Sevag’ın ailesi için orada olmanın ne kadar zor olduğuna bir
kez daha tanık olduk. Çocuklarını öldüren kişiyle aynı tuvaleti
kullanmak, aynı çay ocağından çay içmek, aynı salonda aynı havayı
solumak, koridorda karşılıklı oturmak, ayda bir görülen duruşmalarda ona
bir nefes kadar yakın mesafede olmak onlara verilmiş bir ceza sanki.
Ermeni soykırımının 96. yıldönümü olan 24 Nisan 2011′de zorunlu askerliğini yaparken öldürülen Sevag Balıkçı davasının 28 Şubat’taki 11. duruşması öncesi Nor Zartonk heyeti olarak Diyarbakır’daydık. Duruşmadan iki gün önce İstanbul’dan Diyarbakır’a gidip hem dava sürecini anlatmak hem de dava öncesi yapılacak olan basın açıklamasına çağrı yapmak için bir çok kurumu ziyaret ettik.
İki gün boyunca davayla ilgili konuştuğumuz hemen hemen herkes “Ermeni” kelimesini duyunca bir yayasının* Ermeni olduğuna dair öyküler anlattı. Kimileriyse “Hoş geldiniz” dedikten sonra Mıgırdiç Margosyan’ı severek okuduklarını söyleyip, onun hikayelerinden bahsettiler. Hep birlikte Diyarbakırlı Ermeniler hakkında konuştuk, “aslında buralar hep Ermeni toprakları”, “Ermeniler çok azap çekmiş ama Kürtlerle hep bir arada yaşamışlar” sözlerini duyduk. Konuştuğumuz herkes Sevag için ne kadar üzüldüğünü söyledi bize.
Diyarbakır’da üç dilde slogan
Dava gününde duruşmadan önce yaptığımız basın açıklamasında Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olmak üzere üç dilde “Hepimiz Sevag’ız hepimiz Ermeniyiz” sloganı atıldı. Bunu 19 Ocak’larda Hrant Dink için bile becerememiştik, Ermenice sloganları yalnızca Ermeniler atarken, Kürtçe sloganları herkes atabiliyordu. Kürtçe sloganları öğrenmiştik ama Ermenice sloganlar için daha erkendi. Fakat Diyarbakır’da öyle değildi, tüm sloganlar hep bir ağızdan atıldı.
Biz İstanbul’dan gelenlerin dışında BDP Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna, HDK Diyarbakır Eş Sözcüsü Hüseyin Bardakçı ve HDK Diyarbakır il yürütmesi üyeleri, İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Raci Bilici, Diyarbakırlı Ermeniler, Barış Anneleri, yereldeki kadın girişimciler, gazeteci ve avukat arkadaşlarımızla adını sayamadığım pek çok dostumuz da basın açıklamasına katıldı. Basın açıklamasının ardından bir kısmı bizimle birlikte duruşmayı izlemek için nizamiyeye de geldi. Yine uzunca kimlik ve güvenlik işleminden sonra telefonlarımızı teslim edip, adreslerimizi vererek davanın görüldüğü binaya gittik.
Duruşma saatini beklerken…
Bahçede duruşma saatinin yaklaşmasını beklerken Sevag’ın katil zanlısı ve ailesi yine içerdeydiler. Sevag’ın anne ve babasının yanında onların önünden geçerek çay içmeye çıktık. Sevag’ın ailesi için orada olmanın ne kadar zor olduğuna bir kez daha tanık olduk. Çocuklarını öldüren kişiyle aynı tuvaleti kullanmak, aynı çay ocağından çay içmek, aynı salonda aynı havayı solumak, koridorda karşılıklı oturmak, ayda bir görülen duruşmalarda ona bir nefes kadar yakın mesafede olmak… Oğullarının öldürülmesi yetmemiş gibi bir de böyle ceza verilmiş onlara.
“Taleplerin hepsinin reddine..”
Duruşmanın görüleceği 15 metrekarelik salona girdik. Bu sefer izleyici ve basın sayısı bir önceki duruşmaya göre daha fazlaydı. Sanık Saadettin Ersöz ‘ün bolca “hatırlamıyorum”lu ifadesinin ardından tarafların soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin yapacağı konuşmalara geçildi. Müdahil avukatlar bir önceki duruşmada soruşturmanın genişletilmesini talep etmiş, hakim o konuyu bu duruşmaya ertelemişti. Tarafların söz almasının ardından karar için ara verildi. Geri döndüğümüzde ise hakimin, müdahil avukatların taleplerini sırasıyla ve hızlı bir şekilde sayarken lafı nereye bağlayacağını merakla bekledik. İyi bir karar çıkacağını umduk ama duyduğumuz “Taleplerin hepsinin reddine” oldu. Salonda bulunanlar mahkeme heyetinin kararını protesto etti.
