Son yıllarda; PKK’nın ortaya çıkışı her ne kadar Kürtlere yönelik geçmişteki olumsuz uygulamalara dayandırılsa da, etnik siyaseti silahlı eyleme dönüştüren fitilin Diyarbakır Cezaevi’nde yakıldığını söyleyenler çoğunluktadır...

O cezaevindeki insanlık dışı işkence ve baskılardan sağ kurtulanların çoğu, soluğu önce Suriye’deki Bekaa Vadisi’nde sonra da Kuzey Irak’taki örgüt kamplarında almıştı...
Ayrılıkçı hareketin; emperyalizmin cumhuriyetin sırtına sapladığı bir hançer olduğunu düşünenlere göre ise “işkence her yerde”ydi, o yüzden örgütün varlığı için dış güçler başka bahaneler de üretebilirdi!..
Yine de, Doğudaki kimi anti demokratik uygulamaların PKK’nın yalnızca silahlanmasına değil, siyasallaşmasına da katkı sunduğu bir gerçektir...
Çünkü 1980 sonrasında, insanların başındaki poşuların yerlere atılarak çamur içinde çiğnenmesine ve otomobillerde Kürtçe kaset aranmasına tanık oldum... Urfa bölgesinde işkenceye uğramış yurttaşların mezarlarının açılarak otopsi yapılması olaylarını da bir gazeteci olarak bizzat fotoğrafladım...
Güneydoğu’da, örneğin Cizre’nin Yeşilyurt köyünde, 1989’daki dışkı yedirme örneğinde olduğu gibi kimi utanç verici uygulamalar da ne yazık ki, PKK’nın ekmeğine yağ sürdü!..
Sonunda “bir avuç şaki” diye tanımlanan militanlarla 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye baskın düzenleyen PKK, 2013’te TSK’yi operasyonları durdurma noktasına bile getirdi!.. Artık korkudan otomobillerindeki Kürtçe kasetlerin sesini kısanlar, destek verdikler PKK üzerinden AKP’yle en yüksek perdeden diyaloga geçerek devlete ter döktürüyorlar!..

TOHUM VE ARAZİ!..

Kimileri göz ardı etse de, PKK’nın büyümesinde yalnızca devletin hataları değil siyasal dinciliğin de büyük katkısı oldu... Yine kimileri diyebilir ki, PKK’nın karşısına siyasal dinciliği çıkaran da devlet değil miydi?..
Hiç kuşkusuz bu iddiayı seslendirenler “sünnetsizler” diye aşağılanan PKK’lara helikopterden Kuran ayetleri atılmasını da örnek gösterebilirler!..
Salt PKK’yla mücadele için özellikle 1990’dan itibaren Güneydoğu’ya dinci vali ve kaymakamların atanması, tarikat ve cemaat uzantılarının bürokrat kisvesi altında bölgede cirit atması da devletin ve hükümetlerin hataları sayılabilir...
PKK’ya karşı din olgusu ve tabana yönelik mürit-bürokrat kıskacı bir taraftan PKK destekçilerinin tepkisini çekerken diğer yandan da örgüte karşı sinsi bir direnç yapılandırıldı... Her ne kadar temelleri İran’daki Humeyni darbesinin ardından atılsa da, PKK’nın karşısına çıkartılan tarikat olgusu bir süre sonra silahlı bir örgüte dönüştü!..
Eski Nurculardan oluşan Hizbullahçılar, Güneydoğu kentlerinde Kürt gençlerini sokaklarda infaz ettiler, kaçırdıklarını da yer altı mahzenlerinde işkenceden geçirdiler! Sonra ise radikal dinci örgütün şeriat baskısı PKK’nın milis yapısının güçlenmesine neden oldu... Yani Hizbullah’ın şerrinden korkanlar “laik” diye PKK’ya destek vermek zorunda kaldı.

ÖCALAN’IN DEPREŞEN HEVESİ!..

