer alacak. İki ayrı versiyon, 2000 sayfayı bulacak.
Bir dönem devlet güvenlik mahkemelerine önemli mesai harcıyorduk. Yaklaşık 30 civarında dava açıldı. Beşi sonuçlanmadan erteleme yasası ile ertelendi ve o kitaplar yasaklı kaldı. Savcı bile Emir Hasanpur’un “Kürt Diliyle İlgili Devlet Politikaları ve Dil Hakları” için akademik çalışmadır diye beraat istemişti. Ama ertelemeye girdi, yani hep yasaklı kaldı.
Prof. Dr. Celile Celil’in “Kürt Aydınlanması” ve “Kürdistan Tarihi” kitaplarından, Jonathan Randal’ın “Bunca Bilgiden Sonra Ne Bağışlaması?”ndan para ve hapis cezaları aldık. Hapis cezaları paraya çevrildi, bir kısmının taksitlerini de ödedik. Sonra yasal düzenlemelerle bir yerde durdu cezalar. En son 2007’de dava açıldı ve takipsizlikle sonuçlandı.
Gazeteciler, yazarlar, öğrenciler, avukatlar, siyasiler cezaevinde. Sizce mevcut durum nasıl?
İktidara göre hapiste gazeteci yok. New York Times muhabiri Randal’ın 10 dilde yayımlanmış kitabını Türkçe basınca PKK’ye yardım ve yataklıktan yargılandık. Randal’ın tanıklığı bile kabul edilmedi. Bu, hükümet raporuna fikir suçu olarak yansımadı. İyi de biz ne yaptık? Kitap yayımladık.
Gazeteci bir yere bomba attıysa "terörist" muamelesi yap. Ama şu an iddianamelerde yazanlara gerçek muamelesi yapsak bile o iddialar gazetecilik faaliyetidir.
KCK davalarında da benzeri var. Babam bile dört aydır adalet komisyonu kurup milleti barıştırdığı için KCK’den cezaevinde. İki köy arasında problem olmuş, gidip barıştırmışlar. Bu, bu toprakların kadim geleneğidir. Ama buna “alternatif devlet” diyorlar.
Kürtçe savunma pratikte zaten vardı. Diyarbakır’da, Mardin’de dil bilmeyenlere mahkemede Kürtçe bilenler yardım ederdi. Şu anda daha kötüsü oldu. Paran kadar konuş uygulaması çok onur kırıcı.
Halbuki Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği'nde bu uygulama mevcut. Almanca bildiği halde konuşmak istemediğinde kimse bunu siyasallaştırmaz, Almanca konuşması için zorlamaz.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreçten önce de umutsuz değildim. Çünkü bence başka seçenek yok. Üç sene önceki açılımda bu meselenin PKK’nin silah bırakmasına indirgenmesi yanlıştı ve meselenin etrafında dolanmaktan ibaretti. Şu an yine aynı konular gündemde.
Silahlı mücadeleye katılmadım ama Kürtlerin maruz kaldığı devlet politikalarını düşününce silahlı mücadeleyi reddetmedim de. Yaşadığımızın binde birini kim yaşarsa yaşasın buna başkaldırırdı.
Şu an silah miadını doldurduysa herkes için böyle olmalı. Türkiye’de kimse 70-80 bin korucunun silahlarının hangi dramlara yol açtığını merak ediyor mu? Roboski’de 34 çocuk bombalandı. Türkiye Suriye’ye karşı yedi düvelden patriot getirdi. Suriye Kürtleri silahsız, kansız bir biçimde yönetimi devraldılar, fırsatçılıkla nitelendiler, adeta niye savaşmadınız denildi. Hani silahlar miadını doldurmuştu?
İki ay önce Barış ve Demokrasi Partili vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması söz konusuydu, Abdullah Öcalan için idam tartışması vardı. Şu an ne oluyor?
Takiyeye gerek yok. Toplumun genelinde Türkler Kürtleri istemiyor. Kürtlerinki tek taraflı, karşılıksız bir sevgi. Kürt politikası sadece devlet politikası değil, bunun toplumsal bir boyutu da var. Yüz yıl boyunca uygulanan asimilasyonun başarısız ve başarılı olduğu alanlar var. Nasıl Türkiye’nin Kürt gerçeği varsa bizim de Türkçe gerçeğimiz var. Ben bununla barışığım.