Dava boyunca verilen hem tanık ve sanık ifadelerinde hem de dosyaya giren kimi raporlarda birbiriyle çelişen pek çok nokta var. Müdahil avukatların talebi yani daha önceleri çelişkili ifadeler vermiş olan tanıkların tekrardan dinlenmesi, konunun aydınlatılması için kritik önemdeydi ama soruşturma genişletilmedi. Soruşturmanın genişletilmesine dair verilen reddi hakim kararı sanki bir önceki duruşmada verilmiş ama bu duruşmada tebliğ edilmiş gibiydi. O zaman, tekrardan sormak gerekmez mi? Adalet nerede?
“Vicdanınız rahat mı?”
Bir sonraki duruşmanın karar duruşması olduğunu, mahkemenin Sevag’ın kazara öldürüldüğüne hükmetmeye meyilli olduğunu anladığımız andan itibaren, az da olsa umutla bakan gözlerimiz yerini çaresiz ve öfkeli bakışlara bıraktı. O an Sevag’ın babası Garabet Balıkçı’nın “Oğlumun neden öldürüldüğünü öğrenmek istiyorum. Bu davada ben bunu hala öğrenemedim” sözleri hakimin bakışlarını kaçırmasına neden oldu. Sevag’ın annesi Ani Balıkçı’nın mahkeme heyetine “Vicdanınız rahat mı? Benim için bu önemli” dediği esnada da yine hakim gözlerini kaçırıyordu.
Öldürülmeyi istememek
Balıkçı ailesi her duruşmada asıl masum olanın toprak altında olduğunu söylüyor. Ani Balıkçı’nın “O toprağı bazen tırnaklarımla kazıyıp oğlumu oradan çıkartasım geliyor” çığlığı, bir yerlerde karşılığını bulmalı artık. Çünkü, Sevag’ın katil zanlısı bir Ermeni’yi öldürmenin ‘gururu’ ile aramızda gezmeye ve muhtemelen sırtı sıvazlanıp “aslanım” diye kahramanlaştırılmaya devam ediliyor.
Nor Zartonk’un bu sene 19 Ocak’ta Türkiyeli Ermeniler imzasıyla taşıdığı “Artık Öldürülmek İstemiyoruz” pankartı aslında çok şey ifade ediyor. 1915’ten Hrant’a, Sevag’a ve en son da Maritsa Küçük’e kadar gelen süreç artık 1915 ile yüzleşmeyi zorunlu kılıyor.
“Bu bir nefret cinayetidir” demek
Askeri mahkemenin vereceği karar bu açıdan çok önemli. Bu davanın, “işlenen cinayet kasten ve ırkçı saiklerle işlenmiştir” kararıyla sonuçlanması sadece Sevag’ın katil zanlısının cezalandırılmasına neden olmayacak aynı zamanda bu cinayetlerin ‘meşru’luk zeminini de sarsan bir karar olacak. Kamuoyu nezdinde bu davanın sahiplenilmesi ve takip edilmesi bu açıdan da çok önemli.
“Cinayetin ardındaki gerçekler ortaya çıkartılsın” çağrısını Sevag için yaparken 22 Şubat’ta -benim de tanıdığım- Kürt ve sosyalist olan Mazlum Aksu’nun ölüm haberini almıştık, Mazlum için “intihar etti” diyorlardı ama yaşadıklarımız, bildiklerimiz ve anlatılanlar bunun bir intihar olmadığını söylüyordu. Dava dönüşü eve gelir gelmez baktığım haberlerde bir askerin daha arkadaşının tüfeğinden “kazara” çıkan kurşunla öldüğü haberi vardı. Urfa’da meydana gelmişti bu olay. O an hepimizi takip eden bir kara bulut daha da görünür oldu: “Şüpheli” asker ölümleri bitmiyor, zaman geçtikçe en yakınınıza kadar geliyordu.
Zorunlu askerliğine hala devam etmekte olan ve zorunlu askerliğini yapacak yaşa gelecek olan binlerce Kürt, Ermeni ve Alevi genç var. Sorduğumuz soru şu: “Bu cinayetler nasıl önlenecek?”.
Halklar arasında barışın, eşitliğin ve kardeşliğin sağlanmasının ve zorunlu askerliğin kaldırılmasının zamanı şimdi değilse, ne zaman?
Sevag olmak ve adalet istemek…
Şimdi, kışlalardaki şüpheli ölümlerin son bulması için Sevag’ı unutturmamak, 26 Mart’ta görülecek olan karar duruşmada yine Diyarbakır’da adalet istemeye devam etme zamanı. Ani kuyrik** ile Garabet ahparige*** yeni Sevag’lar kazandırmanın zamanı. Hepimizin Hrant olduğu gibi şimdi hepimizin Sevag olması zamanı.
