TANER AKÇAM: AK PARTİ VE GEZİ BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN SİVİL DİRENİŞLER

"Milli irade insanların yüzde 50’si üzerine gaz yağdırmak demek değilse, ve herkese ait ise, bir an önce sandığa gitmek ve tüm Türkiye’yi milli irade etrafında birleştirmek gerek.."

Olaylar gelişirken yazmak çok zordur. Ama ortadaki ironiyi görmek zorundayız. İstanbul’un bir semtinde yüzbinlerce insan “Milli İradeye Saygı” mitingi yaparken, diğer semtlerinde insanların üzerine kimyasal bileşenli sular sıkılıyor, biber gazları atılıyor. Halkın bir yarısı, meydanlara bedava taşınarak demokratik hak ve özgürlüklerini sınırsızca kullanırken, öteki yarısının dolaşım hakkı yasaklanıyor, tutuklanıyor ve biber gazlarıyla boğulmak isteniyor.

Bunun bir tek anlamı var. Türkiye bölünüyor, ortadan ikiye çatlıyor. İki Türkiye, Kazlıçeşme ve Taksim ortaya çıkıyor. Ruhlardaki bölünmüşlüğün, güven ve hayal kırıklıklarının hayatın diğer alanlarına sirayet etmesi yavaş da olsa gündeme gelecektir.

Korkulması gereken şudur ki, güçlü demokratik değerlerin yokluğunda bu bölünme, ülkenin derin etnik-dinsel temelli fay hatları üzerinden olur, olacaktır.

Herkes gibi, ben de sorun çözüldü, uzlaşma sağlandı, diye düşünüyordum. Peki, ne oldu da bu saldırı yaşandı? Cevabı basit: Hükümet, Taksim Platformu'nun, gerçekten ne anlama geldiği pek anlaşılamayan "direnişe devam" kararını kendisine meydan okumak olarak okudu. Oysa aklı başında bir çok insan, Gezi Parkı'nın boşaltılması gerektiğini dillendirmişti ve eğer bir gün daha beklenseydi, park boşaltılmış olacaktı! Bunu Hükümet de biliyordu; o halde niye bu saldırı? Çünkü AKP, Gezi Parkı eylemlerini başından beri varlık nedenine yönelik bir saldırı olarak okudu. Onlara göre Gezi direnişini, askeri darbe heveslisi, "eski efendilerin" eseri idi. AKP, soruna 28 Şubat penceresinden baktı. Kendisi, beyaz Türk’ün milli iradeye saygı duymadan tahakküm ve vesayet rejimine son vermişti. Şimdi Gezi eylemi ile bu milli irade hedefleniyordu. Galiba bu yanılgı AKP'nin sonunu hazırlayacak.

Türkiye bir geçiş toplumu. Askerin vesayetinde otoriter bir rejimden daha açık, demokratik bir rejime geçiyor. Bu geçiş esas olarak iki büyük sivil direniş tarafından gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. İlk sivil direnişe İslami kesim, ikinci sivil direnişe Laik kesimini içinden çıkan Gezi’nin kreş çocukları öncülük etti. Her iki sivil direniş biri birini tamamlayan hareketler olsa da, aynı zamanda Türkiye’nin kültürel bölünmüşlüğünü de temsil ediyor.

AKP, İslami kesim içinden çıkan, Türkiye’nin ilk uzun soluklu sivil direnişini başarmış ve askeri vesayet rejimine son vermiş bir harekettir. Laik kesimin görmediği, görmek istemediği budur. AKP, demokrasinin en temel kuralını, “bir ülkeyi seçilmişler yönetir, seçimle gelen seçimle gider” ilkesini, sivil-asker bürokrasiye karşı uzun soluklu mücadele vererek hayata geçirdi. Kendisini Laik olarak tanımlayan kesim, AKP’nin sivil direnişini anlamak yerine, onu “gerici ve şeriatı” olmakla suçladı. “Milli iradeye saygı” bu anlamda birinci sivil direnişin sembolüdür. Ve AKP’nin Kazlıçeşme’de bu slogan altında miting yapması tesadüf değildir. Laik kesim, AKP’nin yarattığı bu birinci sivil direnişi anlayamadığı için siyaseten kayboldu.