Kendimi İstanbul Kürdü olarak görüyorum. Türkiye ve Türk toplumu ile ilişkimi zedeleyen devletin politikası ve bunun sokaktaki yansımasıdır.
Dersim’le ilgili özür dilemek jesttir ama hala kayıp binlerce insan var. Binlerce faili meçhul var. Tarlalardan kemikler çıkıyor. Geleceğe bakabilmek için insanların vicdanı rahatlatılmalı. Şimdi Ergenekon, Balyoz yargılamaları yapılıyor. Ama bölgedeki yaptıklarından değil, sadece hükümete karşı planlarından yargılanıyorlar.
Roboski için araştırma komisyonu kuruldu. Bir yıldan fazla çalıştı. Bunun için komisyona ne gerek var? Zaten her şey ortada. Suriye’den uçaklar gelip bombalamadı. Bununla bile hesaplaşamayan bir hükümetin bu meselede basiretli davranıp, bu tarihi fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceğine ilişkin ciddi kaygılarımız var. Dilerim yanılırız. (EG/YY)
Avesta bugüne kadar yarıdan fazlası 15 dilden çeviri, kalanı da yarı yarıya Kürtçe-Türkçe telifli eserlerden oluşan 440 kitap yayımladı.
Peki, bunca yıl neler yaşadılar? Kürt edebiyatı kitabevlerinde, fuarlarda, medyada yeterince ilgi görüyor mu? Türkiyeli okur Kürt edebiyatını biliyor mu?
Yayınevinin kurucularından Abdullah Keskin Avesta Yayıncılık’ı ve Kürt edebiyatını anlattı.
Avesta 1995’te nasıl bir ortamda kuruldu?
2932 Sayılı Yasa ile 1991’de Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, Kürt kültürü için önemli dönemeçti. Aslında o değişiklik yayın serbestisi getirmiyordu ama devlet kısmen göz yumdu ve kamuoyunda yasak kalkmış havası esti. Kürtçe gazeteler ve dergiler yayımlandı.
1992’de Welat gazetesinin yayın yönetmenliği için Ankara’dan İstanbul’a geldim. Hayatımda yazdığım ilk Kürtçe metin Welat’ın başyazısıydı. Hatta tereddüt etmiştim. Sonra yaklaşık bir yıl Özgür Gündem’de kültür-sanat editörlü yaptım. Ama gözüm yayıncılıktaydı.
O dönemlerde birçok yazarla tanışıyordum, Mehmet Uzun Türkiye’ye gelip gidiyordu ve onunla Welat’ta söyleşi yapmıştım. Kardeşim gazetede teknik işlerde çalışmak için İstanbul’a gelmişti, eşim de Soranice ve İngilizceden Kürtçe çeviri yapıyordu. Yayıncılık için belli bir birikim vardı ve herkes de teşvik ediyordu.
Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
1990’larda Kürt meselesi yoğun tartışılıyordu ve dünyada Kürtlere ilişkin çalışmalar yapılıyordu. Türkiye’de ise bu konuda üretilen bilgi çok azdı. 1995’te Kürtlerle ilgili Türkçe üç kitap yayımlanmıştı. Oysa bu mesele en fazla bizi ilgilendiriyordu.
Geçmişten bugüne farklı dillerdeki çalışmaları Türkçe ve Kürtçe okurunun ilgisine sunmak istedik. Bu konudaki düşüncelerin rahatça tartışıldığı bir platform düşündük. Prensip olarak da Kürtçe ile başladık. İlk kitabımız Güney Kürdistanlı şair Şêrko Bêkes’in şiirlerinden bir seçkiydi: “Ji nav şiîrên min”.
“Yayınevi değil mezarlık oluşturmuşsunuz”
Başlarda ne gibi zorluklar yaşadınız?Başta ekonomik ve siyasal şartlar aleyhimizeydi. Neredeyse 100 yıl Kürtçe sokakta bile yasaktı. 1920-1990’da toplam 10 civarında Kürtçe kitap basılabilmiştir. O yüzden 1990’ların başında, standartların gerisindeki Kürtçe eserler bile heyecanla karşılandı.
Biz daha profesyonel yaklaşmaya, nitelikli yayımlar yapmaya çalıştık. O dönemki söyleşilerde “Kürtçe yayınlardan para kazanmayı umuyorum” demiştim. Alay edenler olmuştu.
