Ayşe Arman tartışmasız Türkiye'nin en iyi röportajcısı ve en çok okunan kadın yazarı.
Her söyleşisi olay oluyor. Çünkü haber olacak işler yapıyor. Ahbab-Çavuş ilişkisi için haber-röportaj yapmıyor.
Bunun son örneğini Hürriyet'te gördük.
Köşesinde yazan, yetmedi tv'lerde proğram yapan, ve sık sık tv haberlerinde görüş alınan Nazlı Ilıcak ile Hürriyet röportaj yaptı.
Tabii ki bunu Ayşe Arman yapmayacaktı.
Eski bir Aydınlıkçı'ya yaptırdılar, Gülden Aydın'a!
İkili "medyaya ayar veriyor!" Neyse.
İşte o "can alıcı, kimselerin soramadığı soruların olduğu"(!) o röportaj:
Gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak’la, son çıkan kitabı ‘Demokrasiye İnce Ayar / 28 Şubat Arşivi’ni konuşmak üzere bir araya geldik. Ama sohbetimizin büyük bölümünü, Türkiye’de medyanın geldiği nokta ve gazetecilerin hali pür melali oluşturdu.

Nazlı Ilıcak medyanın içinde bulunduğu durumu daldan dala atlayarak anlatıyor: Ben “Türkiye’de muhalefet eden gazeteci hapse atılıyor” söylemine katılmıyorum. “Hapiste 100 gazeteci var” iddiası da yanlış. Bunların birçoğu Terörle Mücadele Kanunu kapsamında, düşünce özgürlüğüyle ilgisi olmayan durumlardan dolayı cezaevinde. “Gazeteciler susturuluyor” derseniz, böyle bir iklimin olduğu doğru. Buna mukabil Sözcü, Cumhuriyet gibi gezetelerde sıkı bir muhalefet var. Patronlarının iktidardan beklentileri olmadığı için yazabiliyorlar.
Hasan Cemal’e çok üzülüyorum
Hasan Cemal’in işten çıkarılmasına çok üzülüyorum. Bugünkü ortamda, bir gazeteden çıkarılırsanız, iktidar bu kişiyi istemiyor diye bir damga vurulmuşsa, bu defa kimse talip olmuyor. Ben ki iktidara yakın biriyim, Sabah gazetesinde işimi kaybetsem, hiçbir yerde iş bulamam. Çünkü herkes şöyle düşünecek: “Demek iktidar onun atılmasını arzu etti. En azından atılırken sesini çıkarmadığına göre makbul değil.” ‘Makbul’ken katledilip ‘maktul’ oluyorsunuz medyada. 28 Şubat’ta da işini kaybedenler vardı ama oradan yola çıkarak bugün işini kaybedenlere ‘Oh olsun’ denilemez.
Yılmaz Özdil daha muhalif
Hürriyet gazetesinde de çok sayıda muhalif kalem mevcut. Yılmaz Özdil, Mehmet Y. Yılmaz, Yalçın Bayer, Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Yalçın Doğan... Ama haberleri dengeli veriyorlar. Manşetler takıntılı değil. Özdil, Hasan Cemal’den daha muhalif fakat rahatça Hürriyet’te yazıyor. Bekir Coşkun’u da Hürriyet çıkarmadı. Kendi gitti Habertürk’e. Bir yıl sonra Habertürk’te işine son verildi. Patronlar arasındaki farkı da görmek lazım. Hürriyet, yıllarca Bekir Coşkun’a sahip çıktı.
Başbakan’ı küçültmez, büyütür
Evet, hükümetin yarattığı bir tedirginlik mevcut. Ama bazı gazete patronları da koltuklarını dolduramıyor Bence Tayyip Erdoğan, “Hasan Cemal’e yazdırmayın” talimatı vermemiştir ama olay ona fatura ediliyor. İleride de ona fatura edilecek. Bir telefon etse Cemal’e ve dese ki, “Çok üzüldüm. Bunun benden kaynaklandığını düşünmeyin.” Gazetenin genel yayın müdürünü de arayabilir. “Öfkelendim; o sırada öfkemi dile getirdim. Duygusal bir yapıya sahibim. Çünkü bu süreç çok hassas. Zedelenmesi endişesini taşıyorum. O yüzden duygusal tepki verdim” diyebilir. Bu kimseyi küçültmez, bilakis büyütür.