Şimdi benzeri süreci tersten yaşıyoruz. Türkiye ikinci bir sivil direniş ile sarsıldı. Bu ikinci sivil direniş Laik kesimin içinden filizlendi. Ana sloganı da “milli irade esastır ama yeterli değildir” idi. Kul değil, vatandaş olmak; karar süreçlerine katılmak istiyordu. Yaşam alanlarına saldırı yapılmasını istemiyordu. Ana problem ise, AKP’nin, gerilettiği asker-sivil bürokrasinin zihniyet dünyası üzerinden konuşuyor olmasıydı.

AKP, bu ikinci sivil direnişe, tıpkı geçmişte Laik kesimin kendi direnişine verdiği tepkiye benzer bir tepki veriyor. Nasıl ki, Laik kesim, AKP’nin geçirdiği değişimi anlamayarak, onu basitçe şeriatçı olarak suçlayarak meseleyi halledebileceğini zannediyordu; AKP de, bu ikinci sivil direniş hareketini, basitçe 28 Şubatçı diye suçlayarak halledeceğini zannediyor.

Oysa bu ikinci direniş, hem geleneksel Laik kesime ve hem de AKP’ye egemen olan siyaset yapma tarzına karşıdır. Daha fazla katılımcı demokrasi ve daha fazla özgürlük istiyor.

AKP eğer bu ikinci uyanışı 28 Şubat kodlarıyla okumaya devam ederse, ülkeyi İslamcı-Laik ekseninde böler. Asıl tehlike de budur. Bu toplumda geleneksel fay hatları çok kuvvetlidir. AKP bu geleneksel fay hatlarıyla oynayarak ne zaman yeniden patlayacağı belli olmayan depremi tetiklediğinin farkında değil galiba...

Bir tarafta "Milli İradeye Saygı" mitingi yapıp, öbür tarafta insanların diğer yarısına zulüm edersen, insanları sadece ruhen bölmekle kalmazsın; ülkeyi etnik ve dini temelde, eski fay hatları üzerinden sonu bilinmez bir iç savaşa da sürüklersin. Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük tek çıkıştır ama AKP’nin “ülkeyi seçimle gelen yönetir” ilkesinin ötesine gitmeyen demokrasi ufkunun bu özgürlükleri gerçekleştirmesi mümkün değil. O halde çözüm nedir? Çok işe yarar mı bilmiyorum ama eğer bölünmenin derinleşmesini istemiyorsak, derhal Milli iradeye başvurmak gerekir, diye düşünürüm. Şu anda, ruhlardaki bölünmüşlükten daha önemli olan bir şey yoktur. Ruhlardaki bölünmenin başka bölünmelere daha yol açmaması için ne yapmak gerekir, sorusuna kafa yormak gerekir.

AKP eğer meseleyi milli iradeye saldırı olarak görüyorsa, milli iradenin Kazlıçeşme’de toplananlara ait bir lüks olmadığını da göstermek zorundadır. Milli irade insanların %50’si üzerine gaz yağdırmak demek değilse, ve herkese ait ise, bir an önce sandığa gitmek ve tüm Türkiye’yi milli irade etrafında birleştirmek gerek. Aksi daha derin çatlamalardır.

NİLÜFER GÖLE: AK PARTİ'NİN DİNLE İMTİHANI

Toplum olarak yeni bir eşikteyiz. Gezi bir fırsattı, hepimiz için, gönüllerin alınması, öfkelerin dinmesi, mizahın çoğaltılması, daha çoğulcu, daha yaratıcı bir Türkiye için.

Gezi'nin yerle bir edilmesi, genç, kadın, çocuk, doktor, avukat tanımadan uygulanan şiddet, otel lobilerine kadar süren kovalamaca, tutuklamalar, iktidarın inkâr sarmalına girdiğini gösteriyor. Türkiye demokrasisi kötü bir görüntü veriyor. Bu görüntüyü iktidarın kendisi veriyor. Sağır ve zalim bir iktidar görüntüsü kalabalıkla, sandıkla, seçimle silinemez.

İktidar partisi, devletin tüm güçlerini arkasına almış, ama iktidarda değilmiş gibi davranıyor. Film geriye sarıldı. Ergenekon davası, Cumhuriyet mitingleri, 28 Şubat, 27 Mayıs, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar gidiyoruz, geri adımlarla gidiyoruz.

Film geri sarılıyor.