Sonra çeviriler arttı. Mıgırdiç Margosyan’ın "Gavur Mahallesi"ni Kürtçeye çevirdik. Yazarlardan da ciddi ilgi oluştu, Suzan Samancı’nın “Ölüm Kenti”ni yayımladık.
O dönemde Güney Kürdistan’dan yayıncı bir arkadaşım neler yayımladığımızı sorunca saymıştım: “Ölüm Kenti”, “Ölüler Uyumaz”, “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık”… Arkadaşım da “Yayınevi değil, mezarlık oluşturmuşsunuz” demişti. Bu eğilim aslında yaşadıklarımızla bağlantılıydı.
Uzun dönem kitapları getirtmek sıkıntıydı. Postada, kargo kontrolünde veya başka sebeple polisler yayınevine uğradığında yayınlara el koyuyordu. İlle toplatma, yasaklama kararına gerek yoktu.
Mesela Suriye’den bir yazar Celadet Alî Bedirxan’ın bir kitabını kaçak yollarla Şam’a, sonra Beyrut’a götürdü. Postayla Almanya’ya yolladı. Burada başka adres verdik. O kitap ancak böyle elimize geçti. Hazine bulmuş gibi sevinmiştik.
Bastıklarımızdan birkaç nüsha yurtdışına ulaştığında, kaybolmaktan kurtardık diye ferahlıyorduk. Çünkü Türkiye’de hiçbir işin hiçbir garantisi yok. İstanbul’da basılan eserler bile buradaki kütüphanelerden değil, Avrupa kentlerinin kütüphanelerinden temin ediliyor.
Bugüne kadar kaç kitap yayımladınız?
440 kitap yayımladık. Yarıdan fazlası 15 dilden çeviri, kalanı da yarı yarıya Kürtçe-Türkçe telif kitaplar. Kürtçe kitaplar genellikle Kurmanci, dört-beş Zazaca kitap da bastık.
Kürtçe okuru genellikle telif eser istiyor. Avesta’da Türkçeden Kürtçeye pek çeviri yapmıyoruz. Çünkü Kürtçesi iyi okurun Türkçesi de genellikle iyi ve herkes yazarı orijinal dilinde okumayı tercih ediyor.
İlk dönemde çevirmenler kimdi?
2000’lere kadar çevirmen bulmak sıkıntıydı. Çünkü korkudan fazla ücret istiyorlardı. O yüzden buradaki, diasporadaki Kürtçe-Türkçe bilen yüksek lisans, doktora öğrencilerine yöneldik.
Şimdi yayınevinde sabit üç editör ve dışarıdan gerektiğinde çalıştığımız editörler var. 60-70 civarında çevirmenle de çalışıyoruz. Dünyanın dört yanından akademisyenler, yazarlar kitapları çıktığında gönderiyor, sayısı giderek artan gönüllü danışmanlarımız var. Okurlar bile kitap öneriyor.
Nasıl bir yayın politikası yürüttünüz?
Seçilen eserlerin ideolojik ve tarafgir olmamasına gayret ettik. Propagandist, ırkçı, cinsiyetçi eserler basmamaya özen gösterdik. Mesela araştırma kitabı yayımlayacaksak alanında ne söylediğine baktık. Siyasi meselelerde nötr durmaya çalıştık.
Avesta’nın okur profili nasıl?
En başta Kürt üniversite gençliği okuyor. Ama Kürt olmayan üniversiteliler de ilgi gösteriyor. Kürt ve Kürt olmayan akademisyenler de yayınları izliyor. Kitap o meseleye ilgi duyan herkes için. Aklınıza gelmeyecek pek çok kişi okuyabilir. Mesela Milli Güvenlik Akademisi’nde ders veren hocalardan emekli askerlere, stratejistlerden evkadınlarına geniş bir yelpazeden bahsetmek mümkün.
Hiç otosansür uyguladınız mı?
Kürtçe Küçük Prens’te okurlar “Türk diktatör” lafı var mı diye baktı. Türkçesinde bu laf geçmez ama biz sansürlemedik.
Bugüne kadar sadece “Zerdüşt, Konfüçyüs ve Muhammed” kitabında bir rötuş yaptık ve başında da yazdık. Çünkü orijinalinde kelimenin anlamı daha yumuşaktı ama çeviride “sapkın”, “dolandırıcı” gibi ifadeler tahrik edici olacaktı.