Melis Tantan, Nor Zartonk
*: Nine
**: Abla
***: Ahparig: Ağabey.
MELİS TANTAN-SENDİKA.ORG
Ermeni soykırımının 96. yıldönümü olan 24 Nisan 2011′de zorunlu askerliğini yaparken öldürülen Sevag Balıkçı davasının 28 Şubat’taki 11. duruşması öncesi Nor Zartonk heyeti olarak Diyarbakır’daydık. Duruşmadan iki gün önce İstanbul’dan Diyarbakır’a gidip hem dava sürecini anlatmak hem de dava öncesi yapılacak olan basın açıklamasına çağrı yapmak için bir çok kurumu ziyaret ettik.
İki gün boyunca davayla ilgili konuştuğumuz hemen hemen herkes “Ermeni” kelimesini duyunca bir yayasının* Ermeni olduğuna dair öyküler anlattı. Kimileriyse “Hoş geldiniz” dedikten sonra Mıgırdiç Margosyan’ı severek okuduklarını söyleyip, onun hikayelerinden bahsettiler. Hep birlikte Diyarbakırlı Ermeniler hakkında konuştuk, “aslında buralar hep Ermeni toprakları”, “Ermeniler çok azap çekmiş ama Kürtlerle hep bir arada yaşamışlar” sözlerini duyduk. Konuştuğumuz herkes Sevag için ne kadar üzüldüğünü söyledi bize.
Diyarbakır’da üç dilde slogan
Dava gününde duruşmadan önce yaptığımız basın açıklamasında Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olmak üzere üç dilde “Hepimiz Sevag’ız hepimiz Ermeniyiz” sloganı atıldı. Bunu 19 Ocak’larda Hrant Dink için bile becerememiştik, Ermenice sloganları yalnızca Ermeniler atarken, Kürtçe sloganları herkes atabiliyordu. Kürtçe sloganları öğrenmiştik ama Ermenice sloganlar için daha erkendi. Fakat Diyarbakır’da öyle değildi, tüm sloganlar hep bir ağızdan atıldı.
Biz İstanbul’dan gelenlerin dışında BDP Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna, HDK Diyarbakır Eş Sözcüsü Hüseyin Bardakçı ve HDK Diyarbakır il yürütmesi üyeleri, İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Raci Bilici, Diyarbakırlı Ermeniler, Barış Anneleri, yereldeki kadın girişimciler, gazeteci ve avukat arkadaşlarımızla adını sayamadığım pek çok dostumuz da basın açıklamasına katıldı. Basın açıklamasının ardından bir kısmı bizimle birlikte duruşmayı izlemek için nizamiyeye de geldi. Yine uzunca kimlik ve güvenlik işleminden sonra telefonlarımızı teslim edip, adreslerimizi vererek davanın görüldüğü binaya gittik.
Duruşma saatini beklerken…
Bahçede duruşma saatinin yaklaşmasını beklerken Sevag’ın katil zanlısı ve ailesi yine içerdeydiler. Sevag’ın anne ve babasının yanında onların önünden geçerek çay içmeye çıktık. Sevag’ın ailesi için orada olmanın ne kadar zor olduğuna bir kez daha tanık olduk. Çocuklarını öldüren kişiyle aynı tuvaleti kullanmak, aynı çay ocağından çay içmek, aynı salonda aynı havayı solumak, koridorda karşılıklı oturmak, ayda bir görülen duruşmalarda ona bir nefes kadar yakın mesafede olmak… Oğullarının öldürülmesi yetmemiş gibi bir de böyle ceza verilmiş onlara.
“Taleplerin hepsinin reddine..”
Duruşmanın görüleceği 15 metrekarelik salona girdik. Bu sefer izleyici ve basın sayısı bir önceki duruşmaya göre daha fazlaydı. Sanık Saadettin Ersöz ‘ün bolca “hatırlamıyorum”lu ifadesinin ardından tarafların soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin yapacağı konuşmalara geçildi. Müdahil avukatlar bir önceki duruşmada soruşturmanın genişletilmesini talep etmiş, hakim o konuyu bu duruşmaya ertelemişti. Tarafların söz almasının ardından karar için ara verildi. Geri döndüğümüzde ise hakimin, müdahil avukatların taleplerini sırasıyla ve hızlı bir şekilde sayarken lafı nereye bağlayacağını merakla bekledik. İyi bir karar çıkacağını umduk ama duyduğumuz “Taleplerin hepsinin reddine” oldu. Salonda bulunanlar mahkeme heyetinin kararını protesto etti.