Müslümanlar ve Cumhuriyet arasında onarıldığı düşünülen yara yeniden kaşınıyor. Hem de cumhuriyet sınıflarının yaralandığı, kırılganlaştığı, mağdur olduğu bir ortamda. Müslümanlara mazlum kimliği biçiliyor. Ötekilere terörist muamelesi reva görülüyor.

Birbirine yabancı iki Türkiye’nin en yakınlaştığı, aradaki duvarların kalktığı, seküler ve dini sınırların törpülendiği bir dönemde laiklik ve İslamcılık karşıtlığı yeniden gündeme oturtuluyor. Birbirine karşı kuşku, derin güvensizlik bizi hızla bölünme, çatışma ortamına sürüklüyor. Eski Türkiye’nin refleksleri bumerang gibi gelip yüzümüze çarpıyor.

Tüm bu olanlar adalet duygusunu zedeliyor, gerçeklik algısını bozuyor.

AKP öncesinde verilen demokrasi sınavı

Doğru değil, adil değil. Cumhuriyet aydınları, laik kesimler, solcular, muhafazakârlar arasından çok kişi, düşünür, “biz - öteki” ayrımlarının aşılmasına katkıda bulundular. AKP iktidara gelmeden çok öncesine giden demokrasi sınavı verdiler. Otoriter laikliğin, Kemalizmin eleştirileri, milliyetçiliğin, baskıcı devletin çözümlemeleri, demokrat düşünce tarihinin mirası zengindir. İdris Küçükömer’den Cemil Meriç’e kadar uzanan miras bugünün Türkiye’sini şekillendirmiştir.

Gezi hareketi etrafında oluşan protestolar bu geleneğin ve demokrasi anlayışının derinleştirilmesini ifade etmektedir, derin devleti değil.

Bugünkü İslamileşen siyasi söylem filmi geriye sarıyor.

Doğru değil, adil değil. İslamcılık bugün dönüştü, kendi seçkinlerini yarattı. Müslüman aydınlar, İslami burjuvazi, örtülü gazeteciler, solcu Müslümanlar, İslamcılığın yeni yüzlerini, sınıflarını, seçkinlerini oluşturdular.

İçki, kadın, faiz, Alevilik üzerinden, mutaassıp Sünni çoğunluk anlayışı ve İslami hayat tarzı dayatılmak isteniyor. Ahlaki temalar, “muhafazakâr demokratlık” değil, geçmişin dar, tutucu, “yobaz” kategorisini, yani dayatmacı ahlak anlayışını çağrıştırıyor. Kendi yarattığı yeni Müslüman sınıfların yeni hayat tarzlarını hiçe sayıyor.

Gezi hareketi etrafında oluşan protestolar çoğulcu hayat tarzlarına saygıyı talep etti. Müslüman kalemlerden destek geldi.

Aralarında birçok tanınmış Müslüman aydının olduğu “Ey Müslümanlar” diye seslenen metin, her bir başlığı manifesto niteliğinde önem taşıyor. “Yoksulların ağaçlarını korumaya çalışanlar kibrin en sert yüzüyle karşılaştı... Yeniden dindar - laik çatışmasının yükseltilmesini kınıyoruz... Her şeyin zenginlik ve güçle değerlendirilmesi Müslüman ahlakını yansıtmaz, bir zaman mazlum olmak zalimin yanında yer almamızı gerektirmiyor...” diye yazarak yeni eşikteki yatay karşılaşmalara, etik dayanışmalara öncü oldular.

Ve de en önemlisi “eğer ibadetimize, başörtümüze, mabedimize dokunulacağından korktuğumuz için, adalet ölçüsünden ayrılan yöneticileri her şartta haklı görmeye meylediyorsak bilmeliyiz ki, bir devlet ya da parti dinimizi koruyamaz” diyerek kendi iman ve adalet duygularına dayanmaları gerektiğini hatırlattılar.

Laikçi İslamcı karşıtlığını kullanmak filmi geri sarıyor. Meydan demokrasisi yerine sokak demokrasisi, vatandaş yerine seçmen, muhafazakârlık yerine yobazlığa prim veriyor.

İşte geldiğimiz yeni eşikte AKP dinle, Müslümanlık anlayışıyla sınanıyor. Öncelikle, İslam’ın siyasallaşmasına karşı duran, dinin bölücülüğe alet olmasını istemeyen müminler, aydınlar tarafından.T24.COM
Daha yeni Daha eski