“Bizim ötekimiz yok”
Avesta’nın dizilerinde hangi türler yer alıyor?2006’da kadın dizimiz Şahmaran’a başladık. 10’dan fazla kadın şairin 22 şiir kitabını bastık. O eserler için Kadın Şairler Buluşması düzenledik. Türkçelerini Jülide Kural okumuştu.
Asuri, Keldani, Süryani, Yaresan, Ermeni ve Yezidilerle ilgili kitaplar Mezopotamya Kültür dizisinden çıkıyor. Avesta Z’de, “Meleklerin Küllerinden”, “Tutankhamun” gibi popüler yayınlar yer alıyor. Metabole’de yeni Alman filozoflarından fenomoneloji çevirileri yaptık. Doğu Rüzgarı’nda modern Ortadoğu edebiyatından Kürt, Süryani, Fars ve Arap edebiyatından 15'e yakın kitap var.
Eski dönemde Kürtlere ilişkin çalışmalardan oluşan Kürdoloji dizimiz var. Misyonerlerin, rahiplerin, askerlerin seyahatnameleri, anıları, subjektif ve oryantalist değerlendirmeler de içeriyor. Ama Kürtçe okurumuzun tahammül olgunluğuna güvendik ve sansürlemedik.
Kürtçe edebiyat dizimizde 100 civarında kitap görünüyor. Oysa 200'ü bulur. Celadet Alî Bedirxan, Ehmedê Xanî ve Cegerxwîn’un eserlerini ayrı başlıklarda bastık.
Çeşitlilik neden önemli?
Bizim ötekimiz yok. Bu, yaşadığın yerle ilişkili, Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer” diye bir dizesi var ya... Müslüman, Şafii bir ailede büyüdüm. Ailemin Süryani dostları, benim Ermeni arkadaşlarım vardı. Araplarla iç içeydik. Hep çoğul ortamda yetiştim. Bu kültürlerin hepsini kendi kültürüm olarak gördüm.
Kürtlerin kendi kimliklerinden ötürü sürekli baskıyla karşılaşmasının verdiği bir şey de vardır bu çeşitlilikte.
“Bin yıldır seninle yaşıyorum ama...”
Kürt edebiyatı yeterince tanınıp okunuyor mu?Hayır, Türkiye'de ilgi çok az ve Türkçe üzerinden tanınıyor. Kürt edebiyatında iyileşme Mehmed Uzun ile başladı. Uzun'un Türkçede ilgi görmesi yayıncıların ilgisini de besledi.
Şu ana kadar çekingenlik de vardı. Ama üç, beş sene sonra Kürt edebiyatı farklı yerde olacak. Çünkü büyük yayınevleri de Kürt edebiyatının örneklerini Türkçeye çevirmeye başlıyor.
Burada temel sıkıntı Kürtçeden Türkçeye çeviri yapabilecek Türk çevirmenlerin olmaması. Sözde bin yıldır birlikteyiz. Bir yerde Kürtçe konuşurken yan masadan kulak kabartıp “Hangi dildi?” diye soran oluyor hâlâ. Bu komedi değil mi? Bin yıldır seninle yaşıyorum. Ama hangi dili konuştuğumu bile çıkaramıyorsun.
Kürt edebiyatındaki eksiğimizi neye bağlamalıyız?
Bir kısmı okurdan, diğer kısmı Türkiye’deki kültürel atmosferden kaynaklanıyor. Tanzimat’tan beri Batılılaşma serüveniyle yüzü çok Batıya dönük yetiştik.
Aslında Batı bildiğimiz Batı değil. Mesela Fransa’da Arap Dünyası Enstitüsü’nün kütüphanesinde Fransızca yazan Arap yazarların binlerce kitabı yer alıyor. Bizim Arapçadan Kürtçeye çevirdiğimiz, henüz Türkçede olmayan bir sürü yazarın Fransızca ve İngilizce çevirileri var.
Mesela Cezayirli kadın yazar Ehlam Misteğanmi’nin “Bedenin Hafızası”nı (Bireweriya Laş) Fransızcadan Kürtçeye çevirdik. Türkçesi yok. Müzik tarihinin en büyük seslerinden Ûm Kelsûm (Ümmü Gülsüm) ile ilgili “Ûm: Şark Yıldızı” kitabını hazırlarken Türkçe hiçbir kaynağa rastlamadık ama Almancada bir sürü kitap vardı.