Elzem gazeteciler
Bu süreçte işini kaybeden, Mehmet Altan, Hasan Cemal, Nuray Mert gibi yazarlar, bir iktidarın kendi kendini denetlemesi için elzemdir. Birikimleri vardır, art niyetleri yoktur ve kendi inançları doğrultusunda yazı yazarlar. Mesela bazıları var ki, Tayyip Erdoğan denizi yürüyerek geçse ‘yüzme bilmiyor’ diyecekler. Bu saydıklarım onlardan değil. Hepsi 28 Şubat sürecinde mağdur oldu; Erdoğan ve arkadaşlarına sahip çıktılar. Erdoğan’ın “Bunlar beni eleştiriyorsa acaba ben de kendime bazı konularda çeki düzen vermeli miyim?” demesi gerekir.
Hürrem de kapandı
Muhteşem Yüzyıl da payını aldı. Hürrem Sultan, biraz kapandı; ramazan erken geldi. Sultan Süleyman, artık Harem’le ilgili işlerden uzaklaştı. Sürekli iş görüyor. Elçi kabul ediyor, harita başında sefere çalışıyor, ‘divan’da memleket meselelerini tartışıyor. Oysa savaşı az; aşkı, entrikayı daha yoğun vereceksiniz. Şimdi herkes Kanuni dönemini okuyor, fena mı? Fatih Sultan Mehmet filmi hiç tutmadı. Devamlı savaş...
Üç darbe, bir ince ayar
Darbelerin mağduru gazeteci yazar Nazlı Ilıcak, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’ün kitaplarını yazmıştı: ‘27 Mayıs Yargılanıyor’, ‘12 Mart Cuntaları’, ‘12 Eylül Kazanında Bir Gazeteci’. Geçen günlerde de ‘Demokrasiye İnce Ayar / 28 Şubat Arşivi’ adlı kitabı, Doğan Kitap’tan çıktı. Ilıcak, bundan sonra Ergenekon, Balyoz gibi davalar hakkında zabıtlara, iddianameye dayanarak bir kitap yazmayı düşünüyor.
28 Şubat’ta ataktım
28 Şubat’ta diğer darbelerle aynı şeyi görüyoruz: Hükümet yanlışa gidiyor, biz müdahale edelim! Yeni kitabımda, Fazilet Partisi milletvekili olarak girdiğim Meclis’te yaşadıklarım, Merve Kavakçı olayı var. Belki de tecrübesizliğin verdiği bir cesaretle, parlamentoda çok atak davransam da 28 Şubat’ın doğrudan muhatabı değildim. Bu müdahale, Milli Görüş’e karşıydı.
Bugün bir hesaplaşma var
Gazete kupürleri ve güncel yazılarımdan oluşan ciddi bir arşivim var. Bizden sonraki nesiller darbe konusunda bilgi sahibi olsunlar diye bu kitapları yazdım. Artık onlar zannederim bu tip darbelere muhatap olmayacaklar. Bugün bir hesaplaşma yaşanıyor. Belki birçok insan mağduriyet hissediyor ama unutmayalım ki bir zihniyete ‘dur’ deme mücadelesi veriliyor.
Mağduriyetler yaşanıyor
DP milletvekili babam 27 Mayıs’ta hapse girdiğinde 15-16 yaşındaydım. “İleride askerin mağdur ettiği kişilerin yanında olmalıyım” dedim. Ama eski olaylara takılıp kalmamak lazım. Bugün de mağduriyetler yaşanıyor. Yargılananlar, savunma haklarının kısıtlandığından şikâyet ediyor. Birçoğu ileri yaşta, cezaevinde yaşadıklarını hissedin.
Hafifletici sebep var
Müebbet ceza almak kolay mı? Ailelerin durumunu düşünün. Bir insan hırsızlık yapar, cinayet işler; bunun suç olduğunu bilir. Fakat bir darbe geleneği vardı. ‘Cumhuriyeti koruma ve kollama’ görev gibiydi, asker böyle sanıyordu. Birden davayla karşılaşınca hak etmedikleri bir muameleye tabi tutulduklarını düşünüyorlar. Burada hafifletici sebep var.

Odatv.com
Daha yeni Daha eski