1980-1990 arasında “Marksist-Leninist” iddiayı sürdüren PKK’lılar, Doğu ve Güneydoğu’daki Nurcu-Nakşi yapılanmanın ne denli etkin olduğunu bilmiyor olacaklar ki, “sol” terminoloji üzerinden kitleleri çekmeye çalışıyorlardı...
Bu da; tıpkı 1980 öncesi Urfa-Hilvan bölgesinde ağalarla girdikleri mücadelede “faşizme savaş” açarken, kendileri gibi düşünmeyen sol fraksiyonlara karşı cinayetler işlemesi gibi PKK’nın derin çelişkisiydi...
Ancak çelişkiler bunlarla da kalmıyordu. Asıl çelişki PKK silahlı terör örgütünden, bölgesel bir siyasal güç hedefine yürürken ortaya çıktı... BOP kapsamında Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurma planı iyice açığa çıkarken, PKK da “Siyasal İslam”ı keşfetti!.. Bu yalnızca Hizbullah baskısından da kaynaklanmamıştı.
Bu strateji ne ilginçtir ki; Urfa Halfeti’de, yakın köydeki ilkokula giderken, yolda namaz kılan arkadaşlarına imamlık yapan, Ankara’da ise “sol”u ve Kürtçülüğü keşfetmeden MTTB’ye ve Cuma namazlarına giden Öcalan’ın eski hevesini de depreştirdi!..
1990’larda, “Kürdistan İmamlar Birliği”ni kurarak Nurcu “mele”lere karşı PKK’lı imamları öne çıkartan örgüt; legal siyasette büyüyünce 1999’dan itibaren kazandığı belediyelerle de muhafazakarlık üzerinden atağa geçti!..
BDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı’nın Ramazan aylarında gümüş şekerlikler armağan ettiği BDP’li mollalar, bir süre sonra ellerinde Kuran ve Said Nursi posterleriyle eylemlerde yürümeye başladılar...

‘YA ALLAH BİSMİLLAH,ABDULLAH!..’

Peki, üç yıl önce yaşanan bu olaylar sırasında Güneydoğu ne durumdaydı?.. Devlet desteğiyle PKK’nın karşısına çıkartılan Hizbullah çoktan çökertilmiş, yasal unsurları da vakıflar aracılığıyla siyasete yönelmişti...
Artık eski Nurcular “Hizbullah” adı altında Güneydoğu’da PKK sempatizanı gençleri katletmiyordu... Çünkü ne şaşırtıcıdır ki; Öcalan 1999’da yakalanınca, Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu da, 17 Ocak 2000’de öldürülmüştü!..
Her ne kadar Doğu’da taban kapmaya çalışan Fethullah Gülen; Öcalan’ın yakalanması ile Velioğlu’nun öldürülmesi tarihleri arasında; 1999 Mart’ında ABD’ye yerleşse de, PKK’nın karşısında bu kez yalnızca Hizbullah değil cemaat de vardı...
Acaba Öcalan, Hizbullah tehdidinden etkilendiği için mi yakalandıktan hemen sonra İmralı açıklamalarında hep Atatürk’ü referans aldı, yoksa cemaati düşman gördüğü için mi ısrarla “Kemalistlerle birlikte yürümeliyiz” diyordu?..
Öcalan, AKP’nin açılım aktörü olur olmaz kurtuluşun BOP’un “Yeşil Kuşak” projesinde bir Kürt koridoru açılmasında olduğunu anlamış olmalı ki; Hizbullah-cemaat arasında taban mücadelesine girişen PKK-BDP çizgisi, Said Nursi’ye iyice sarılmaya başladı...
BDP’liler son dönemde Nursi’yi ağızlarından hiç düşürmüyorlar. Öcalan’ın 21 Mart’taki Nevruz’da, Diyarbakır meydanında okunan mesajında dini vurgularda bulunması ve Fethullah Gülen’e selam göndermesi de gösteriyor ki; bir dönemin “Marksist- Leninist” örgütü arazinin yeşilliğine uydu!..
Ne ilginç değil mi; 1990-1998 arasında birbiriyle savaşan Hizbullah; HÜDA-PAR (Allah’ın Partisi) üzerinden, PKK ise BDP üzerinden Said Nursi’ye sığındı?.. Hem de AKP iktidarının zirvesinde... Üstelik “Ihvancı” zihniyetin El Kaide baskısıyla Ortadoğu’da yerleştiği dönemde!..
Özete gelince; Bundan 4 yıl önce PKK sempatizanlarının Urfa’nın Suruç ilçesindeki bir yürüyüşte, niçin “Ya Allah bismillah, serokeme (liderimiz) Abdullah” diye slogan attıkları da anlaşılmış oldu!..
Peki, madem PKK muhafazakarlaşarak Gülen’e ve Nursi’ye yanaşacaktı; Nurcu Hizbullah’la PKK’nın Güneydoğu’daki amansız savaşında yüzlerce genç niçin öldürüldü?..
Bakalım; sosyalistlerle Kürt solu, PKK’daki bu çarkı ve savrulmayı nasıl sorgulayacak acaba?..

ulusalkanal.com.tr
Daha yeni Daha eski