Kürt edebiyatı ders kitaplarında yer almıyor...
Hayır, bırakın ders kitaplarını geçenlerde bir yayınevi Türkiye Edebiyat Ansiklopedisi çıkardı. Kürt edebiyatından bir yazar bile yer almıyor. Mesela Diyarbakır Müze Kent kitabında Kürtler ara başlık olarak bile yok.
Bakanlıklar kütüphaneler için toplu kitap alıyor mu?
Kütüphanelere girecek onlarca kitabımız var ama şu ana kadar bir kitap bile alınmadı. Üzeyir Hacıbekov’un “Azeri Müziği”ni basmadan önce Kültür Bakanlığı’nın programında olduğunu biliyorduk. Buna rağmen bizden almadılar.
Son 3-4 senedir bakanlığa internet üzerinden öneri veriliyor ve örnek gönderiyorsunuz. Bu yıl başvuracağız.
"Özal'ı sevindirmeyin Welat okuyun"
Ders kitaplarında olsaydı?Kendimizle barışık ve daha normal olurduk. Kürtçe bilen Türk sayısı üçü bulmaz. Genel algı çok kötü. Bir aralar “Kürtçe okunmuyor” denilirdi. Kürtlerin en düşük hesapla BM’ye üye pek çok devletten fazla nüfusu var Türkiye’de. Mesela Turgut Özal Kürtçenin serbest bırakılması konusunda bizi çileden çıkarırdı. “Kimse okumaz” diyordu.
Bir halkın dilinden bahsederken bunu demek ne menem biri olduğunu gösterir. O zaman karikatürist arkadaşımız “Özal’ı sevindirmeyin Welat okuyun” diye karikatür yapmıştı.
Ben hayatımda en fazla İstanbul’da yaşadım. Ama burada bir ölçüde kendimim. Benimle Türkü fiziksel olarak ne ayırt edebilir ki? Zaten kafalarda garip bir Kürt imajı var. “Kürdüm” dediğimde “Kürtlere benzemiyorsun” denmesi çok aşağılayıcı.
Türkiye’deki entelijansiya, herkes gibi normal bir Kürt imajına alışık değil. Onların kafasındaki imaj Yeşilçam filmlerindeki gibi.
Edebiyat, eğitimin, bilimin veremediğini sezgiler yoluyla, hissettirerek verebilir. Mesela “Êvara Perwaneyê”yi tanısaydık Kürt gençlerinin özgürlük tutkularını, geleneksel bir toplumda kadının mücadelesini, alternatif hayat arayışını daha iyi anlardık. Belki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kadıköy’de kadınlar holiganların saldırısına uğramazdı. Bununla birlikte edebiyata çok faydacı yaklaşılmaması gerektiğini de düşünürüm.
Kürt edebiyatına nereden başlamalıyım?
Her okur kendi haritasını çizer. Türkiye’deki okur profilini düşünürsek Kürtçe edebiyata önyargıyı kısmen anlayabilirim. Çünkü Kürt edebiyatının önemli örnekleri Türkçede çok az.
Kürtçe bilenler için Gabriel García Márquez’in büyülü gerçekçiliğini beğenenlere Bextiyar Elî’nin “Êvara Perwaneyê” kitabı hitap edebilir. Eta Nehayî’nin “Gulên Şoran Li pey qedereke winda” (Kayıp Bir Kaderin Peşinde) kitabı çok ilginçtir.
Eskiden diaspora kökenli Kürt edebiyatında nostalji vardı. Yazarlar metropollerde bile yaşasalar köylerini anlatırdı. Artık o hayatlar kalmadı. Ama içerik renklendi. Şimdi kitaplarda genellikle Avrupa’nın belli başlı yerleri, özellikle Paris önemli yer tutuyor. Ferhad Pirbal’ın “Hotel Europe” kitabının kahramanları Fransızlar, İranlılar, Yahudiler. Fotoğrafçı-yazar Beroj Akreyî İsveç’te yaşlı ve bakıma muhtaçlara on yıl bakıcılık yapmış ve oradan “Em li vir in” (Buradayız) kitabını çıkarmış.
