Cumhuriyet Gazetesi yazarı, eski FKF üyesi Güray Öz bugünkü
köşesinde eski ve yeni kuşakları ile FKF'yi yazdı... Ve yeniden FKF'yi
kuranlara seslendi: "Yolunuz açık olsun arkadaşlar"
İşte Güray Öz'Ün "Sabahın Sahibi Var" başlıklı o yazısı:
"Sabahın Sahibi Var
Tarihin diyalektiği kimi zaman acımasızdır. Düz bir çizgi izlemiyor. Kurtuluş Savaşı yıllarının İlk Meclis’inde savaşanları ürkek titrek bir muhalefetle tökezletmek isteyen “İkinci Grup” yenilmişti. Ama Kurtuluş Savaşı’na “kazanılamaz” diye bakan ve yüzünü geçmişe dönen, o yılların siyasi karmaşasında yeraltına çekilen o derin muhafazakârlık, bugün böyle bir diyalektiğin zafer kazanmış siyaseti olarak yalnız Meclis’te değil, toplumda da güç sahibidir.
Tıpkı İlk Meclis’in “İkinci Grubu” gibi gözü dışarıda ve geçmiştedir.
Onların kendilerine liberal adını takanlardan aldıkları destekle başarı kazandıklarını kabul etmek ve ama tarihin diyalektiğinin bu geçici halinin özellikleri üzerine düşünmek zorundayız.
***
Düşünelim o zaman.
Tarih kendini yinelemez. Aynıyla tekrarlamaz. Tekrarın tekrarındaki imkânsızlık, Nâzım’ın “Masalların Masalı”nda anlattığı gibi “suda suretimiz çıkıyor, suyun şavkı vuruyorsa bize” yenilir. Peki öyleyse benim pazartesi akşamı Mimar Sinan Üniversitesi’nde kuruluş toplantılarını izlediğim Fikir Kulüpleri Federasyonu neyin tekrarı?
60’lı yılların Fikir Kulüpleri Federasyonu yeniden mi kuruluyor? Bir anlamda evet. Üniversiteli gençler o yılların bu ilginç ve çok önemli deneyimini önlerine koymuşlar, ona sahip çıkıyorlar ve adıyla sanıyla onu yeniden kuruyorlar.
Yeniden ama tekrarlamadan kuruyorlar gördüğüm kadarıyla. Tarih kendini yineliyor, ama bir üst düzeyde. Helezon yukarı doğru tırmanıyor, diyalektiğin kuralları işliyor ve eğer insan elinin değdiği koşullar insanın elinden, beyninden, teorisinden ve pratiğinden etkileniyorsa tekrarın tekrarındaki niteliksel sıçrama gerçekleşiyor demektir.
***
Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kuruluşu bu açıdan heyecan vericidir. Onların büyük bir coşkuyla gerçekleştirdikleri kuruluş toplantılarını izlerken kendi kişisel tarihimden sayfalar geçti gözümün önünden. 1969 yılında Hukuklular Fikir Kulübü’nün sekreterliğini yaparken, FKF İstanbul Sekreterliği Yönetim Kurulu’nda bir delikanlı olarak koşuşturur, büyük bir heyecanla İzmit’ten İstanbul’a sırtımızda “Onlar ortak biz pazar” yazılı çuvaldan bozma kılıklarımızla yürürken aklımdan geçenleri düşündüm...
O günler aklı başında, okur yazar, birikimli ve devrimci gençliğin ayağa kalktığı yıllardır. 71’in generalleri o nedenle “Bu anayasa bize bol” diyerek saldırılarının sivri ucunu 61 Anayasası’na çevirdiler, o nedenle gençleri astılar. 12 Eylül’ün generalleri ise öncekilerin tamamlayamadığı işi büyük bir gaddarlıkla, zulümle tamamlamaktan zevk aldılar.
***
Şimdi yeni bir evredeyiz.
“İkinci Grup” artık o İlk Meclis’in ürkek muhalefeti değildir; iktidardadır ve karanlık Türkiye’nin üzerine tam anlamıyla çökmek üzeredir. Ama “sabahın bir sahibi var”, öyle değil mi arkadaşlar.
Onlar uzun ve yoğun bir çabayla gençliği kültürden, edebiyattan, sanattan ve tümünün birikimi, sonucu olarak politikadan uzaklaştırmayı amaçladılar, epeyce de yol aldılar. Şimdi akşamın alacakaranlığındayız. Öyleyse bize düşen tekrarın tekrarındaki imkânsızlığı bilerek tarihin diyalektiğinden güç almak, şemalardan uzak durmak, helezonu bir üst düzeyde tamamlamak ve “sabahın sahibinin” kim olduğunu göstermektir.