Dava boyunca verilen hem tanık ve sanık ifadelerinde hem de dosyaya giren kimi raporlarda birbiriyle çelişen pek çok nokta var. Müdahil avukatların talebi yani daha önceleri çelişkili ifadeler vermiş olan tanıkların tekrardan dinlenmesi, konunun aydınlatılması için kritik önemdeydi ama soruşturma genişletilmedi. Soruşturmanın genişletilmesine dair verilen reddi hakim kararı sanki bir önceki duruşmada verilmiş ama bu duruşmada tebliğ edilmiş gibiydi. O zaman, tekrardan sormak gerekmez mi? Adalet nerede?
“Vicdanınız rahat mı?”
Bir sonraki duruşmanın karar duruşması olduğunu, mahkemenin Sevag’ın kazara öldürüldüğüne hükmetmeye meyilli olduğunu anladığımız andan itibaren, az da olsa umutla bakan gözlerimiz yerini çaresiz ve öfkeli bakışlara bıraktı. O an Sevag’ın babası Garabet Balıkçı’nın “Oğlumun neden öldürüldüğünü öğrenmek istiyorum. Bu davada ben bunu hala öğrenemedim” sözleri hakimin bakışlarını kaçırmasına neden oldu. Sevag’ın annesi Ani Balıkçı’nın mahkeme heyetine “Vicdanınız rahat mı? Benim için bu önemli” dediği esnada da yine hakim gözlerini kaçırıyordu.
Öldürülmeyi istememek
Balıkçı ailesi her duruşmada asıl masum olanın toprak altında olduğunu söylüyor. Ani Balıkçı’nın “O toprağı bazen tırnaklarımla kazıyıp oğlumu oradan çıkartasım geliyor” çığlığı, bir yerlerde karşılığını bulmalı artık. Çünkü, Sevag’ın katil zanlısı bir Ermeni’yi öldürmenin ‘gururu’ ile aramızda gezmeye ve muhtemelen sırtı sıvazlanıp “aslanım” diye kahramanlaştırılmaya devam ediliyor.
Nor Zartonk’un bu sene 19 Ocak’ta Türkiyeli Ermeniler imzasıyla taşıdığı “Artık Öldürülmek İstemiyoruz” pankartı aslında çok şey ifade ediyor. 1915’ten Hrant’a, Sevag’a ve en son da Maritsa Küçük’e kadar gelen süreç artık 1915 ile yüzleşmeyi zorunlu kılıyor.
“Bu bir nefret cinayetidir” demek
Askeri mahkemenin vereceği karar bu açıdan çok önemli. Bu davanın, “işlenen cinayet kasten ve ırkçı saiklerle işlenmiştir” kararıyla sonuçlanması sadece Sevag’ın katil zanlısının cezalandırılmasına neden olmayacak aynı zamanda bu cinayetlerin ‘meşru’luk zeminini de sarsan bir karar olacak. Kamuoyu nezdinde bu davanın sahiplenilmesi ve takip edilmesi bu açıdan da çok önemli.
“Cinayetin ardındaki gerçekler ortaya çıkartılsın” çağrısını Sevag için yaparken 22 Şubat’ta -benim de tanıdığım- Kürt ve sosyalist olan Mazlum Aksu’nun ölüm haberini almıştık, Mazlum için “intihar etti” diyorlardı ama yaşadıklarımız, bildiklerimiz ve anlatılanlar bunun bir intihar olmadığını söylüyordu. Dava dönüşü eve gelir gelmez baktığım haberlerde bir askerin daha arkadaşının tüfeğinden “kazara” çıkan kurşunla öldüğü haberi vardı. Urfa’da meydana gelmişti bu olay. O an hepimizi takip eden bir kara bulut daha da görünür oldu: “Şüpheli” asker ölümleri bitmiyor, zaman geçtikçe en yakınınıza kadar geliyordu.
Zorunlu askerliğine hala devam etmekte olan ve zorunlu askerliğini yapacak yaşa gelecek olan binlerce Kürt, Ermeni ve Alevi genç var. Sorduğumuz soru şu: “Bu cinayetler nasıl önlenecek?”.
Halklar arasında barışın, eşitliğin ve kardeşliğin sağlanmasının ve zorunlu askerliğin kaldırılmasının zamanı şimdi değilse, ne zaman?
Sevag olmak ve adalet istemek…
Şimdi, kışlalardaki şüpheli ölümlerin son bulması için Sevag’ı unutturmamak, 26 Mart’ta görülecek olan karar duruşmada yine Diyarbakır’da adalet istemeye devam etme zamanı. Ani kuyrik** ile Garabet ahparige*** yeni Sevag’lar kazandırmanın zamanı. Hepimizin Hrant olduğu gibi şimdi hepimizin Sevag olması zamanı.
Melis Tantan, Nor Zartonk
*: Nine
**: Abla
***: Ahparig: Ağabey.
MELİS TANTAN-SENDİKA.ORG