Kürt edebiyatını Kürtçe yapınca bir de Türkçesini yapalım demiyoruz. O yüzden buna ağırlık vermedik. Kürtçe bilmeyen okur için ise Hesenê Metê’nin “Tanrı Oku Dedi Yaz Demedi”sini, Fewaz Husên’in “Amidabad Göç, Çocuk ve Irmak” kitabını başlangıç olarak öneririm.
Yayınlarınız kitabevlerinde yer buluyor mu?
Çok satacak gramer, Kürdistan Tarihi gibi kitaplarımız bile büyük kitapçılarda yeteri kadar yer bulamıyor. Bu kitaplara gereken önem verilmiyor. Mesela fuarlarda bile diğer yayınevine tanınan imkanlar tanınmıyor.
Mesafeli medya
Medyanın Avesta’ya ilgisi nasıl?Bir dönem gazetecilere önemli mesai harcardık. Kürt olmayan anaakım medya söyleşi yapardı ama yayımlanmazdı. Ama pek fazla kaynak belirtmeden kitaplardan alıntılar yapılıyor, yararlanılıyor. Biraz mesafeli duruyoruz o yüzden.
Yeni yayınlarımız da gazetelerin kitap eklerinde genellikle yer almıyor. Bazen yeni çıkanlarda kısa tanıtımları yapılıyor. Ama asla kapak konusu olamıyor. O yüzden basın açıklaması bile göndermiyoruz bazı gazetelere.
Peki Kürt medyasında durum nasıl?
Devlet politikaları ve medyaya mesafeli olmamıza rağmen anaakım Kürt medyası da yaptıklarımızı görmezden geliyor. Bugüne kadar yayımladığımız 440 kitabın dördü Kürt medyasında tanıtılmadı.
Fuar programlarında yer alan ve ciddi ilgi de gören Kürtçe etkinliklerimize dahi yer vermiyorlar. Sevmediklerinden değil belki fazla sevgiden. Benim güdümümde ol deniliyor sanki. Ama yayıncılık özgür ortam gerektirir.
Bugüne kadar en fazla ilgi gören kitap-yazar hangisiydi?
Şu an en çok okunanlar Suriye, Irak, İran Kürtleri. Mesela Fawaz Husên, Jan Dost, Bextiyar Ali… Bunların bir kısmı diğer yayınevlerince Türkçeye de çevrildi.
Türkçede “Kürdistan Tarihi” gibi çalışmalar birkaç baskı yaptı. Klasikler her zaman okunuyor. “Mem û Zin”in altı yedi versiyonu var bizde, “Şerefname” üç baskı yaptı.
Basmayı planladığınız yeni kitaplar var mı?
Kamışlı Müftüsü Mela Ehmedê Zivingî’nin “Melayê Cizîrî Dîwanının Tefsir”inin Kürtçe çevirisi yayınevimizle yaşıt, neredeyse 20 sene sürdü, bir buçuk senedir de toparlıyoruz. Onu basacağız. Birinci, ikinci cilt 500 tefsir, üçüncü ciltte de orijinal Arap alfabesiyle ve Latin alfabesiyle Dîwan yer alacak. İki ayrı versiyon, 2000 sayfayı bulacak.
18 yılda 30 dava
Hakkınızda bugüne kadar kaç dava açıldı?Bir dönem devlet güvenlik mahkemelerine önemli mesai harcıyorduk. Yaklaşık 30 civarında dava açıldı. Beşi sonuçlanmadan erteleme yasası ile ertelendi ve o kitaplar yasaklı kaldı. Savcı bile Emir Hasanpur’un “Kürt Diliyle İlgili Devlet Politikaları ve Dil Hakları” için akademik çalışmadır diye beraat istemişti. Ama ertelemeye girdi, yani hep yasaklı kaldı.
Prof. Dr. Celile Celil’in “Kürt Aydınlanması” ve “Kürdistan Tarihi” kitaplarından, Jonathan Randal’ın “Bunca Bilgiden Sonra Ne Bağışlaması?”ndan para ve hapis cezaları aldık. Hapis cezaları paraya çevrildi, bir kısmının taksitlerini de ödedik. Sonra yasal düzenlemelerle bir yerde durdu cezalar. En son 2007’de dava açıldı ve takipsizlikle sonuçlandı.
Gazeteciler, yazarlar, öğrenciler, avukatlar, siyasiler cezaevinde. Sizce mevcut durum nasıl?
