İktidarın tellalı haline getirilen TRT mikrofonu bir kadına doğru uzatılıyor Kazlıçeşme mitinginde… Kadın sımsıkı, zırh gibi tesettürlü. Hem de o sıcakta. Şöyle bir bakıyor mikrofona. Televizyonda görünecek akşam, boru değil. Belki de yıllardır İstanbul’da yaşıyor ve yine belki de ilk defa denize bu kadar yakın. Ne diyecek acaba diye merak edilirken, ağzından birbirinin kopyası iki cümle çıkıyor sadece: “Ak partiliyiz, Ak partili…Ak partiliyiz, Ak partili” Peki ya sonra? Sonrası yok! Yok işte. Hepsi bu kadar. Konuşma anlamında bu kadar yani. O iki cümlenin ardından sadece bir ses çıkıyor kadından. Evet, sadece ses. Tuhaf, ilginç, hiç anlaşılmayan ve nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan bir ses. “Hüloooğğğ”

Aynı miting, bir başka kadın, ama aynı mikrofon. O da, diğeri gibi belki de hayatında ilk kez denize bu kadar yakın. Mikrofonu uzatan da bir kadın. “Neler diyeceksin” der gibi oluyor, kürsüde bangır bangır yalan bağıran şahıs için güzel şeyler duyacağını ve duyuracağını umarak. Belki de hayatında denize bu kadar yakınlaşmış olan kadın bir iki yutkunduktan sonra, kürsüde bangır bangır bağıran şahıs için büyük bir ihtimalle; en güzel, en değişik, en sarsıcı, en görkemli ve en büyük methiyeyi düzmek adına, o artık tarihe kazınmış olan cümlesini kuruyor: “Ben var ya, Erdoğan’ın g.tünün kılıyım”

İstanbul Talimhane… Bir sürü genç insan, ağızları, burunları maskeyle kapatılmış, sağa sola kaçışıyorlar. Hemen arkalarında, özellikle kafalarına doğrultulmuş, gaz kapsülü fırlatan namlularla polisler var. Kargaşa tavan yapmış. Birden kalabalık içerisinde, beyaz gömlekli, siyah pantolonlu bir adam beliriyor. Elinde bir pala var. Bildiğimiz ve bildiğiniz pala! Önce bir genç kızı sıkıştırıp palasıyla kızın sırtına vuruyor ve ardından beline tekme atıyor. Sonra bir köşede, kendisinden bir hayli büyük bir adamı görünce hızla ve küfürlerle koşarak elindeki palayı adamın gırtlağına doğru sallıyor. Adam korunmak için eğilmese, gırtlağının yerinde yeller esecek. Boynunun yan tarafından bir çizikle atlatıyor bu saldırıyı. Bir polis görüyor olan biteni. Palalı adamın yanına doğru koşuyor. Nihayet, “alacak polis” diye umulurken, elinde palasıyla insanlara saldıran beyaz gömlekli o adamın sırtını sıvazlayıp oradan gönderiyor.

Ankara… Belki bir adliye odası… Ve belki de, yaklaşık birbuçuk aydan beri hakim olduğuna bin pişman edilmiş ve bin pişman olmuş bir adam… Ethem Sarısülük’ü öldüren polis memuru Ahmet Şahbaz’ı serbest bırakan hakim... Masasında 6 farklı görüntü kaydı… Ve işte o hakim, Ethem’in vurulma anını 5 değişik açıdan çekilmiş görüntülerle çok net olarak belgeleyen kamera görüntülerinin 5’ini de bir tarafa bırakarak, dava dosyasına, bir mobese görüntüsü dahil ediyor. O görüntüde insan yok! Çevre yok. Olayın geçtiği alan yok. Hiçbir şey yok o görüntüde. Peki ne var? Sadece ağaçların yaprakları. Evet, sadece yapraklar var. Ve diğer 5 görüntüyü bir tarafa bırakan hakim dava dosyasına o tarihi, o “mecbur”, o sıkıntılı, o kahrolası ve o yalan tespitini(?!) ekliyor: “Bu mobese görüntüsünde, söz konusu polis memurunun, suçu işlediğine dair bir kanıt, bir bulgu görülmedi”

Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’deki protesto gösterileri sırasında polisten kaçarken, eli sopalı birtakım kişiler tarafından, bir sokakta kıstırılarak “ölsün” diye dövülüyor. Hastaneye kaldırılıyor. 15 gün direniyor komada. Ve sonra hayatını kaybediyor. Katliamın gerçekleştiği sokağa bakan mobeseler en önemli kanıt aracı. Ama öyle olmuyor. Önce, “O mobesedeki kayıtlar bozuk” deniyor ailesine ve avukatlara. Sonra, o bozuk denilen kayıtlar da birileri tarafından “buharlaştırılıyor.

BU YAZININ İLK DİPNOTU:
“Hüloooğğğ” ne demektir,
“G.t Kılı olmak” nasıl bir şeydir,
Elinde palayla insan öldürmek için sokağa çıkmış birinin sırtını sıvazlayıp gönderen polis acaba kimin polisidir?
Ethem’i öldüren polisi cezaevine gönderecek bir tek hakimin bile olmadığı bir ülke neye benzetilebilir?
Ali İsmail’i katledenler neden “insan”dır?

BU YAZININ İKİNCİ DİPNOTU:
Mehmet’i, Abdocan’ı, Ethem’i ve Ali İsmail’i “biz” hiçbir zaman unutmayacağız!
Ve o çoğumuzun bildiği romanın dediği gibi… “Bir gün Mutlaka…!”

Neyse... Siz, sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın.

HAYRİ GÜNEL
Daha yeni Daha eski