Yolunuz açık olsun arkadaşlar."
İşte Güray Öz'Ün "Sabahın Sahibi Var" başlıklı o yazısı:
"Sabahın Sahibi Var
Tarihin diyalektiği kimi zaman acımasızdır. Düz bir çizgi izlemiyor. Kurtuluş Savaşı yıllarının İlk Meclis’inde savaşanları ürkek titrek bir muhalefetle tökezletmek isteyen “İkinci Grup” yenilmişti. Ama Kurtuluş Savaşı’na “kazanılamaz” diye bakan ve yüzünü geçmişe dönen, o yılların siyasi karmaşasında yeraltına çekilen o derin muhafazakârlık, bugün böyle bir diyalektiğin zafer kazanmış siyaseti olarak yalnız Meclis’te değil, toplumda da güç sahibidir.
Tıpkı İlk Meclis’in “İkinci Grubu” gibi gözü dışarıda ve geçmiştedir.
Onların kendilerine liberal adını takanlardan aldıkları destekle başarı kazandıklarını kabul etmek ve ama tarihin diyalektiğinin bu geçici halinin özellikleri üzerine düşünmek zorundayız.
***
Düşünelim o zaman.
Tarih kendini yinelemez. Aynıyla tekrarlamaz. Tekrarın tekrarındaki imkânsızlık, Nâzım’ın “Masalların Masalı”nda anlattığı gibi “suda suretimiz çıkıyor, suyun şavkı vuruyorsa bize” yenilir. Peki öyleyse benim pazartesi akşamı Mimar Sinan Üniversitesi’nde kuruluş toplantılarını izlediğim Fikir Kulüpleri Federasyonu neyin tekrarı?
60’lı yılların Fikir Kulüpleri Federasyonu yeniden mi kuruluyor? Bir anlamda evet. Üniversiteli gençler o yılların bu ilginç ve çok önemli deneyimini önlerine koymuşlar, ona sahip çıkıyorlar ve adıyla sanıyla onu yeniden kuruyorlar.
Yeniden ama tekrarlamadan kuruyorlar gördüğüm kadarıyla. Tarih kendini yineliyor, ama bir üst düzeyde. Helezon yukarı doğru tırmanıyor, diyalektiğin kuralları işliyor ve eğer insan elinin değdiği koşullar insanın elinden, beyninden, teorisinden ve pratiğinden etkileniyorsa tekrarın tekrarındaki niteliksel sıçrama gerçekleşiyor demektir.
***
Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kuruluşu bu açıdan heyecan vericidir. Onların büyük bir coşkuyla gerçekleştirdikleri kuruluş toplantılarını izlerken kendi kişisel tarihimden sayfalar geçti gözümün önünden. 1969 yılında Hukuklular Fikir Kulübü’nün sekreterliğini yaparken, FKF İstanbul Sekreterliği Yönetim Kurulu’nda bir delikanlı olarak koşuşturur, büyük bir heyecanla İzmit’ten İstanbul’a sırtımızda “Onlar ortak biz pazar” yazılı çuvaldan bozma kılıklarımızla yürürken aklımdan geçenleri düşündüm...
O günler aklı başında, okur yazar, birikimli ve devrimci gençliğin ayağa kalktığı yıllardır. 71’in generalleri o nedenle “Bu anayasa bize bol” diyerek saldırılarının sivri ucunu 61 Anayasası’na çevirdiler, o nedenle gençleri astılar. 12 Eylül’ün generalleri ise öncekilerin tamamlayamadığı işi büyük bir gaddarlıkla, zulümle tamamlamaktan zevk aldılar.
***
Şimdi yeni bir evredeyiz.
“İkinci Grup” artık o İlk Meclis’in ürkek muhalefeti değildir; iktidardadır ve karanlık Türkiye’nin üzerine tam anlamıyla çökmek üzeredir. Ama “sabahın bir sahibi var”, öyle değil mi arkadaşlar.
Onlar uzun ve yoğun bir çabayla gençliği kültürden, edebiyattan, sanattan ve tümünün birikimi, sonucu olarak politikadan uzaklaştırmayı amaçladılar, epeyce de yol aldılar. Şimdi akşamın alacakaranlığındayız. Öyleyse bize düşen tekrarın tekrarındaki imkânsızlığı bilerek tarihin diyalektiğinden güç almak, şemalardan uzak durmak, helezonu bir üst düzeyde tamamlamak ve “sabahın sahibinin” kim olduğunu göstermektir.
Yolunuz açık olsun arkadaşlar."