İktidara göre hapiste gazeteci yok. New York Times muhabiri Randal’ın 10 dilde yayımlanmış kitabını Türkçe basınca PKK’ye yardım ve yataklıktan yargılandık. Randal’ın tanıklığı bile kabul edilmedi. Bu, hükümet raporuna fikir suçu olarak yansımadı. İyi de biz ne yaptık? Kitap yayımladık.
Gazeteci bir yere bomba attıysa "terörist" muamelesi yap. Ama şu an iddianamelerde yazanlara gerçek muamelesi yapsak bile o iddialar gazetecilik faaliyetidir.
KCK davalarında da benzeri var. Babam bile dört aydır adalet komisyonu kurup milleti barıştırdığı için KCK’den cezaevinde. İki köy arasında problem olmuş, gidip barıştırmışlar. Bu, bu toprakların kadim geleneğidir. Ama buna “alternatif devlet” diyorlar.
“Hani silahlar miadını doldurmuştu?”
Kürtçe savunma hakkı konusunda ne düşünüyorsunuz?Kürtçe savunma pratikte zaten vardı. Diyarbakır’da, Mardin’de dil bilmeyenlere mahkemede Kürtçe bilenler yardım ederdi. Şu anda daha kötüsü oldu. Paran kadar konuş uygulaması çok onur kırıcı.
Halbuki Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği'nde bu uygulama mevcut. Almanca bildiği halde konuşmak istemediğinde kimse bunu siyasallaştırmaz, Almanca konuşması için zorlamaz.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreçten önce de umutsuz değildim. Çünkü bence başka seçenek yok. Üç sene önceki açılımda bu meselenin PKK’nin silah bırakmasına indirgenmesi yanlıştı ve meselenin etrafında dolanmaktan ibaretti. Şu an yine aynı konular gündemde.
Silahlı mücadeleye katılmadım ama Kürtlerin maruz kaldığı devlet politikalarını düşününce silahlı mücadeleyi reddetmedim de. Yaşadığımızın binde birini kim yaşarsa yaşasın buna başkaldırırdı.
Şu an silah miadını doldurduysa herkes için böyle olmalı. Türkiye’de kimse 70-80 bin korucunun silahlarının hangi dramlara yol açtığını merak ediyor mu? Roboski’de 34 çocuk bombalandı. Türkiye Suriye’ye karşı yedi düvelden patriot getirdi. Suriye Kürtleri silahsız, kansız bir biçimde yönetimi devraldılar, fırsatçılıkla nitelendiler, adeta niye savaşmadınız denildi. Hani silahlar miadını doldurmuştu?
İki ay önce Barış ve Demokrasi Partili vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması söz konusuydu, Abdullah Öcalan için idam tartışması vardı. Şu an ne oluyor?
Takiyeye gerek yok. Toplumun genelinde Türkler Kürtleri istemiyor. Kürtlerinki tek taraflı, karşılıksız bir sevgi. Kürt politikası sadece devlet politikası değil, bunun toplumsal bir boyutu da var. Yüz yıl boyunca uygulanan asimilasyonun başarısız ve başarılı olduğu alanlar var. Nasıl Türkiye’nin Kürt gerçeği varsa bizim de Türkçe gerçeğimiz var. Ben bununla barışığım.
Kendimi İstanbul Kürdü olarak görüyorum. Türkiye ve Türk toplumu ile ilişkimi zedeleyen devletin politikası ve bunun sokaktaki yansımasıdır.
Dersim’le ilgili özür dilemek jesttir ama hala kayıp binlerce insan var. Binlerce faili meçhul var. Tarlalardan kemikler çıkıyor. Geleceğe bakabilmek için insanların vicdanı rahatlatılmalı. Şimdi Ergenekon, Balyoz yargılamaları yapılıyor. Ama bölgedeki yaptıklarından değil, sadece hükümete karşı planlarından yargılanıyorlar.
Roboski için araştırma komisyonu kuruldu. Bir yıldan fazla çalıştı. Bunun için komisyona ne gerek var? Zaten her şey ortada. Suriye’den uçaklar gelip bombalamadı. Bununla bile hesaplaşamayan bir hükümetin bu meselede basiretli davranıp, bu tarihi fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceğine ilişkin ciddi kaygılarımız var. Dilerim yanılırız. (EG/YY)